15 Mayıs 2025 Perşembe

Batı'dan Önce*


 Bu kitabı yazarken iki amacım vardı. Birincisi, Doğulu bir bakış açısıyla anlaşıldığı şekliyle, uluslararası tarihin ve dünya siyasetinin Avrupa merkezli olmayan bir versiyonunu yaratmak istedim… İkinci(si)... Asya’nın siyasi ve ekonomik dirilişi ve Asta tarihyazınının yakın gelecekte sapabileceği çok sayıda tehlikeli yol ortadayken, Asya tarihinin hiçbir ‘ulus’a, ‘medeniyet’e, ‘ırk’a ya da ‘din’e ait olmayan bir anlatısını sunmak istedim…

Batı’dan önce 13.yüzyılda Cengiz Han’ın İmparatorluğu’yla başlıyor ve o zamandan 17. yüzyıla kadarki uluslararası ilişkiler tarihini (ve bunun 19. yüzyıldan günümüze gelen modern uluslararası düzendeki yansımalarını) anlatıyor. Bu dönemde dünyanın merkezi Batı değil, Avrupa değil, Dünyanın düzeni Asya merkezli: Siyaset orada, ticaret orada, rekabet orada, refah orada. Batı, kitaptaki hikâyeye sonundan katılıyor. Çünkü en azından 16. yüzyıla kadar Avrupalılar hikâyenin önemli aktörleri hele başrol oyuncusu kesinlikle değiller; o zamanki uluslararası sistemin kıyısında bulunuyorlar…


Modern uluslararası düzenimizin 19. yüzyılda çıkmasını mümkün kılan ‘Batı’nın Yükselişi’ydi ve bu düzenin merkezindeki imtiyazlı koltukta son iki yüz yıldır Avrupa/Batı oturuyor. Bu olgu güncel siyasetimizi sürekli olarak şekillendirmekle kalmadı, siyasi dünya tarihi anlayışımızı, dolayısıyla da uluslararası politika kuramlarımızı çarpıttı. Birçokları değişmez bir biçimde, hikâyenin sonunu bu tarihten geriye doğru okudu…


Kitapta anlatılan tarihin günümüzdeki izdüşümüne gelirsek… Hiçbir düzen, zamanında ne kadar kalıcı gözükürse gözüksün, sonsuza kadar devam etmiyor.”


Doğu Nedir?

… ..

… .. İşte ben bu kitapta, 13. yüzyılda Cengiz Han İmparatorluğu’nun kurulmasıyla başlayıp 17. yüzyıldaki “Genel Kriz”den hemen sonra, Avrupa’nın yükselişe geçişinden önce sona eren bu tarihi kapsamayı amaçlıyorum. 

… ..

… ..


Egemenlik Modellerinin Kuramsallaştırılması ve Karşılaştırılması

… .. .

Birbiriyle yarışan egemenlik iddiaları merkezileşmeye bir alternatif oluşturur. Yelpazenin bu tarafında, net bir egemen olmadığında gene de işleyen, adem-i merkezileşmiş bir düzenleme de bulunur. Nİtekim, bu bölümde ele alacağımız aşırı merkezileşmiş Cengiz egemenlik modeli çöktüğünde, yerini sıklıkla bu adem-i merkezleşmiş bir düzenlemeye bırakmıştır; bu da İç Asya’nın aşırı merkezileşmeyi değil de düzen eksikliğini çağrıştırmasının nedenlerinden biridr. Uluslararası İlişkiler disiplini bu alternatif egemenlik düzenlemelerini ve aralarındaki ilişkileri saptamakta ya da modellemekte güçlük çeker. Karşılaştırıldığında, Antik Yunan şehir devletleri ya da Roma, merkezi siyasi otoriteye de sahip oldukları için daha benzer görünürler. Ama Antik Mısır’ın da böyle olduğu iddia edilebilir. 

Siyasi otoritenin merlkezileşmesi çok farklı biçimler alabilir. Siyasi otoritenin artan merkezileşmesini en az üç boyutta ileyebiliriz: (A) dikey boyut; burada farklı otorite kaynaklarına sahip birimler giderek, hiyerarşinin en tepesine yükseltilmiş olan aynı merkezi otoritenin altına girer; (B) uzamsal ya da ilişkisel boyut; burada merkezi aktör/birim periferik aktörler/ birimler (perifer uzam ya da ilişki temelinde tanımlanır) üzerinde daha fazla güç sahibi olur; ve (C) asimilasyoncu boyut; burada merkezi otoritenin kontrolü altında ya da yetkisi alanında yaşayan nüfus giderek daha fazla homojenleşir. 

Siyasi merkezileşmenin tarihsel formlarını incelerken genellikle (A) şıkkını gözlemleriz; buna giden yol farklı biçimler alabilir: (a)kaynaşma -yani siyasi otoritenin başka tür otoriteleri de üstlenerek merkezileşmesi (örneğin, Hz. Muhammed gibi bir peygamberin yönetici ya da Kral VIII. Henry’nin aynı zamanda İngiltere Kilisesi’nin başı olması gibi) ya da (b) tahakküm- yani, siyasi otoritenin kendisini, artık egemenliğini kabul eden diğer otorite iddialarının üzerine yükseltmesi (çoğu modern devletler gibi). …

… ..

… ..

Bu eksenlerden herhangi birinde siyasi merkezileşmedeki güçlenmeyi hemen her zaman direnç gösterilir, zira bunlar nüfusun buna maruz kalan kısınları için ister istemez maddi, siyasi ve toplumsal maliyetler yaratır. Ve merkezileşme başarılı bir şeekilde tamamlansa bile, her zaman aşınmaya açıktır. … ..


… .. O halde, merkezileşme daimi bir düşünsel bir meşrulaştırma gerektirir. Merkezileştirmenin derecesi ne kadar yüksek olursa meşrulaştırılması da o kadar zor olur (zira dah çok insan daha çok şeyden vaz geçmek zotunda kalır). … ..

… ..

… ..

