Bu kitap iyilik kavramının kapsamını ele almaktadır. Giderek daha çok gözlemlediğimiz üzere iyiliğin temelleri ve pratik yansımalarıyla ilgili kanılar -Müslümanlar arasında dahi- giderek sekülerleşmekte ve ilahi tanımlar göz ardı edilmektedir. Neredeyse herkes iyiliğin kutsal ile bağını kesmeye ve bunun yansımalarından biri olarak mesela “imansız ama çok iyi biri” demeyi normal bulmaya başladı. Bir yandan bu gidişatı izler diğer yandan da dinin temel kaynaklarıyla temasımızı sürdürürken Allah’ı, peygamberi ve diriliş inancını bırakan, günlük hayattaki iyiliklerin bu esaslarla bağını koparmış birine “kibar”, “nazik”, “görgülü, “güzel huylu vs. desek bile, ilahi ölçüye göre “iyi” diyemeyeceğimizi çok net şekilde ifade eden bir ayet bu kitabın ana fikrini oluşturdu. Bakara Suresi 177.
Bu ayeti çeşitli açılardan anlamaya çalışırken elbette insan mizacının merhamet ve nezaket gibi güzel huylara yatkınlığını önemsizleştirmiyorduk, ama Yüce Rabbimizin kimleri “iyi”lerden saydığını da açıkça görüyorduk. Ayete göre iyiliğin üç boyutu vardı. İman, ibadet ve ahlâk/karakter. Detaylarını kitabımızın içeriğine gireceğimiz bu üç boyut birbirini besleyerek iyiliği sadece dünyevi ilişkilerdeki görgü ve nezaket olmaktan çıkarıyor, iki dünyamızı da içine alan kapsamlı bir varoluşa yükseltiyordu. Bu düzeyden bakınca günümüzde neredeyse iyiliğin tek kriteri haline gelen ahlâkın aslında onun üç boyutundan biri olduğu açıktı.
… ..
… ..
İnsan sadece kalpten oluşmadığı gibi sadece akıl ya da davranışlardan da ibaret değildir. Yaratıcımızın bizi değerlendirirken amellerimiz kadar niyetlerimize de bakması bütünlük açısından çok kıymetlidir. Hayat
tek boyuttan ibaret değildir. Elinizdeki bu kitap hayatın çeşitli dalgalanmalarını yansıtan bir çeşitlilikle iyiliği ele almaya çalışmıştır. İçinde düşünceye ve bilgiye; duyguya ve davranışlara yan yana yer vermeye çalışmıştır. Hayat gibi.İnsan Neden Ahlâka İhtiyaç Duyar?
… ..
Kur’an’da âdemoğlunu anlatan iki temel sözcük, “beşer ve insan”dır. Kelime anlamı olarak insanın cildi ve dış görünüşünü vurgulayan beşer kavramının geçtiği ayetlerin her biri şekilsel özelliklerimize dikkat çekerken; insan kelimesi, geçtiği yüzlerce yerin tamamında akıl, şuur ve vicdan sahibi oluşumuza, konuşup düşünebilmemize ve evrendeki seçkin konumumuza vurgu yapar. Rabbimizin hitabı da taşıdığımız bu ruhsal özellikler nedeniyle sorumlu olan insana yöneliktir. Bu da gösterir ki dini ve aklâki sorumluluklar insanı sadece biyolojik bir canlı olmaktan çıkarıp, Allah katında değerli kılan âdemoğlu seviyesine yükseltir. (İsra17/70)
Dinimiz bizi bedenimiz, ruhumuz ve nefsimizle bütünlük içinde ele alır. Hiçbir yönümüzü yok etmeye çalışmaz. Aksine dinimize göre insanın kemale ulaşması(optimum insanlık düzeyi) ancak bu üç unsurun birbirini desteklemesi ve her birine hakkının verilmesiyle mümkündür. Erdemli olmak, beşerî arzulara sahip olmamak değil; bu tür duygular nefiste uyandığı zaman, onları değerler doğrultusunda kontrol edebilmektedir.
Ayetlerden anlaşılan odur ki insanın yapısı, iyilik ve kötülüğe kabiliyetlidir: “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.”(Şems 91/7-9)
… ..İnsanın mutluluğu, kendisine verilen kabiliyeti, potansiyelinin en üst konumuna ulaşabilmek için kullanmasına bağlıdır. Çünkü yükselmek insana mutluluk, tatmin ve huzur verir. Düşüş ise kaygı, karamsarlık ve bunalım getirir. (Şems 91/9-10) Böyle baktığımızda rahatlıkla, beşeri, insan yapan şeyin ahlâk olduğunu söyleyebiliriz. Peygamberimiz de (s.a.s) meşhur hadisinde peygamber olarak görevlendirilmesindeki asıl amacın ahlâk olduğunu söyler: “Ben, (başka değil, sadece) (iyi), güzel ahlâkı tamamlamak (uygulamak) için gönderildim.” (İbn Hanbel, II, 381)
… ..
… ..
Ahlak Gücünü Nereden Alır?
… ..
… ..
Dinimiz, felsefî sistemlerin ahlâk konusunda üzerinde durduğu aklın rehberliği, özgürlük ve sorumluluk dengesi, vicdan ve görev duygusu gibi hiçbir esası gereksiz görüp, ihmal etmemiştir. Bunların her birini hak ettiği ölçüde ele almış olmakla beraber; “Ameller ancak niyetlere göre değer kazanır…” (Buhari, Bed’ul’l,vahy,1) diyerek, ahlâkın merkezine Allah ile kul arasındaki samimi ilişkiyi yerleştirmiştir. … …
… ..
… ..
İşleri Tavında Yapmak
“Hazlarını, ertelemek mutluluğu, insani sorumlulukları
ertelememek de hayat başarısını getirir.”
… ..
… ..
… .. Yapacağı işi mükemmel yapma isteği kadar insanı işlevsiz bırakan veya sürekli ertelemelere yol açan çok az duygu vardır. Mükemmel olma isteği ile kemâle erme arzusu birbirine karıştırılmamalıdır. Kemâle duygusu insanda fıtridir. Mükemmel olma isteği ise öğrenilmiş kusurlarımızın başına gelir. Kemâlde kusurunu kabul etme erdemi de varken mükemmellikte kusursuz olma isteği vardır.
İyilik
1.İyiliğin Kapsamı
“Etrafımızdakiler için yapabileceğimiz
en harika yatırım, kendimizi iyileştirmektir.”
… ..
… ..
… ..
… .. Tefsirimizde işaret olunduğu üzere ayatin giriş cümlesi bize; İslâmiyet açısından asıl iyiliğin ve Allah’a saygının ibadet esnasında sırf şeklî olarak yüzünü doğuya ya da batıya çevirmek olmadığını ifade etmektedir. Böylece içinde iman, ibadet ve ahlâk erdemlerinin yer almadığı bir biçimselliğin, din açısından temelde bir önem taşımadığı tespit edilerek özden yoksun bir biçimsellikle dindarlığa ulaşılamayacağı şeklinde çok önemli bir ilkeye vurgu yapılmaktadır.
… ..
Âlimlerimiz, dinimizin ele aldığı konuları üç ana başlık altında toplar:
1.İnanç
2.İbadet/kulluk
3.Ahlâk
… ..
… ..
Mahluka Hizmet Hâlika Kulluktur
… ..
… ..
… .. En son bir grupta yine İhya’yı esas alan sohbetler yaparken, “Nafile İbadetler” bahsinde ayakların kaydığı, pusulanın şaştığı bir konuda, Gazali’nin aşırıları nasıl itidal çizgisine çektiğini gördük de saygımız, hürmetimiz tazelendi. Nafile ibadetleri müekked sünnetlerden başlayıp aşama aşama anlatırken öyle bir noktaya geliyorsunuz ki, günün her saatinin kendine mahsus bir ibadeti var ve bunların hiçbirini yap/a/mayan biri olarak acınası bir durumdasınız. Tam kendinize yazık ettiniz, ömrünüzü boşa geçirdiğiniz duygusuna teslim olmak üzereyken Gazali; “Bütün bu saydığınız nafileler, insanlığa yararlı bir işle meşgul olmayıp, boş boş oturanlar içindir. Eğer bir insana hizmet edecek işiniz varsa o işe ayırmanız daha evladır.” diyerek, işlerin önem surası konusunda bize asırlar öncesinden ayar vermeye devam ediyor.
Uzun sözün kısası, insanla meşgul olan bir işiniz varsa, farzlar hariç, diğer bütün ibadetlerden evla olduğunu, şevkle ve aynı zamanda ibadetler gibi onun da Yüce Yaratıcının huzuruna takdim edileceğini bilerek, özenle yapmak gerekir. Gerçek ve bilinçli dindarlık budur.
2.İyilik Birlikte Mümkün
“Olduğumuzu düşündüğümüz gün,
kemalden uzaklaşmaya başlamışız, demektir.”
Önceki yazımızda Elmalılı Hamdi Efendi’nin “sarahaten veya delaleten bütün kemalatı havidir” diye tanımladığı Bakara Suresi 177. ayetinin , Kur’an-ı Kerim’de “birr/iyilik” kavramının açıkça tanımlandığı yer olduğunu ifade etmiştir.
… ..
“Birr” Kur’an’da altı ayette geçiyor. Geçtiği surelerin tamamının Medine döneminde nazil olması bana iyiliğin yaşadığımız toplumla ilgisini ve kapsamlı bir iyiliğin ancak sosyal bir harekete dönüşmesi durumunda hedefine ulaşabileceğini gösteriyor. Kişinin tek başına iyi biri olmasının (ve bunu sürdürmesinin) imkânsızlığını değilse de zorluğunu işaret ediyor.
… ..
.. .. İnsanı dünya ve ahirette Allah’ın gazabına uğratacak hallerden sakınmadıkça, diğer yandan yapılmaya çalışılan iyilikler, dibi delik bir kazanı yukarıdan doldurmaya çalışmak gibidir.
… ..
… ..
… .. “Mümkün mertebe yalpalamadan iyi bir insan olmak ve bu doğrultusunda bir yaşam sürdürmek, neden bir dayanışma gerektirsin, diye düşünebilirsiniz. Bunun temel sebebi, büyük kısmımızın çevrenin etkisine açık ve toplumun onayına ihtiyaç duyan bir psikolojik yapıda olmasıdır. Doğamızın bu eğilimi nedeniyle içinde yaşadığımız toplumda iyiliğin makbul, kötülüğün kerih görülmesi ve çevremizde olumlu davranış modellerinin yaygınlığı, iyiliğin çoğaltılmasının kaçınılmaz şartıdır. Bu durum yetişkinler için böyle olduğu gibi büyüklerin rol modelliğiyle geleceklerini şekillendiren çocuklar için de böyledir. … ..
… ..
… ..
3.İyiliğin İnançla İlişkisi
… ..
… ..
Dikkat ettiyseniz ayette “iyilik şunlara inanmak, şunları da yapmaktır,” denmiyor da “iyilik şunlara inanan ve şunları da yapan kişinin tavır ve davranışlarıdır” denerek bu mertebeye ermenin ancak davranışlar yoluyla gerçekleşeceği vurgulanmış oluyor.
Buradan anladığımıza göre iyilik soyut tanım ve temennilerden ibaret olmayıp, kişinin kendi iradesini bu yolda kullanarak ulaştığı amel ve ahlâktır. Kişinin kendisine mal etmediği, üzerinde görülmeyen, adı anıldığında akla gelmeyen fikir ve kanaatleri onu iyilerden yapmaya yetmez.
… ..
... ..
Bu inancı içselleştirmiş birinin, niyetlerinde gösteriş bulunmaz, kendi faydasını gözetirken başkalarına zarar vererek kendisini Allah katında töhmet altında bulunduracak işlere girişmez. … ..
… ..
Bize gelen her ikramın ve bizden çıkan her davranışın Allah ile bağını kurmak, hayatımızı kutsal olanla birleştirerek bizi rastgele yaşamaktan ve olaylar karşısında savrulmaktan korur. Allah’a inanmamak, anlamı kaybetmek demektir.
… ..
… .. Esma-i Hüsna bize iki boyutta katkı sunar. Öncelikle bizi, Allah dışında bir şeyleri tanrı gibi görmekten korur. Daha sonra da her bir ismin katmanlı zenginliği ile şahsiyetimizi güzelleştirmeye rehberlik eder. (Araf 7/180)
Allah’a inanmak, başlangıçta niyetlerimize, neticede davranışlarımızın bağlanacağı amaca, tepeden tırnağa kendi rengini ve verir (Bakara 2/138) (Nİyet ve amaç her zaman birbirine içkindir.) Bu inancı içselleştirmiş birinin, niyetlerinde gösteriş bulunmaz.
… ..
Bize gelen her ikramın ve bizden çıkan her davranışın Allah ile bağını kurmak, hayatımızı kutsal olanla birleştirerek bizi rastgele yaşamaktan ve olaylar karşısında savrulmaktan korur. … ..
… ..
… .. Öncelikle bizi, Allah dışında bir şeyleri tanrı gibi görmekten korur. Daha sonra da her bir ismin katmanlı zenginliği ile şahsiyetimizi güzelleştirmeye rehberlik eder. (Araf 7/180)
Allah’ı Esma ve sıfatlarıyla tanıyan kişi, artık O’nun hakkında yanılmaz. Rabbini hesaba katmadan hareket etmez (ihsan mertebesi) O’ndan gerektiği gibi sakınır. Bu da kişiyi ben merkezli davranmaktan korurur. … ..
… ..
… ..
İnsan İyiliği Asli midir?
… ..
… .. Özündeki iyiliğe güvenmese Rabbi Zülcelal hiç halife kılar mıydı, insanı?
… …
… ..
4.Öbür Dünya Yoksa İyilik Ölür
… ..
… ..
Buna karşılık Rabbine hakiki saygı duyan, O’nun sevgisini, rızasını ve korkusunu esas alarak davranan (takva), cennet umudu ve cehennemin korkusunu esas alarak bilinçli bir şekilde yüreğinde taşıyan insanların hemcinslerine karşı daha ahlâklı olduğu, inançsızların da katıldığı çok sayıda kişi tarafından, kabul görmüş bir gerçektir. Bu inanca ulaşmış olanlar dünyada başlarına gelenlerin anlamsız olmadığını bilirler. (Mü’minun 23/115) İradeleri dışında olup bitenleri değil, bu olaylara verdikleri tepkiden sorumlu olduklarının da bilincindedirler. (En’am6/164) Ayrıca şu an öyle görülmese de iyiliğin er geç karşılıksız kalmayacağına inanırlar. (Bakara 2/110, 281; Al-i İmran 3/115) Bu açıdan Rabbimizin isminin tecelligâhı olarak ahirete iman, iyiliğin en büyük garantörüdür.
… ..
… ..
Dünya İşi Ahiret İşi
… ..
… ..
… .. Aslında dünyevi ve uhrevi sorumluluklarımız, birini yaptığınızda ötekini ihmal etmek zorunda kalacağınız şekilde birbirine zıt değildir. Aksine çoğu zaman örtüşürler.
Bunu çok iyi anlar ve özümzersek esasında her işin bir dünyaya bir de ahirete bakan tarafı olduğunu görür ve bu vicdan azabından büyük ölçüde kurtuluruz. Söz gelimi mutfak alışverişini yaparken ya da misafir ağırlarken veya ailemizin geçimi için dünya işlerinden birini yürütürken aynı zamanda ahirette sevap olarak karşımız açıkacak bir işte yapmış oluyoruz. … ..
… ..
… .. Her işin hem dünyada hem de ahirete bakan yönleri olduğunu görmek gerek. … ..
… ..
Bu noktada hırs ve tamahkârlığın karşıtı olan kanatkârlık ayrı helâl kazanç için gücü nispetinde çalışma, kazanma ve bunları Allah yoluna harcama ayrıdır. “Kendi rızkımı temin ettim, bu kadarı bana yeter, aşırıya gitmemek gerekir!” şeklindeki bir yaklaşım , sürekli çalışmayı ilke edinmeleri gereken ve “İki günü eşit olan aldanmıştır.” anlayışına sahip olmaları beklenen, inanan insanlarda olmamalıdır. “Allah’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma!” (Kassas 28/77) şeklindeki ilâhi buyruk hem ahireti hem de dünya geçimini birlikte ele almayı, denge içinde yürütmeyi gerektirmektedir.
Meşru olmak kaydıyla yaptığımız işi, veya sırf dünyalık hem de ahretlik yapan şley, niyetlerimizdir.
5. İyiler Yalnız Değildir
… ..
… ..
Temel Ahlâki İkilem
“De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza
tapmam. Siz de benim taptıklarıma tapmazsınız.
Ben sizin taptıklarınıza tapıcı değilim.
Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz.
Sizin dininiz size, benim dinim bana.
Kafirun,1-6
… ..
… ..
İyi nedir, Kötü nedir?
… ..
… .. İfadelerin bağlamından açıkça anlaşılan odur ki salih ameller Allah tarafından mü’minlere emredilen işlerdir. Bakara 873. ayette şu beş husus çerçevesinde salihatın özlü bir tanımı yapılır: “Allah’tan başkasına kulluk etmemek, ana-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyi davranmak (ihsan yani şefkat ve iyilikle muamele etmek), insanlara güzel söz söylemek, namazı dosdoğru kılmak ve zakât vermek.”
İyilerin Halleri
1.Vermek İyileştirir
… ..
… ..
Aslına bakılırsa toplumumuzda vericilik kültürü hakimdir. Ne var ki, karşılık bekler ve umduğumuzu bulamadığımızda da mutsuz olur, şikâyet ederiz. Oysa asılolan vermektir. Vermek ve sonra unutmak. … ..
… .. Vermenin kendisi tedavi edicidir. … ..
Bu arada küçük bir not ekleyelim; verilecek şeyler sadece maddi değeri olan nesneler değildir. Vaktimizi, tecrübemizi, bilgimizi, sevgimizi, emeğimizi de paylaşabiliriz. Vermenin aslı şudur ki, veren her şeyini, hiçbir karşılık beklemeden verir.
Bir Ölümün Hatırlattığı Ölüler-Vermeme Hikayeleri -1
Bir Ölümün Hatırlattığı Ölüler-Vermeme Hikayeleri -2
Bir Ölümün Hatırlattığı Ölüler-Vermeme Hikayeleri -3
Bir Ölümün Hatırlattığı Ölüler-Vermeme Hikayeleri -4
Bir Ölümün Hatırlattığı Ölüler-Vermeme Hikayeleri -5
… ..
… ..
Bu yolculukta karşımıza çıkanlar bir şeyi esirgedilerse, yüz şey verdiler bize. Veremediklerini konuşur durursak, çoğu kez yaptıkları gibi yanıltır bizi hatıralar. Kötülük gözümüze batan dal gibiyken, iyilik sessiz sedasız akan nehir gibidir, ayaklarımızın dibinde. Ovaları sular, toprağı yeşertir, vadiye hayat verir. Kahramanımızın ölüleri de öyledir.
… ..
… ..
4.İyiliğin Anahtarı: Sabır
… ..
… .. Ne yazık ki dilimizde anlam daralmasına uğramış bulunan sabır kavramı, aslında kişinin her durumda doğru olanı tercih ettikten sonra bu tercihinin gereklerine göğüs germesi demek iken; günlük konuşmalarımızda başa gelenlere zavallıca boyu eğmek, şeklinde kullanılır olmuştur. Aslında kötü gidişatı değiştirmek için yapabileceği şeyler varken bir insanınn buna seyirci kalıp hiçbir şey yapmaması sabır değil, korkaklıktır. Sabır insanı alçatmaz. Aksine onu yüceltir. Ne var ki sabır gereken aşamadan önceki adımları atabilmek için evvela cesaret denen erdem gerekir. Nefsin kolaycılığa kaçmak istemesi bize korkaklığı sabır gibi göstermeye kalkmasına yol açar. Zihnimiz öylesine bir kavram kargaşasına düştüğünde yapılacak en güzel iş, her bir kavramın tanımı ve içeriğine yeniden bakmaktır.
… ..
… .. Demek ki sabırlı insan kendisine hâkim olan, panik ve öfkeyle hareket etmeyen, fevri (tepkisel) davranmadan her durumda o duruma uygun davranışı gösterebilen ve bunun sonuçlarına göğüs gerebilen kişidir.
… .. üç farklı sabır olduğunu söyler. “İlki güçlü olanlardan, ikincisi zayıf olan kimselerden, üçüncüsü güçte eşit düzeydekilerden gelebilecek sıkıntılara karşı gösterilen sabırdır. Bunlardan ilkine sabretmek fazilet değil zavallılıktır. ; ikincisine sabretmek iyilik ve fazilettir. Üçüncüsüne gelince ona sabretmek bir olgunluk belirtisidir eğer bilerek eziyet etmişse buna katlanmak bayağılıktır.
Yıldızlar Sıkılırsa
Anne-babaların, mürşitlerin , liderlerin, öğretmenlerin yorulma lüksleri yoktur. Yoruldular diyelim, yüklerini (sorumluluklarını) atamazlar sırtlarından. Kaçıp gidemezler. YOksa balık yutuverir alimallah. … ..
… ..
… ..
Burada yükten kasıt, bulunduğumuz mevkiin sorumluluğudur, başkasının hayatının sorumluluğu değil. Aynen peygamberlerde olduğu gibi mevkiiniz bazen beklemenizi, terk etmeden yanında durmanızı gerektirebilir. (Nahl 16/82; Şura 42/48) İşte burada ‘yoruldum ‘ deyip çekip gitmemektir, yıldız olmak. Yıldızlar hep yerinde durmalı hep doğruyu göstermelidir. Evet bundan sıkılabilirler, zordur çünkü. “Ama yıldızlar, başıboş bir kargaşalığa düştü mü, vebalar, belalar, kavgalar başlar. “... ..
… ..
5.Kapsamlı İyiliği Başaranların
Varacağı Mertebe: Takva Ve Sıdk
… ..
… ..
“Sıdk” yani sözlerinde ve işlerinde dosdoğru olmak bütün peygamberlerde ortak olan beş nitelikten biridir.Onlar peygamberlikten önce de bu özellikleriyle bilinmişler ve o sayede onlara inananlar getirdikleri mesaja güvenmişlerdir. Zümer Suresi 32 ve 33’üncü ayetlerde de”sıdk” isminin Kur'an ismi olarak geçtiğini görürüz.
… ..
… ..
Alınganlık
… ..
… .. Sözüm meclisten dışarı, faraza kendimizde çok hafifi düzeyde böyle bir limonilik olduğunu tespit ettik diyelim. Ne yapacağız. Şahsen ben kendimi alınganlık yaparken yakaladığımda; (ki zihnim n-bunu asla alınganlık olarak değil perdenin arkasını görmek, feraset, akıllılık, ince anlayış gibi kabul edebilir paketlerle servis ediyor) bu kıytırık duygu yüzünden kimseyi üzmemek ve kırmamak için hiç anlamamış gibi yapıyorum. Eğer ortada gerçek bir ima varsa, onu görmezden gelmenin vereceği zarar ile ha bire üzerime alınıp, ona göre çok daha küçük olduğunu biliyorum. Üstelik hareket ettiğimde oluşacak zararı kıyasladığımda; birincisinin çok daha küçük olduğunu düşünüyorum. … ..
… ..
İyiliğin Temelleri
1.Haklar
… ..
… ..
a.Yaşamı sağlıklı Sürdürme Hakkı (Hayat, Akıl ve Neslin Dokunulmazlığı)
Sorumluluklarını yerine getirecek olan insanın öncelikle kendi haklarının bilincinde olması gerekir. Dinimizde bizzat kendi haklarının korunması ve sorumlulukların yerine getirilmesi, bütün diğer sorumluluklardan önce gelir. Kendimize bakmak ve kendimizi geliştirmekle yükümlüyüz.Ailemize, yakınlarımıza, vatan ve milletimize, nihayetinde bütün insanlığa karşı sorumluluklarımız bundan sonra gelir. Nitekim kendisi sağlıklı ve güçlü olmayan bir bünye ne dünyaya ne de ahirete yönelik sorumluluklarını yerine getirebilir.
… ..
… .. Ruhunu ilerletmek ve yükseltmek isteyen insan her şeyden önce bedeninin temizlik,sağlık ve beslenmesine gereken özeni göstermelidir. Beden sağlığına dikkat etmemiz, sağlığımızı bozacak herşeyden kaçınmamız gerekir…. ..
… .. Ruh ve beden nitelik bakımından tamamen farklı olsalar da öyle bir birlik içindedirler ki birinin durumu diğerini kaçınılmaz olarak etkiler. Bu nedenle dinimiz hem bedenimize hem de ruhumuza özen göstermemizi ister.
… …
… .. Bu noktada aklın ve kalbin ihtiyaçlarının bilincinde olmak önem taşımaktadır. Çünkü ihtiyaçlar gözetilip karşılanmadığında haklar verilmiş sayılmaz. Bunun için önce akıl sağlığını bozacak maddelerin kullanımından ve karakter yapımızı aşındıracak yaşam biçimlerinden kaçınmamız gerekir. Ayrıca akıl ve düşünce gücünün hakkını vermek için onu her türlü hurafe ve evhamdan temizlememiz doğru bilgi ve inançlarla beslememiz gerekir. Vücut için kötü gıda ve pislik neyse akıl için de yalan yanlış bilgi ve hurafe öyledir. Buy nedenle akıl gücünün hakkı onu; doğru yanlış gözetmeksizin önüne gelen bilgiyle doldurmak yerine doğru düşünme, bilgileri ölçme ve zanla değil gerçek bilgiyle karar verme yöntemlerini öğrenmektir. Özellikle deneysel gözlemle bilgi sahibi olamayacağımız din konusunda aklın doğru bilgiyi seçme sorumluluğu, hayatın bütününü ilgilendiren bir konu olduğu için büyük önem taşır.
… ..
… .. Helal rızık için çalışmayı ve yakınları arasındaki yardımlaşmayı ibadet; aile için yapılan harcamaları sadaka olarak kabul eder. Çocuklarına şefkat ve ilgi göstermeyi cenneti kazanmaya ve eşler arasındaki güzel ilişkiyi günahların affına vesile sayar.
… ..
… ..
b.İnanç ve İbadet Hakkı (Dinin Dokunulmazlığı)
Dinin korunması insanın yaratılışı gereği inanma ihtiyacından doğan bir haktır. Her insanın istediği dine inanma ve buna göre yaşama hakkı vardır. Başkalarını kendi dinimize inanmaya zorlayamayız. … ..
… ..
… .. Bu bakımdan dinimizi temel kaynakları olan kur’an ve sünnet çerçevesinde öğrenmeli, bunlara aykırı olan sapkın anlayışlardan uzak durmalıyız.
… ..
… ..
c.Ekonomik Haklar (malın Dokunulmazlığı)
… ..
… ..
Günümüzde mala verilen zarar doğrudan gasp şeklinde olmaktan çok emeğin istismar edilmesi ve insanların çalışıp gayret ettikleri halde temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek gelire ulaşamaması şeklinde kılıf değiştirmiştir. Maalesef en kutsal haklarımız arasında bulunan “malın korunması” ilkesi akıl almaz incelikte yollarla ihlal edilmekte ve dünyadaki mallar küçük bir azınlığın elinde toplanırken büyük kitleler fakirlik sınırının altında yaşamaya mecbur edilmektedirler. Bu istemi fark etmek, bu haksız işleyişle mücadele etmek ve herkesin hakkına kolayca ulaşıp koruyabildiği bir düzeni tesis etmek her ahlâklı insanın vicdan borcudur.
d.Mahremiyet Hakkı (Özel Hayatın Dokunulmazlığı)
… ..
… ..
Özel hayatın dokunulmazlığı , insanın temel hakları arasındadır. … ..
… ..
İslam’a göre bedenin gerçek sahibi onu yaratandır. Beden kişiye emanet olarak verilmiştir.
… ..
İslam, özel hayatın dokunulmazlığını temel insan hakları arasında kabul eder. Bu çerçevede Kur’an-ı Kerim insanların özel hallerini araştırmayı ver kişilik haklarına saldırı demek olan arkadan çekiştirmeyi (Hucurat 49/12) ; kendi evinden başka evlere (Nur 24/27) ve istirahat zamanlarında özel odalara izinsiz girmeyi (Nur 24/58-59), hatta bakmayı (Buhari, Libas,75) yasaklamıştır. İslam hukukçuları bu ayet ve hadislere bakarak gizli ve özel konuşmaların dinlenilmesini veya orada bulunan küçüklerden soruşturulmasını da haram saymışlardır.
c.Ekonomik Haklar (malın Dokunulmazlığı)
… ..
… ..
Hazreti Peygamber (s.a.s.)insanların gizli hallerine şehit olup da bunu gizleyen kişinin özel hallerini de Allah’ın gizleyeceğini ve kıyamet gününde onu mahcup etmeyeceğini söyleyerek inananları sır tutmaya teşvik etmiştir. (Ebu Davud, Edeb, 38,60) Bunlara ilaveten dinimiz devlete ait sırların korunmasını da emretmiş, bunu aksine davranmayı münafıklıkla bir tutmuştur. (Enfal, 8/27)
İçimizdeki Kulübe
… ..
… .. İşte bu yüzden kendimi bildim bileli içimde, , dağ başında bir kulübe saklıdır. Bazen beni yanlarında, kendileriyle birlikte sananların hiç giremediği ve ben fiziken orada olduğum halde, onları dışarıda bırakıp, içime gittiğim bir kulübe…
… ..
… .. Evet içime bakmak, sakinleşmek, içerideki kargaşayı yoluna sokmak için bir müddet yalnız kalmak gerekebilir. Ama bu hep kaçınılmaz yakınlarımız olan insanlara, daha sağlıklı bir şekilde dönmek için olmalıdır. Onlar yaratıcının geniş bir sepetten bizim için seçtikleridir. Seçeni sevdiğimizden ve hikmetsiz iş yapmayacağını bildiğimizden, razıyıdır bu seçime. … ..
… ..
