… …
Lakin, “bağla ve tevekkül et” kuralı gereği, önce deveyi sağlam bağlamalı, sonra Allah’a güvenerek haklarımızı savunmalıyız. Yani önce savunma gücümüzü kazanıp, sonra “geleceğiniz varsa göreceğiniz de var” sözünü Allah’ın yardımına sığınarak rahatça söylemeliyiz. Çünkü”(...) Aralarına kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür.” (Maide Suresi, Ayet:64) hükmünce, diğer devletler arasındaki rekabetin , siyasî varlığımızın şimdiye kadar devam etmesinin payının olduğunu inkar etmeyelim.
Şunu da bilmeliyiz kİ; her devlet gerektiğinde kendi başına kolayca hazmedebilmek için Osmanlı Devleti’nin kuvvet ve kudret kazanmasını istemez. Devlet ağacımızın kurumasını, çeşitli felaketlerle dalının budağının kırılıp kopmasını arzu eder. Ana gövdenin, kendisinden başkasının baltalamasıyla devrilmesini de razı olamaz.
Diğer devletlerin bu sinsi politikaları, Devlet-i Aliye (Osmanlı) idarecilerine korunma ve ilerleme yolunda çok faydalı olmuştur. Onlar, çekişirken aradan sıyrılıp, genel hayat gücümüzü meydana çıkaracak araçlar hazırlanabilirdi. Fakat,
Müşkilî nîst âsân neşevet
Merd bâyet ki hirâsân neşeved
(*Kabiliyetli ve ehliyetli kişilerin varlığı hâlinde, kolaylaşmayacak zorluk yoktur.)
Hatta maalesef Rus savaşında bile iş, ne yapalım “iki el bir baş içindir” denilecek dereceyi bulmamıştı. Her neyse, “çıkacak kan damarda durmaz” atasözünü teselli kabul edip, konumuza dönelim.
Devletler, “Rumeli'de meydana gelen ihlalleri Osmanlı Devleti kendi başına bastıramaz, iş kendi