Dış Tanıma Olarak Egemenlik

Modern devlet egemenliğinin üçüncü özelliği, bu egemenliğin diğer egemen devletler tarafından tanınmaya bağlı olmasıdır. … ..

… ..

… ..


“Cengizli” Egemenlik Modeli

… ..

… ..

Cengizli modeline (ya da ideal tipine) damgasını vuran özellişk, gücün ve otoritenin Bütük Han’ın (yüce hükümdar) şahsında aşırı merkezileşmesiydi. Tıpkı Cengiz Han gibi “Cengizli” hükümdarları da otoriteyi başka hiç kimseyle paylaşmadılar. Dini (ve diğer) aktörlerin üstünde ve ötesinde, ytasa yapma gücü üzerinde hak iddia ettiler. Başka bir deyişle, Cengizli egemenlik modelinde yüksek derecede dikey merkezileşme görürüz. Cengiz Han’ın imparatorluğu Asya’nın nerdeyse tamamına yayıldı ve kıtanın her yanını nispeten tektip kurallarla yönetmeyi denedi (en azından prensipte); bu nedenle, en azından başlangıçta ve daha önce var olanla kıyaslandığında daha yüksek bir uzlamsal-ilişkisel merkezileşme de gösterdi. Buna karşılık, Cengizliler kontrolleri altındaki nüfusu homojenleştirmekte çok az ilgilendikleri ya da hiç ilgilenmedikleri için asimilasyoncu bir merkezileşme neredeyse hiç olmadı. İster istemez, bazı önemli açılardan bunu yaptılar (sonraki düzenlerde Cengizli egemenlik normunun varlığını takip edebilmemizin nedeni budur), ama tasarlanmış bir şey değildi.  … ..

… ..

… .. Belirli yerlere- “Çin”, “İç Asya” vs.-hükmetme konusunda zaman içinde izini sürebildiğimiz  spesifik uğraşlar vardı, ama buraları kendi başına hükümranlık alanları olarak değil, daha çok sembolik güç bahşeden yerler olarak anlaşılıyordu. … ..

… ..

… .. Cengizli modelinde modern bir taritoryalite anlayışı ve buna eşlik eden haritacılığa yönelik  bir ilgi yerine, teritoryal erişimin büyüklüğüne yapılan bir vurgu ve buna eşlik eden astronomiye ve astrolojiye yönelik bir ilgi görürüz

Bir diğer temel unsur da, Cengizli egemenliğinnin meşrulaştırılmasında “dış”  tanımanın oynadığı roldü. Büyük Han’ın bir cihangir olması gerekiyordu. Cengizli modelinde siyasi otoriteni, aşırı merkezileşmesi evrensel egemenlik (“cihan hâkimiyeti) mefhumuyla yakından bağlantılıydı. Bunların ikisi el ele gitti; fetihler durduğunda Cengizli modelinin istikrarsızlaşmaya başlamasının  nedeni de budur. Böyle durumlarda, Cengizli egemenler ellerinden geldiğince uzun bir süre melez meşrulaştırma biçimlerini kullanmayı denediler; İslam  (Farslılaşmış hükümdarlık modellerinin yansıttığı şekliyle) kısmen değiştirilen Cengizli modeli için özellikle faydalı bir yol arkadaşı olduğunu kanıtladı, ama bu da kendi zorluklarını yarattı. Cengizli modeli ile İslam’ın  özel bir versiyonuna Timurlu modeli, adı verilecekti ( bu konuyu 3. ve 4. ,bölümlerde daha etraflı bir şekilde tartışacağız.)

… ..

… .. Modern öncesi çağda, dünyanın dört bir yanında yasaların Tanrı(lar) tarafından verilmesi (ya da öyle olduğunun söylenmesi) kutsal metinlerde ya da mevcut toplumsal geleneklerde bulunması, rahipler, hukukçular ve âlimler tarafından incelenip yorumlanması daha yaygın bir olguydu. Aslında dinin tarihsel olarak araçlarından biri olarak iş görmesinin nedeni mülkiyetçilik ve keyfi yönetim üzerindeki temel denetleme araçlarından biri olarak iş görmesinin nedeni de budur; bizim modern bakış açımızla nadiren hakkını verdiğimiz bir olgudur. Hükümdarlar ellerinden geldiğinde, elbette ki yeni yasalar yapma yetkisine sahip olduklarını iddia etiler, ama kutsal metinleri dinlemek ya da mevcut içtihada uymak yerine neden bütün yasaları kendilerinin yapmak zorunda olduğuna iyi bir açıklama getirmeleri gerekecekti. Bu konu gündeme geldiğinde, “Sana yasa yapma yetkisini kim verdi? sorusunun cevabı hemen her zaman “Tanrı(lar)” oldu. Yasa yapıcılar

Tanrı’nın iradesini dile getirdiklerini iddia ettiler. Hz. Muhammed Allah’ın resulü olduğu içindir ki en yüksek otoriteye sahipti. Böyle bir senaryoda yasaların kökeni hâlâ Tanrı’dır ve onun adına konuşan (sonra da kelamı yazıya çeviren) bir kişi aracılık eder. Prensipte Tanrı egemen olarak kalır ve peygamber-hükümdar fiiliyatta bu dünyadaki en yüksek otorite olsa bile, sadece bir aracı haline gelir. 

Cengiz Han bunu bir adım ilweri götürdü. Kendini yasa koyucu yaptı., ama peygamber olduğunu iddia etmedi. Yaptığının ilahi yasaları dile getirmekten ibaret olduğunu da iddia tmedi. Yasayı yaptı ve kendi diini kuralları ve yasaları olan insanlardan, gene de buna itaat etmelerini bekledi. … ..

… …


“Doğu”nun Dünya Düzenleri

… ..

