9 Şubat 2020 Pazar

Haritada Kaybolmak*

Boş salonda, bankonun ardında uyuklayan kütüphaneciyi uyandırarak, “Özür dilerim,” diye seslendi Chris, “okyanuslar ve adalar üzerine kitaplar nerede?”
Salonun gerisindeki coğrafya kitapları bölümüne yönlendirilen Chris ve Francis, oarada tam aradıklarını buldular: Üç ciltlik Coğrafya Ansiklopedisi ve bir de Dünya Atlası. Harita rulosunu yakındaki bir masanın üsütüne yayıp, ilk bulmacayı bir kez daha incelediler.
Bu defa Chris telaşı bir yana bıraktı, hatta işi ele aldı.
“Tamam. Üsütünden tekrar geçelim.” dedi, bilmeceye odaklanarak. “ikinci büyük okyanus...” Atlası açıp, içindekiler sayfasından istatistikler bölülümünü buldu. “İşte, büyüklüklerine göre okyanuslar şöyle sıralanıyor: Büyük Okyanus, Atlas Okyanusu, Hint Okyanusu, Kuzey Buz Denizi...”
“Eh, bu kolaymış,” diye güldü Francis. “İkinci büyük, Atlas Okyanusu. Sonra?”
Chris sabırsız bir el işareti yaparak, “Atlantik de denen Atlas Okyanusu’nun alanı, yaklaşık 106 milyon 460 bin kilometrekare.”
“Ah, o kadarcık mıymış!” diye bağırdı Francis hayret etmiş gibi yaparak. “En büyüğünün alanını hiç söyleme bana.”
“Pasifik de denen Büyük Okyanus...” diye sürdürdü Chris, yaklaşık 179 milyon 700 bin kilometrekare.”
“Sana söyleme demiştim, Christopher Alt. Yapacak işimiz var.” diye onu azarlayıp, bilmeceye geri dödü Francis. “Şimdi, şu ada –volkanik oluşum ve de Norveç Denizi’ne yakın.”

Evet Demeden Önce *


Evlilikten Beklentiler
Biyolojik ve duygusal açıdan olayları değerlendirme biçimleri birbirinden farklı olan kadın ve erkeğin ihtiyaçlarının ve dolayısıyla beklentilerinin farklılık göstermesi normaldir. Asıl problem beklentiler değil, beklentilerin boyutu ve gerçekçi olup olmadığıdır. Beklentilerimiz gerçekleşmediğinde yapılması gereken şey, kendimize “Acaba doğru bir beklenti içinde miyim?” sorusunu sormak olmalıdır.
Kadın ve erkeği birbirinden tamamen farklı varlıklar olarak algılamak da çok doğru değildir. Önce insan olduğumuzu unutmayalım. Kadın veya erkek fark etmeksizin insan olduğumuzun fark edilmesine. Bize değer verilmesine, varlığımızın onaylanmasına hepimizin ihtiyacı vardır. Nasıl ki hava, su gibi hayati bir öneme sahip ortak biyolojik ihtiyaçlarımız varsa değer görmek ve diğer insanlar tarafından kabul edilmek gibi ortak psikolojik ihtiyaçlarımız da vardır. Hatta bunlar da biyolojik ihtiyaçlarımız kadar önemlidir.
... ..
İnsanoğlunun beklentilerinin ucu bucağı yoktur. Evlilikten sonra bu beklentiler daha da büyür. Öncelikle altını çizmek isterim ki ifade etmediğimiz beklentiyi karşı tarafın anlamasını beklemek gerçek bir duruş değildir. ... ..
... ..
Evlilik Efsaneleri
... ..Bizi sürekli eleştiren biriyle ilişkimizi sürdürmek ister miyiz? Böyle birinden uzaklaşmak ve kaçmak isteriz. Bir insanın hatalarını sürekli söylemenin hiç bir düzeltici yanı yoktur, bu durum bilakis ilişkinin bitmesine neden olur. Bunu yapan eşimiz ise fiziksel olarak ondan uzaklaşamasak dahi dugusal açıdan uzaklaşırız. Bu uzaklaşmaya hukuki olarak boşanmak diyemesek bile duygusal ayrılık diyebiliriz.... ..
İnsan değer verdiği ölçüde bir ilişkiye yatırım yapar. Yatırım yaptığı ölçüde de beklentiye girer. ... ..
Birlikte geçirilen zaman sadece giderlerin, faturaların, çocukların okulunun, geniş aile problemlerinin, dedkoduların konuşulduğu değil; ortak ilgilerin, ortak görüşlerin, merakların, insani ilişkilerin –ki buna cinsellik de

