20 Ağustos 2025 Çarşamba

Zamanı Durdurmanın Yolları*


 

…. .. 

Uzun süre hastalık gözüyle baktım ama hastalık doğru sözcük değil aslında. Hastalık, durumun kötüleşmesini ve eriyip bitmeyi çağrıştırıyor. Rahatsızlığım olduğunu söylemek daha doğru. Nadir ama eşsiz değil. Başınıza gelene kadar varlığını bile duymadığınız türden.

Resmi tıbbi yayınlarda geçmiyor. Resmi adı da yok Saygın bir doktor tarafından, ilk kez 1890’larda “Anageria” (“ancaceriya diye okunuyor) adı verildi ama sonradan anlayacağınız nedenler yüzünden, bu isim hiçbir zaman yaygınlaşmadı.

Ergenlikte başlıyor. Sonrasındaysa eh, pek bir şey olmuyor. “Mustaripleri” başlangıçta rahatsızlığı fark etmezler. Sonuçta insanlar sabah kalkıp aynaya baktıklarında, önceki gün gördükleri yüzün aynısını görürler. Günler, haftalar hatta aylar boyunca gözle görülür bir değişiklik olmaz. 

Fakat zaman geçtikçe ve başka yıldönümlerinde yaşlanmadıklarını fark etmeye başlarlar.

Aslında yaşam durmaz. Devam eder. Sadece çok daha yavaştır. Anageria olanların yaşlanma hızı farklılık gösterebilmekle beraber genel oran on beşe birdir. Bazıları on üç ya da on dört yılda bir yıl yaşlanır ama ben de bu süre on beşe yakın.

Yani ölümsüz değiliz. Zihnimiz ve bedenimiz olduğu gibi kalmıyor. Yalnızca sürekli değişen bilimin geldiği son aşamadaki bilgilere göre, yaşlanma sürecinin farklı unsurları -moloküler bozulma, bir dokudaki hücreler arasındaki çapraz bağlanma, (en önemlisi çekirdek DNA’sındaki olmak üzere) hücresel ve moleküler mutasyonla bizde farklı bir zaman ölçeğine göre gerçekleşiyor.

Saçlarım ağaracak. Dökülebilirler de. Kireçlenme ve işitme kaybı da ihtimal dahilinde. Kireçlenme ve işitme kaybı bu da ihtimal dahilinde. Yaşlandıkça yakını görmemeye başlayabilirim. Sonunda benim de kas kütlem ve hareket kabiliyetim azalacak. 

Anageria’nın bir tuhaflığı, bağışıklık sistemimizi güçlendirmesi ve sizi (Hepsinden olmasa da)

birçok virüs ve bakteriden koruması ama sonunda bu bile azalmaya başlıyor. … .. 

… .. Hendrich gözünü bile kırpmadı. Eğri büğrü ellerine, şişik eklemlerine baktım. “Ayrılmak diye birşey yok, Tom. Bunu biliyorsun. Sen bir albatrossun. Mayıs sineği değilsin. Albatrossun.

Bu isimlerin arkasındaki fikir basitti: Eskiden albatrosların çok uzun yaşayan yaratıklar olduğu zannedilirdi. Gerçekteyse yalnızca altmış yıl kadar, mesela dört yüz yaşına kadar yaşayabilen Grönland köpekbalıklarından, beş yz yıldan daha bir zaman önce kurulan Ming Hanedanlığı’yla aynı yaşta oldukları için bu adı alan Ming istiridyelerinden çok daha kısa yaşıyorlar.  Neyse işte, bizler albatrostuk. Kısaltılmışını söylersem “alba”ydık. Dünyadaki diğer insanlar ise mayıs sinekleriydi. Yaşamları bir günle beş dakika -alt türlerinden biri- arasında değişen, kısa ömürlü su böcekleri. 

Hendrich sıradan insanlardan daima mayıs sineği diye söz ederdi. Bu terminolojiyi - benim de içime işlemiş olan bu terimleri- gün geçtikçe daha gülünç bulmaya başlamıştım. 

Albatroslar. Mayıs sinekleri. Tam bir saçmalıktı.

Hendrich onca yaşına ve zekâsına rağmen aslında olgunlaşmamıştı. Hâlâ çocuktu. İnanılmaz derecede yaşlı bir çocuk.

Başka albalarla tartışmanın bunaltıcı yanı buydu. Özel olmadığımızı fark ediyordunuz. Bizler süper kahramanlar değildik. Yalnızca yaşlıydık. Hendrich’inkine benzer durumlardaysa kaç yıl ya da kaç asır yaşadığınız fark etmiyordu çünkü daima kendi kişiliğinizin parametreleri dahilinde yaşıyordunuz. Zaman ve mekân bunu değiştiremezdi. Kendinizden asla kaçamazdınız.”