… .. Cengiz Han’ın İmparatorluğu 13. yüzyılın başından itibaren Asya’da Büyük Okyanus kıyılarından Karadeniz’e kadar (şimdi tanımladığımız şekliyle) kıtanın  neredeyse tamamını kapsayan bir siyası düzenleme yarattı. Moğol (ya da daha iyisi Cengizli) (*Cengiz Han’ın imparatorluğunu “Moğol” diye adlandırmak teknik olarak doğru olsa da düşüncemizde günümüz bakış açısının etkisinde bir çarpıtma yaratır. Bknz dipnot 16. Okuyucular bunun o dönemde “ulusal” bir adlandırma olmadığını (kabile adı da olmadığını) akılda tutmalıdır. Moğol siyaseti güçlü hanedanlar ve t-yurtlujlkları etrafında örgütlenmişti. … ..) İmparatorluğu 13. yüzyılın sonunda birbirine rakip dört hanlığa bölündü: Altın Orda/Cuci Hanlığı (“Rusya”), İlhanlılar(“İran”), Çağatay Hanlığı (İç/Orta Asya) ve Kubilay Han’ın  Yuan Hanedanı (“Çin”). 14. yüzyıl içinde bu hanlıklar yerlerini Asya’nın başka yönetici hanedanlarına bıraktılar; bunlardan bazıları doğrudan (örneğin Timurlular, Bâbürlüler) ya da etnik-dilsel bakımdan (örneğin Osmanlılar, Safevîler) Cengizli hanedanıyla akrabaydı, bazıları (örneğin Rurikler, Mingler) değildi, ama hepsi egemenliğe yaklaşımlarında Moğol yönetiminin önceki dönemlerinden farklı derecelerde etkilenmeler sergilediler.Dolayısıyla bu halef siiyasi yapılarda hem artan derecelerde siyasi merkezileşme hem de evrensel imparatorluk iddiaları olduğunu gözlemleyebiliriz.

… .. 

… .. Cengizli modelinde tipik olarak erkek kardeşlerve diğer akrabalar egemenlik iddiasında bulunmak için birbirleriyle (ölümüne) savaşırlardı.Tanistry gökten gerçekten yetki almış vârisi seçmek seçmek için veraset dönemini kullanmanın bir yolu olarak düşünülebilir. … ..

… .. 

Daha önce de belirttiğim gibi; Cengizili egemenlik modeliyle ilişkili bir başka kurum da astronomi ve astroloji merkezli ilimdi ( ve giderek artan ölçüde diğer ökült ilimler); bu, egemenlişğin garanti altına alınmasında “göğün” oynadığı önemli rolden ileri geliyordu: “Göğün” yeri yönetmek için gerekli bilgi kaynağı olarak simetrik biçimde kavranması…  onların başkalarını üstün bir bilginin gücüyle yönettiklerini söylemekle eşdeğerdir. Göklerin incelenmesinin Cengizlilerin (“göğün” izdüşümü olarak) “dünya” anlayışıyla, dolayısıyla da evrensel imparatorluk projeleriyle derin bir ilişkisi vardı. Dolayısıyla, Cengizli ve Cengizli sonrası hükümdarların tamamının astroloji ve astronomi çalışmalarına, çağdaşlarına kıyasla çok daha fazla kolaylık sağladıklarını görürüz. … ..

… ..

… .. Başka bir deyişle, bu kitaptaki düzenler uluslar-arası düzenler değil, hanedanlar-arası düzenlerdir. Karşılaştırılabilir olmalarını sağlamak için ben her ikisini de “dünya düzenleri” olarak atıfta bulunuyorum. Moğollar için yapılan, kaotik bi kabileler topluluğu şeklindeki alışıldık niteleme okuyucuları daha tanıdık geliyorsa . .. ..

… ..  Cengizliler ve halefleri tarafından kurulmuş üç “dünya düzeni” saptayabiliriz. Bu kitabın kapsadığı zaman dilimi 13.yüzyıldan 17. yüzyıl sonuna kadar uzanıyor. Bu beş yüz yıllık dönem, Cengiz Han ve hanedanının mensupları tarafından yaratıldığı şekliyle “Moğol” ya da “Cengizli” dünya düzeniyle (13. ve 14. yüzyıllar” başlar; bunu Timurlular ile erken Ming döneminin “Cengizli sonrası” potansiyel dünya düzen(ler)i (14. ve 15. yüzyıllar) izler; nihayet, merkezinde Timurlu (dolayısıyla Cengizli) sonrasın üç imparatorluğun ve onların düzen(ler)inin, yani sahipkıran (binyıl hükümdarları) düzeninin (15.-17. yüzyıllar) yer aldığı küreselleşen bir dünya gelir. Benim temel argümanım, bu dönemlerin her birinde dünyaya egemenliklerini Cengizli normları temelinde meşrulaştıran Büyük Hanedanlar’ın hâkim olduğu ve düzen verdiğidir. … ..

… ..


Alternatif Bir Doğu Tarihi (I. Kısım)

Bu düzenlerin birincisi 2. Bölüm’de uzun uzadiye incelenecek olan Cengiz Han’ın (ve hanedanının) 13. yüzyılda kurduğu “dünya düzeni”ydi. “Batı”dan farklı bir “Doğu” sahiden varsa ayrılık noktalarından biri buraya yerleştireilebilir. Neticede, Cengiz han’ın doğuda Büyük Okyanus’tan batıda Akdeniz’e kadar uzanan imparatorluğu her şeyden önce bir “Asya” imparatorluğuydu. Bu düzenin aktörleri(ve düzenin içindekiler) güneylerindeki Hindistan alt kıtasıyla ve batılarındaki Avrupa/Akdeniz bölgesel düzenleriyle etkileşime girdiler (ve gelişmelerden karşılıklı olarak etkilendiler),ama bu bölgelerdeki siyasi yapılar çoğunlukla bu düzene dahil edilmediler ve kendi iktidar, meşrulaştırma, savaş vs. mantıklarını korudular. Bu “Asta” düzeninde, bugün “Rusya”, “Çin”, “İran” ve “Orta Asya” dediğimiz coğrafyalarda *esasen Kıta Asyas’sının büyük bölümünd yaşayan halklar, tarihte ilk defa aynı hümdarı paylaştılar. … ..

… ..

