19 Nisan 2024 Cuma

Çeyiz*


Eşek

… ..

Anneme göre hâlim tembellikti, onun genç kızlığını görseymişim kendimden utanırmışım. Öyle derdi; nerede ben, nerede o imiş. O, evde bir salınırmış, sağdan sola dönene kadar onca işi bir halledermiş de herkes nasıl şaşırırmış. Tüm bu yakınma cümlelerini benim tembelliğimle bitirir, ‘Tembel bu kız tembel! Evveli de böyleydi ahiri de böyle olur bunun’ derdi. Tahmin edebilirsiniz ki tüm çocukluğu ve ilk gençliği anasından babasından ‘Aferin kızım. İyi ki doğmuşsun. İyi ki varsın. Tutmayan elimiz, topal kalmış ayağımızsın’ gibi cümleler duysun diye geçmiş bir insanın bu cümleleri duymaması onu daha da yorgun, daha da hasta, daha da bîtap kılar. Ben de  öyle oldum. On sekizinci yaş günümde evimin masasındaki pastayı yiyerek değil, hastane odasında damarlarımdan serum yiyerek girdim. Annemle babamın şımarıklık ve tembellik dediği şeye doktor ‘depresyon’ dedi. Ağır depresyon… Sonraları öğrendiğime göre, depresyon yaşama dair hiçbir umudumun kalmadığı zaman gelen bir hastalıkmış. Görünen o ki, daha on sekizimde var olabilecek tüm umutlarımı tüketmiş, bir şeylerin düzelebileceğine dair itikadımı yitirmiştim.

Şimdi diyeceksiniz ki, ‘Sen Hikmet Eligüzel’den bahsediyordun. Bunları bize niye anlattın? Eee işte Hikmet’le tam da hastanede yattığım dönemde tanıştım. Hastabakıcıydı Hikmet. Her gün gelir, odamı temizler, tahlil gerektiğinde beni yatağımdan kaldırır, tekerlekli sandalyeye oturtur, o laboratuvardan bu muayeneye ayağımı yere bastırmazdı. Zaten bastırmaması gerekiyordu çünkü işi buydu. Ama benim gibi ilgi açığı yaşayan insanlar için büyük olaylardır bunlar, kıymetli meselelerdir. Zira bir hastabakıcının yatağımı yorganımı değiştirmesini, odamı temizlemesini, tahlillerde bana refakat etmesini ‘ilgi’ zannedecek kadar ilgisiz büyümüştüm. Nitekim ilerleyen günlerde odama girdiğinde günaydın deyip gülümsemesini, bana hadsizce kaş göz etmesini ‘sevgi’ sanacak kadar, kulağıma, ‘Gel kaçırayım seni buradan. Benim gülüm ol, son gülüm ol’ arabesk sözler ettiğinde ‘he’ deyip celladımın elini tutacaktım.

Şimdi düşünüyorum da kocaya kaçan kızlar aslında birilerine kaçtıkları için yapmıyorlar buy eylemi, birinden kaçtıkları için yapıyorlar. Ben de aslında kocaya kaçmamış, sadece yıllardır beni sevgisilikleriyle öldüren annemden ve babamdan kaçmıştım.

… ..


Babama Duyurun Çeşmesi

Günah Keçisi

Tanık

Yappıştır

… ..

… .. Çoğusunun annesi bilmiyor ki gençlik nedir, ergenlik nedir, genç kız bedeni nasıl büyür, gencecik ruh o bedende neler hisseder… Peh peh, sanırsın bunların anaları yaşlı doğmuş. Hiç genç olmamış. O kadar uzaklar mevzuya. Böylesini gördüğümde özellikle diyorum, ‘Kızını bana getir,’ diye çünkü kendi yol yordam gösteremeyecek, belli. Bari, Suzan ablaları tutsun ellerinden. O yol göstersin. Geçen gün geldi öyle gencecik  bir kızımız. Ah kuzum, nasıl da dertli, nasıl da kırılgan. ‘Hiç kimse beni anlamıyor,’ diyor. ‘Sen anlıyor musun peki kendini,’ dedim. ‘Nasıl yani, diyor. ‘E güzelim,’ dedim, ‘sen anlayacaksın önce kendini ki başkalarına anlatasın. İçindeki duyguları sen farkedeceksin. Düşüncelerini sen görecek, neden öyle öyle düşündüğünü ölçüp, tartıp, analiz edeceksin. Bakma sen,’ dedim, ‘pek çok insan kendini tanımıyor. Ne istediğini ne istemediğini bilmiyor. Hangi olay ona ne hissettiriyor, fark edemiyor. Ondan sonra da ‘kimse beni anlamıyor’ diye ağlanıyor. … ..

… ..

Bir saatin sonunda, ‘Ayy abla valla zaman nasıl geçti anlamadım, çok rahatladım, ellerine sağlık,’ diyor. ‘Eee herhalde,’ dedim, ‘bedenini tanıyacaksın, seveceksin ki kendini tanıyasın. … ..

…. ..

Şu işe başladım başlayalı en çok da cinsel terapi yaptım. Pek çok evlilikte yok hükmünde cinsel hayat, şaka gibi. Evliliğin en büyük şubesi ama evlenince bitiyor sanki. Farklı sebepleri vardır tabii. Ben kadınların gözlemliyorum işim gereği. Erkekler bana gelmez, onlara hizmet vermiyorum. Kadınların ekserisi anne olunca bırakıyor kadın olmayı. Hatta öyle bir bırakıyorlar ki, sakal, bıyık, bacak, kasık tıraşını toptan bırakarak kadınlıktan ayrılıyorlar. Ne manzaralar görüyorum, sormayın. Doğal doğum kontrolü gibi kadınlar var. Öyle salmış ki kendini, adam mümkün değil yaklaşamaz yanına. İşte sana doğal doğum kontrolü! En çok kadınları terapiye almayı seviyorum. Ciddi bir dönüşüm oluyor, işimin parıltısı, farkı, kalitesi daha çok gözüküyor. Eee sonuç daha çabuk alınıyor.

