11 Kasım 2024 Pazartesi

İslamın Serüveni*


 

Türkçe Baskıya Önsöz

İnsan olabilmenin evrensel kök ilkesi adalettir. Adalet tanrısal yaratımın da aklın, dinin ve bilimin de ilkesidir. Kur’an’da yer alan şu uyarı dikkat çekicidir. “Ey iman edenler! Allah hakkı için dosdoğru, adaletli şahitler olun. Sakın bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sevk etmesin.” (⅝) Adalet aynı zamanda barışın da temelini oluşturmaktadır; bu anlamda devletin dini adalettir. Uygarlığın omurgasında bilim ve sanat vardır. Ancak özgürlüğün ve adaletin yaşam biçimi haline geldiği, yüksek güven kültürünün yaratılabildiği ortamlarda uygarlıklartan söz edilebilir.Bu çerçevede insanlığın bugün bir takım varoluşsal sorunlarla karşı karşıya olduğunu, bir “uygarlık krizi”nin ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Toynbee’nin dediği gibi, “Uygarlık diye adlandırdığımız gelişme teknolojide, bilimde ve gücün gayri şahsi kullanılışında meydana gelen gelişmedir; dürüstlükle yani ahlakta meydana gelen bir gelişme değildir.” Teknolojinin insanlığın geleceğini tehdit ettiği, insanı esir almaya  başladığı bir süreçten geçiyoruz. Artık insanca yaşayabilmek, birey ve toplum planında insanların birbirlerini dürüstçe anlamalarına bağlıdır. Farklı dinlere farklı geleneklere mensup olmak “insanı” anlamaya engel olmamalıdır.

İnsanın bilgi varlığı olması, öncelikle hazır bulduğu mirası anlamasını gerektirir. Anlama faaliyeti bütünüyle geçmişe yöneliktir; olaylar ve olgular yaşanırken onların farkına varabiliriz fakat onları ancak olup bittikten sonra anlayabiliriz. Ne var ki içinden geçtiğimiz süreçler, olaylar ve olgular ile “anlama” arasındaki mesafeyi çok kısaltmıştır. Öyle ki değişimin hızı anlamayı güçleştirdiği gibi, bir olay olurken onun nasıl anlaşılması gerektiği hakkında yapılan yönlendirmeler, yani algı


yönetimi de bugün tarihin inşasında karşımıza çıkan yeni bir aşamayı işaret etmektedir. Olgu ile algı iç içe girmiştir; Hayal ve hakikat arasındaki sınır belirsizleşmiştir. İnsanın varoluşsal korkuları derinleşmiş, “anlam” ve “anlam arayışı” küresel bir krize dönüşmüştür.

İçinden geçtiğimiz süreçlerde ortaya çıkan devasa sorunlar insanlık için bir tür “beka” meselesi anlamı taşımaktadır. Şimdiye kadar olup bitenlerden, yaşananlardan gerekli dersleri çıkarmazsak belki de kendi sonumuzu kendi ellerimizle hazırlamış olacağız. Bilim ve teknolojideki muazzam gelişmeler, güç artışı insanın gözünü kamaştırmaktadır. Fakat dünyayı silah deposuna dönüştürdüğümüz de yadsınamaz bir gerçektir. Açlıktan dolayı gerçekleşen ölüm vakaları kadar obezite nedeniyle meydana gelen ölüm vakalarının da insan onurunu yaraladığını görmezden gelemeyiz. Gelecek kaygısı, bilim ve teknolojideki gelişmelerin insanı esir almaya başlaması, insanoğlunun dikkatinin yeniden ve daha anlamlı bir biçimde “geçmiş”e  yönelmesine sebep olmuştur. Geçmişi dürüstçe, samimiyetle anlamaya çalışmak artık bir varoluşsal ihtiyaç haline gelmiştir. Tarihin geçmişten gelen bilgi, belge ve bulgularla inşa edildiği gerçeği bugün daha büyük bir önem kazanmıştır. İnsan aynı zamanda bir tarihsel varlık olduğunu da yeniden hatırlamak durumundadır.

İnsanlığın geleceği yeni bir bilim paradigmasına, daha insani ve çevre dostu bir teknolojiye, insan onurunu her şeyin üstünde tutan, temel haklardan ve özgürlüklerden ödün vermeyen bir yaklaşıma ve adaletin insanı ilgilendiren her alanda temel kurucu ilke olarak kabul edilnmesinden öte işlevsel de kılınmasına bağlıdır. İnsanlığı bir bütün olarak göremediğimiz müddetçe insan onurunu korumak da insanca yaşamak da dünyanın yaşanabilir bir yer olmasını sağlamak da mümkün olmayacaktır. Aynı şekilde insanlığın bütün kazanımları da bir bütün olarak görülmek durumundadır. Bu bilgi ve bilinci ancak adaletle inşa edilmiş bir tarih anlayışı ile sağlamak mümkündür.

Marshal G.S. Hodgson’ın İslam’ın Serüveni insanlığın ihtiyaç duyduğu bilinç ve tarih için hem bir örnek hem de gerçekten iyi bir başlangıç kitabı olabilecek nitelikleri haizdir. … ..

… .. 

İslam’ın Serüveni Hodgson’ın 1968 yılında henüz 47 yaşındayken vefat ettiği düşünülerek okunmalıdır. Yazarın ömrü elinizdeki eserin son cildine nihai şeklini vermeye yetmemiş, eseri yayıma hazırlayıp yayımlamak Hodgson’ın yakın dostu Reuben W. Smith’e nasip olmuştur.

Hodgson’ın İslam’ın Serüveni İslam’ı ve Müslümanların uygarlığa katkılarını anlamak isteyenler için gerçekten ufuk açıcı bir çalışmadır. İnsanlığın geleceğimde barıştan, insanca yaşamaktan söz edilecekse Hodgson gibi bilim insanlarının sayısının artması gerekmektedir. İnsan onurunun korunması, yaşamının en yüksek değer olduğu bilincinin aşılanması ve insanlığın mutluluğu, din ile ve bilimin işbirliğine bağlıdır. Bilim kötü insanların elinde kötülüğü çoğaltsa da insanlığın yolunu aydınlatan tek meşaledir. 

… ..

… ..

Marshall Hodgson ve İslam’ın Serüveni

… ..

İslam Uygarlığı Çalışmalarına Giriş

İslamileşmiş Sözcüklerin, Adlarının ve Tarihlerin Anlamı Üzerine

Uzak geçmişte yaşamış veya uzak ülkelerde yaşayan insanların önemli gördükleri şeylere ve fikirlere aşina olmadığımız zaman o  insanların düşüncelerine nüfuz etmemiz , onları hakkıyla anlamamız da mümkün olmaz. … ..

… …

KULLANIM: BİLİMSEL TERMİNOLOJİDE REVİZYONİZM

Bir uygarlığı ele alırken nasıl ki benimsediğimiz yaklaşımın içermelerini bilinçli şekilde seçip bu içermelerle hesaplaşmamız gerekiyorsa kullandığımız terimleri de sorduğumuz sorularla ilgilerine göre seçip bu terimlerin içermeleriyle bilinçli bir şekilde hesaplaşmamız gerekir. … ..

… ..

… .. İslam araştırmaları alanını ele alalım: Bu alanda çalışan uzmanlar”Mağribî”, “Turanî” ve “Serazen” gibi terimleri kullanmayı artık neredeyse tamamen bıraktılar çünkü birer kategori olarak kullanılan bu terimlerin her biri, zaman içinde, tadil edilemeyecek denli karmaşık içermeler kazadılar. Ama bu yetmez çünkü temizlenmesi gerek çok fazla kalıntı var. Örneğin Avrupalı tarihçiler geçmişin koşullarını bugünün siyasal sınırlarından hareketle çözümlemeye yani Avrupa’nın geçmişini ele alırken İsviçre’yi, Avusturya’yı, Almanya’yı, Belçika’yı ve Fransa’yı yirminci yüzyılın ortalarındaki sınırlarına sahiplermiş gibi düşünmeyi- akıllarından bile geçirmezler. Oysa İslam araştırmaları alanında çalışan birçok araştırmacı bugün bile geçmişi “İran”, “Afganistan”, “Suriye ve Filistin”, hatta “Lübnan” gibi her biri en azından onlara genellikle yüklenen anlamları itibarıyla sıkı sıkıya modern siyasi yapılara atıfta bulunan terimler aracılığıyla ele almaya çalışmaktadır. … ..

… ..   Bu yüzden belirli bir dönemin siyasi durumunu değil, yürütülen tartışmalar bakımından anlamlı olan daha mesnetli bir ölçütü temel alan bölge terimlerini kullanmaya razı olmamız gerekir

Fevkalade aydınlatıcı bir örnek verecek olursak, Akdeniz ile Suriye Çölü arasındaki kıyı bölgeleri arasında çok fazla ortaklık vardır. Bu yüzden buraların çoğunlukla tek bir adla ifade edilmeleri gerekir. Eğer bu bölge için “Suriye” terimini kullanmayacaksak (çünkü eski ve yeni en geniş kapsamlı tanımı itibariyle bu terim şimdiki Lübnan ve Filistin’i kapsarken, Fransa’nın bölgeden çekilmesinin ardından günümüzde Suriye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde kalan toprakların doğu kesimini dışarıda bırakır) onun yerini alacak başka bir terim uydurmamız gerekir.  … ..