… .. Bunlar aynı zamanda, Hint Okyanusu’nun yanısıra bütün kıtayayayılan kara ve deniz yollarıyla birbirleriyle önemli ölçüde bağlantılıydılar. 

Bu giiibi ticaret yollarının -ipek yolları denen güzergâhların-geçmişi Cengizli İmparatorluğu’ndan önceye dayansa da, Moğollar posta (yam) sistemi gibi kurumlar aracılığıyla bu bağlantıları güçlendirdiler ve kıta içindeki büyük nüfuz alanlarında buy bağlantılaruı güçlendirdiler. ver kıta içindeki büyük nufuz alanlarında her yerde bulunmalarından ötürü temas noktalarını homjenleştirdiler. Böylece 14. yüzyılın ünlü kâşifleri -örneğin Marco Polo ya da İbn Battûta- Avrupa ya da Afrika’dan Çin’e (bu roytalar boyunca gezginlere rastlamaya alışkın olması gereken) ev sahipleri arasındabelli bir merak uyandırmaktan öte bir kargaşaya yol açmaksızın, nispeten kolaylıkla seyahat edebildiler ve yol boyunca karşılarına çıkan şehirler ve hükümdarlar birtakım güncel bilgi taleplerinden çok da fazla bir taleple karşılaşmadılar. Daha başkaları tam tersiistikamette, Çin’den Batı Asya’ya doğru seyahat ettiler ve Avrpa’da ya da şimdi İran denen topraklarda yeni hükümdarların yönetimi altında yeni hayatlara başladılar. Bu düzenin (en azından Uluslararası İlişkiler’de) çoğunlukla unutulan bir yönü de, özellikle “İran” ile “Çin” arasında her türden epistemik alışverişi kolaylaştırmasıydı: Bürokratlar, âlimler, sanatçılar, zanaatkârlar, mühendisler Asya’nın bir yanında doğabilir, ama meslek yaşamlarını kıtanın öteki yanında sonlandırabilirlerdi; bu da her iki toplumun sanatsal, kültürel ve bilişmsel standartları üzerinde derin etkiler yarattı. … ..

… ..

Cengiz Han’ın Büyük Haneden’ı tarafından yönetilen dünya imparatorluğu/hanlığı yarım asırdan uzun bir süre Asya’nın büyük bölümünü aynı hükümdarın egemenliği altında tuttuktan sonra -ki bu, 13. yüzyıl bir yana bugün için bile azımsanmayacak bir bi başarıdır- yukarıda saydığımız dört parçaya bölündü; bunlardan her biri ilk başta yönetilmeleri için Cengiz Han’ın soyundan gelen farklı kollara verilmiş topraklarda üstlenen daha küçük hanlıklardı. Bir zamanlar özerk olan bu rakip hanlıklar dünya egemenliği  iddialarını kabul ettirmek için bir dönem birbirleriyle kıyasıya savaştılar, ama 14. yüzyılın  başlarında “güç dengesi” tipinde bir denge oluştu. Ne var ki, çeşitli yapısal baskılar -özellikle de 14. yüzyılda Kara Veba’nın Doğu’dan (ya da Orta Asya’dan) Batı’ya yayılması bu düzenlemenin de sonunu getirdi. Hanlıklardan bir hariç hepsi parçalandı. Altın Orda Asya’nın kuzeybatı boskırlarını (bugünkü Rusya) yönetmeye devam etti, ama Çağatay Hanlığı ve İlhanlılar dağılarak, sonunda yerlerini Maveraünnehir menşeli Timurlu imparatorluğuna bıraktılar ve Yuan Hanedanı’nın yerini Ming Hanedanı aldı.

… ..

… .. , Cengiz han’ın Büyük Hanedanı’nın iki potansiyel halefininTimur’un (Timurlenk) ve Zhu Yuanhang’ın (Hongwu) Büyük Hanedanlar’ı -ikincisi (erken) Ming Hanedanı’dır.- arasındaki rekabetin yarattığı dünya düzeniydi. Bunlardan biri açıkça Cengizli menşeini öne çıkarmış, öteki ise kendisinden öncekiCengizli hanedanını (Yuan) reddederek iktidara gelmiş olsa da, … ..

… ..

Timur Çin’i fethetmeyi başaramadı ve sonunda iki taraf karşılıklı tanımaya benzer bir şeyde uzlaştı. … ..

… ..

… .. Dahası 3. Bölüm’de tartışacağımız gibi, kıtayu birbirine bağlayan sadece patylaşılan Cengizli normları değil, nispeten sağlam bir ticaret ağıydı. … ..

… ..

… .. İki hanedan etkileşimde olmadıkları zamanlarda bile birbirleriyle sembolik olarak rekabet ettiler ve bunu yapmaklaAsya’daki 14. ve 15. yüzyıl dünya düzeninin normatif dokusunu güçlendirdiler.

… ..   Timurlu-Ming dünya düzeni de çok uzun süre devam etmedi. Balka bir yapısal kriz -bu sefer “külçe kıtlığı” denen para darlığıyla ilişkili bir kriz- 15. yüzyılın ortasında Avrasya’yı vurdu. … 



Asya ve Avrasya Dünya Düzenlerinden Çıkarılacak Dersler (II. Kısım)


BİRİNCİ KISIM

Cihannüma


İKİNCİ BÖLÜM

Doğu’nun Yaratılması: Cengizli Dünya Düzenleri


Giriş


“Asya” Nedir?