… ..

Bu işi çok önemserim. ‘Güzellik ondur, dokuzu dondur’ diye boşa dememiş atalarımız. Şekline şemaline ne kadar özenirsen o kadar iyi hissedersin kendini iiyi hissedersen eşin de iyi enerji verirsin. Böyle böyle düzelir yatak odan da oturma odan da. Kadıncağıza reçete yazdım, evlilik doktoru sayılırım nasılsa, uysun reçeteme bak nasıl dişil enerjisi yükseliyor

… ..


Çeyiz

İsmini Vermek İstemeyen Dinleyici

Kırık Cam

Afiyet Olsun

Gelincik Çiçeği

Suskunlar Evi

Soğan

… ..

Panik atak sırasında vücut ‘kaç ya da savaş’ tepkisi içindedir. Vücutta adrenalin salgılanır, buna bağlı olarak kalpte çarpıntı ve hızlı nefes alışverişi başlar. Sistem kişiyi kaçmaya ya da savaşmaya hazırladığı için vücudun hayati organları dışındaki diğer organlardan kanı çeker çünkü tehlike ânında -diyelim ki- mideyle işimiz yoktur. O sırada kullanılmayacak organlardan çekilen kan gerekli organlara gönderilir. Kol ve bacak kasları gerginleşerek güç kazanır. Midede çekilme hissi, ortama yabancılaşma hâli, hatta dışkılama ihtiyacı (Vücut kaçmak ya da savaşmak için tüm ağırlığını boşaltmaya çalışır. Korkudan altına yapmak deyimi aslında biyolojik bir gerekliliği ifade eder) sistemin kaçmak ya da savaşmak için ortaya koyduğu düzenlemelere bağlı semptomlardır. Bu semptomların nedenini bilmek hasta için önemlidir zira bu denli yoğun adrenalin varken ve sempatik sistem bedeni böylesine teyakkuz durumuna geçirmişken kalp krizi geçirmek, bayılma, kendini kaybetmek biyolojik olarak mümkün değildir. Yanı panik atak hastaları bilmelidir ki, atak sırasında ölmezler, bayılamazlar ve kap krizi geçirip kendilerini kaybetmezler. Bu tıbben imkânsızdır.

‘Ha ha ha,’ diyorum, ‘gel de sen bunu bedenime anlat. Ölüp ölüp dirilmek ne demek ancak bir panik atak hastası bilir,’ diye çıkışıyorum. ‘Bu yazı hastalığı küçümsemiyor ki,’ diyor içimdeki ben, ‘en büyük korkun olan atak sırasında ölmenin mümkün olmadığını biyolojik gerekçelerle anlatıyor. Hani kalbi duran hastalara adrenalin veriliyor ya kalbi çalıştırmak için. İşte bu yazı da bunu söylüyor, vücutta adrenalin varken kalp duramaz diyor.’ Düşününce ikna oluyorum. İçimdeki ben okumaya devam ediyor:


‘Panik atak bir hastalık değil, bir yangın alarmıdır. Bedenin, aslında dış dünyada gerçek bir tehlike olduğunda haber vermesi gereken terleme, kalp çarpıntısı, göz bebeklerinde büyüme, sol kolun uyuşması, dışkılama ihtiyacı, yüzün kireç gibi beyaza dönmesi hâlidir. BU belirtiler oluşur zira tehlike hissi dışsal değil içsel bir tehdit hâlini almıştır. Yani panik atak yaşayan kişi tehlikede olduğuna içsel bir düzeyde inanmıştır.

… ..

‘İnsan ,farklı katmanlardan, farklı kendilik tabakalarından oluşur. Psikoloji, insanın iç katmanlarını kabaca iki ayrı boyutta inceler: Bilinç ve bilinçdışı. Bilincimiz düşünerek, tahlil ederek, muhakeme ederek belirli filtrelerle işlemlediğimiz girdileri ifade ederken, bilinç dışımız hiçbir filtre olmaksızın tüm deneylerimiz ve öğrenmelerimizden arta kalan duyguların deposudur. Panik atak ise, bilinç dışı boyutta incelendiğinde, derin yalnızlık duygusunun varlığını işaret eder. Kişi, etrafında ne kadar çok insan olursa olsun kök ailesiyle yakın bir bağ kuramamışsa yalnızlık duygusu içselleşir. Kalabalıklar içinde yalnızlık deyimi ortaya çıkar. 

… ..

… .. ‘Panik atak, bilinç dışı yalnızlık duygusunun işaretidir.’

… ..

Öksüz kelimesindeki ‘ök’ kökünün bağ demek olduğunu öğrenmiştim yıllar önce. Ök-süz, bağsız kalmış demekmiş. Yani aslında annesi olmayan kişi değil, annesiyle bağı olmayan kişi öksüz kalırmış. İşte hissettiğim şey tam da buydu. Annesi hayatta olan ama onunla hiç yakın bağ kuramamış öksüz bir kızdım ben. 





*Çeyiz  &  Hatice Kübra Tongar

Hayykitap

1.Baskı: İstanbul, Eylül 2022


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder