12 Şubat 2020 Çarşamba

Bir İmparatorluk Çökerken... *

.. .
Halep hakkında uzun uzun sorular yönelten Leyla Hanımefendi’ye teyzesi tatlı tatlı Halep’teki yaşamı, imparatorluğun uç viayetlerindeki havayı anlatıyordu. Hadiye teyzesinin bazı üzücü olayların sıklaştığı yolundaki sözlerini ise ilk kez duyuyordu. Halep’teki tedirginlik, İmparatorluk aleyhine gizli gizli cephe alınbmakta olduğunu duyunca şaşırmaktan kendini alamadı. Leyla Hanımefendi de “İstanbul’un havasında da kara bulutlar dolanmakta deyince büsbütüb şaşırdı Hadiye. Bu gibi sözler Halep’te olsun, dönüşlerinden sonra kendi evlerinde olsun hiç konuşulmamıştı. Neler oluyordu memleketlerinde?
Teyzesi neler söylüyordu aziz dosuna?
“Selanik’te de yine o tuhaf rügârlar esmekte. Gerek benim gerekse kardeşlerimin çiftliklerine Bulgar ve Rum çeteciler baskınlar düzenliyorlarmış. Doğrusu Paşa da ben de için için tedirginlik duymaktayız. Vakıa şimdilik bizim adamlarımız onlarla başa çıkıyorlarmış ama her geldiklerinde arkalarında bir zarar bırakıyorlarmış.
... ..
Enis Paşa’nı Vefatı
... .. Henüz genç sayılacak bir yaştaydı. Hiçbir  suçu yoktu, çarpık hiçbir şey yapmamıştı. Padişahına saygılı ve bağlıydı. Nedenler daima gizlerin karanlıklarına gömülürdü. Hiç belli olamazdı bu gibi işler, Yalnız bilinirdi ki, padişahın en gözde kumandanı, yüksek mevkideki bir Nazır Paşa’sı günün birinde azledilir, sürülür, hatta idam edilebilirdi.Kulaktan kulağa duyulan dedikoduların da gerçek sebebi hiçbir zaman öğrenilemezdi.
Bu oyunları oynayanlar, Yıldız Sarayı’nda padişahın çevresini saran dalkavuklar ve hafiyelerdi. Gözdeleri düşürebilir, hiç gözde olmayanların yıldızlarını parlatabilirlerdi. Daha bir yıl öncesi Enis Paşa, yeğeni Hadiye’yi evlendirirken kendisine ve eşine övücü sözlerle iltifat edilerek birinci derece nişan gönderilmişti.
Daha bu önemli armağanların sevinç gülümsemeleri yüzlerinden silinmeden başlarına gelen felaket, onları şaşkına çevirmişti. Bu hiç beklemediği hadise, Enis Paşa’yı ezmiş, üzüntüsü bir çığ benzeri büyüyerek dayanılmaz olmuştu. Paşa sonunda yatağa düşmüştü. Kendisi de bu iç çöküntüsünün altndan kalkamayacağını anlamıştı. Gerçi

Belleğin Peşinde *

Zihin dünyamızı bir bütün kılan, belleğimizdir. Bizi biz yapan öğrendiklerimiz ve hatırladıklarımızdır. Beyin anıları nasıl yaratır? Nobel ödüllü bilimci Eric R. Kandel Beleğin Peşinde’de, zihin biliminin tarihi ile belleği anlama konusundaki merakın öyküsünü derinleştiriyor. Bilişsel psikolojiyi , sinirbilimi ve moleküler biyolojiyi bir araya getiren zihin bilimi, farklı ülkelerden bilmcilerin sordukları sorular ve attıkları adımlarla şekillenmiş yeni ve güçlü  bir bilim dalı.
Beleğin beyindeki nöçronların nasıl işlediğini ortaya koyarak zihin bilim alanında çığır açan Kandel, çalışmalarına ilham veren incelemelerinide anlatısına katarak, 20.yüzyılın zihin araştırmalarının geniş bir özetini sunuyor.
Kişisel Bellek ve Depolamanın Biyolojisi
Soykırım sonrası Yahudiliğin ana konularından biri “Ala Unutma” oldu; gelecek nesiller, Yahudi düşmanlığına , ırkçılığa, nefrete karşı ihtiyatlı olmaları için böyle tembihlenir; çünkü Nazilerin gaddarlıklarını bu zihniyetler mümkün kılmıştı.Bilimsel çalışmalarım, bu sloganın biyolojik temelini inceliyor; Hatırlamamızı sağlayan beyin süreçlerini araştırıyorum. ... ..
... ..1980’lerde beyin görüntüleme teknikleri, bilişsel sinirbilimiiçin adeta ddoping etkisi yarattı; bu teknoloji sayesinde beyin bilimcileri, insan beyninin içine girip, üst düzey zihinsel işlevlerle meşgul olan insanların beynindki farklı bölgelerin faaliyetlerini izleme hayallerini hayata geçirebilmişti: görsel imge algılamak, kafa yormak, istemli bir eyleme başlamak gibiişlevler. Beyin görüntğüleme, sinir sistemi faaaliyetlerinin belirtilerini ölçer: pozitron emisyon tomografisi (PET) beynin enerji tüketiminiçlçerken, fonksiyonel menyetik rezonanas görüntüleme tekniği (fMRI) beynin oksijen kullanmını yansıtır. 1080’lerin ilk yarısında bilişsel sinirbilim bünyesine moleküler biyolojiyi kattı; böylece düşünmek, hissetmek, örenmek, hatırlamak gibi zihinsel süreçleri incelememizi mümkün kılan yeni zihin bilimi doğdu: bilişsel yetilerin moleküler biyolojisi.
Viyana’da Geçen Çocukluk
... ..1938’de çok sayıda avukat, hâkimve hekim, Yahudi komşularını yağmalayarak yaşam çıtalarını yükseltmişti. Günümüzde pey çok Avusturyalının başarısı, altmış yıl önce çalınan paralara ve mülklere dayanır. ... ..

9 Şubat 2020 Pazar

Haritada Kaybolmak*

Boş salonda, bankonun ardında uyuklayan kütüphaneciyi uyandırarak, “Özür dilerim,” diye seslendi Chris, “okyanuslar ve adalar üzerine kitaplar nerede?”
Salonun gerisindeki coğrafya kitapları bölümüne yönlendirilen Chris ve Francis, oarada tam aradıklarını buldular: Üç ciltlik Coğrafya Ansiklopedisi ve bir de Dünya Atlası. Harita rulosunu yakındaki bir masanın üsütüne yayıp, ilk bulmacayı bir kez daha incelediler.
Bu defa Chris telaşı bir yana bıraktı, hatta işi ele aldı.
“Tamam. Üsütünden tekrar geçelim.” dedi, bilmeceye odaklanarak. “ikinci büyük okyanus...” Atlası açıp, içindekiler sayfasından istatistikler bölülümünü buldu. “İşte, büyüklüklerine göre okyanuslar şöyle sıralanıyor: Büyük Okyanus, Atlas Okyanusu, Hint Okyanusu, Kuzey Buz Denizi...”
“Eh, bu kolaymış,” diye güldü Francis. “İkinci büyük, Atlas Okyanusu. Sonra?”
Chris sabırsız bir el işareti yaparak, “Atlantik de denen Atlas Okyanusu’nun alanı, yaklaşık 106 milyon 460 bin kilometrekare.”
“Ah, o kadarcık mıymış!” diye bağırdı Francis hayret etmiş gibi yaparak. “En büyüğünün alanını hiç söyleme bana.”
“Pasifik de denen Büyük Okyanus...” diye sürdürdü Chris, yaklaşık 179 milyon 700 bin kilometrekare.”
“Sana söyleme demiştim, Christopher Alt. Yapacak işimiz var.” diye onu azarlayıp, bilmeceye geri dödü Francis. “Şimdi, şu ada –volkanik oluşum ve de Norveç Denizi’ne yakın.”

Evet Demeden Önce *


Evlilikten Beklentiler
Biyolojik ve duygusal açıdan olayları değerlendirme biçimleri birbirinden farklı olan kadın ve erkeğin ihtiyaçlarının ve dolayısıyla beklentilerinin farklılık göstermesi normaldir. Asıl problem beklentiler değil, beklentilerin boyutu ve gerçekçi olup olmadığıdır. Beklentilerimiz gerçekleşmediğinde yapılması gereken şey, kendimize “Acaba doğru bir beklenti içinde miyim?” sorusunu sormak olmalıdır.
Kadın ve erkeği birbirinden tamamen farklı varlıklar olarak algılamak da çok doğru değildir. Önce insan olduğumuzu unutmayalım. Kadın veya erkek fark etmeksizin insan olduğumuzun fark edilmesine. Bize değer verilmesine, varlığımızın onaylanmasına hepimizin ihtiyacı vardır. Nasıl ki hava, su gibi hayati bir öneme sahip ortak biyolojik ihtiyaçlarımız varsa değer görmek ve diğer insanlar tarafından kabul edilmek gibi ortak psikolojik ihtiyaçlarımız da vardır. Hatta bunlar da biyolojik ihtiyaçlarımız kadar önemlidir.
... ..
İnsanoğlunun beklentilerinin ucu bucağı yoktur. Evlilikten sonra bu beklentiler daha da büyür. Öncelikle altını çizmek isterim ki ifade etmediğimiz beklentiyi karşı tarafın anlamasını beklemek gerçek bir duruş değildir. ... ..
... ..
Evlilik Efsaneleri
... ..Bizi sürekli eleştiren biriyle ilişkimizi sürdürmek ister miyiz? Böyle birinden uzaklaşmak ve kaçmak isteriz. Bir insanın hatalarını sürekli söylemenin hiç bir düzeltici yanı yoktur, bu durum bilakis ilişkinin bitmesine neden olur. Bunu yapan eşimiz ise fiziksel olarak ondan uzaklaşamasak dahi dugusal açıdan uzaklaşırız. Bu uzaklaşmaya hukuki olarak boşanmak diyemesek bile duygusal ayrılık diyebiliriz.... ..
İnsan değer verdiği ölçüde bir ilişkiye yatırım yapar. Yatırım yaptığı ölçüde de beklentiye girer. ... ..
Birlikte geçirilen zaman sadece giderlerin, faturaların, çocukların okulunun, geniş aile problemlerinin, dedkoduların konuşulduğu değil; ortak ilgilerin, ortak görüşlerin, merakların, insani ilişkilerin –ki buna cinsellik de

Her Yede Kan Var *

Geçmişten adan hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
“Târih”i “tekerrür” diye ta’rîf ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
            Mehmed Akif Ersoy

Damat Nuri Paşa- Beşiktaş Sarayı (4 Haziran Pazargünü, saat 12.40)
Abdülaziz Han’ın ölüm raporunun yazılması hem uzun sürdü hem de çok münakaşaya sebebiyet verdi.
Marko Paşa, “Evet bileklerde bir yaralanma durumu var lakin bunun merhum tarafından yapıldığını gösteren hiçbir işaret yok, “ deyince, Seraker Avni hırsından delilere döndü. Ayağını yere vurdu, “Odasında yalnızmış, zaten kim böyle bir şeye cesaret edebilir ki!” diye bağırdı.
Karakola daha sonra gelen, Serasker’in emrindeki zabitlerden doktor Ömer de merhumun cesedini illa elle muayene etmek isteyince, kol ağızlarındaki rütbenin bizzat Serasker tarafından sökülüp atılamsına ve Ömer’in karakoldan kovulmasına şahit olan diğer doktorlarda şafak attı.
... .. Serasker’in başında beklediği merhum padişahın yatırıldığı odaya girdiler, çıktılar, aralarında fısır fısır müzakere ettiler.
Epey bir zaman kaybından ve defalarca yazılıp yırtılan raporlardan sonra nihayet Serasker Avni Paşa’yı tatmin edebilecek şekilde, rapor kaleme alındı....
... .. , Beşiktaş Sarayı’na döndüm. Sultan Murat Hazretleri yemekte idiler.
Amcasının vefat haberini vererek başsağlığı dilediğim anda Sultan’ın yüzünden kan çekildi, sapsarı oldu. Akabinde elindeki çatalı şiddetle duvara doğru savurarak, “Eyvah! Millet şimdi bunu benden bilecektir, “diye bağırdı. ... .. sonra da bayıldı.
Damat Nuri Paşa Beşiktaş Sarayı (4Haziran Pazar günü, saat 12.40)