Cengizli Fetiihleri: Bir Zaman Çizelgesi


(Temuçin) Cengiz Han’ın Yükselişi (salt.1206-1227)


Doğuya (Kuzey “Çin”e) Doğru Gelişme


Batıya (Maverâünnehirr’den Kafkasya’ya) Doğru Genişleme


Cengiz Ha’ın Sonu ve Büyük Hanedan’ın Yükselişi


Ögeday Han (salt 1229-1241) ve Avrupa Seferi


Fetret Dönemi ve Güyük’ün Kısa Süren Hanlığı (salt. 1246-1248)


Mengü Han (salt. 125ı-1259); İran’a ve Güney Çin’e Doğru Genişleme


İmparatorluğun Bölünmesi


Cuci Hanlığı (“Altın Orda”)

(“Rusya”)


Çağatay Hanlığı (“Orta Asya” 


İlhanlılar (“İran/”Ortadoğu)


Yuan Hanlığı (Hanedanı) (“Çin”)


Cengizli Dünya Düzeninin Parçalanması


Cengizli Dünya Düzenini Anlamak


Cengizli Devletinin Siyasi Yapısı


Cengiz Han’ın Merkezileşme Modeli


Bir Cihangir Olarak Cengiz Han’ın Mirası


Cengizli Dünya Düzeninin Asya ve Ötesindeki Mirası


Cengizli Dünya DüzenininParçalanmasına Ne Sebep Oldu?




ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Doğu’nun Bölünmesi: Cengizli Sonrası Dünya Düzenleri

Timurlular ve Mingler (14.-15. Yüzyıllar)


Giriş


Asya’nın Bölünmesi: Mingler ve Timurlular


Cengizli Sonrası Dünya Düzeninin Parçalanması


Erken Mingler ve Timurlular Asya’da Bir “Dünya Düzeni”


Bağların Gevşemesi ve “15.Yüzyıl Krizi”



DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Doğu’nun Genişletilmesi: Timurlu Sonrasıı Dünya Düzenleri

Osmanlılar, Safevîler ve Bâbürlüler (15. -16. yüzyıllar)



Giriş


Geleneksel Uluslararası İlişkiler Anlatılarında 16. Yüzyıl


Binyıl Egemenlerinin Yükselişi: Bir Zaman Çizelgesi


İslam’da Adem-i Merkeziyetçilik Geleneği


Bâbürlülerin ve Safevilerin Yükselişi (Erken 16. Yüzyıl)


Bâbür: Son Tümurlu, İlk Bâbürlü


İsmail: Mehdi Kimlikli Bir Tarikat Olarak Şah


İsmail’in Osmanlı Aynası: Yavuz Sultan Selim


16. Yüzyıl Ortası: Kanuni Sultan Süleyman (Osmanlılar)


Süleyman’ın Çağdaşları: Hümâyun (Bâbürlüler) ve I. Tahmasb (Safeviler)


16. Yüzyılın Kapanışı: Ekber Şah


17. Yüzyıla Geçiş


Bir 16. Yüzyıl “Dünya Düzeni” Olarak Binyıl Egemenliği




Binyıl Hükümdarlarının Gerilemesi mi?




BEŞİNCİ BÖLÜM

Doğu Dünya’yı Nasıl Oluşturdu? Avrasya ve Öyesi

Küreselleşen Bir Dünya Üzerindeki Cengizli Etkileri


Giriş

Binyıl Egemenlerinin Batısına Bakış


Şarlken Potansiyel Sahipkıran mı?


Epistemolojik Ağları


Avrupa Bilgisinin Sınırları


Binyıl Egemenlerinin Kuzeyine ve Doğusuna Bakış


Cengizli Hanlıklar Düzeninin Sürdüğü İç Asya 


16. Yüzyılda Ming Hanedanı (2.0)


Rus Çarı IV. Ivan


Korkunç Ivan : Bir Cengizli Hükümdarı mı? 


16. Yüzyıl Düzeninin Parçalanması


“17. Yüzyıl Genel Krizi”nin Etkisi


İKİNCİ KISIM


ALTINCI BÖLÜM

Doğu Dünya Düzenlerinin Yükselişi vr Düşüşü

Uluslararası İlişkiler Disiplini İçin Dersler


Giriş

 

Uluslararası Disiplini İçin Dersler


Makro Tarihsel Karşılaştırmalara Nasıl Yaklaşılmalı? 


Dünya Düzenlerinin Yükselişi ve Çöküşü Konusunda Genel Dersler


“Doğu’nun Gerilemesi”ni Yeniden Düşünmek


Batı Düzeni’nin Sonu mu?





*Batıdan Önce / Doğu Dünya Düzenlerinin Yükselişi ve Düşüşü  &  Ayşe Zarakol

İngilizce aslından çeviren : Renan Akman

1.Baskı: İstanbul, Ağustos 2024

Koç Üniversitesi Yayınları





*Ekümeniklik - Vikipedi

*Ekümeniklik, günümüzde genellikle, daha büyük bir dinî birliği ya da dinlerarası iş birliğini sağlama amacını güden girişimleri ifade eder.

En geniş anlamıyla, dinî birlik veya dinî iş birliğinden maksat, üç İbrahimî din olarak İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik dinlerinin ortak manevî değerlerine vurguda bulunan dünya kapsamında bir dini birliktir. Daha çok bilinen dar anlamıyla ekümeniklik, bu üç dinin herhangi birinin mezhepleri arasında iş birliği anlamına gelir.

… ..


*Sömürgecilik - Vikipedi

*Sömürgecilik; kolonicilik, kolonyalizm ya da müstemlekecilik, genellikle bir devletin başka ulusları, devletleri, toplulukları, siyasal ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılması veya yayılmayı istemesidir.

… ..



*Doğu Asya - Vikipedi

*Doğu Asya, Asya kıtasının doğu bölgesidir. Çin, Tayvan, Japonya, Kore (Kuzey Kore ve Güney Kore), Uzak Doğu Rusya ve Moğolistan ülkelerini kapsar.

.. ..



*Orta Asya - Vikipedi

*Orta Asya, dar anlamıyla geçmişte Sovyetler Birliği'nin parçası olan beş ülkeyi (Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan) tanımlar. Geniş anlamda ise Afganistan, Pakistan'ın kuzeyi, Çin'in batısı (Doğu Türkistan ve Tibet), Moğolistan ve Rusya'nın bir kısmı ile kuzeydoğu İran'ı içeren bölge ve bölgeyi tanımlamak için kullanılan coğrafi terim. Asya'nın dünya okyanuslarından uzak iç kesimini belirtmek için kullanılır, bölgenin bu denizlere kapalı oluşu başlıca ana özelliğidir. Orta Asya, aynı zamanda Türk halklarının anayurdudur.