Her Yede Kan Var *

Geçmişten adan hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
“Târih”i “tekerrür” diye ta’rîf ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
            Mehmed Akif Ersoy

Damat Nuri Paşa- Beşiktaş Sarayı (4 Haziran Pazargünü, saat 12.40)
Abdülaziz Han’ın ölüm raporunun yazılması hem uzun sürdü hem de çok münakaşaya sebebiyet verdi.
Marko Paşa, “Evet bileklerde bir yaralanma durumu var lakin bunun merhum tarafından yapıldığını gösteren hiçbir işaret yok, “ deyince, Seraker Avni hırsından delilere döndü. Ayağını yere vurdu, “Odasında yalnızmış, zaten kim böyle bir şeye cesaret edebilir ki!” diye bağırdı.
Karakola daha sonra gelen, Serasker’in emrindeki zabitlerden doktor Ömer de merhumun cesedini illa elle muayene etmek isteyince, kol ağızlarındaki rütbenin bizzat Serasker tarafından sökülüp atılamsına ve Ömer’in karakoldan kovulmasına şahit olan diğer doktorlarda şafak attı.
... .. Serasker’in başında beklediği merhum padişahın yatırıldığı odaya girdiler, çıktılar, aralarında fısır fısır müzakere ettiler.
Epey bir zaman kaybından ve defalarca yazılıp yırtılan raporlardan sonra nihayet Serasker Avni Paşa’yı tatmin edebilecek şekilde, rapor kaleme alındı....
... .. , Beşiktaş Sarayı’na döndüm. Sultan Murat Hazretleri yemekte idiler.
Amcasının vefat haberini vererek başsağlığı dilediğim anda Sultan’ın yüzünden kan çekildi, sapsarı oldu. Akabinde elindeki çatalı şiddetle duvara doğru savurarak, “Eyvah! Millet şimdi bunu benden bilecektir, “diye bağırdı. ... .. sonra da bayıldı.
Damat Nuri Paşa Beşiktaş Sarayı (4Haziran Pazar günü, saat 12.40)

18 Ocak 2020 Cumartesi

II. Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset

Osmanlılar’da Siyasî Yönetim ve Ordu İlişkileri
16. Asrın ortalarında bir dünya devleti büyüklüğüne erişmiş olan Osmanlı Devleti, çağının gereklerine cevap verebilen, iyi düzenlenmiş bir orduya sahipti. Genişleyen sınırlar gerçeğine göre biçimlendirilmiş yönetim mekanizması içinde ordu, fonksiyonuna uygun ve ağırlıklı bir yer tutuyordu. I. Murat zamanında Acemi Ocağı’nın kurulmasıyla teşkilâtlanan ordu, fütuhat devrinde hacim itibariyle artmış, yeni ihtiyaçlara göre düzenlenmişti. 15. Asırda organizasyon itibariyle nen olgun biçimine kavuşan Osmanlı ordusu, maaşlı kapıkulu askerlei, eyalet askerlei şeklinde tertip edilerek  etkili bir silah gücü haline gelmmiş bulunuyordu. Barış zamanlarındadevlet merkezinde üstlenen kapıkulu askerleri, ordu içinde yönetime müdahil olabilecek bir zümre teşkil ediyordu. Eyalet askerleri ise savaş zamanındamuhtelif eyaletlerden derlendiği için, merkezi yönetim üzerinde kapıkulları kadar etkili olmak imkanuından uzaktı.
Osmanlı Devleti, Osmanlı Hanedanı tarafından yönetilmiştir. Hanedan içinde, kimin saltana geçeçeği, II. Mehmed devrine kadar bir tertbe tâbi olmaksızın, devlet işlerinde mühim rolleri olan Ahi’lerle, devlet adamlarının ellerinde idi ve devlet reisliğine hanedan içinde muktedir ve liyakatli olanın getirilmesi, teamül olarak kabul edilmişti. İlk defa II. Mehmed (Fatih) devrinde bir kararnâme ile, “her kimse evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı âlem için katletmek münâsiptir” hükmü getirilerek Fetret devrinde yaşanmış olan hanedan kavgalarının önlenmesi hedef alınmıştı. Saltanatın aile içinde en büyük evlâda verilmesi ise, I. Ahmed zamanında başlayarak devam etmişti.
Oğuz geleneğinden başlayarak, memleketin, hükümdar hanedanının müşterek malı addedilmesi, devletin en yetkili yöneticisi padişahı, hanedan dışındaki iktidar heveslileri için bir hedef olmaktan çıkarıyordu. Ancak, iktidar kavgası bu defa hanedan içinde cereyan ediyor ve çok defa trajik bir şekilde sonuçlanıyordu. Hanedan içindeki hesaplaşmalar, tabiîdir ki hanedan dışındaki güç odaklarıyla kurulan ittifaklarla desteklenmekteydi. Devlet merkezinde bu açıdan etkili olabilecek iki güçten ilkini ‘ilmiye’ sınıfı, diğerini ise dar anlamda Yeniçeri Ocağı’nın oluşturduğu ordu meydana getirir.

