15 Aralık 2019 Pazar

karı koca masalı*

Efendim, karı bir saat evvel senden bütün bütün ayrı, başkaca bir vücutken bir dakika sonra seni kabul etmekle senin mutyluğuna ortak olmuş, seni de kendi mutluluğuna ortak etmiş. Seni sevmek, kendisini sana sevdirmek vazifsei altına girmiş. Vücudunu senin faydalanmana terk ve teslim etmiş. O da senin vücudunu kendi faydalanmasına almak hakkını kazanmış. Sen onun malı, o senin malın olmuş. Keni vücudunu senin vücuduna ve senin vücudunu kendi vücuduna katmış. Kaynatmış. Kabulden önce senden ayrıyken ve şimdi de dıştan ayrı göründüğü helde hakikatte seninle bütünleşmiş. Yani seninle bir likte iki kafalı, dört kollu, dört ayaklı bir vücüt meydana getirmiş. Lâkin bu birleşme tarafından korunmak şartıyla bir birleşme olup bu emri korumada senin, yani erkeğin vazifesi ise âlemde en nazik vazifedendir. Zira karı, koruma konusunda kuvvet ve kararını da sana terk etmiş olduğundan sen o birleşmeyi hem kendi tarafından hem de karı yönünden korumaya çalışacak ve dikkat edeceksin. Nasıl? Aferin mi dediniz? Esttağfurullah!  Âcizane!
İşte karıya bu açıdan bakılmak şartıyla artık onun karakaşından, kara gözünden, uzun boyundan, mini ağzından, burnundan, balıketinden, filânından, festekizinden bahse gerek kalmaz. Yemek pişirmesi, çamaşır yıkaması, dikiş dikmesi, filânı da şu saydığım asıl konuların dışında kalır. Yani bir dişi mahluk bulunabilir ki kara kaşlı, kara gözlü, filânlı olur da seni karın olmaz. Hâlbuki yine bir dişi mahluk bulunur ki kara kaşlıi uzun boylu, düzgün vücutlu filân olmaz da senin karın olabilir. Ayrıca bir karı bulunur ki yemek pişirir, dikiş diker, çamaşır yıkar ama senin karın değildir. Yine de bir karı bulunur ki yemek pişirmez, dikiş dikmez, çamaşır yıkamaz ama senin karındır.
Fakat rica ederim beni doktor Zeyfus’tan ders almış zannetme! Doktor Zeyfus ekellerle karılar arasında eşitlik aramak yolunda beyin patlatıyor. Eşitlik birbirinden ayrı olan iki şeyde aranır. Bense karı ile erkeği bir vücüt saydıktan sonra bir vücut üzerinde nasıl eşitlik arayabilirim? Bunu akıl ve mantık kabul eder mi?