… ..   Oysa bu yol tutulacak olsa ble “İsrail adının bugün sahip olduğu çağrışımlar nedeniyle (geçmişi adlandırmak için) kesinlikle kullanılmaması gerekir. “Lübnan ve Filistin dâhil olmak üzere Suriye” gibi dolaylı bir ifade hem kullanışsız hem de yeterince kapsamlı değildir. “Suriye ile Filistin” ise (iki dünya savaşı arasında kalan dönemde haritalarda her iki bölge de Fransızların yönetimi altında gösterilirdi) bugünkü Lübnan’ı örtük olarak Suriye’ye dâhil ettiği için ilhamını tamamen siyasi düzenlemelerden almış bir oluşum sayılmaz. Bu durum kısmen de olsa Batı’nın, Suriye'nin geri kalanından ayrı tutulan Filistin’in özel konumuna ilişkin duyarlılığını yansıtmakla birlikte son kertede günümüzün siyasi haritalarına göre heareket edenleri memnun etmeyip güney Suriye’nin İslamileşmiş uygarlık sahnesindeki yerini abartan iki savaş arası döneme özgü bir uzlaşmayı yansıtır. Dolayısıyla kimileri eski “Levant” terinin kapsamını sadece bu küçük bölgeyi ifade edecek şekilde daraltmaya karar vermişlerdir. Fakat bu durumda bizim “Levant” teriminin daha geniş anlamlı kullanulış biçimini de dikkate almamız gerekir ve her halükarda bu kez de Fransa tarafından “Levant” teriminin sadece Fransız manda yönetimi altındaki iki devleti kapsayacak şekilde biraz daha sınırlandırıldığı gerekçesiyle yüz yüze geliriz. … … İşte bu nedenle bu çalışmada -”Suriye” terimini en fazla 1918’den önce taşıdığı eski anlamıyla kullanmaya devam etmemiz yerinde olacaktır. … ..

… ..

… .. Örneğin bugünkü Irak (Iraq) devletinin güney kesimlerini ifade etmek için “Irak (toprakları)” (the Iraq) terimini kullandım. … ..

… ..


DÜNYA TARİHİ ÇALIŞMALARINDA KULLANIM






*İslam’ın Serüveni  &  Marshall G. S. Hodgson

  1. Cilt İslam’ın Klasik Çağı

  2. Cilt Orta Dönemlerde İslam’ın Yayılışı

  3. Cilt Barut İmparatorlukları ve Modern Zamanlar

Özgün adı:The Venture of Islam: Conscience and History in a World Civilisation

Volume 1: The Age of Islam, The University of Chicago Press

Volume 2: The Expansion of Islam in The Middle Periods, The University Chicago Press


Çeviren: Berkay Onat

Siyasal Kitabevi

5.Baskı: Mayıs 2024, Ankara



Marshall G.S. Hodgson’un eserini varlığını ilk öğrendiğimde bir yabancı yazarın dinimize bakış açısının ne olacağı merakıyla satın aldım. Üç ciltlik eserin Türkçe baskısının ilk cildine “önsöz” yazan Prof. Hasan Onat’ın (ki Covid19 salgını sırasında 47 yaşında vefat etmiş) değerlendirmelerini okumayı bile kıymetli buluyorum. 


Hodgson’un yazdıklarını okumaya başlamadan; önsöz aşamasında yapılan “durum tespiti” ile daha önce okuma şansını bulduğum eserlerdeki anlatılanların sonraki aşamalarını okuyacak olmanın memnuniyetini hissetmek güzel bir duygu… 



*Marshall Hodgson - Wikipedia

*Marshall Goodwin Simms Hodgson (April 11, 1922 – June 10, 1968) was an American historian and scholar of Islamic studies best known for his pioneering work on Islamic civilization and his contributions to world history. He was a professor at the University of Chicago, where he developed a yearlong course on Islamic civilizations and served as chairman of the interdisciplinary Committee on Social Thought.

His influential three-volume work, The Venture of Islam: Conscience and History in a World Civilization, published posthumously, introduced new frameworks for understanding Islam's global and cultural dimensions. Hodgson's work continues to be foundational in Islamic studies and has influenced approaches to world history, especially through his critique of Eurocentrism and his concept of the "Islamicate."

Early life and education:

Marshall Hodgson was born in Richmond, Indiana, on April 11, 1922. Raised as a practicing Quaker, he adhered to a strictly vegetarian lifestyle, reflecting his commitment to Quaker values. During World War II, he served in the Civilian Public Service as a conscientious objector from 1943 to 1946. He earned his Ph.D in 1951 from the University of Chicago, where he would later build a distinguished academic career.[1]


Academic career:

Hodgson joined the faculty at the University of Chicago, where he rose through the ranks to become a professor and received tenure in 1961.