… ..

… ..


Londra, 1623

… ..

… ..


Karşımda koca bir kadın vardı. Aşağı yukarı aynı yaştaydık ama şimdi 

o ellisine merdiven dayamış gibi görünürken, ben hâlâ ergenlik çağındaki bir delikanlı gibiydim. 

… ..

… ..

Rose’un bilinci gidip geliyordu.

Hastalık neredeyse her dakika ilerlemeye devam ediyordu. Rose o an benim tam zıddımdı. Hayat beenim önümde neredeyse sonsuz uzaklıktaki bişr noktaya doğru uzanıp giderken, onun sonu dört nala yaklaşıyordu. 

… ..

… ..


Londra, 1860

… ..

… ..

Ben de cilt hastalığı yoktu tabii. Bir yerimde kızarıklık falan yoktu. Kaşıntım yoktu. İki yüz yetmiş dokuz yaşında olduğum halde cildimin asırlarca genç görünmesi dışında bir sorunum yoktu ama zaten bütün vücudum genç geliyordu bana. Keşke zihnim de otuz yaşlarındaki birininkiymiş gibi gelebilseydi.

Doktor Hutchinson ile temasa geçmemin nedeni benimkine benzeyen, aslında tam zıddı olan, “progeria” adlı bir hastalığı keşfetmiş ve araştırıyor olmasıydı.

Sözcük Yunancada yalnızca önce değil aynı zamanda erken anlamına gelen ”geras” sözcüklerinden türetilmiş “pro” ve yaşlanma anlamına gelen “geras” sözcüklerinden türetilmiş. Erken yaşlanma. Özü bu. Bebek doğuyor ve daha yürümeyi bile yeni yeni öğrenirken belirtiler başlıyor. Çocuk büyüdükçe bu belirtiler daha ürkütücü bir hal alıyor.

… ..

… ..

Londra, 1860

… ..

… ..… .. İki yüz yetmiş dokuz yaşında olduğum halde cildimin asırlarca genç görünmesi dışında bir  sorunum yoktu … ..


… ..

… .. Yalnızca kaybolan birini değil, kaybettiğim başka bir şeyi, anlamı da arıyordum. İnsanların yüz yıldan fazla yaşamama nedeninin buna uygun olamamaları olduğunu anlamıştım. Yani psikolojik olarak. Sanki tükeniyordunuz. Geriye devam etmenizi sağlayacak kadar benlik kalmıyordu. Kendi düşüncelerinizden sıkılıyordunuz. Hayatın kendini tekrarlayışından sıkılıyordunuz. … ..
… ..



… .. Bir zamanlar nakaratını çok sevdiğimiz artık her duyduğunuzda kulaklarınızı parçalamak istediğiniz bir şarkıyı sonsuza kadar dinlemek gibi bir şeydi bu. 

… ..

Rahatsızlığımı sevmiyordum.

Yanlızlaştırıyordu beni. Herhangi bir yalnızlıktan değil, insanın içinde çöl rüzgârıgibi uğuldayan yalnızlıktan söz ediyorum. Yalnızca sevdiklerim değil, kendimi de yitirmiştim. Onlarla birlikteyken olduğum insan artık yoktu.

… ..

… .. Çapa görevi üstlenecek bir sevgi olmayınca oradan oraya sürüklenir olmuştum. … ..

… .

Londra, 1891

… .. 


 “Aşk, anlamı bulduğun yerdir. Onunla birlikte geçen yedi yıl, ömre bedeldi. …..  Önceki ve sonraki yılların hepsini alıp o yedi yılın karşısındaki kefeye koysan hiç şansları olmazdı. Zaman böyle bir şey değil mi? Aynı kalmıyor. Bazı günler, bazı yıllar bomboş. Hiçbir anlamı yok. Dalgasız deniz gibiler. Derken bir yıl hatta bir gün, bir öğleden sonra yaşıyorsun. İçinde her şey var. Bir ömre bedel oluyor … .. “

… ..


Âşık olduktan sonra bizi yöneten, bizden daha büyük bir şey olduğunu düşünmeden edemiyorsun. am olarak  biz olmayan ya da canımıza okuyan her an hazır bir şey. Bizler kendimize sırrız. Bunu bilim bile biliyor. Zihnimizin nasıl çalıştığına dair en ufak bir fikrimiz yok.