Rumeli'ye Elveda*

            Geçmiş yüzyıllarda çokuluslu imparatorluklarda, bu arada Osmanlı’da kendi hallerinde ve belirli haklara sahip olarak yaşayan etnik ve dinsel nüfusların 19. yüzyılda uluslaşma sürecine girmeleri ve buna bağlı olarak çokuluslu Osmanlı’nın trajik çöküşü, bizim yaşadığımız “uzun yüzyıl”ın özetidir.
Kafkasya, Balkanlar ve Anadolu’da 19. yüzyıl ve 20 yüzyılın ilk çeyreğinde, etnik-disel kimliklere dayalı dayalı irredantist (diyelim, saldırgan) politikalar egemendir. Balkan devletleri ve ÇarlıkRusyası, ele geçirmek istedikleri çokuluslu Osmanlı topraklarında yaşayan Hristiyan, Slav ve Grek kökenli nüfuslara ilişkin abartılı istatistikler ürettiler. Adından buna dayanarak “ırkdaşlarını, dindaşlarını” ve o toprakları kemdi ülkelerine katmak için askeri politikalar geliştirdiler. Balkan Savaşı’nın özeti budur.
Trajik Ermeni meselesi de bu tarihi zaminde oluştu.
20. yüzyılın başında Balkanlar’da görülen etnik ve dinsel hareketlenme, 21. Yüzyılın başında Ortadoğu’da kendini göstermeye başladı. Tarihten alınacak ders, bu sorunları kan dökmeden çözmeyi gerektirir.
Tarihimizde üç facia
Nüfusumuzun yaklaşık yarısının Kafkasya, Kırım ve Balkanlar’dan geldiğini biliyor muydunuz? Cumhuriyet’in kuruluşuna kadarki 150 yıl içinde Kafkasya, Kırım ve Balkanlar’dan 5 milyon Müslüman Türkiye’ye sürüldü, tehcir edildi veya mubadeleyle Anadolı’ya geldi. Buna karşılık 1 milyon 900 bin Hristiyan da göçle, tehçir ve mubadeleyle Anadolu’dan ayrıldı.
Ulus-devletler bu süreçlerin sonucu olarak kuruldu.
Roma’dan Osmanlı’ya tarihteki çokuluslu imparatorluklarda etnik temizlik, tehcir, homojenleşme gibi politikalar yoktu, klasik imparatorluklar böyle bir ihtiyaç hissetmemişti. Ama modern çağ etnik temizlik ve tehcirlerle doludur. Neden acaba?
 Şükrü Hanioğlu: Burada en önemli etki milliyetçilik. Roma İmparatorluğu’nun olduğu çağda milliyetçilik yok. Ortaçağ’da da milliyetçi,lik yok. Ama Balkan Savaşı’nın yaşandığı çağda ya da 19. yüzyılda daha doğrusu Fransız İhtilali’nin sonrasında milliyetçilik var ve savaşlar da artık sadece böyle bir yeri almak veya vermek değil, milliyetçilik

Tepedelenli Ali Paşa İsyanı*

Osmanlı İmparatorluğu için 19.yüzyılın başlangıcında, taşrada nüfuzu giderek artan yerel güç odaklarıyla merkezi iktidarını yeniden pekiştirmeye çalışan saltanat arasındaki mücadele damgasını vurmuştur. Âyân ve eşraf olarak anılan bu güç odaklarından biri de III. Selim ve II. Mahmud döneminde yaşayan Tepedelenli Ali Paşa’dır. Ali Paşa ve ailesi,1787-1822 yılları arasından günümüzdeki Arnavutluk ile Yunanistan’ın güney ve batı topraklarını oluşturan yörede tam 35 yıl etkili bir yerel iktidar ortağı olmuştur.
            Arnavutluk’taki aile içi kavgalar ve iadreciler arasındaki nüfuz mücadeleleri arasında yetişen Ali Paşa, yerel iktidarını pekiştirdikten sonra hem merkezi otoritenin zayıflığından hem de yöredeki Rum isyanlarından yararlanarak hâkimiyetini ilan etmek ister. İsyanı sert bir şekilde bastırılır ve Ali Paşa 1822’de idam edilir. Osmanlı Avrupası’nda silinmez izler bırakan Tepedelenli Ali Paşa isyanı, 19.yüzyılda Balkanlar’daki pek çok isyana esin kaynağı olur.
            Ali Paşa isyanı sırasında Mora’da da ayaklanma çıkacak ve isyan bütün bölgeye yayılarak sonuçta bağımsız Yunanistan’ın kurulmasına yol açacaktır.
Arnavutluk Osmanlıların eline geçtikten sonra 1415/1417 yıllarında başşehri Ergiri Kasrı olmak üzere sancak haline getirilip Rumeli Eyaleti’ne bağlandı. Bu sancak bütün orta ve güney Arnavutluk’u kapsamaktaydı. Fakat zaman içinde bölgede  Delvine, Avlonya, İşkodra gibi değişik sancaklar oluşturuldu.
            Osmanlı Devleti XV. Yüzyılın ilk yarısında idri yöndenRumeli ve Anadolu Beylerbeyliği’nden oluşmaktaydı. Rumeli Eyaleti, Avrupa topraklarında ilk kurulan eyelet olup alınan topraklar sancak iadri bölümü olarak Rumeli Eyaleti’ne bağlandı. Sınırlar genişledikçe yeni eyaletler oluşturuldu. Özi Eyaleti 1593’te kurulmuş, Rumeli Eyaletin’nden  Silistre, Akkerman, Bender, Çirmen, Kırkkilise, Niğbolu, Vize sancakları XVI. yüzyıldan itibaren bu eyalete bağlanmıştır. XVII. yüzyılda ise Osmanlı İmparatorluğu’nun eyalet sayısı daha da artmıştır. Avrupa’da Rumeli, Mora, Özi, Bosna, Budin, Varad, Eğri, Kanije, Kefe, Uyvar eyaletleri, Girit Muhafızlığı, Kırım Hanlığı, Eflak-Boğdan Voyvadalıkları, Erdel (Transilvanya) Krallığı bulunuyordu. İkinci Viyana kuşatmasından sonra Budin, Temeşvar, Eğri, Kanije, Varad eyaletleri Temeşvar hariç Avusturyalılar tarafından işgal edildi, Mora Yarımadası da elden çıktı. 1716’da Osmanlı Devleti Mora’yı geri aldı. Ancak Pasorofça Anlaşması’yla Temeşvar ve Belgrad’ı