In 1964, he was appointed chairman of both the Committee on Social Thought and the newly established Committee on Near Eastern Studies. His course on Islamic civilizations, established in 1957, expanded beyond traditional Orientalist perspectives by covering the contributions of Persianate and Turkic dynasties, as well as broader Islamic culture.[1]

Throughout his career, he collaborated with historians such as Gustave von Grunebaum, Muhsin Mehdi, William McNeill, and John U. Nef.

Hodgson was married and had three daughters. He died in 1968 while jogging on the University of Chicago campus.[2]


Scholarly contributions:

The Venture of Islam:

Although Hodgson published sparingly during his life, his three-volume work, The Venture of Islam: Conscience and History in a World Civilization, has become one of the most influential texts in the field. Published posthumously by the University of Chicago


*Hasan Onat | İSAM - İslam Araştırmaları Merkezi

*Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi » Makale » Merhum Hocamız Prof. Dr. Hasan Onat

*1957 yılında Çankırı'da dünyaya gelen Prof. Dr. Hasan Onat, burada ilkokul tahsilini tamamladıktan sonra ortaokul ve liseyi parasız yatılı olarak Yozgat'ta bitirdi. 1979 yılında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nden mezun oldu ve burada İslâm Mezhepleri Tarihi asistanlığına başladı. 17 Ağustos 1999-16 Ağustos 2002 tarihleri arasında Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dekanlığı yaptı. Uzun süredir görev yaptığı Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nde çalışmalarına devam ederken, maruz kaldığı Covid 19 salgını nedeniyle 27.09.2020 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Hasan Onat ismi anıldığında ilk aklımıza gelen konular; İslâm ortak paydası, geleneği çok iyi anlamak, insan olmayı merkeze koymak, bilgi çağını anlamaya çalışmak, farklılıkları zenginlik olarak değerlendirmek, değişimi anlamak, fikir-hadise irtibatı, akıl-vahiy birlikteliği, din-bilim ilişkisi ve modern Batı düşüncesini anlamak gibi hususlardır. Ayrıca sık sık dinin bireysel kurtuluşa vurgu yaptığını belirtir ve Müslüman toplumun ancak bireyi güçlendirerek kalkınabileceğini düşünürdü. İslâm ümmetinin geleceğinden umutluydu. Fakat gelgitler zaman zaman onun umutlarını da sarsmaktaydı. Buna rağmen Cenabı Hakk’ın kendisine bahşetmiş olduğu insanlık onurunu koruma adına çalışmalarını ve mücadelesini hiçbir zaman aksatmamıştır.




*Arnold Joseph Toynbee - Vikipedi

*Arnold Joseph Toynbee (14 Nisan 1889, Londra - 22 Ekim 1975), İngiliz tarihçi. Tarihin konusunun kültürler olduğunu söyleyen, kültürlerin ise dinamik yapılar olup, özelliklerini yaratıcı kişilerden aldığı, dolayısıyla tarihin kültürler hakkında olumlu ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunmak yerine, kültürleri anlamaya çalışması gerektiği düşüncesiyle seçkinleşen tarih felsefecisidir.


Hayatı:

14 Nisan 1889'da Londra'da dünyaya geldi. Winchester, Balliol Koleji ve daha sonraları öğretim kadrosu içinde yer alacağı Oxford'da eğitim gördü. I. Dünya Savaşı çıktığında ülkesinin edebiyatçılarından birçoğu gibi o da savaş bakanlığına bağlı propaganda bürosunda çalıştırıldı. Bu esnada birçok propaganda eserine imzasını attı. Bunların arasında o zamanlar Britanya İmparatorluğu ile harp halinde bulunan Türkiye'yi karalayan mavi kitap ve benzeri kitaplar da bulunmaktaydı.

Daha sonraları, Londra Üniversitesi'ndeki Bizans ve Modern Yunan Dili, Edebiyatı ve Tarihi üzerine Koraís kürsüsünün kurucu profesörü olarak göreve başladı. 1921 yılında, mevcut görevinden izin alarak "Manchester Guardian" adına Anadolu'daki Türk-Yunan savaşını yerinde izledi ve Yunan birliklerinin giriştiği vahşet hareketlerini bu gazetenin okurlarına aktardı. Dönüşünde, Türkiye'de ve Yunanistan'da Batı Meselesi adlı eserini kaleme aldı. Bu kitap Mustafa Kemal önderliğindeki Millî Türk Ordusunun Yunan kuvvetlerini bozguna uğratmalarının hemen öncesinde, 1922 yılının yazında yayınlandı. Toynbee'nin bu yazıları ve Türklerin davasına karşı giderek artan sempatisi Koraís kürsüsünün finansmanına katkıda bulunan Yunan hükûmetinin ve destekçilerinin tepkisini çekti. Baskı ve suçlamalardan bunalan Toynbee 1924 yılında kürsüden ayrıldı. Daha sonra, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsünde 1955 yılında emekli oluncaya dek çalışacak ve önemli eserlerini bu kurumda kaleme alacaktı. 22 Ekim 1975'te öldü.


