28 Kasım 2024 Perşembe

Labirent*


 İnsanlık tarihi bugün tarihinin en tehlikeli dönemlerinin birinden geçiyor. Yaşananların bir benzerine kimi yönlerden daha önce hiç rastlanılmadı ama kimi yönlerden de Batı ile hasımlarını karşı karşıya getirmiş daha önceki çatışmalarla aynı çizgide yer alıyor.

            Avrupa’nın sömürgeci yayılmasının yer kürenin tüm enlem ve boylamlarında yarattığı sayısız tepkiler üzerine uzun uzadıya durmayacağım. Söyleyeceklerim son iki yüzyılda Batı’nın küresel üstünlüğüne kararlı bir biçimde meydan okumayı denemiş ülkelerle sınırlı kalacağı için çerçevesi daha dar ve belirli olacak

            Sözkonusu ülkelerin sadece üçünü konu alacağım.: İmparatorluk Japonyası, Sovyet Rusya, sonra da Çin.

Bu ülkelerin son derece kendilerine özgü güzergâhlarını ele almadan önce ve günümüzdeki çatışmaların sonucu hakkında gereken bir tahminde bulunma amacı taşımadan, öne çıkan bir soru var: Bugün gözlerimizin önünde yaşanan acaba gerçekten Batı’nın gerilemesi midir?

            Bu elbette yeni bir soru değil ve Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana tekrar tekrar gündeme getirildi, bunu yapanlar da çoğunlukla Avrupalılar oldu. Bunda da şaşırtıcı bir yan yok çünkü yaşlı kıtanın devletleri sömürge imparatorlukları devrinde işgal ettikleri konuma göre gerçekten de “küme düşmüş” durumdalar.

Birlikte, yitirdikleri üstünlüğün önemli bir bölümü diğer Batılı güç olan Amerika Birleşik Devletleri tarafından “geri alındı.” Atlantik ötesinin büyük ulusu yüzyılı aşkın bir zaman önce birinci sıraya yükseldi ve ben bu satırları yazarken askeri gücüyle ve endüstriyel kapasiteleriyle olduğu kadar gezegenin bütünündeki siyasal, kültürel ve medyatik nüfuzuyla da bu üstünlüğü koruyor.

Acaba bugün ABD de kaidesinden devrilmek üzere mi? Acaba bir bütün olarak Batı’nın küme düşmesine ve başka uygarlıkların, başka hâkim güçlerin yükselişine mi tanıklık ediyoruz?

İnsanların zihinlerinde kuşkusuz bütün bu yüzyıl boyunca musallat olmaya devam edecek bu sorulara ben

22 Kasım 2024 Cuma

Pal Sokağı Çocukları*

 

… ..

Arsa! Siz, Macar bozkırlarının çocukları, sizin evlerinizden dışarı adımınızı atmanız bile yeterli Siz o an artık dışardasınız, uçsuz bucaksız ovaları, başınızın üzerindeki o gökyüzü denen mavi fanusu hemen hissedersiniz. Sizin gözleriniz uzaklara bakmaya, büyük mesafelere alışmıştır. Hiçbir zaman yüksek binaların arasına sıkışıp yaşama sizler, Budapeşte çocukları  için boş arsa, bozkır, ova, çayır demektir. Bir taraftan artık yıkılmaya yüz tutan tahta perdelerde, diğer taraflardan da binalarla çevrilen bu bir karışlık toprak, onlar için sonsuzluk ve özgürlük anlamına gelir. Şimdi, yani ben bunları anlatırken Pal Sokağı’ndaki arsada da dört katlı bir ev duruyor. O evde oturan bir sürü aile bir zamanlar bu arsanın birkaç yoksul Budapeşteli çocuğun mutlu gençliğini yaşadığı yer olduğunu bilmiyor.

Burası o zamanlar boş bir arsaydı, arsalar zaten boş olduğu için arsa olarak anılır, değil mi? Tahta perdeler Pal Sokağı tarafındaydı. Arsa sağdan ve soldan büyük birer binayla çevrelenmişti. Arkada ise, evet, arkada aslında arsayı paha biçilmez kılan şey vardı: Arkada bu arsaya bitişik bir başka arsa daha vardı

 Arkadaki bu arsa buharlı hızar makinesiyle çalışan bir keresteci tarafından kiralanmıştı ve boydan boya kereste yığınlarıyla kaplıydı. Tomruklardan kesilmiş keresteler ve yakacak odunlar öbek öbek kareler şeklinde arsaya dizilmişti. Bu büyük kereste yığınları arasında küçük yollar bile bırakılmıştı. Böylece arsada gerçek labirentler oluşmuştu. Üst üste yığılarak oluşan kare şeklindeki bir sürü kereste yığını arasında elli belki de altmış küçük sokak vardı. Bu labirentlerin arasında yol bulmak hiç de kolay olmazdı. Bu sokaklar arsanın ortasındaki, küçük ahşap binanın da bulunduğu meydana ulaşırdı. İşte bu bina buharlı hızar makinesinin bulunduğu binaydı. Garip, esrarlı ve ürküntü veren bir binaydı bu. Yaz aylarında yeşil yaban asması yapraklarının arasından sürekli dumanların yükseldiği narin bacası

11 Kasım 2024 Pazartesi

İslamın Serüveni*


 

Türkçe Baskıya Önsöz

İnsan olabilmenin evrensel kök ilkesi adalettir. Adalet tanrısal yaratımın da aklın, dinin ve bilimin de ilkesidir. Kur’an’da yer alan şu uyarı dikkat çekicidir. “Ey iman edenler! Allah hakkı için dosdoğru, adaletli şahitler olun. Sakın bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sevk etmesin.” (⅝) Adalet aynı zamanda barışın da temelini oluşturmaktadır; bu anlamda devletin dini adalettir. Uygarlığın omurgasında bilim ve sanat vardır. Ancak özgürlüğün ve adaletin yaşam biçimi haline geldiği, yüksek güven kültürünün yaratılabildiği ortamlarda uygarlıklartan söz edilebilir.Bu çerçevede insanlığın bugün bir takım varoluşsal sorunlarla karşı karşıya olduğunu, bir “uygarlık krizi”nin ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Toynbee’nin dediği gibi, “Uygarlık diye adlandırdığımız gelişme teknolojide, bilimde ve gücün gayri şahsi kullanılışında meydana gelen gelişmedir; dürüstlükle yani ahlakta meydana gelen bir gelişme değildir.” Teknolojinin insanlığın geleceğini tehdit ettiği, insanı esir almaya  başladığı bir süreçten geçiyoruz. Artık insanca yaşayabilmek, birey ve toplum planında insanların birbirlerini dürüstçe anlamalarına bağlıdır. Farklı dinlere farklı geleneklere mensup olmak “insanı” anlamaya engel olmamalıdır.

İnsanın bilgi varlığı olması, öncelikle hazır bulduğu mirası anlamasını gerektirir. Anlama faaliyeti bütünüyle geçmişe yöneliktir; olaylar ve olgular yaşanırken onların farkına varabiliriz fakat onları ancak olup bittikten sonra anlayabiliriz. Ne var ki içinden geçtiğimiz süreçler, olaylar ve olgular ile “anlama” arasındaki mesafeyi çok kısaltmıştır. Öyle ki değişimin hızı anlamayı güçleştirdiği gibi, bir olay olurken onun nasıl anlaşılması gerektiği hakkında yapılan yönlendirmeler, yani algı

6 Kasım 2024 Çarşamba

Çin'de Bir Çinlinin Başına Gelenler*


 

Kin-Fo zengin bir Çinlidir. Hayatta her şeye sahiptir, tek eksiği yaşama sevincidir. Bir gün bütün servetini kaybettiğini öğrenince bir sigorta şirketine gidip kendisi için kapsamlı bir hayat sigortası yaptırır. Şİmdi geriye kalan tek şey ölüp herkesi mutlu etmektir. Bunun için de Wang’dan kendisini öldürmesini ister. Birkaç gün sonra Kin-Fo aslında iflas etmediğini aksine servetinin ikiye katlandığını öğrenir. Ama Wang, Kin-Fo’nun mektubuyla sırra kadem basmıştır ve herkes bilir ki o sözünün eri biridir. Wang’ı bulmak zorunda olan Kin-Fo, sadık hizmetçisi Soun ve sigorta şirketinin iki temsilcisiyle soluk soluğa bir maceraya atılır. … ..


… ..

Bu kayıtsız kişi en fazla otuz  bir yaşındaydı, sağlığı yerindeydi, büyük serveti vardı, kültürlüydü, zekâsı ortalamanın üstündeydi, bu dünyada en mutlu insan olmak için başkalarında eksik olan her şeye sahipti! Neden mutlu değil?

Neden?

Filozofun kalın sesi o an işitildi ve antik bir koronun başı gibi konuşarak şöyle dedi:

-Dostum, eğer bu dünyada mutlu olmadıysan, demek ki mutluluğun olumsuzdu. Saadet sıhhat gibidir. Onun değerini bilmek için arada ondan mahrum kalmış olmak gerekiyor. Ama sen hiç hasta olmadın… Yani demek istediğim şu ki, hiç mutsuz olmadım! Hayatında eksik olan bu. Bir anlık bile olsa hiç felakete uğramamış birisi mutluluğun değerini bilebilir mi?

Bilgelik yüklü bu gözlem üzerine filozof en iyi marka şampanyayla dolu bardağını kaldırarak ekledi:

-Ev sahibimize! Güneşinde bira gölge, hayatında biraz acı diliyorum!


Bunun üzerine bardağını kafaya dikti.

Ev sahibi evet anlamında bir işaret yaptı ve her zamanki uyuşuk haline döndü.