14 Aralık 2019 Cumartesi

itiraflarım*

Dalan, Çiller için Fisunoğlu’na neler anlattı?
Muhittin Fisunoğu ise Bedrettin Dalan’dan dinlediklerinden hareketle Tansu Çiller’e ateş püskürterek Başbakan olmasına ısrarla hayır diyordu.
Bir başka ayrıntı , eski MİT Müsteşarı olan Orgeneral Teoman Koman’ın Cavit Çağlar’cı olmasıydı.
Peki, sonuç mu?
Muhittin Fisunoğlu Tansu Çiller’in Başbakan olmasını engelleyemedi ama Mehmet Gazioğlu’nu İçişleri Bakanı yaptırdı.
Soru şudur:
Böylesine hayati bir konuda ortadan bölünen bir devlet yapılanmasında derinlik olabilir mi?
Devam edelim:
Tansu Çiller, Başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz ilk YAŞ toplantısında Doğan Güreş’in görev süresini uzatarak Fisunoğlu’nu emekli edip Genelkurmay Başkanı olmasını engelledi.
Keza Muhittin Paşa’nın İç İşleri Bakanı olmasını sağladığı Mehmet Gazioğlu ilk seçimde Çiller tarafından listeye alınmadı.
Daha ötesi var.
Muhittim Fisunoğlu emeklilği sonrası Hayyam garipoğlu tarafından satın alınan Sümerbank’a Yönetim Kurulu üyesi oldu.
Paşa, mafya denilen Hayyam Garipoğlu’nun banksında yönetici
Kim miydi Hayyam Garipoğlu?
MİT’in mafya mensubu diye rapor verdiği kişidir ki böyle bir raporun verildiğini, dönemin BaşbakanıMesut Yılmaz’dan dinlemiş ve bunu o dönem haber yapmıştım.
Evet, bu ülkede hakkında bu tür rapor olan Hayyam Garipoğlu gibi isimlere özelleştirme adıyla banka satıldı.