Eserlerinin özellikleri:

Tarihçinin insan türünün birtakım temel bölümlerinin yaşamlarını ele aldığını, toplum denen söz konusu varlıkları seçip incelediğini dile getiren Toynbee, tarih araştırmacısının toplumlar arasındaki ilişkileri yalnızca belli kavram ve kategoriler altında incelediğini savunur.

Kendisi bilhassa Yunan ve Doğu Medeniyetleri üzerine önde gelen tarihçilerden biri olup eserlerinde ehliyetli bir bilim adamı tarafından yapılan yüksek kaliteli yorumların ağırlığı hissedilir. Ufkunun genişliği ve anlatım gücü, dünya tarihini 26 medeniyete bölerek, yükseliş ve çöküşlerini "tehlikelerle yüz yüze gelme ve bunlara cevap verme" dönemlerine göre analiz ettiği, en önemli eseri olan, on iki ciltlik A Study of History - Tarih bilinci isimli eserinde de görülmektedir.


*arnold joseph toynbee - ekşi sözlük

*1889-1975 yılları arasında yaşamış* ingiliz tarihçi. bilinen yazılı iki eseri vardır: birincisi, an historian's approach to religion, ikincisi ve daha popüler olanı; a study of history. insanlık ve uygarlıklar tarihinin belirli bir düzeni olduğunu (ki bunu savunurken kaderci bir yaklaşım sergiler) savunur. tarihçilerin cyclical olarak adlandırdığı, döngüsel tarih anlayışını savunur. bu anlayışa göre uygarlıklar yaşayan canlı organizmalar gibidir, dolayısıyla belirli bir doğma, büyüme, gelişme ve ölüm dönemleri vardır, ve bütün uygarlıklar eksiksiz bu sırayı takip etmek durumundadır. bu tarihin düzenidir. şüphesiz ki, dünyanın yaşadığı iki büyük dünya savaşının yıkıcı, olumsuz etkileri görüşlerini etkilemiş, uygarlığın ve modernitenin beşiği olarak kabul edilen batının kalbinde yaşanan bu iki savaştan sonra, en gelişmiş uygarlığın bile bir sona sürüklenebileceğini görmüş bir yazar olarak, savunduğu görüşlerde yaşadığı çağın etkisinin olmadığını söylemek yanlış olur. benzer kaderi paylaşan bir diğer tarihçi için (bkz: oswald spengler), karşıt argümanı savunan başka bir tarihçi için ise (bkz: william mcneill)



*Baktriya - Vikipedi

*Baktriya (Farsça: باخت Bâhtar) ya da Toharistan[kaynak belirtilmeli], Hindukuş Dağları (هندوکش) ve Ceyhun Irmağı arasında yer alan, merkezi bugünkü Belh şehri olan o dönemki adı ile Baktra / Balhika / Bahdi olan, Afganistan sınırları içindeki antik bir bölgedir. Şu an Mezar-ı Şerif Belh sınırlarını da içermektedir. Mevlana'nın doğum yeri Belh olduğundan yörede Mevlana Rumi yerine Mevlana Belhi diye adlandırılmaktadır.

Baktrialılar bugünkü Tacikler ile kuzey Afganistan halkı (Turaniler)'in yaşadığı topluluklardır[kaynak belirtilmeli]. Baktriya dili Hint-Avrupa dil ailesinin Hint - İran dil koluna mensuptur. Baktria ülkesinde su kaynakları bol ve topraklar verimlidir.



*Ai-Khanoum - Wikipedia

*https://en.wikipedia.org/wiki/Ai-Khanoum

*Ay-Hanoum ( / aɪˈhɑːnjuːm / , 'Hanım Ay' anlamına gelir; [ 2 ] Özbekçe Latince : Oyxonim ) Afganistan'ın Takhar Eyaletinde bulunan Helenistik bir şehrin arkeolojik alanıdır . Asıl adı bilinmeyen şehir [ a ] büyük ihtimalle Seleukos İmparatorluğu'nun ilk hükümdarlarından biri tarafından kurulmuş ve MÖ 145'teki yıkımına kadar Greko-Baktriya Krallığı hükümdarları için askeri ve ekonomik bir merkez olarak hizmet vermiştir . 1961'de yeniden keşfedilen şehrin kalıntıları,  1970'lerin sonlarında Afganistan'da çatışmanın patlak vermesine kadar Fransız bir arkeolog ekibi  tarafından kazılmıştır .