17 Ocak 2020 Cuma

Türkiye'de Teyyarecilik*

1326 (1910) senesinde Trakya'da ve Karıştıran 
... .. Mevkii'nde yapılan bir manevrada tümenlerden birisinin mahirane bir tarzda gündüzleri iyi saklanması ve –gece yürüyüşü yaparak- mukabil tarafı gafil avlaması neticesinde galip sayılmıştır. Bu manevra nihayetinde yapılan tenkitlerde bu tümenin harekâtı methedilmekle beraber Avrupa ordularında yapılan manevralarda son terakkiyata imtisalen istimal edilmeye başlanılan teyyareler bu manevrada mevcut olsa idi bu tümen –bilhassa gündüzleri- belki tam manasıylakendisni saklayamayacak  ve mukabil tarafı kötü vaziyete düşüremeyecekti! Teyyarenin lüzumuna ve Türk Ordusu’na da teyyare kabul edilmesine karar verilmiştir.
            O zaman tayyare satın almak güç değildi. Fakat bunları uçurmak için pilot ve teknisyen elemenlar lâzımdı. Binaenaleyh tayare alınmazdan evvel tayyareci ve makinist yetiştirmek icap ediyordu. Bu maksatla ordudan gönüllü olarak eşhas aranmış ve ve Balkan Harbi’nden biraz evvel 1327(1911) senesinde ilk Türk Tayyareciliği kadrosu teşkil edilmiştir.
Talpler tayyareci ve makinist olarak iki kısım üzerine tertip edilmiş, kara ordusundan pilot, makinistlik için de deniz ordusundan –mesleklerinin münasebeti dolayısile- deniz makinesubayları tercih olunmuştur. Ve bunlar Fransa ve İngiltere’ye tahsil maksadile gönderilmişlerdir.
            İlk giden tayyareciler... ..
            Bunlardan ilk gidenler gittikleri memleketlerde tayyareciliği mehmaemken öğrenerek dönmüşler ve bu makastla da İngiltere ve Fransa’dan dört beş tayyare satın alınmıştır.Bu tayyarelerin cinsleri: Bleriot ve Bristol’dır.
Balkan Harbi’nde Türk Tayyareciliği
Tayyare İstasyon Komutanlığı
Birinci Büyük Harp’te Türk Ordusu Tayyareciliği
Birinci Umumi Harp Mütareke Devri
İstanbul Tayyare İstasyonu
Erzurum Tayyare İstasyonu