… …




Zamanı Durdurmanın Yolları  &  Matt Haig

Özgün İsmi. How to Stop Time

Çeviri: Kıvan. Güney 

Domingo Yayınları

1.Baskı Ekim 2018






*Daidalos - Vikipedi

*Daidalos veya Daidalus (Grekçe: Δαίδᾰλος, Daídălos; Latince: Daedalus; Etrüskçe: Taitale) Yunan mitolojisi'nde eli her sanata yatkın olan bir karakterdir. Daidalos ismi "çalışmak, ustalık yapmak" anlamındaki Yunanca daidắllō (δαιδᾰ́λλω) fiilinden gelmektedir ve "eli işe yatkın, mahir" anlamındadır. Yunan mitolojisindeki, Kekrops, yani Attika'nın kral soyundan gelme olduğu varsayılan Atinalı bir zanaatkâr sanatçıdır. İkaros (Ἴκαρος) ve İapyks (Ἰάπυξ) adlı iki oğlu vardır. İlk kez Homeros tarafından Ariadne'nin dans yerinin mimarı olarak anlatılır.[1]

Daidalos, hem mimar hem heykeltıraş hem de her türlü mekanik araçları yapan çok yönlü bir yaratıcıdır. Sanatının en önemli yaratısı olarak, Platon'un Menon adlı diyaloğunda sözü geçen canlı heykelleri gösterilebilir.

… ..


*İkarus - Vikipedi

*İkaros veya İkarus (Grekçe: Ἴκαρος, Íkaros) Atinalı mimar ve mucit Daidalos ve oğlu İkaros, Kral Minos'un emriyle bir kuleye kapatılır. Daidalos ve oğlu İkaros, Theseus'un Labyrinthos'da (labirent) yolunu nasıl bulabileceğini Ariadne'ye anlatarak Minotaurus'un öldürülmesine yardım ettikleri için kral tarafından cezalandırılmak istenmiştir. Daidalos kendisi ve oğlu için bu kulenin penceresinden kaçmaya yarayacak balmumu ve kuleye ziyaretlerine gelen kuşların tüyleriyle bir çift kanat yapar. Babası; İkaros'a uçarken zevkten kaçınması gerektiği ve uçmanın coşkusuyla güneşe yaklaşmamasını aynı zamanda da denize yakın uçup kanatların nemlenmesini engellemesi gerektiğini söyler. İkaros uçabilme özgürlüğü ile babasını dinlemez ve güneşe fazla yaklaşınca balmumu erir ve Ege Denizi'ne düşerek hayatını kaybeder. Düştüğü söylenen deniz, İkaria Denizi ve oraya yakın olan adanın adı da İkaria Adası olarak kalmıştır.



7 yorum:

  1. https://tardisayraclikiz.blogspot.com/2019/07/zaman-durdurmann-yollar-kitap-yorumu.html

    Kaç ömür gerek, yaşamayı öğrenmek için?

    Tom Hazard’ın tehlikeli bir sırrı var. 41 yaşında sıradan bir tarih öğretmeni gibi görünse de nadir rastlanan bir hastalık yüzünden aslında yüzyıllardır hayatta. Shakespeare’le aynı sahnede yer almış, Kaptan Cook’la açık denizleri fethetmiş, Fitzgerald’larla içki içmiş. Ama şimdi, tek istediği normal bir hayat sürmek. Kimliğini değiştirmeye devam ettiği sürece geçmişini geride bırakabilir ve hayatta kalabilir.
    Yapmaması gereken tek bir şey var, âşık olmak.
    zun yaşamayı istiyor musunuz? 100 yıl? 300 yıl? Uzun bir hayat yaşarken sevdiğiniz herkesin ölümüne şahit olmak ister misiniz? Hapşıran birine bile refleks olarak “Çok yaşa!” deriz ama gerçekten de çok yaşamanın ne demek olduğunu kavrayabiliyor muyuz?

    Tarihin her destansı olayını deneyimleyip tanık olacağınız uzun bir yaşam düşünün. 15. yüzyılda vebayı, 16. yüzyılda cadı avlarını gördüğünüz, Shakespeare, Scott Fitzgerald gibi önemli kişilerle tanıştığınız bir yaşam. Tam olarak Tom’un hayatı böyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. https://ikiodabirgalaksi.wordpress.com/2019/04/29/kitap-ekseni-matt-haig-zamani-durdurmanin-yollari/

      Ana karakterimizin adı Tom. Kendisiyle tanışmamız onun 439. yaşına denk geliyor. Genetik yapısı sebebiyle o bir alba ve yaşlanması oldukça geç sürüyor. Başka insanlar fark etmesin diye sekiz yılda bir kimlik değiştirip başka coğrafyalara gidiyor. Kendisi ve onun gibi olanlar bu duruma anageria diyorlar ve onlar için bu bir hastalık. Fakat ölümsüzlüğün sırrının asırlar boyunca arandığını düşünürsek de hastalık kelimesi anlamsız oluyor.