Press with contributions from Reuben Smith and colleagues, The Venture of Islam redefined academic approaches to Islamic studies.[1][3] Hodgson used "Islamicate" to refer to cultural aspects rooted in an Arabic and Persian literary tradition yet encompassing a broader social and cultural complex within the Muslim world, even when found among non-Muslims.[4]

In this work, Hodgson used "Islamicate" to describe cultural aspects rooted in an Arabic and Persian literary tradition yet encompassing a broader social and cultural complex within the Muslim world, even when found among non-Muslims. For example, he classified wine poetry as "Islamicate" rather than strictly "Islamic."[5] The terminology has been both influential and debated within the academic community.[6]


Rethinking World History:

Hodgson’s contributions to world history, particularly his critiques of Eurocentrism and Orientalism, were rediscovered and later published under the title Rethinking World History: Essays on Europe, Islam, and World History, edited by Edmund Burke III. In this work, he argued that the “Rise of Europe” was not unique but rather the outcome of long-term developments across Eurasian civilizations. He proposed that other regions, like 12th-century China, were on the brink of an industrial revolution that was interrupted by events like the Mongol invasions. He wrote:

"Some of the crucial inventions...came ultimately from China… In such ways, the Occident seems to have been the unconscious heir of the abortive industrial revolution of Sung China".[7]


Intellectual influences:

The two most significant influences on Hodgson’s thought were the French orientalist and priest Louis Massignon, who instilled in him empathy and respect for Islam, and the 18th-century American Quaker John Woolman, whose views on Eurocentrism and ethics mirrored Hodgson’s Quaker ideals.[8]


Legacy and impact:

Influence on Islamic and world history:

Hodgson’s work, particularly The Venture of Islam, has had a substantial impact on the fields of Islamic studies and world history, influencing generations of scholars and continuing to be viewed as foundational. His work largely avoided later ideological debates within Middle Eastern studies, allowing it to be assessed on its scholarly merits. The New York Times characterized Hodgson’s approach to Islamic studies as focused on understanding Islam’s broad historical contributions within a global context.[1]


The concept of the "Islamicate":

Hodgson’s concept of the "Islamicate" was one of his most distinctive contributions, developed to describe cultural elements influenced by Islamic civilization but not confined to religious practices. Historian Bruce B. Lawrence has described Hodgson as a scholar with a "moral vision of world history" and highlighted how the concept of the "Islamicate" challenged conventional Eurocentric frameworks, reframing Islamic civilization as a key component within wider, interconnected world history.[9] Lawrence argues that Hodgson's approach reoriented the focus on the West as the central axis of global civilization, instead presenting Islamicate civilization as influential in shaping modernity.[9]


Critical perspectives:

Historian Richard Maxwell Eaton observed that while Hodgson aimed to decentralize Islamic studies, his “cores” and “peripheries” model introduced inconsistencies. By emphasizing certain regions as the core of Islamic civilization, Hodgson’s framework inadvertently reasserts traditional geographic hierarchies. Eaton suggests that this approach may create an inconsistency within Hodgson’s otherwise inclusive framework, which intended to highlight Islam's role as a dynamic, cross-regional civilization.[10] Eaton also critiqued Hodgson’s treatment of modernity, particularly his emphasis on Europe as the birthplace of the “Great Western Transmutation.” By attributing modernity solely to Europe, Eaton contends that Hodgson may have inadvertently reinforced Eurocentric views, potentially establishing a dichotomy b

etween Islam and Europe that Hodgson originally sought to counter.[10]

Hodgson’s terms "Islamdom" and "Islamicate," coined to distinguish between religious and cultural elements of Islamic civilization, have received mixed responses. While some scholars consider these constructs innovative, Eaton argues that such terms might territorialize Islamic civilization, imposing rigid boundaries that overlook the fluid interactions within Islamic societies. According to a critical appraisal of Hodgson's perspective, these terms attempt to capture Islam’s cultural reach but may fall short of conveying the diversity within Muslim societies, presenting challenges in defining complex civilizational identities.[11]

In a broader context, Edward Said questioned Hodgson’s place within the Orientalist tradition, arguing that even frameworks intended to be objective can unintentionally project external views onto non-Western societies. Said’s critique underscores the tension in Western scholarship between striving for neutrality and reinforcing external interpretations of Islamic civilization. Despite these critiques, Hodgson’s work remains foundational in Islamic studies. His concepts continue to stimulate scholarly discussions, leading others to refine and build upon his ideas to enhance understanding of Islamic civilization within a global context.[1][10]


Educational influence and challenges:

Hodgson’s approach to Islamic history, while celebrated for its depth, presents challenges in undergraduate education. According to Lawrence, The Venture of Islam can be difficult for students due to its complex language and original terminology. Despite this, Lawrence sees Hodgson’s work as an essential tool for moving beyond binary views of Islam and the West, underscoring the significance of his terms like "Islamdom" and "Islamicate" for advancing a nuanced understanding of Islamic civilization.[9]


Recognition and archival legacy:

Posthumously, Hodgson was awarded the Ralph Waldo Emerson Award by the Phi Beta Kappa Society. Scholars like Edmund Burke III continue to engage with Hodgson’s ideas, contributing to the ongoing development of his intellectual legacy. A collection of Hodgson’s papers is preserved at the University of Chicago Library’s Hanna Holborn Gray Special Collections Research Center. Spanning from 1940 to 1971, this archive includes correspondence, teaching materials, research notes, and writings that reflect his contributions to Islamic and world history.[12]



s.230 *KUR'AN-I KERİM | 127. Sayfa | En'âm Sûresi | Meal - Kuran Yolu

*6.En'âm Sûresi

 ﴾160﴿ De ki: “Şüphesiz rabbim beni doğru yola, sapasağlam bir dine, Allah’ı bir bilen İbrâhim’in dinine iletti.” O, ortak koşanlardan değildi. 


Meâl: Kim iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır; kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.


*https://www.feyzulfurkan.com/sureler/enam-suresi/

*161. De ki: “Şüphesiz ben, Rabbimin beni doğru yola, dosdoğru bir din olan İbrahim’in Hanîf (tevhid)[35] Dîni’ne ilettiği (bir kimse)yim. O müşriklerden değildi.”

*En’âm 161-165. Ayet Yazılış ve Meâli

*Meâl: De ki: “Şüphesiz rabbim beni doğru yola, sapasağlam bir dine, Allah’ı bir bilen İbrâhim’in dinine iletti.” O, ortak koşanlardan değildi. De ki: “Benim namazım, (her türlü) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin rabbi olan Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben (hak dine) teslim olanların ilkiyim.” De ki: “Allah her şeyin rabbi iken ben O’ndan başka bir rab mi arayacağım?” Herkesin yaptığının sonucu kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz rabbinizedir ve O, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir. Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği şeylerde sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz rabbinin cezası çok çabuktur; yine O’nun bağışlaması ve rahmeti boldur.

*En’âm 161-165. Ayet Tefsiri

Millet-i İbrâhîm” ifadesi, başta tevhid inancı olmak üzere bütün peygamberlerin benimseyip tebliğ ettikleri ilâhî ve değişmez ilkeleri, mesajları kapsar ve genellikle Hz. Muhammed’in yeni bir din uydurmadığı, aksine bütün hak dinlerde var olduğu halde unutulmuş veya tahrif edilmiş bulunan evrensel ilkeleri benimseyip tebliğ ettiği ve bu bakımdan geçmiş peygamberlerin bir devamı olduğu fikrini vurgular. Nüsük kelimesi hem genel olarak “tapınma” hem de özellikle “kurban” anlamına gelir. Burada müfessirlerce her iki mâna da verilmiştir. Halîfe ise “birinin ardından gelen, onun yerini alan” demektir (halîfe teriminin anlamları konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Bakara 2/30).

Sûrenin başından itibaren Allah’ın varlığı, birliği, ilim, irade ve kudretinin genişliği ve her yönden mükemmelliği ile İslâm’ın hak din, Hz. Muhammed’in de hak peygamber olduğu; ayrıca İslâm’a aykırı bütün yolların bâtıl olduğu ve bunların insanlara dünyaları için de âhiretleri için de asla hayır getirmeyeceği hususunda, peşin yargılı olmayanlar için en doyurucu ve en ikna edici açıklamalar yapıldıktan, deliller verildikten sonra, bu son âyetlerde de sonuç mahiyetindeki ifadeler yer almaktadır. Bu ifadelerde Hz. Peygamber’e hitaben, insanlar ister inansınlar ister inanmasınlar, kendisinin Allah’ın lütfettiği hidayet sayesinde, belli başlı ilkelerine bu sûrede de yer verilen dosdoğru yolda bulunduğunu, itikadî ve amelî hükümleriyle gerçek, düzgün ve sapasağlam bir dine bağlandığını; bunun, hem Araplar’ın hem de yahudiler ve hıristiyanların sözde inandıkları İbrâhim’in, bâtıl inanç ve uygulamalardan münezzeh olan tevhid dini olduğunu; müşriklerin putlara tapmalarına karşılık kendisinin namazıyla, niyazıyla, kurbanıyla ölümüne kadar bütün varlığıyla hayatını Allah’a adadığını ve kendi döneminde hak dine teslimiyet gösterenlerin ilki olduğunu, bu sebeple de Allah’tan başka birini asla tanrı tanımayacağını tam bir inanç ve güvenle açıklaması emrolunmaktadır. Kuşkusuz bu, esas itibariyle bütün müslümanlara yönelik bir buyruktur. Herkes kendi ettiklerinin karşılığını görecek, kimse kimsenin vebalini yüklenmeyecektir. Hz. Peygamber tebliğini yapmış, görevini eksiksiz yerine getirmiştir; bu sebeple inkâr ve kötülüklerde direnenler sonunda Allah’ın huzuruna varacak ve müslümanlarla tartışmaya kalkışıp inkâr ettikleri gerçeği o zaman Allah kendilerine apaçık bildirecektir.