.. ..



*Vestfalya Antlaşması - Vikipedi

*Birkaç antlaşmayı da içine alan Vestfalya Barışı (Münster Antlaşması ve Osnabrück Antlaşması), Otuz Yıl Savaşları ve Seksen Yıl Savaşları'nın sonunda Ekim ve Mayıs 1648 tarihlerinde imzalanmıştır. Antlaşma 24 Ekim ve 15 Mayıs 1648'de Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, diğer Alman prensleri, İspanya, Fransa, İsveç ve Hollanda Cumhuriyeti temsilcileri arasında imzalanmıştır. Fransa ve İspanya arasında 1659 yılında imzalanan Pyrenees Antlaşması'nı da bu antlaşmanın içine dahil edilebilir. Bu barış tarihçiler tarafından modern çağın başlangıcı olarak gösterilmektedir.

İki antlaşmanın metni de hemen hemen aynıdır ve Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun[1] iç meselelerinden bahsetmektedir. Barış bugün bile önemini yitirmemiştir, akademisyenler bugün var olan uluslararası sistemin Westphalia ile başladığını belirtmektedirler. Bu temel ve ortaya çıkan duruma revizyonist akademisyenler ve benzer düşüncedeki politikacılar tarafından karşı çıkılmaktadır. İmzalanan barışa revizyonistler kuşku ile bakmaktadır ve bunu söyleyenler ve politikacılar "Westphalia Sistemi"nin bir sonucu olan egemen ulus-devlet sistemine karşı çıkmaktadırlar.


Barışın Yapıldığı Bölge:

Barış Alman Kuzey Ren-Vestfalya ve Aşağı Saksonya eyaletlerinin 50 km uzağında bulunan Münster ve Osnabrück şehirlerinde yapılmıştır. İsveç, Münster ve Osnabrück'i önermiştir, Fransa ise Hamburg ve Köln'ü. Her iki durumda da iki bölge gerekmektedir çünkü Protestan ve Katolik liderler birbirleriyle görüşmeyi reddetmektedir. Katolikler Münster'de, Protestanlar ise Osnabrück'te bulundular.


Sonuçları:

Dahili Siyasi Sınırlar:

III. Ferdinand, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu yasalarına karşı gelerek tüm yetkileri kendinde toplamıştır. Alman eyalet yöneticileri de kendi bölgelerinde dini inançları ile ilgili gerekli kararları kendileri verecektir. Protestan ve Katolikler daha önceki gibi tekrar eşit haklara sahip olacaktı ve Kalvinizm yasal olarak tanındı.[2][3]


Verilen Kararlar:

Westphalia barışının ana kararları:

  • Bütün gruplar 1555 yılındaki Augsburg Barışı'nı tekrar tanıyacaklar. Her prens kendi bölgelerinde dini inançlar ile ilgili doğru kararlar verecek olup seçenekleri Katoliklik, Lutheryanizm ve Kalvinizm'dir.[2][3]

  • Hristiyanlar bulunduğu prensliklerde kabul görmeyen mezheplerin, kilise güvencesi altında kamusal alanlarda kendilerine ayrılan saatler içerisinde ve özel olarak ibadetlerini yapabilecekler.[2]


Bölgesel düzenlemeler:

  • Barış koşullarının çoğunluğu zamanın Fransa'sını uygulamadaki (de facto) lideri Kardinal Mazarin'e atfedilebilir (Kral XIV. Louis çocuktur). Fransa savaştan biraz uzak durmasına rağmen savaşa daha çok katılan diğerleriyle aynı konuma gelmesi şaşırtıcı değildir. Fransa, Lorraine bölgesinde bulunan Metz, Toul, Verdun piskoposluk bölgelerini, Alsace (Sundgau) bölgesindeki Habsburg ve Alsace'nin Décapole şehrinin (fakat Strazburg'un tamamı değil, Strazburg piskoposluk bölgesi ve Mulhouse) kontrolünü ele geçirdi.

  • İsveç, Bremen ve Verden prensliği ve piskoposluk bölgesi ile Western Pomerania'nın kontrolünün yanı sıra bir de tazminat aldı. Böylece Oder, Elbe ve Weser nehirlerinin geçtiği dağların kontrolünü eline aldı ve Alman Reichstag Prensler Meclisinde üç oy hakkı elde etti.

  • Bavyera Palatinate'nin İmparatorluk Seçiciler Konseyi'ndeki (Kutsal Roma İmparatoru seçmenleri) oylarına sahip oldu, bu haklar 1623 yılında Elector Palatine Frederick V tarafından elinden alınmıştı. Frederick'in oğlu Prens Palatine (Charles I Louis, Elector Palatine) sekizinci seçici olarak belirlendi.

  • Brandenburg (daha sonraları Prusya) Farther Pomerania'yı ve Magdeburg, Halberstadt, Kammin ve Minden piskoposluk bölgelerini aldı.

  • 1609 yılında ölen birinin yerine Jülich-Cleves-Berg Dükleri birbirlerinin yerine geçeceği açıklandı. Jülich, Berg ve Ravenstein şehirleri Palatinate-Neuburg'a (Count Palatine of Neuburg) bağlandı, Cleves, Mark ve Ravensberg şehirleri ise Brandenburg'a bağlandı.

  • Osnabrück prensliği-piskoposluk bölgesi Protestanlar ve Katolikler arasında dönüşümlü olarak yönetilmesi kabul edildi, Protestan piskoposlar öğrenciler için Brunswick-Lüneburg'dan bir ev seçti.

  • Bremen bağımsız bir şehir olarak ilan edildi.

  • Yüzlerce Alman prensliğine, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun aleyhine olmayacak şekilde, başka ülkelerle bağımsız bir şekilde antlaşma imzalaya bilme izin verildi.