18 Ocak 2020 Cumartesi

II. Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset

Osmanlılar’da Siyasî Yönetim ve Ordu İlişkileri
16. Asrın ortalarında bir dünya devleti büyüklüğüne erişmiş olan Osmanlı Devleti, çağının gereklerine cevap verebilen, iyi düzenlenmiş bir orduya sahipti. Genişleyen sınırlar gerçeğine göre biçimlendirilmiş yönetim mekanizması içinde ordu, fonksiyonuna uygun ve ağırlıklı bir yer tutuyordu. I. Murat zamanında Acemi Ocağı’nın kurulmasıyla teşkilâtlanan ordu, fütuhat devrinde hacim itibariyle artmış, yeni ihtiyaçlara göre düzenlenmişti. 15. Asırda organizasyon itibariyle nen olgun biçimine kavuşan Osmanlı ordusu, maaşlı kapıkulu askerlei, eyalet askerlei şeklinde tertip edilerek  etkili bir silah gücü haline gelmmiş bulunuyordu. Barış zamanlarındadevlet merkezinde üstlenen kapıkulu askerleri, ordu içinde yönetime müdahil olabilecek bir zümre teşkil ediyordu. Eyalet askerleri ise savaş zamanındamuhtelif eyaletlerden derlendiği için, merkezi yönetim üzerinde kapıkulları kadar etkili olmak imkanuından uzaktı.
Osmanlı Devleti, Osmanlı Hanedanı tarafından yönetilmiştir. Hanedan içinde, kimin saltana geçeçeği, II. Mehmed devrine kadar bir tertbe tâbi olmaksızın, devlet işlerinde mühim rolleri olan Ahi’lerle, devlet adamlarının ellerinde idi ve devlet reisliğine hanedan içinde muktedir ve liyakatli olanın getirilmesi, teamül olarak kabul edilmişti. İlk defa II. Mehmed (Fatih) devrinde bir kararnâme ile, “her kimse evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı âlem için katletmek münâsiptir” hükmü getirilerek Fetret devrinde yaşanmış olan hanedan kavgalarının önlenmesi hedef alınmıştı. Saltanatın aile içinde en büyük evlâda verilmesi ise, I. Ahmed zamanında başlayarak devam etmişti.
Oğuz geleneğinden başlayarak, memleketin, hükümdar hanedanının müşterek malı addedilmesi, devletin en yetkili yöneticisi padişahı, hanedan dışındaki iktidar heveslileri için bir hedef olmaktan çıkarıyordu. Ancak, iktidar kavgası bu defa hanedan içinde cereyan ediyor ve çok defa trajik bir şekilde sonuçlanıyordu. Hanedan içindeki hesaplaşmalar, tabiîdir ki hanedan dışındaki güç odaklarıyla kurulan ittifaklarla desteklenmekteydi. Devlet merkezinde bu açıdan etkili olabilecek iki güçten ilkini ‘ilmiye’ sınıfı, diğerini ise dar anlamda Yeniçeri Ocağı’nın oluşturduğu ordu meydana getirir.

17 Ocak 2020 Cuma

Türkiye'de Teyyarecilik*

1326 (1910) senesinde Trakya'da ve Karıştıran 
... .. Mevkii'nde yapılan bir manevrada tümenlerden birisinin mahirane bir tarzda gündüzleri iyi saklanması ve –gece yürüyüşü yaparak- mukabil tarafı gafil avlaması neticesinde galip sayılmıştır. Bu manevra nihayetinde yapılan tenkitlerde bu tümenin harekâtı methedilmekle beraber Avrupa ordularında yapılan manevralarda son terakkiyata imtisalen istimal edilmeye başlanılan teyyareler bu manevrada mevcut olsa idi bu tümen –bilhassa gündüzleri- belki tam manasıylakendisni saklayamayacak  ve mukabil tarafı kötü vaziyete düşüremeyecekti! Teyyarenin lüzumuna ve Türk Ordusu’na da teyyare kabul edilmesine karar verilmiştir.
            O zaman tayyare satın almak güç değildi. Fakat bunları uçurmak için pilot ve teknisyen elemenlar lâzımdı. Binaenaleyh tayare alınmazdan evvel tayyareci ve makinist yetiştirmek icap ediyordu. Bu maksatla ordudan gönüllü olarak eşhas aranmış ve ve Balkan Harbi’nden biraz evvel 1327(1911) senesinde ilk Türk Tayyareciliği kadrosu teşkil edilmiştir.
Talpler tayyareci ve makinist olarak iki kısım üzerine tertip edilmiş, kara ordusundan pilot, makinistlik için de deniz ordusundan –mesleklerinin münasebeti dolayısile- deniz makinesubayları tercih olunmuştur. Ve bunlar Fransa ve İngiltere’ye tahsil maksadile gönderilmişlerdir.
            İlk giden tayyareciler... ..
            Bunlardan ilk gidenler gittikleri memleketlerde tayyareciliği mehmaemken öğrenerek dönmüşler ve bu makastla da İngiltere ve Fransa’dan dört beş tayyare satın alınmıştır.Bu tayyarelerin cinsleri: Bleriot ve Bristol’dır.
Balkan Harbi’nde Türk Tayyareciliği
Tayyare İstasyon Komutanlığı
Birinci Büyük Harp’te Türk Ordusu Tayyareciliği
Birinci Umumi Harp Mütareke Devri
İstanbul Tayyare İstasyonu
Erzurum Tayyare İstasyonu