Son âyette Allah, gerek bütün insanlara gerekse insanların bir kısmına bahşettiği üstünlüğü ve seçkin nimetleri hatırlatmaktadır. Buna göre yeryüzünde birçok canlının nesli kesildiği halde yüce Allah, peş peşe yarattığı nesillerle insanları birbirine halef kılmış; dünyayı insanla şenlendirmiş, onları yeryüzünün seçkin varlıkları yapmıştır; ayrıca kimi insanlara, diğerlerine nisbetle dünyevî bakımdan üstün dereceler de vermiştir. Ama bunların hepsi bir imtihan içindir; hepsinin hesabı, sorumluluğu vardır.

Bu son âyetle dolaylı olarak, nesilleri birbiri peşine getirerek insan soyunu kıyamete kadar devam ettiren Allah’ın onları âhiret hayatı için yeniden yaratmaya ve hesaba çekmeye de kadir olduğu hatırlatılmakta ve nihayet Allah’ın cezalandırmasının çok çabuk olduğu uyarısıyla inkârda ısrar edenler bir defa daha uyarılırken, O’nun bağışlayıcı ve esirgeyici olduğu müjdesiyle de müminler sevindirilmektedir.



*Transliterasyon - Vikipedi

*Harf çevirisi veya transliterasyon, bir yazı sistemindeki harflerin başka yazı sisteminin harflerine çevrilmesidir.[1] Harf çevirisi, doğrudan orijinal sesleri temsil etmemekte olup yalnızca karakterler diğer yazı sistemindeki karşılığına çevrilmektedir.

Harf çevirisine ihtiyaç 19. yüzyılın sonunda ortaya çıkmıştır. Öyle ki Prusya'da bilimsel kütüphaneler yapılırken Latin, Kiril, Arap, Hint ve diğer yazı sistemleri ile yazılmış metinlerin birim kataloğunu oluşturmak gerekmekteydi. Bunun için özel talimat da verilmiştir.




5 yorum:

  1. Marshall G.S. Hodgson’un eserini varlığını ilk öğrendiğimde bir yabancı yazarın dinimize bakış açısının ne olacağı merakıyla satın aldım. Üç ciltlik eserin Türkçe baskısının ilk cildine “önsöz” yazan Prof. Hasan Onat’ın (ki Covid19 salgını sırasında 47 yaşında vefat etmiş) değerlendirmelerini okumayı bile kıymetli buluyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hodgson’un yazdıklarını okumaya başlamadan; Prof. Dr. Hasan Onat’ın önsözü ile yapılan “durum tespiti”ni de kıymetli buluyorum…

      Sil
  2. “İslam'ın Serüveni” ana konusuna girmeden önce, yazarın kitabın başında “Transliterasyon” başlıklı bölümde; çeviri sırasındaki muhtemel yanlış anlaşılmaların önüne geçmek anlamında yaptığı açıklamaların; sadece bu eser için değil, aynı zamanda yabancı yazarların İslam coğrafyasına ilişkin yaptıkları çalışmaların geneli için önemli olduğunu düşünüyorum….

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu konuya devam etmek gerekirse ; yazarın kendi ifadesiyle kaleme alınanlar özel anlam taşımakta: “Dünya tarihi çalışmaları gibi son derece geniş kapsamlı bir alanda sokağın terminolojisini kullanmak özellikle yanıltıcı olacaktır çünkü bu terminoloji gerçeği fazlasıyla çarpıtan Batılı ve etnik merkezci bir görüşün istikrarlı biçimde yansıtagelmiştir. “ …

      Sil
    2. Bu sözleri bir çeşit “özeleştiri” olarak görebiliriz. Benzer bir bakış açısını yine batılı bir diğer yazarın (Rönesanslar & Jack Goody ) kitabında da görmek mümkün
      https://enyiyiarkadaskitap.blogspot.com/2024/03/ronesanslar.html

      Sil