Olağan İşler*

“Emanet edilmiş gücün, özel çıkarları için kötüye kulanımı”na yolsuzluk deniyor.
Bu kısa tanım Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nden. Daha öncesinde yolsuzluk için uzun süre Dünya Bankası’nın tanımı kabul gördü: “Kamu gücünün özel mefaatler için kötüye kullanılması.”
Dikkatinizi çekmiştir. Dünya Bankası “kamu gücü” derken , Şeffaflık Örgütü “emanet edilen güç”ten söz ediyor.
“Emanet edilen güç ”daha kapsayıcı bir ifade.
Diyelim ki iyi bilinen bir şirket yöneticisi, şirket kaynaklarını kişisel hesabına geçirdi. Ya da altın madeciliğiyle uğraşan yabancı sermayeli bir şirket, on binlerce ağaç keserek maden sahası açtı. Sıra, siyanürle ayrıştırarak çıkardığuı altını ihraç etmeye geldiğinde, yük gemisine resmi makamlara bildirdiğinden daha yüksek miktarda altın yükledi. Yolsuzluk demeyecek miyiz bu işlemlere?
Bu yanıyla”emanet edilen gücün kötüye kullanımı”, siyasetçiler, kamu görevlilerinin yanında “özel sektörü de kapsıyor. Sermaye şirketlerinin yani. Zaten yolsuzluktek başına kalkışılacak bir eylem değil. Bir ilişki, bir süreç. Kaçınılmaz olarak sermaye sınıfı ile bağlantılı.
Yolsuzluk ile israf aynı değil.
Siyaset gündeminde son zamanlarda yolsuzluk yerine israf kavramının yeğlendiğini gözlüyoruz. Kamusal kötülüğü güçlü yansıtan gerçek karşılığı duururken  yolsuzluk kelimesi pek madir kullanılıyor. By eğilim yerel seçim kampanyalarında başladı. Halen de sürüyor.
AKP’nin 17 yıl önce iktidara 3Y’yi, “yolsuzluk, yoksulluk ve yasakları bitirme” vaadiyle geldiğini hatırlayan kalmamış gibi. Sanki yıllardır ödünsüz bir mücadele verilmiş

11 Aralık 2019 Çarşamba

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat*

Zweig bu novellasında bir kadını  yaşamını bütünüyle değiştiren yirmi dört saatlik deneyimini anlatırken, insanda içkin saplantılarınve dayanılmaz arzuların sınırlarında gezinir. Özgürce ve tutkuyla içgüdülerinin peşine takılan bir kadının bu kısa ve yoğun hikâyesi, kadın kalbinin sırlarına ermiş ustanın kaleminde olağanüstü bir alıntıya dönüşür. Yapııtı için mekân olrak muhteşem atmosfeiyle Fransız Rivierası’nı seçen Zweig, 1920’li yılların sonlarında Avrupa’nın “kibar” tabakasının ikiyüzlü ahlak anlayışına yönelik eleştirel tavrıyla dikkat çeker.
Savaştan on yıl kadar önce Riiiviera kıyısında kaldığım küçük bir pansiyonda, yemekte aniden şiddetli bir tartışma çıkmış; bşrden öfkeli bir kavgaya, hatta nefret ve kırgınlığa yol açabilecek boyuta ulaşmıştı. İnsanların çoğı sınırlı bir hayal gücüne sahiptir. Duyumlarını uyaracak ölçüde yakınlarında gerçekleşmeyen bir olaya ilgi göstermek pek içlerinden gelmez; ama ayn ı şey gözlerinin önünde, doğrudan duygularına dokunma mesafesinde gerçekleşirse, bu olay önemsiz bile olsa, hemen aşırı bir duyarlılk gösterirler.Böylelikle normalde nadiren görülen tepkilerini ölçüsüz ve abartılı denebilecek bir sertlikte telafi etmiş olurlar.
İstisnasız hekesin burjuva olduğu grubumuzda bu kez aynı böyle bir davranış sergilendi, oysa genelde herkes sakin sakin kendi arasında havadan sudan konuşur;  yüzeysel, küçük şakalar yapar, çoğunlukla yemek bittikten hemen sonra dağılırlardı: Alman çift günübirlik geziye çıkıp amatör fotoğraf çekmeye gider, keyfine düşkün Danimarkalı tekdüze balık avına çıkar, soylu İngiliz kadın kitaplarına gömülür, İtalyan çift Monte Carlo’ya kaçamak yapmaya gider, bense şezlongda tembellik yapar ya da çalışırdım. Oysa bu kez hepimiz o öfkeli tartışma yüzünden oturduğumuz yere çakılıp kaldık; içimizden birinin birden ayağa fırlamasının nedeni her zamanki gibi nazik bir hoşça kalın demek için değil; aksine az önce söylediğim gibi, deyim yerindeyse saygsızlığa varan hararetli kızgınlığı dışa vurmak içindi.
Beraber yemek yediğimiz küçük grubumuzu alt üst eden olay elbette oldukça sıra dışıydı. Benim de aralarında bulunduğum yedi kişinin kaldığı pansiyon, dışarıdan bakınca bağımsız bir villa görünümünde olsa da, -ah, zikzaklar çizen kayaların bulunduğu sahile peencerelerden bakmak öyle muhteşemdi ki!- aslında büyük Palace Hotel’in daha ekonomik sınıftan ek binasından başka bir şey değildi; aradaki bahçe bu iki binayı doğrudan birbirine bağlıyordu, bu sayede ek binada kalan bizler otelde konaklayanlarla sürekli karşılaşıyorduk. İşte burası bir gün önceki gün tam bir skandala sahne