… .. Tasavvuf da “Allah’a giden yol insanlar sayısıncadır” demiyor mu? Yani herkes kendi yolunu yürüyerek ulaşmaz mı anlama? Evet, bunu biliyorum. Ayrıca tefsirdeki yorum zenginliğini, fıkıhtaki fetva çeşitliliğini hatta sünni kelam içindeki açıklamaların farklılıklarını ve bu yorum çeşitliliğinin evrenselliği sağlayan zenginlik olduğunu biliyorum. Ama içimde bir yer , bu ikisinin (Hakikatin yorumlanmasındaki zenginlik ile hakikatin çoğulluğunun) aynı şey olmadığını da söylüyor. Önce bir tek hakikat olmadığını kabul edeceğiz sonra da herkesin kendi hakikatinin kendisine göre doğru sayılacağını. Zor ikna olan muhalif damarım “bu işte bir bit yeniği var” diyor. Bizim içimiz her zaman saf doğrunun kaynağı olabilecek kadar tertemiz mi? İnsan eli değmemiş mi? İnsanlar -özellikle de yetişkin olanları- birbirlerinin -özellikle de çocuklarının fıtratlarını bozarak, onların bakışlarını çarpıtmışlarsa bu çarpık bakışla saf hakikate nasıl ulaşacağız? Yoksa saf hakikat diye bir şey de mi yok?
Hatıralarımı ve kendime ait bilgileri rahatça paylaşıyor görünsem de ancak dikkatli bir bakışın fark edebileceği, yukarıda anlattığım gibi iyi korunmuş bir çekirdek alanım var. Burada sakladığım bazı yaralar bana insanların hayata, dünyaya geldiklerindeki saflıkla bakabilmelerinin imkânsız olduğunu söylüyor. O çekirdek alanda sadece yaralarımızı değil, bazen zevklerimizi ve bizi biz yapan kimi imkânlarımızı da saklarız. İşte orada sakladıklarımızdan biliriz ki hakikatin ölçüsü tek başına insanın içi olmaz.
İnsan, hayatın sırrını da anlamını da ancak başkaları ile birlikte bulabilir, Yardım ederek, savaşarak, severek, merhamet ederek, hak arayarak, paylaşarak, nefret ederek, yakınlaşarak… Bunların hiçbiri başkaları olmadan olmaz. Başkalarının varlığı ve acısı karşısındaki tutumlarımız, bizi elimizden tutarak yücelttiği gibi diğer başkaları da bizi didikler, tecessüs eder, parmak sallar, yol gösterir, hükmeder, şekil verir, bunaltır, sıkar. Ama aynı zamanda o başkalarına akıl sorarsın, sırtını dayarsın, elini verirsin, karanlıkta kaldığında yalnız olmadığını bilmek istersin. İşte bizim trajedimiz bu. Hem boğuyor bizi insanlar hem ferahlatıyor. Hem hakikati öğretmek istiyor hem uzaklaştırıyor.
O zaman ne yapacağız?
İnsan olmadan da sadece insanla olmuyor. İnsanlarla birlikte sürmek zorunda olan anlam arayışımızda iki şeye dikkat etmek gerektiğini düşünüyorum. Birincisi mesafe. Konu insanlarla ilişkilerimizin hakikate ulaşmamıza yardım edip etmeyeceği olunca, işin sırrının mesafe olduğunu düşünüyorum. Mesafesizlik yakınlık körlüğü denen zihnin bulanıklığına yol açar. Bu nedenle kişisel alanımızın olması ve bunun korunması kıymetlidir. Mahremiyet ve öznellik korunmadan, anlamı üzerine yükleyeceğimiz içsel keşif gerçekleşmez. Bütün sufi geleneklerde çeşitli formlarda varlığını sürdüren inziva, mesafenin ta kendisidir. Mesafe olmasa başkaları ile yaşadıklarımızdan bir anlam çıkarmamız da çok zorlaşır. Mesafeyi korumak ve korumakta zorlandığımız zamanlarda ise içimizde imdada yetişecek şekilde bir kulübenin hazır olması, bu nedenle kıymetlidir.
Hakikati keşfetmenin birinci şartı mesafe ise ikincisi de hakikati sadece insanlarla ilişkilerimizde bulabileceğimizi sanmamak, insan ötesini, aşkın olanı da ilişkilerimize katmaktır. Bunun kendisi için imkânsız görenlere derim ki aslında hep orada ve bize şah damarımızdan daha yakın olan, sadece bizim onu farketmemizi beklemekte ve dileyene hakikatin kapılarını sonuna kadar açmaktadır. Bu ikisini; yani insanlarla ilişkilerimizde zaman zaman içimizdeki kulübeye çekilerek ilişkilerdeki anlamı aramayı ve bu anlamı bulma serüveninde sadece oyuncularla değil, ondan daha fazla oyun kurucu ile bağını görmeyi başarabilirsek hem insanlara dayanmak hem de özümüzü -o eşsiz, biricik çiçeği- ezmeden, çürütmeden korumak mümkün hale gelir. Hedeflerimizdeki dağınıklık ve o çelişki sona erer. Her şey yerli yerine oturur.
İstiyorum
… ..
… ..
Yaşantımızın ilkelerimiz doğrultusunda özgürce ve onurla ilerlemesi için “istiyorum” diyebildiğiniz kadar ”istemiyorum” da diyebilmelisiniz. Zannımca “istemiyorum” demek istemekten daha büyük bir direnç gerektirir. Zira “istemiyorum” dediğinizde sorun çıkabilir, yüzler asılabilir, huzur bozulabilir. Oysa yeri geldiğinde “istemiyorum” diyemeyen kişi bu karman çorman dünyada inancına ve prensiplerine göre nasıl yaşayabilir ki? Elmalılı’nın harika tespiti ile; “huzur-perest olanlar cihat yapamaz”, “Şu insanla bu kadar çok görüşmek istemiyorum”, “Geç yatmak istiyorum”, Burada bu kadar vakit kaybetmek istemiyorum”, Bu alkollü ortamda bulunmak istemiyorum” vs. diyemeyecek biriyseniz, kişiliğinizi var etmeniz imkânsızlaşır. Bizi biz yapan evetlerimiz , hayırlarımızdır.
Burada bir inceliğe de dikkat çekmek isterim. İnsan bir şeyi istemediğinde bunu kuvvetli bir şekilde söylemeli. Sert demiyorum, kuvvetli demeli diyorum. Bazıları mırın kırın eder gibi bir sesle “istemem” der, bir yandan da yemek sofrasında ısrar bekleyen yaşlı teyze gibi içi gider. Kendimizi, istemediğimizi söylediğimiz şeyleri yaparken bulduğumuzda buna sebep olan şey çevrenin ısrarındaki kuvvet değil, bizim reddimizdeki zayıflıktır. Hayırlarımız kuvvetli olmadığında evetlerimizin de bir anlamı kalmaz. Huzur bozulmasın diye her şeye evet demek bizi o kadar silikleştirir ki hiç yaşamamış gibi oluruz. … ..
… ..
Dua ederken bile istediklerimizi kuvvetle (ısrarla) söylemeliyiz. Çünkü o sırada ilahi tecelliyi harekete geçirmeye çalıştığımız kadar kendi irademizi de güdülemiş oluyoruz. Bazıları hiç istekte bulunmayıp her şeyi ilahi tecelliye bırakmayı seçerler. Olur mu olur. Lâkin istemeyi yaratan, istememizi istemiş ve “Duanız olmasa Rabbim sizi ne yapsın” (Furkan 25/77) buyurmuştur. Bize düşen istemektir. Adabıyla ve kuvvetle isteriz. Sonuçta takdir edilene de razı olur, şikâyet etmeyiz.
… ..
*İyiler Yalnız Değildir & Fatma Bayram
Turkuvaz Haberleşme ve Yayıncılık
Birinci Baskı: Kasım 2014
Yazar Fatma Bayram’ın “İyiler ve iyilik” kavramlarını işlediği kitabında; itikadî konulara aşina olanlar dahil, okuyucusuna ikna edici kaynakları kullanarak verdiği bilgiler ve de özellikle “Bir Ölümün Hatırlattığı Ölüler-Verememe Hikâyeleri” başlığı altındaki beş bölüm halinde anlattığı hayat öyküsünü öğretici ve sürükleyici bulduğumu ifade etmeliyim.
YanıtlaSilAslında hayat dersi veriyor Hoca; Hikâyenin tamamını okumadan ya da sözün tamamını dinlemeden, anlamadan ilk cümlelerle yargıda bulunma yerine; sözün sonuna kadar dinlemek ve anlamak gerektiğinin dersini veriyor…
YanıtlaSilDiğer taraftan insanların çocukluk yaralarının yıllarca süren etkilerini sıkıntı olarak görmenin yanında, yılların yaşanmışlıklarının, insanların gelişimine olan olumlu/olumsuz katkılarının da olabileceğini örnekleriyle anlatıyor…
YanıtlaSilKendi sözleriyle aktaracak olursak: “Bugün bile fotoğraflarına bakmanın ürküntü verdiği, yüzünden zorbalık ve azamet akan, mutsuz, öfkeli, kindar babaannesi ve yine kendi ifadesi ile vurguladığı “neredeyse bir takıntıya dönüşen kırılgan tabiatı” … .. “gerektiğinde oraya çıkıp kendini ya da birlikte olduğu insanların durumunu açıklayıcı / ikna ediciliğini çekinmeden kullanabildiği / medeni cesareti nedeniyle bir hocasının kendisine yakıştırdığı “müevvile” (te'vîl edenler … Sözlükte geri dönmek (rücu), akıbet, tekebbür, tefsir, yönetmek ve bir şeyin başlangıcı gibi anlamlara gelen te'vîl) sıfatı ile ilgili olarak anlatıklarını … .. içinde büyüdüğü sorunlu aile hayatını, maruz kalıdığı haksızlıkları … .. “ okurken birklikte empati yaptığınızı hissediyorsunuz.
Hayat öyküsünün son bölümünde, açık kalplilikle hem kendine hem de okuyucuya verdiği ders çok ilgi çekici… .. dersin sonunda durup düşünüyorsunuz.
YanıtlaSilİyiliğin İnançla İlişkisi bölümünde; Fatma Bayram Hoca’nın vurgu yaptığı şu ayrıntı dikkat çekicidir. “iyilik şunlara inanmak, şunları da yapmaktır,” denmiyor da “iyilik şunlara inanan ve şunları da yapan kişinin tavır ve davranışlarıdır” denerek bu mertebeye ermenin ancak davranışlar yoluyla gerçekleşeceği vurgulanmış olur. sözlerini alıcı gözle anlamaya çalışmak gerektiğini düşünenlerdenim. “ Bir okuyucu olarak aynı şeyi Ziya Paşa’nın sözleri ile başka şekilde ifade edecek olursak "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz … ..”
YanıtlaSil