  • Palatinate, Elector Palatine Charles Louis (Frederick V'in oğlu ve vârisi) ve Bavyeralı Elector-Duke Maximilian arasında tekrar bölündü ve böylelikle Protestanlar ve Katolikler arasında da bölünmüş oldu. Rhine yakınlarına kadar Aşağı Palatinate'nin kontrolü Charles Louis'e, Kuzey Bavyera'da Yukarı Palatinate'nin kontrolü ise Maximilian'a verildi.

  • Ticari sınırlar ve ticaret savaş durduktan sonra tekrar canlandı ve Rhine'de serbest deniz seferleri "bir derece" garanti altına alındı.

  • Bu antlaşma uluslararası bir öneme sahiptir.[4]

Uluslararası İlişkiler Teorisindeki Önemi:

Geleneksel Realist Görüşler:

Revizyonist Görüşler:




*Marco Polo - Vikipedi

*Marco Polo (d. 15 Eylül 1254; Venedik, Venedik Cumhuriyeti - 8 Ocak 1324, Venedik Cumhuriyeti), İtalyan gezgin. Ünlü kâşif ve tüccar Niccolo Polo'nun oğludur. Bazı kaynaklar Marco Polo'nun aslında Macar olduğunu ve Dalmaçya'nın Korcula Adasında doğduğunu bu ada o zaman Venedik protektorası olduğu için Venedikli ve İtalyan bilindiğini söyler.[1] Çocukluğunda, Karadeniz ve Akdeniz'deki ticaret merkezlerine uğrayan babasıyla yolculuk yapmıştır. Ticareti Asya'ya seyahat ederek Kubilay Han ile tanışan babası Niccolo ve amcası Matteo'dan öğrenmiştir. Babası ve amcası 1269 yılından Venedik'e dönerek ilk defa Marco ile tanışmıştır. Daha sonra üçü birlikte Asya'ya 24 yıl sürecek bir seyahate çıkmışlardır. Bu zaman dilimde Uzak Doğu ile ticaret yolları geliştirmeye çalışan Marco Polo, parası olan insanların mallarını satmak üzere anlaşmalar yapmıştır. Bu olay günümüz “risk sermayesi”nin ilk örneğidir. O zamandaki genel anlaşma sigorta bedeli dahil %25'e yakın bir faiz oranı ile maceraperest tüccara sermaye sağlamak şeklindeydi.[2]

Geri döndüklerinde Venedik'i Cenevizliler ile savaşırken bulmuşlardır. Cenevizlilere esir düşmüş ve hikâyelerini hücre arkadaşına yazdırmıştır. 1299 yılında serbest bırakıldıktan sonra zengin bir tüccar olmuş, evlenmiş ve üç çocuğu olmuştur. 1324 yılında ölmüştür. Son sözleri ise "Kimse bana inanmayacağı için gördüklerimin yarısını bile anlatmadım" olmuştur.[3] Venedik'te bulunan San Lorenzo Kilisesi'ne gömülmüştür.

Marco Polo Çin'e ulaşan ilk İtalyan tüccar değildir ancak tecrübelerine ilişkin detaylı bir kitap bırakması Dünya çapında tanınmasını sağlamıştır. Bu kitap Kristof Kolomb ve birçok diğer gezgine ilham vermiştir.[4]

Dünya seyahati:

Papa IX. Gregorius, babası ile amcasını Kubilay Han'a mektup göndermekle görevlendirdi (1271). Marco Polo, onlarla birlikte Hanbalık'a (Pekin) gitti. Anadolu'yu, Mezopotamya'yı, İran'ı, Türkistan'ı, Pamir Dağları'nı, Gobi Çölü'nü ve Çin'i dolaştı. 2,5 yıl kadar süren bu yolculuklarından sonra Kubilay Han'ın verdiği görevle 17 yıl Doğu ülkelerini dolaştı. Tarih, etnografya ve coğrafya incelemeleri yaptı.

Kubilay Han tarafından görevlendirilmesi:

1292'de babası ve amcasıyla birlikte, İlhanlılar'ın hükümdarı Argun Han ile evlenmek üzere Kökeçin'i götürmekle görevlendirildi. Deniz yolunu seçerek, 14 gemi ve 600 kişiyle yola çıktılar; Koromandel kıyıları ve Dekkan yarımadasını dolaşarak Hürmüz limanına vardılar. 18 ay süren bu zorlu yolculuk sonunda geriye 20 kişi kaldı.

Marco Polo'nun Seyahatleri:

1295'te Venedik'e dönen Marco Polo, yeniden ticarete atıldı. Ancak Curzola Deniz Muharebesi'nden sonra Cenevizlilere esir düştü (1298). Cezaevinde kaldığı süre içinde, arkadaşı Rusticheollo da Pisa'ya yolculuk anılarını yazdırdı.[4] Çeşitli halkların toplumsal hayatlarını, törelerini ince ayrıntılarıyla anlatan bu kitap, coğrafya bilgilerinin yanı sıra etnolojik ve sosyolojik değer taşımaktadır. Il Milione adıyla birçok kez yayımlanan eser Uzak Doğu ve Afrika'nın Avrupa'da tanınmasına katkıda bulundu.

Aynı zamanda Italo Calvino'nun Görünmez Kentler adlı kitabının da başkahramanıdır. Kubilay Han, Marco Polo'ya şehirleri görüp anlaması için görev verir. Marco Polo da kendi gözüyle gezdiği şehirleri anlatır.

Anlatım:

Kitap babası ve amcasının Prens Berke Han'ın yaşadığı Bolghar'a seyahatinin anlatılması ile başlar. Bir yıl sonra Ukek'e[5] gitmişler ve Buhara'ya devam etmişlerdir. Burada Doğu Akdeniz'den bir elçi daha önce Avrupalılar ile tanışmamış olan Kubilay Han'ın kendilerini davet ettiğini bildirir.[5] 1266 yılında günümüzde Pekin olan Dadu'da bulunan Kubilay'ın karargâhına ulaşırlar. Kubilay Han konuklarını misafirperver bir şekilde ağırlar ve Avrupa'nın hukuk ve siyasi yapısına ilişkin birçok soru sorar.