Mutluluğun Sırları*

EvlilikteMutluluğun Sırları*
Evlenmek kadar evliliği korumak, evliliği korumak kadar eeşimizle mutlu olmak da şarttır. ... .. bir başka ayet-i kerime şöyle ifade etmektedir:”Onlar (kadınlarınız) sizin için bir libastır. Siz de onlar için bir libassınız.
Libas... yani elbise... erkek ve kadın; biri diğerinin örüsü. Her biri diğerini kötü yola düşmekten koruyan bir engel.
Aynı durumu bir İslam alimi de şöyle tespit etmiştir: İnsanın ihtiyacı ı en fazla tatmin eden kelbine karşı bir kalbin bulunmasıdır ki her iki taraf  sevgilerini, aşklarını, şevklerini birbirleriyle paylaşsınlar. Birbirlerine; lezzetlerde ortak, gam ve kederli şeylerde de yardımcı olsunlar. ... .. Ve eşler, ölüm onları ayırana kadar birbirlerinin “en önemli değerleri” olmalıdır.
Ayrıca Yüce Rabbimiz Kuran-ı Kerim’de “Mü’min erkek ve kadınlar birbirinin dostları ve yardımcılarıdır. (Tevbe-71) buyurmaktadır. Demek ki eşler birbiri için, en önemli, en değerli iki insandır. Yani birbirinin kusurunu arayan, ayıbını ortaya döken, küçük düşüren değil, birbirinin kusurunu örten, birbirini yükselten iki insandır. Birbirini tüketen deği, destekleyen, güçlendiren, yaşama sevinci veren iki insandır.Çiftlerin ortak ilgileri, ortak zevkleri olmalıdır. Onlar birbirlerine hakaret etmeden, bağırıp çağırıp küfretmeden farklı düşündüklerikonuları insanca konuşup, ortak bir paydada buluşabilmelidirler.
Monotonlaşmış İlişkileri Canladırın
Su dolu kazanda canlı canlı haşlanarak direnmeden ölen kurbağaların hikayesini hepimiz biliriz. Normal olarak kaynar suya atılan kurbağalar hemen dışarı atlayacak ve kurtulacaklardır. Ama bu kurbağalar atlamazlar ve direnmezler bile. Neden mi?Çünkü kazana atıldıklarında su ılktı, her şey güzeldi. Sonra sıcaklık yavaş yavaş yükselir. Su ısınır ... ısınır... ve kaynar. Tabiiki kurbağa, hayatından memnun bir şekilde ölür. İlişkilerimizin geldiği noktada aynı tavır ve davranışlar; monotonlaşmış, heyecanını kaybetmiş ilişlkileri beraberinde getiriyor. Mutlaka ilişkilere renk getirecek katkılara ve bizi kendimize getirecek şoklamalara ihtiyacımız var. Bu konuda neler yapılabilir:
Beklenmedik küçük sürprizler ve hediyeler.