31 Aralık 2019 Salı

Son Kullanma Tarihi 2019*

20. yüzyıldan Küçük kareler
... .. Türkiye 20. Yüzyılın son on yılını resmen ıskaladı. Dünyadaki çok önemli değişikliklerin farkına varmadan veya varıp da ne olduğunu anlayamadan geçirdi bu on yılı .. . Bu kayıp on yıl, kaybettiğimiz ve halen kaybetmekte olduğumuz yılların da sebebi oldu. Bu on yılda neler olmuştu dünyada, hafızalarımızı tazeleyelim. Berlin duvarı yıkıldı, Almanya birleşti. Sovyetler Birliği çöktü... Beş tanesi, Rusya Federasyonu, Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan Karadeniz ve Kafkaslarda komşumuz olmak üzere on beş bağımsız devlet oluştu. ABD, Irak’ı Kuveyt’i işgal etmesi için yüreklendirdi, sonra bu işgali bahane ederek Birinci Körfez Harekâtı ile Irak Operasyonu’nu gerçekleştirdi. “Irak’ın toprak bütünlüğünden yanayız sloganları eşliğinde Irak resmen üçe bölündü. Kuzey Irak’ta bağımsız Kürt Devletinin temelleri atıldı. Varşova Paktı dağıldı. Rusya’nın Balkanlar ve Doğu Avrupa’daki hegemonyası kalktı, etkisi sıfırlandı. Bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin peyki olan devletler, NATO ve Avrupa Birliği’na katılmak için Batı’nın kapısına dayandı Doğu Blokunda olan bu değişiklikler NATO’yu tartışılır hale getirdi. “Tehdit ortadan kalktığına göre NATO Hâlâ gerekli mi? suali sorulmaya başlandı. “Acaba NATO’nunda sonu geldi mi? diye tartışılırkenNATO bu süreçtren büyüyerek, genişleyerek çıktı; hem sorumluluk ve etki alanı hem de üye sayısı olarak. Tekditin yerini belirsizlikler ve riskler aldı, hatta riskler yazıldı. NATO, sorumluluk, ilgi ve etki sahasını Barış İçin Ortaklık (BİO) “ projesiyle hemen hemen tüm Avrupa ve Asya’yı kapsayacak şekilde genişletti.Dünün düşmanbları, bu projelerle aynı masa etrafında toplandılar. BİO ülkeleri NATO karargâhlarında temsil edilmeye başlandılar. Rusya’nın itirazları bir şey değiştirmedi. “NATO artı Rusya” özel taoplantıları ileirazların etkisi azaltıldı. Aynı tarihlerde, altı federe devletten oluşan Yugoslaya’nın esasında 1980 yılında Tito’nun ölümü ile başlayan parçalanma süreci hızlandı. ABD,İngiltere ve Fransa’nın söylemleriyle bu ülke kanlı bir iç savaş sonucu parçalandı. Ülkede çtışmalar başladığında; Birleşmiş Milletler ve Avrupalılar önlemey çalıştı. Onların bir şey yapamayacağını kanıtlamak istercesine ABD, seyirci kaldı. On binlerce insam öldükten sonra, ABD önderliğinde NATO devreye girdi ve 1995 yılı sonunda Dayton Anlaşması ile savaş sona erdi. ABD, Irak Harekâtından sonra Yugoslavya müdahalesi ile de dünyada tek süper güç olduğunu bir kere daha kanıtlamış oldu. Bu olaylara paralel olarak NATO, stratejisini ve komuta yapısını değiştirdi.

25 Aralık 2019 Çarşamba

bensiz biz olmaz*


 Eşim el iyisi ama neden ev iyisi değil?
Gerek alkış peşinde koşanlar, gerek bağımlı kişilik özellikleri olanlar, esas mutluluğun başkalarının onay veya takdirinden geçtiğine inanır.
            Evdekileri (evliyse eşi+çocukları değilse anne+baba+kardeş ve diğer akrabaları) kendi uzantısı gibi görür. Onlar, aynı zamanda onun güvenli alanıdır. Onları değersizleştirebilir, onlara bağırabilir. Yok sayabilir ama dışarıdakilere müthiş ilgili ve saygılı davranabilir.
            *Koşullu sevgi ile büyüyenler,
*Yetersiz ilgi ve sevgi ile büyüyenler,
*Bağımlı veya narsistik ebeveynler ile büyüyenler,
dış onaya fazlaca takılır.
            Bahsettiğim üç kategoride de kişinin temel dinamiği değersizlik hissidir. Kişi kendini değersiz hissettiği için, değerli olmak adına sürekli birilerinin  onayına, alkışına veya teşekkürüne ihtiyaç duyar.
Derinden gelen değersizlik hissi nedeniyle Benim gibi değersiz biriyle ancak değersiz birileri beraber olur, “diye düşünür ve kendi uzantısı gibi gördüğü eşini, ailesini küçünsemeye başlar. Bu bir aktarımdır. Kendi içinde hissettiği rahatsızlık hissini başkalarına akıtarak gevşer, rahatlar.
            Bir süre sonra, evini ailesini akrabalarını önemsememeye başlar. Hatta arkadaşları için de aynı şeyi düşünür.Ulaşılmaz gördüğü kişilerin sevgisini kazandıktan sonra listeye ekler. Sürekli sevene ve ilgi gösterene değil ilgiyi göstermeyene ya da gıdım gıdım verene odakjlanır. Zanneder i onların azı, yanındakilerin çoğundan daha büyüktür.
            Diğer yandan dış onaylı anne baba ile büyüyenler
 Elâlemin dediğine göre yaşayanlar, uyum ve onay ile kendini değerli hissedenler, daha fazla “el iyisi” olurlar. Mutlu ve değerli hissetmenin başkasının memnuniyeti ile mümkün olduğunu düşünenler, ancak başkaları üzerinden bu