      Düşünür müsünüz lütfen? Yıllar geçse de bir gün hiç yaşlanmadığınızı fark ediyorsunuz. Çevrenizdeki herkes yaşının insanı gibi görünürken siz herkesten çok farklısınız. Küçük kardeşiniz sizden çok büyük görünüyor, sevgiliniz-eşiniz sizin anneniz ya da babanız gibi duruyor yanınızda ya da küçük kızınızın torunu gibisiniz. Tarih onca sahnesiyle akıp gidiyor önünüzden. Dolayısıyla sevdiğiniz onlarca insan da… Ve işte asıl sorumuz: Bu durum sizin için bir ödül mü olurdu yoksa ceza mı?

      Siz bu soruya cevap ararken kitaptan bahsetmeye devam edeceğim. Kitap beni çok ilgilendiğim bir konuya, zamana, değinmesi ile kendi içine çekti. Ancak çok ağır ilerlediğini fark ettim. Sevmedim, sıkıldım asla diyemem hatta “Macera devam etse” diye düşüneceğim bir kitap fakat benim için yavaştı.

      Sil
  2. Kitabın ilerleyen sayfalarına kadar, Matt Haig’in önceki kitaplarındaki sürükleyiciliği bulamayabileceğimi düşünürken, sonlara yaklaştıkça okumaktan yorulmama rağmen ‘bir bölüm daha…” diye diye daha uzun soluklu okuma yapmaya başladığımı farkettim. Okunması gereken bir eser olmuş.
    Bu arada çeviriyi yapan Kıvanç Güney’e de hakkını vermek gerekiyor. Akıcılığı ve anlamayı kolaylaştıran kelimeleri seçme ve mükemmel denebilecek Türkçesi ile teşekkürü hakkediyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar

    1. Kitabın sonuna geldiğimde (s.290) Matt Haig’in; “Aşk”, kavramını seçerek yaptığı yorumların; duygularımı kabarttığını hissederek kızımı aradım. Onunla konuşurken Matt Haig’in seçtği “aşk” kelimesini ve ek olarak bunun yanına “sevgi” sözcüğünü de birlikte ifade kullanmak istediğimi söyleyerek, kitabın son bölümündeki duygularımı paylaşmaya çalıştım. Sonuçta sevdiklerimizle geçirdiğimiz her ânın değerinin “bir ömre bedel” olduğunu, insana iyi geldiğini, tekrar birlikte oluncaya kadar da önceki birlikteliklerin ortaya çıkardığı güzelliklerin (kelimelerle ifadesi güç olana) etkisini devam ettirdiğini, telefonla konuşmanın bile işe yaradığını paylaşmak bugünün mutluluğu oldu.

      Yazar ne diyordu?
      “Aşk, anlamı bulduğun yerdir. Onunla birlikte geçen yedi yıl, ömre bedeldi. ….. Önceki ve sonraki yılların hepsini alıp o yedi yılın karşısındaki kefeye koysan hiç şansları olmazdı. Zaman böyle bir şey değil mi? Aynı kalmıyor. Bazı günler, bazı yıllar bomboş. Hiçbir anlamı yok. Dalgasız deniz gibiler. Derken bir yıl hatta bir gün, bir öğleden sonra yaşıyorsun. İçinde her şey var. Bir ömre bedel oluyor … .. “
      … ..

      Âşık olduktan sonra bizi yöneten, bizden daha büyük bir şey olduğunu düşünmeden edemiyorsun.Tam olarak biz olmayan ya da canımıza okuyan her an hazır bir şey.Bizler kendimize sırrız. Bunu bilim bile biliyor. Zihnimizin nasıl çalıştığına dair en ufak bir fikrimiz yok.
      … …

      Sil
    2. İşte, coğrafyadan ve de zamandan bağımsız olarak; sevdiklerimizle birlikte olduğumuz zaman dilimlerinin değerini “Bir ömre bedel oluyor” şeklinde anlamlandıran Mat Haig kitabın sonuda akıllarda kalacak ana fikri de paylaşmış oluyor.

      Sil
  3. Çok yaşamak mı? Kaliteli yaşamak mı? Ne kadar ? sorusunu da kendinize sormadan edemiyorsunuz.

    YanıtlaSil