*İbn Battuta - Vikipedi

*İbn-i Battuta[not 1] (d. 24 Şubat 1304 - ö. 1369), Orta Çağ'da yaşamış olan Berberî Mağrip bilgini, kaşifi ve seyyahıdır.[5] Rıhletü İbn Battûta diye bilinen seyahatnâmenin yazarıdır. Maliki mezhebine mensuptur. İbn-i Battuta, büyük ölçüde modern öncesi tarihte diğer tüm ünlü kaşiflerden daha fazla seyahat etmiş, toplam 117.000 km ile Zheng He'yi yaklaşık 50.000 km ve Marco Polo'yu da 24.000 km ile geride bırakmıştır.[6][7]

İbn-i Battuta, 1325'te Mekke'ye hacca giden zengin, Faslı bir Müslümandı. Bu esnada yaşadığı maceralar onu daha uzaklara yolculuk etmeye sevk etti. İbn Battuta, Avrupalılarca çok az bilinen Afrika, Orta Doğu ve Uzak Doğu'ya cesur yolculuklar yaptı. 28 sene boyunca durmadan gezdi. Mısır, Arap Yarımadası, Irak coğrafyası, İran coğrafyası, Anadolu'da bulunan belli başlı beylikleri, Bizans hâkimiyetindeki İstanbul'u, Orta Asya'yı, Hindistan'ı, Maldivler'i, Çin'i ve Endülüs'ü gezdi. Buralarda yaşayan toplumların devlet ve toplum yapılarını, inançlarını, adetlerini, farklı coğrafyaların doğal güzelliklerini, yapıtlarını ve ürünlerini inceleyen ünlü seyahatnamesini yazdı. Ayrıca birçok ülkede kadılık görevinde bulundu.

İbn-i Battuta'nın doğduğu şehir olan Tanca'dan Mekke'ye kadarki yolculuğu, 2009 yılında yayınlanan Journey to Mecca (Mekke'ye Yolculuk) isimli belgesel filmine konu oldu.[8]


Yaşamı:

Erken dönem:

İbn Battuta, 24 Şubat 1304 tarihinde Fas'ın Tanca şehrinde, Berberi kökenli bir ailede dünyaya geldi.[9] Sünni Maliki mezhebinde okul okudu; çünkü o zamanlar Kuzey Afrika'daki baskın eğitim bu şekildeydi.[10]


Mekke'ye Hac seyahati

Afrika kıyıları seyahati

Mekke'den Konstantinopolis'e, oradan Hindistan'a

Delhi Sultanlığı'nda

Maldivler üzerinden Çin'e

Mekke'ye dönüş ve Kara Ölüm salgını

Tanca'dan İspanya'ya gidiş ve geri dönüş

Çöl boyunca




*Epistemoloji - Vikipedi

*Epistemoloji (Grekçe: ἐπιστήμη, epistēmē 'bilgi' ve -loji) ya da bilgi felsefesi, bilgiyle ilgilenen bir felsefe dalıdır. Epistemologlar, bilginin doğası, kaynağı ve kapsamı, epistemolojik gerekçelendirme, inancın rasyonelliğini ve diğer çeşitli konuları incelemektedir. Epistemoloji, felsefenin etik, mantık ve metafizikle birlikte dört ana dalından biri olarak[1][2] kabul edilir.

Epistemolojideki tartışmalar genel olarak dört ana alanda[3][4][5] toplanmıştır:

  1. Bilgi doğasının felsefi analizi ve bir inancın bilgiyi oluşturması için gereken gerçeklik ve gerekçelendirme gibi koşullar

  2. Algı, gerekçe, bellek ve tanıklık gibi potansiyel bilgi ve gerekçeli inanç kaynakları

  3. Tüm gerekçelendirilmiş inançların birer gerekçeli temel inançtan mı türetilmesi gerektiği yoksa gerekçelendirmenin yalnızca bir dizi tutarlı inanca mı dayalı olması gerektiği soruları da dahil olmak üzere, bir bilgi bütününün veya gerekçelendirilmiş bir inancın yapısı

  4. Bilginin olabilirliğini sorgulayan felsefî şüpheciliğin yanı sıra, şüpheciliğin sıradan bilgi iddialarımıza bir tehdit oluşturup oluşturmadığı ve şüpheci argümanları reddetmenin mümkün olup olmadığı gibi sorunlar

Epistemoloji, bu ve diğer tartışmalarda "Ne biliyoruz?", "Bir şeyi bildiğimizi söylemek ne anlama gelir?", "Gerekçelendirilmiş inançları gerekçelendirilmiş kılan nedir?" ve "Bildiğimizi nasıl biliyoruz?" gibi soruları cevaplamayı[2][3][6] hedefler.


Epistemolojinin temel soruları:

  • Bilgi nedir?

  • Bilginin kaynağı nedir?

  • Bilginin değeri nedir?

  • Doğru bilgi var mıdır?

  • Bilginin sınırı nedir?

  • Bilginin yöntemi nedir?

  • İnsan neyi bilebilir?

Doğru bilginin ölçütü olarak farklı felsefi yaklaşımlar aklı, deneyleri, gözlemlenebilir olguları, faydayı, sezgileri ya da özleri (fenomen) kabul etmiştir. Ancak yaklaşımlar bunlarla[7] sınırlı değildir.


Epistemolojinin sorgulama alanları:

... ..




*Sahipkıran Ne Demek?

*Sahipkıran, Türkçede genellikle bir unvan veya sıfat olarak kullanılan ve "sahip olanı kıran" anlamına gelen bir kelimedir. Arapçadan Türkçeye geçmiş olup, "sahip" ve "kıran" kelimelerinin birleşiminden oluşur. Burada "sahip", bir şeyin sahibi veya hâkimi anlamına gelirken, "kıran" ise kıran, yıkan, yok eden anlamına gelir. Bu kelime, genel anlamda bir kişinin veya gücün, sahip olduğu şeyi yok etmesi, kırması veya sonlandırması anlamında kullanılır. Ancak, tarihsel ve kültürel bağlamda daha derin ve sembolik anlamlar taşır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder