13 Nisan 2025 Pazar

İmkânsızdan Mümküne*


 

Önsöz

Her hikâye bir diyarda başlar.

Benim hikâyem de dik yamaçlarda kurulmuş bir köyde başlıyor.

Orada o andan bugüne kadar, geçip giden seksen küsur sene…

1943'te Trabzon Maçka’nın Soldoy (Sevinç) köyünde başlayan hayat yolculuğum film şerdi gibi gözlerimin önünden geçtiğinde, içinde anlatılmaya, paylaşılmaya değer çok şey olduğunu fark etmişimdir hep. 

Mesela, köyün kısıtlı ve zor hayat şartlarına bakıp, burada benim için bir gelecek olmadığını hayli erken yaşta fark edişim…

1958’de, henüz on beş yaşındayken annemin elime tutuşturduğu yirmi lira ve tahta bir bavulla İstanbul’a yolculuğum…

İstanbul’da kısa ömürlü iki ayrı iş denemesi, sonra Hazaros Usta’nın yanında çıraklık ve kalfalık yapıp pirinç ve bronz işinde ustalaşarak, askerlik sonrası kendi işimi kurmam…

Yaptığım işin perde ve mefruşat sektörüyle yakından ilişkisi olması sebebiyle, adım adım perde ve mefruşata yöneliş…

İki ayrı kolda iş yürüttüğüm yıllar, farklı ortaklıklar, yürümeyen işler, yürüyen işler…

Rızapaşa yokuşu ve Sultanhamam’ın birer “okul” olarak bana kazandırdıkları, genişleyen iş çevrem, sosyal ağlar ve mesleki tecrübeler…

Derken yeni ortaklarla yeni bir şirketin kuruluşu, ardından tekstilde toptancılıktan imalata,

mağazadan fabrikaya geçiş…

Bunlar olurken genişleyen aile halkası…

Çocuklarımın da işin içine girmesiyle 1990’larda Aydın Örme ile yeni bir hayat evresi ve yeni bir yolculuk…

Ardından Memorial ile sağlık sektörüne giriş, English Home’un hikâyesi, A101’in beklenmedik bir şekilde hayatımıza girmesi, aldığımız riskler ve peşi sıra, “Bu riskler almaya değil” dediğimiz neticeler, başkaca teşebbüsler ve sonrası…

Bir yandan iş hayatında yaşadıklarım, diğer yanda hayatın öteki alanlarında yaşananlar…

Yapabildiklerim ve yapamadıklarım, başardıklarım ve başaramadıklarım, “İyi ki yapmışız dediklerim ve “Keşke yapmasaydım” dediklerim, aldığım dersler ve almam gereken dersler…

Deneme-yanılmalar, deneme-başarmalar, deneme-yanılma-yeniden deneme- bu defa başarmalar için hayatın öğrettikleri…

Ve bütün bunlar olurken, bir insanın hikâyesinin, içinde binlerce insanın bulunduğu bir hikâyeye dönüşmesi…

Yol, insana öğretiyor. Eğer gözünde öğrenmesine mâni perdeler yoksa, eminim bizatihi hayat insana çok şey öğretiyor. Ömür kemale erince de kendi yolculuğunda hayattan öğrendiklerini başkalarıyla paylaşıp onlara da aktarma düşüncesi insana daha sıcak gelmeye başlıyor.

Ta ki kendisinin belki uzun zaman harcayarak, bedeller ödeyerek, belki pişmanlıklar yaşayarak öğrendiklerini o kadar uzun zaman harcamadan, ağır bedel ödemeden  ve pişmanlıklar yaşamadan öğrensin…

Ta ki hayatın ona öğrettiği doğruları başkaları da uygulasın, yanlışlarını ise kimse tekrarlamasın…

İçinde bir hayatın hikâyesini taşıyan bu kitap işte bu sebeple yazıldı. Bir “başarı hikâyesi” olarak değil, bir “hayat hikâyesi” olarak…

Sırf bu sebeple karşınızdayım.

Ben anlatmaya hazırım. Siz de dinlemeye hazırsanız başlayalım.

Turgut Aydın

… ..

Hazaros Usta’nın bu davranışının sebebini zamanla daha iyi anlayacaktım. Her insan farklı yeteneklere, farklı kişilik özelliklerine sahip olduğu için aynı beklentiler içinde olmak doğru değildi. Ustam bu ayrımı kendi dünyasında yapmıştı ve ona göre davranıyordu. Onu giderek daha yakından tanıyordum. Beni gördüğü anda heyecanımı ve çalışma azmimi keşfederek, içimdeki cevheri ortaya çıkarmayı başarmıştı. -*+*+-Başlangıçta bana haftalık otuz lira veriyordu. İşe başladıktan beş ay sonra ise haftalığımı ikinci kalfa Fevzi’ninkiyle aynı miktara, seksen liraya yükseltmişti. Fevzi Kalfa’nın askere gitmesiyle de, ikinci kalfa ben olmuştum. … ..

… .. Mesleğimle ilgili her şeyi Hazaros Usta'dan öğrendim. Bir kez daha söylemiş olayım, Hazaros Usta hayatımdaki en büyük şanslarımdan biridir.

… ..

… .. yaklaşık üç yıl Hazaros Usta’nın Tunç-İş İmalathanesi’nde çalıştım. On dokuz yaşında, askerliğim sebebiyle yanından ayrılmak zorunda kaldım.

Askere gitmeden önce İstanbul’da geçirdiğim son iki sene, 27 Mayıs İhtilali günlerine denk geliyordu. İhtilal, ülemizde olduğu gibi bizim hayatlarımızda daa etkisini göstermiş, estirdiği rüzgâr yaşanan süreçte bir fırtınaya dönüşmüştü.  … ..

… ..

Askerlik Yıllarım

… ..

… .. Askerliğin insanı insan sarrafı yapan bir tarafı vardı.

… ..


Sultanhamam’a Giriş

… ..

Bütün bu şartlar, bana Solomon’un getirdiği teklifi kabul etmem gerektiğini söylüyordu. Oturduk, Salomon*

 ve diğer ortaklarla konuştuk ve benim de yüzde on hissemin olduğu, döşemelik, perdelik kumaş toptancılığı yapacak Dömeks’i beş milyon lira sermayeyle 15 Haziran 1976’da kurduk.İlk yerimiz Unkapanı Manifaturacılar Çarşısı’nda, yani meşhur İMÇ’ydi. Salomon, Eliko, Eliko’nun iki ortağı İbrahim ve Niso, Ermeni ortağımız Harun ve ben. Faklı din ve milliyetlerden altı kişi aynı iş için bir araya gelmiştik. Şisketin adı döşeme-mefruşat-tekstil kelimelerinden aldığımız harflerle (Dm-me-ks” türetilmişti. 

Farklı din ve milliyetlerden insanları buluşturan bu çok ortaklı yapı, sadece bizim şirketemahsus bir durum değildi. O dönemlerde Sultanhamam piyasasında ciddi sayıda Yahudi tüccar bulunuyordu. Yahudiler piyasada ticaretleriyle bilinirken, Ermeniler daha ziyade sanakârlıklarıylaöne çıkıyorlardı, ama onların içinde de tüccarlar vardı. Sultanhamam’daki bu gayrimüslim tüccarların çoğu daha sonraları farklı işlere, ağırlıklı olarak da finans ve gayrimenkul sektörüne yöneldi.

… ..

… ..

Tam da bu noktada, Dömeks olarak bizim büyük bir şansımız vardı. O tarihte Türkiye’nin en büyük tekstil fabrikası olan Güney Sanayi’nin üretim müdürü Eliyakim Kandiyoti, ortağımız Eliko’nun kayınpederiydi. Adana’daki Güney Sanayi, o tarihlerde Türkiye'nin en büyük kumaş üreticisiydi. Fabrikada 5500 işçi çalışıyor ve kapısında kamyonlar mal almak için sıraya girip nöbet bekliyordu. Kadife kumaş üretiminde bir numara da orasıydı. Eliko’nun kayınpederi ise daha önce Sultanhamam’da ticaret yapmış, birçok yenilik getirmiş, vizyon sahibi, tekstil piyasasında şöhreti olan bir isimdi. Güney Sanayi’den hem istediği zamanda miktarda mal almak o günün şartlarında imkânsız yakın derecede zordu. Ama bu akrabalık bizim için o çok zoru kolay ediyordu. Bu sayede büyük alımlar yaptık ve kısa zamanda çok iyi bir ciroya ulaştık.

Ama neredeyse Anadolu'daki bütün perdeciler beni tanıyordu. Kadifeyi perdecilere, ama onlardan da çok döşemecilere satıyorduk. Bir müddet sonra farkettim ki, perdeciler borçlarını daha kolay ödüyor, döşemeciler ise ödemede zorlanıyor. O yüzden benim görüşüm işi tamamen perdeye çevirmekten yanaydı. Bunu ortaklara da söyledim. Artırılmasına rağmen hissem küçük olduğu için onları ikna etmem kolay değildi.Ortaklardamn Eliko ile çok iyi anlaşıyordum, onu iki ortağı ve arkadaşı ise kendi hırdavat işleriyle meşgul olduklarından doğrudan Dömeks’te bir etkileri yoktu. Ancak bu ortaklığa girmeme vesile olan ve beni Eliko ile tanıştıran Salomon ve diğer ortağımız Harun’la aramızda ciddi sürtüşmeler yaşanmaya başladı. Harun  aramızdaki iş bölümüne göre kendisine düşen işlerle yeteri kadar ilgilenmiyor ve sorumluluklarını yerine getirmiyordu. Kendisiyle ne kadar konuşsak da kâr etmedi. Eliko’da titiz bir insandı, ayrıca Harun’un bu davranışlarının işimizi nasıl sıkıntıya soktuğunu çok iyi görüyordu. Bu duruma bir çözüm bulmak zorundaydık.

… .. 

… .. Harunun ayrılmasıyla birlikte devrettiği hisselerin bir kısmını ban satın aldım ve böylece hissem yüzde yirmi beşe çıktı. 

… ..

Fuara gittiğim ilk sene 1979’du ve hayatımda ilk defa Türkiye ddışına çıkıyordum. Fuar Frankfurt’taydı, ama direkt uçuş buşlamadığımız için Müni’ten aktarma yapömak zorunda kaldık. .. ..

… ..

Ortağım Eliko yedi dil bildiği için, gittiğimiz fualarda iletişim bakımından hiç sıkıntı yaşamadık. Dil bilmenin ne kadar önemli olduğunu ben bu sayede çok açık biçimde gördüm. Frankfurt’un yanında, bir çok kez Paris, Valencia ve Milano’daki fuarlara katıldık. Daha sonraları, yine iş amaçlı olarak Çin’e, Kore’ye ve Japonya’ya bile gittiğimiz oldu. Hepsi de çok öğretici, ufuk açıcı, fikir vericiydi. Özellikle Almanya'daki tekstil fuarlarından çok şey öğrendik.

… ..

… .. Bu arada Yahudi ortaklarımın ticaretin erbabı olduklarını, hem ürün segmentindeki trendleri çok iyi takip ettiklerini hem de hesaptan çok iyi anladıklarını ve rakamlarla boğuşmaktan hiç çekmediklerini görüyordum.,

… .. 


Eliko

On altı yaşındayken  çalışmaya başladığım Hazaros Usta, bir insanın yaşamı boyunca kazanabileceği tecrübeleri iyisiyle kötüsüyle, bazen de verdiği derslerle bana çok güzel bir şekilde aktarmıştı. Ona çok şey borçluyum. Disiplini, çalışkanlığı, doğruluğu, ince işçiliği, işin en iyisini yapma gayreti, adaleti, işçiye emeğimnin karşılığını alın teri kurumadan vermesi ve bunun gibi daha birçok özelliği hayatım boyu benim için yol gösterici oldu.

 Bir meslek sahibi olmamda ve nihayetinde iş hayatına atılarak bugünlere gelmemde Hazaros Reisyan kadar etkisi olan başka bir isim varsa, o kişi Dömeks’teki ortağım Eliko Tavaşi’dir. Aslında ismi tam olarak İlyahu veya Ekiyahu idi, ama söylenişi daha kolay geldiği için bir “Eliko” derdik, zaten  o da kendini insanlara böyle takdim ederdi. Eliko’dan hem bir ortağı hem de sosyal yaşamdaki dostu ve arkadaşı olarak çok şey öğrendim. Karşılıklı kazanım sağlayan, birbirimize çok şey kattığımız bu iş ortaklığı sırasında ondan  ticaret hayatıyla ilgili olarak öğrendiklerimin faydasını hayatım boyunca hep gördüm.

Eliko kendini yetiştirmiş bir insandı ve evveliyatına bakıldığında aslında çok da kolay olmayan bir hayat hikâyesi vardı. Kendisi aslen Kilisliydi; oranın köklü ailelerinden birine mensup, Kilis’te doğup büyümüş bir Arap Yahudisi’ydi.

Ailenin İstanbul'a geliş hikâyesi , maalesef bizim memleketimizde gayrimüslimlere yapılan kötü ve yanlış muamelelerin hatırasını taşıyordu. Eliko’nun babası Kilis’te çok iyi bilinen, herkesin hürmet gösterdiği bir tüccar ve çok meşhur bir pekmez imalatçısıymış. İki pekmez, iki d sabun imalathaneleri varmış. Çok temiz ve titiz iş yaptığı için, Eliko’nun babasının pekmezleri çok tutuluyormuş. Mesela, diğer pekmez üreticileri pekmezi ısmarladıkları tenekelere geldiği gibi doldurdukları halde, Eliko’nun babası çocukları da çalıştırarak bütün o tenekeleri içi ve dışıyla güzelce sabunlar, yıkar, ters çeviri kurutur, iyice temizledikten sonra pekmezleri koyarmış. Aynı zamanda tahıl toptancılığı da yapıyormuş.

… ..

… ..  Mal nasıl alınacak, hangi depoya konulacak, satış nasıl olacak, hangi işleri kim nasıl takip edecek, paranın girişi, çıkışı, alış verişi nasıl yapılacak, finans kısmı nasıl yönetilecek, işin muhasebesi nasıl tutulacak? Eliko bütün bunların  sistemini çok iyi kurdu, yürüttü ve takip etti. Tam bir plan ve hesap adamıydı. BU sayede bir sistem oluşturarak çok ortaklı bir şirketin nasıl yönetileceğini, böyle bir ortaklıkta kararların nasıl alınacağın ve problemlerin nasıl çözüleceğini öğrendim. Eliko’yla beraberliğimiz bana çok şey kazandırmıştır. 

Eliko bütün dünyayla ilgiliydi, fuarlara gidip yenilikleri takip ediyordu. Ayrıca çok kültürlü, çok geniş çevresi olan bir insandı. Bütün bu özelliklerin hayatında ne kadar önemli olduğunu Eliko sayesinde gördüğüm için, ben de çocuklarımı iyi eğitimli, dil bilen, dünyayı tanıyan ve gelişmeleri yakından takip eden insanlar olarak yetiştirmeye çalıştım.  … .. 

Şunu da söyleyeyim: Dünya kültürüne merakı, Batı dillerini çok iyi konuşuyor olması, Eliko’nun karakterini ortaya çıkaran kişilik özelliklerini asla değiştirmedi … ..

… ..   “Risk alan büyür” anlayışı onun için geçerli değildi. Onun ideali, nakitte kalarak güçlü olmaktı.Kriz ve kaos oluşturabilecek durumlardan mümkün olduğunca uzak dururdu. Ben çok ataktım, o ise bana sürekli, “Yavaş, yavaş. Bir dakika frene bas. Bir dakika dur” derdi.

… ..


Sultanhamam Okulu

Benim de Sultanhamam tüccarları arasına girdiğim 1970’li yıllar Sultanhamam’ın deyim yerindeyse altın yıllarıydı. Sultanhamam, o tarihlerde Osmanlı bakiyesi bir ticari zekâ ile Anadolu’dan çıkıp gelen yeni bir ticari buluşma yeri gibiydi. O tarihlerde aslında bütünüyle Eminönü, Türkiye’nin ticaret hayatının merkezi gibiydi. Kapalıçarşı, Tahtakale, Mercan, Mahmutpaşa, Gedikpaşa, laleli, Sirkeci, Cağaloğlu derken, hemen her sektörün kalbi Eminönü ve Karaköy’de atıyordu. Ancak bütün bu ticari muhitler arasında Sultanhamam ayrı bir özelliğe sahipti. O tarihlerde Sultanhamam çok büyük alışverişlerin yapıldığı ve piyasada çok yüksek miktarda para akışının olduğu bir yerdi. Bir taraftan siparişleriyle, farklı alt kollarıyla tekstil sanayiine yön veriyor ve onu basliyordu. Diğer taraftan tedarikleriyle bütün Anadolu’yu Sultanhamam’ın giydirdiği ve tefriş ettiği söylenebilirdi.

Burada 1970’li yıllarda ta Osmanlı’dan beri ticaretle meşgul olmuş, üretim, ihracat ve ithalatın odağında yer almış, bir kısmı birkaç nesilden beri bu işi sürdüren büyük gayrimüslim tüccarlar vardı. Diğer taraftan bilhassa 1950 ve 1960’lardan itibaren Anadolu’da belli bir sermaye ve tecrübe edinmiş olup işini daha da büyütmek amacıyla İstanbul'a gelen girişimciler için Sultanhamam bir okul olmuştu. Malatya’dan, Bitlis'ten, Denizli’den , Konya’dan, Kayseri’den, Uşak’tan ve daha başka yerlerden , büyük kısmı muhafazakâr değerlere sahip müteşebbis insanlar, Anadolu’yla bağlarını koparmadan Sultanhamam’da iş veya ortaklık kurup işlerini büyütmüştü. Sulltanhamam onlar için sadece Anadolu'da bir şehre veya bölgeye mahsus kalmayıp bütün Türkiye’ye ulaşmanın kapısı değildi. Aynı zamanda burada edindikleri bilgi, görgü, tecrübe ve vizyonla ihracata da girerek ülke ekonomisine büyük katkılar sağlamışlardı.

Diğer bir daha önce neredeyse tamamı gayrimüslimlerin elinde olan bu alana Anadolulu müteşebbislerin girmesi ve giderek onların Sultanhamam’ın asıl tüccarları haline gelmesi, Türkiye’de farklı dini hizmetlerin, vakıf ve benzeri çalışmaların gelişmesinde de büyük rol oynadı. Çünkü oradaki insanların hepsi ya dindardı veya dinle ilgili bir bağı muhakkak vardı.

Sultanhamam, geçmişten taşıyıp getirdiği görgü ve tecrübenin uyanında, yazılı olmayan kurallarıyla Türkiye’nin en büyük ve en etkili ticaret okuldur. Onun için “tabelasız ticaret ve ekonomi üniversitesidir” desek yeridir. Sonraki yıllarda Türkiye’de ticaret ve sanayi alanında büyük atılımlar yapmış, başlattıkları girişimlerle ülke ekonomisine önemli katkılar sağlamış pek çok ismin evveliyatına bakmak bunu anlamak için yeterlidir. Neredeyse hemen hepsinin mazisinde, bir şekilde Sultanhamam tezgâhından geçmişlik, Sultanhamam mektebinde  bir talim görmülük v-ardır. 

Sultan hamam bizim için çok büyük bir okuldu. Ticaretin doğrularını, yanlışlarını orada tecrübe ettik, insan tanımaktan kriz yönetimine birçok şeyi orada öğrendik. 

“Deniz pislik tutmaz” diye bir söz vardır. Sultanhamam böyle bir yerdi. İyi niyetli olmayan insanlar burada çabucak anlaşılır, belki ilk elde bir vurgun da yapsalar işin nihayetinde barınamaz, tutunamaz, muhakkak tasfiye olup giderlerdi. Sultanhamam öyle bir yerdi ki, burada iş yapmak için çok çabuk karar verme mekanizmalarına sahip olmak, bu kararında kandırılıp dolandırılmamak için de karşısındaki insanı kısa zamanda doğru biçimde tanıyabilmek gerekiyordu. Adam Anadolu’nun bir şehrinden gelmiş, vadeli mal vereceksin. Ama günü geldiğinde verdiğin malın tahsilatını yapabilmelisin ki, senin ticari çarkın aksamadan işleyebilsin. Nasıl oluyorsa, Sultanhamam esnafı insan sarrafıydı. Konuşmasından mı, edasından mı, oturuşundan mı bilmem, ama hakikaten bir adamın ne özellikte olduğunu bir bakışta anlardık. İnsanlar güvenilir mi, sözüne sadık kı değil mi, aldığı malı satabilir mi satamaz mı bir yerde kendini belli ediyordu.

Sonuçta, Sultanhamam, bu özelliği sayesinde az bir parayla buraya gelen, ama güven verdiği için mal alıp iş kuran çok insan vardı. Bazen cebindeki parası yetmeyip uçak veya otobüs bileti için bizden borç alıp giden Anadolu tüccarları da oluyordu. Ortada bir çek veya senet olmadığı halde, söz verdikleri günde aldıkları borcu da, satın aldıkları malların bedelini de gönderirlerdi. Burada gördükleri muameleye karşılık, Anadolu’ya gittiğimizde gittiğimizde onlar da bizi havalimanlarında karşılar ve çok iyi ağırlardı.

Bu şartlarda, Sultanhamam'da ticaretin en birinci kuralı dürüstlüktü. Dürüst olacaksın. İnsanlar sana güven verecek, sen de onların bu güvenini boşa çıkarmayacaksın.

Bunun bir neticesi olarak, ikinci yazılı olmayan ama uygulanan kural, insanın sözünün senetten de daha değerli olmasıydı. Bir söz vermişsen, sözünde duracaksın, sözünü çiğnetmeyeceksin. Sözünü çiğnemek seni bitirir.  Nitekim, sözünde durmayanlar gerçekten de barınamamış, silinip gitmiştir. 

Üçüncüsü, müşterini iyi tanıman gerekir. İşini iyi bilen, işini geliştirebilen, alacak ve verecek konusunda güvenilir, sağlam müşteri bulacaksın. Bu da Sultanhamam’da işini sürdürmenin olmazsa olmazıydı.

Müşterini iyi tanıdığın gibi, yaptığın işi de iyi bilmen gerekirdi. Bu da dördüncü kuraldı. O işin incelikleri, kalite, o alandaki yenilikler… Bunları bilmeyen silinip gidiyordu.

Beşincisi, çok çalışacaksın. Öyle ki, işinde çalışan elemanlarından daha çok çalışmak zorundasın. Birçok Sultanhamam esnafı işine çalışanlarından daha önce gelir, dükkânları işçilerden önce patronları açardı. Anadolu esnafı genellikle  gece yolculuk yaptığı ve sabah erken saatlerde İstanbul’a gelip Sultanhamam’a geçtiği için, sabah yedide açılan dükkânlarda sekizde, dokuzda kahvaltı olurdu; Anadolu'dan gelen müşterilerle birlikte kahvaltı yapılırdı. Siparişlerin bir çoğu daha kahvaltı sofrasındayken alınır, ayrıca bu sofralarda birçok alıcı ve satıcı birbiriyle tanışma imkânı bulurdu. Yani bu sofralar her açıdan bereketliydi. 

Sultanhamam’ın bir diğer yazılı olmayan kuralı, fahiş fiyattan uzak durmaktı. Kâr edeceksin, ama fiyatın makul olmalı. Fahiş fiyat veren, en fazla bir kere bunu yapar, neticede müşteri eninde sonunda o tüccar tarafından “kazıklandığını” bir şekilde öğrenirdi. Bu durum çabucak yayılıp bilindiği için  de, böyle vurguncu tipler Sultanhamam’da muvaffak olamazdı. Fiyatın makul olacak; sattığın maldan  birim açısından, mesela metre bazında baksan, ancak kararınca kazanacaksın. Ama neticede toptancı olduğun için insanların sana güveni, sattığın malın kalitesi ve piyasada tutulması nispetinde toplamda iyi bir kârın olacak.

… ..

… ..


1980’ler

… ..

… ..

Ölümle Burun Buruna

Dönüm Noktası

Aydın Örmeye Giden Yol

İş Sahibini Bulur


Yeni Ufuklar: Tekstilden Sağlığa

Yola çıkmıştık. Bir yandan inşaatın bütün birimleriyle tıkır tıkır işleyen bir hastaneye dönüşecek şekilde tasarlanması ve tamamlanması gerekiyor, diğer taraftan temini sipariş ettiğimiz dakikada hemen gerçekleşmediğinden, cihazların satın alınması için şimdiden adımlar atılması icap ediyordu. İşin o kısmında Prof. Dr. Tayyar Sarıoğlu’nın vizyonu, bilgisi ve görgüsü bize çok şey kazandırdı. Tayyar Hoca, herhangi bir hastane değil, sağlık sektöründe en yüksek kalite standardını belirleyen JCI (* Joint Commission International: Dünya genelinde talep eden hastaneleri sağlıkla ilgili birçok kriter açısından belli aralıklarla sıkı biçimde denetleyen, bu denetimden geçen hastanelere güvenirliğini teyit anlamında akreditsyon veren, kâr amacı gütmeyen uluslararası kuruluş)  Akreditasyon Belgesi’ni alacak düzeyde bir hastane kurmamız gerektiğini söylüyordu. Onun emeği ve gayretiyle, Türkiye’de bu belgeyi alan ilk hastane bizim hastanemiz oldu. Dünyada da bizden önce sadece yirmi hastane bu belgeyi alabilmişti.

… ..

… .. En başta bir hesap yapmış, yirmi milyon doların yeterli olacağını düşünmüştük. Zaman içinde, bu rakamı kırk-elli milyona çıkarmamız gerektiğini anladım. Hastaneyi çalışır hale getirdiğimizde ise rakam neredeyse yüz milyona çıkmış durumdaydı. Lakin her ortak sermaye artırma ihtiyacına aynı şartlarda karşılık veremedi. Bu sebepten  bizim daha fazla para koymamız gerekti. Böylece başta yüzde otuz olan hissemiz hastane açılır duruma geldiğinde yüzde kırk ikiye kadar yükseldi.

… ..

… ..


Bir Bankacılık Hikâyesi


Krizler ve Fırsatlar

Büyük Dönüşüm

Geldiklerinde “Müdürüm” dedim, “sen geçen gün geldiğinizde bana bir şey söyledin. Sen ne demek istedin, bana bişr daha anlat.” O da tane tane ne demek istediğini anlattı. Özetle, Aydın Örme’nin Türkiye’nin en önemli sanayi şirketlerinden biri olarak güçlü bir şirket olduğunu ama tekstil sektöründe Çin ile müthiş bir rekabet oluştuğunu ve mevcut şartlarda bizim onları yenmemizin mümkün olmadığuın söyledi. “Teknolojinin gelişmesi, katma değerli mal üretmemiz, Türkiye olarak marka yaratmamız, sürüm mallardan çıkıp katma değeri yüksek mallar üretmeye geçmemiz gerekiyor.” 

Daha önce hiç düşünmediğim, kimseden de duymadığım ilginç şeyler söylüyordu. Dürüst ve pervazsızdı. Bu hâlini sevmiştim. Söyledikleri baştahoşuma gitmemişti, ama gelen büyük bir tehlikeye karşı bizi uyarıp tedbir almaya çağırıyor olabilirdi. “Sen beni ara sıra ziyarete gel, görüşelim” dedim.

Can Eröz ismindeki bu genç benkacıyla işte bu şekilde tanıştım. Sonraki yıllar içinde onun dedikleri bir bir çıkınca, ona olan sevgim ve saygım daha da arttı.

… ..

… .. 

O süreçte oğlum Yaşar kendisinin Aydın Örme’nin, benim de Memorial’ın yöneticisi olduğu bir iş düzeninin doğru olmadığını söylüyor, profesyonel yöneticilerle çalışmaya başlamamız  gerektiğini vurguluyordu. Oğlumla yönetim anlayışlarımızın çok da uyuşmadığını daha önce söylemiştim. Birbirimizle iş süreçlerimiz konusunda ayrı düşündüğümüz de kendimizi “patron” olarak görüp birbirimize hesap da vermediğimiz ve yaptığımız işi birbirimize yargılatmadığımız için, “Bu işleri artık bir yönetmeyelim, profesyonellere devredelim, işin sahipleri olarak yöneticiye ne istediğimizi söyleyelim, yetkiyi de verelim, hesabı da soralım” noktasına gelmiştik. 

… ..

… .. 

.. .. Kendisi CFO (*Chief financial officer )muz yani finansal, en üst düzey yöneticimiz olarak Aydın Örme ve Memorial’in icra kurulunun bir üyesi olacaktı. Paranın yönetim sorumluluğunu tamamen ona vermiştik. Ben CFO gibi tabirleri duysam ve bilsem de kullanmayı pek sevmiyordum. Kendi anladığım şekilde durumu ona söyledim: “Sen bizim şirketlerde paranın genel müdürü olacaksın.”

Dört sene önce tanıdığım ve uzağı görme kabiliyeti olduğunu zaman içinde gördüğüm genç bir profesyonel yönetici olarak Can Bey’le mesaimiz 22004 senesinde bu şekilde başladı. O tarihten itibaren neredeyse her günün yarım veya bir saati bir araya gelip, sorumlu olduğu her konuda istişare ederek ilerledik.

… ..

… .. 

O arada profesyonel bir yöneticiyle çalışmanın ne kadar önemli olduğunu gösteren bir olay yaşadık. Yaklaşık on beş yıldır bizimle çalışma halinde olan ve çok ciddi iş hacmi bulunan bir müşterimiz vardı. Bizden çok mal alıyordu ama çekleri ya geç ödüyor ya da çeklerin arkası yazılılıyor, kendisi sonra ödüyordu. Can Bey taze CFO’muz, yani benim tabirimle “paranın genel müdürü” olarak, bu müşteriden teminat mektubu almamız gerektiğini söyledi. Ona, sen reel sektöre yeni başladın, işi öğren tekstil dünyası böyledir dedim. … ..

… ..

… .. Hatta aralarında anlaşamayınca müşterimiz Can Bey’i fabrikasına davet etmiş. Can Bey orada adama, “Eğer burayı bize ipotek verirsen seninle daha rahat çalışırız” demiş. … ..

… .. ama Can Bey’in istediği teminatı verdi. Ondan sonra da ödemelerine eskisinin benzer bir sıkıntı yaşanmadan alışverişimiz devam etti. Ödemelerin bu noktaya gelmesinde görevlendirdiğim yöneticinin arkasında durmam ve profesyonelliğe saygı göstermenin faydasını gördüm.

İşinin ehli profesyonel bir yöneticinin sürece dahil olmasının ne kadar önemli olduğunu Can Ersöz’ün 2004’te grubumuza katılmasıyla yakinen görmüştük. Memorial'ın başında da Yalçın Nak isminde bir genel müdür atamıştık o da oradaki yönetim kademelerinde bir yeniden yapılandırma başlatmıştı. … ..

… ..

… .. 

Memorial’a CEO olarak atadığımız Uğur Genç tıpkı finans alanındaki en üst yöneticimiz Can Ersöz gibi, profesyonelleşme alanındaki en üst yöneticimiz Can Ersöz gibi, profesyonelleşme sürecinde bünyemizde yer aldı. … .. 

… .. 

… .. Ama özellikle Can Bey ve aramıza ondan iki sene sonra katılan Erhan Bey o kadar başarılı bir performans gösterdiler ki, hem önceden başlatıp sürdürmekte olduğumuz işlerin hem yeni teşebbüslerin başarısında onların ciddi bir etkisi oldu. … ..

… ..

Erhan Bey’i aramıza kazandıran, yetişmiş profesyonellerle çalışma konusunda hep gayret göstermiş olan büyük oğlum Yaşar’dır. … ..

.. .. 


Güven Olmadan Olmaz

… ..

… ..

Artık “paranın genel müdür” dediğimiz  bir CFO’muz ve hem Memorial’ın hem Aydın Örme’nin başında birer CEO’muz vardı. Bu profesyonelleşme, onların elinde, daha alt kademelere doğru adım adım gelişti.

Bunun kazanımlarını ilerleyen zaman içinde birer birer görmeye başladık. O güne kadar kritik kararları aile içinde alır, alt kademedeki yöneticilerden ise buna göre harekete geçmelerini istedik. Ama artık karar alma sürecinde üst düzey yöneticilerimiz vardı ve onların bakış açıları ele aldığımız konuların daha önce göremediğim tarafları olduğunu gösteriyor, meselelere daha geniş bir pencereden bakmamızı sağlıyordu. Her biri dünyanın, piyasanın, ekonominin nereye gittiğini gören insanlar olarak mevcut yatırımlarımızı ne yapacağımız, nerelere yeni yatırım yapmamızın uygun olacağını, finansman boyutunu nasıl yöneteceğimiz konusunda bize strateji ve ufuk kazandıran insanlardı. … ..

… .

Hisse devri için yapmamız gereken ödeme, Memorial için o günün şartlarında belirlenen yüz on milyon dolarlık değerin yüzde elli sekizi olarak altmış milyon doları geçiyordu. … ..


Bir Yelken Rüzgzâr Bekliyor.

… ..

… ..

Krizler ve Fırsatlar

Büyük Dönüşüm

Geldiklerinde “Müdürüm” dedim, “sen geçen gün geldiğinizde bana bir şey söyledin. Sen ne demek istedin, bana bişr daha anlat.” O da tane tane ne demek istediğini anlattı. Özetle, Aydın Örme’nin Türkiye’nin en önemli sanayi şirketlerinden biri olarak güçlü bir şirket olduğunu ama tekstil sektöründe Çin ile müthiş bir rekabet oluştuğunu ve mevcut şartlarda bizim onları yenmemizin mümkün olmadığuın söyledi. “Teknolojinin gelişmesi, katma değerli mal üretmemiz, Türkiye olarak marka yaratmamız, sürüm mallardan çıkıp katma değeri yüksek mallar üretmeye geçmemiz gerekiyor.” 

Daha önce hiç düşünmediğim, kimseden de duymadığım ilginç şeyler söylüyordu. Dürüst ve pervazsızdı. Bu hâlini sevmiştim. Söyledikleri baştahoşuma gitmemişti, ama gelen büyük bir tehlikeye karşı bizi uyarıp tedbir almaya çağırıyor olabilirdi. “Sen beni ara sıra ziyarete gel, görüşelim” dedim.

Can Eröz ismindeki bu genç benkacıyla işte bu şekilde tanıştım. Sonraki yıllar içinde onun dedikleri bir bir çıkınca, ona olan sevgim ve saygım daha da arttı.

… ..

… .. 

O süreçte oğlum Yaşar kendisinin Aydın Örme’nin, benim de Memorial’ın yöneticisi olduğu bir iş düzeninin doğru olmadığını söylüyor, profesyonel yöneticilerle çalışmaya başlamamız  gerektiğini vurguluyordu. Oğlumla yönetim anlayışlarımızın çok da uyuşmadığını daha önce söylemiştim. Birbirimizle iş süreçlerimiz konusunda ayrı düşündüğümüz de kendimizi “patron” olarak görüp birbirimize hesap da vermediğimiz ve yaptığımız işi birbirimize yargılatmadığımız için, “Bu işleri artık bir yönetmeyelim, profesyonellere devredelim, işin sahipleri olarak yöneticiye ne istediğimizi söyleyelim, yetkiyi de verelim, hesabı da soralım” noktasına gelmiştik. 

… ..

… .. 

.. .. Kendisi CFO (*Chief financial officer )muz yani finansal, en üst düzey yöneticimiz olarak Aydın Örme ve Memorial’in icra kurulunun bir üyesi olacaktı. Paranın yönetim sorumluluğunu tamamen ona vermiştik. Ben CFO gibi tabirleri duysam ve bilsem de kullanmayı pek sevmiyordum. Kendi anladığım şekilde durumu ona söyledim: “Sen bizim şirketlerde paranın genel müdürü olacaksın.”

Dört sene önce tanıdığım ve uzağı görme kabiliyeti olduğunu zaman içinde gördüğüm genç bir profesyonel yönetici olarak Can Bey’le mesaimiz 22004 senesinde bu şekilde başladı. O tarihten itibaren neredeyse her günün yarım veya bir saati bir araya gelip, sorumlu olduğu her konuda istişare ederek ilerledik.

… ..

… .. 

O arada profesyonel bir yöneticiyle çalışmanın ne kadar önemli olduğunu gösteren bir olay yaşadık. Yaklaşık on beş yıldır bizimle çalışma halinde olan ve çok ciddi iş hacmi bulunan bir müşterimiz vardı. Bizden çok mal alıyordu ama çekleri ya geç ödüyor ya da çeklerin arkası yazılılıyor, kendisi sonra ödüyordu. Can Bey taze CFO’muz, yani benim tabirimle “paranın genel müdürü” olarak, bu müşteriden teminat mektubu almamız gerektiğini söyledi. Ona, sen reel sektöre yeni başladın, işi öğren tekstil dünyası böyledir dedim. … ..

… ..

… .. Hatta aralarında anlaşamayınca müşterimiz Can Bey’i fabrikasına davet etmiş. Can Bey orada adama, “Eğer burayı bize ipotek verirsen seninle daha rahat çalışırız” demiş. … ..

… .. ama Can Bey’in istediği teminatı verdi. Ondan sonra da ödemelerine eskisinin benzer bir sıkıntı yaşanmadan alışverişimiz devam etti. Ödemelerin bu noktaya gelmesinde görevlendirdiğim yöneticinin arkasında durmam ve profesyonelliğe saygı göstermenin faydasını gördüm.

İşinin ehli profesyonel bir yöneticinin sürece dahil olmasının ne kadar önemli olduğunu Can Ersöz’ün 2004’te grubumuza katılmasıyla yakinen görmüştük. Memorial'ın başında da Yalçın Nak isminde bir genel müdür atamıştık o da oradaki yönetim kademelerinde bir yeniden yapılandırma başlatmıştı. … ..

… ..

… .. 

Memorial’a CEO olarak atadığımız Uğur Genç tıpkı finans alanındaki en üst yöneticimiz Can Ersöz gibi, profesyonelleşme alanındaki en üst yöneticimiz Can Ersöz gibi, profesyonelleşme sürecinde bünyemizde yer aldı. … .. 

… .. 

… .. Ama özellikle Can Bey ve aramıza ondan iki sene sonra katılan Erhan Bey o kadar başarılı bir performans gösterdiler ki, hem önceden başlatıp sürdürmekte olduğumuz işlerin hem yeni teşebbüslerin başarısında onların ciddi bir etkisi oldu. … ..

… ..

Erhan Bey’i aramıza kazandıran, yetişmiş profesyonellerle çalışma konusunda hep gayret göstermiş olan büyük oğlum Yaşar’dır. … ..

.. .. 


Güven Olmadan Olmaz

… ..

… ..

Artık “paranın genel müdür” dediğimiz  bir CFO’muz ve hem Memorial’ın hem Aydın Örme’nin başında birer CEO’muz vardı. Bu profesyonelleşme, onların elinde, daha alt kademelere doğru adım adım gelişti.

Bunun kazanımlarını ilerleyen zaman içinde birer birer görmeye başladık.O güne kadar kritik kararları aile içinde alır, alt kademedeki yöneticilerden ise buna göre ahrekete geçmelerini istedik. Ama artık karar alma sürecinde üst düzey yöneticilerimiz vardı ve onların bakış açıları ele aldığımız konuların daha önce göremediğim tarafları olduğunu gösteriyor, meselelere daha geniş bir pencereden bakmamızı sağlıyordu. Her biri dünyanın, piyasanın, ekonominin nereye gittiğini gören insanlar olarak mevcut yatırımlarımızı ne yapacağımız, nerelere yeni yatırım yapmamızın uygun olacağını, finansman boyutunu nasıl yöneteceğimiz konusunda bize strateji ve ufuk kazandıran insanlardı. … ..

… .

Hisse devri için yapmamız gereken ödeme, Memorial için o günün şartlarında belirlenen yüz on milyon dolarlık değerin yüzde elli sekizi olarak altmış milyon doları geçiyordu. … ..


Bir Yelken Rügzâr Bekliyor.

… ..

… ..

Sağlık turizmi için bize açılan ilk kapı Azebaycan’dı, ama seneler içinde bu işte o kadar gelişme kaydettik ki, 2023’e geldiğimizde bir sene içinde yüz altmıştan fazla ülkeden hasta kabul etmiş durumdaydık. Memorial’ın cirosunun yüzde yirmi yedisi sağlık turizminden geliyordu. Bunu sadece gelir açısından da düşünmemek gerekiyor. İnsanların sağlığını siz emanet ediyor olması ve bunun olumlu sonuçlar görmesi, Türkiye’ye de çok büyük saygınlık kazandırıyor. Artık Türkiye’nin sağlık turizminden elde ettiği gelir yıllık üç milyar doları aşmış durumda. Az bir para değil; ama bu rakamı daha ileriye götürmek mümkün. … ..

… ..

… .. Yurtdışı pazarlama ekibimiz, yurtdışı sigorta şirketleri ve aracı kurumlarla anlaşmalar yaparak sağlık turizmi alanında ilk adımlarımızı atmıştı. Mesela 2005 senesinde Hollanda’nın en büyük sigorta kuruluşu AGIS ile anlaşma imzalayarak Hollanda'dan gelen hastaları tedavi etmeye başlamıştık. Ama bu gezi ve öğrendiklerimiz bizi daha da güçlendirdi…. ..

… ..

… .. Çünkü o günün akşamı Amerika'nın en büyük bankası Lehman Brothers iflasını açıkladı.  Tarih 15 Eylül 2008 ve günlerden pazartesi idi. 2008’in o günü “Kara Pazartesi” olarak tarihe geçti. Sadece Amerika değil, bütün dünya ekonomisi büyük sarsıntı içindeydi. Türkiye'de de 2008’deki o büyük ekonomik krizden dolayı iflas eden çok firma ve işsiz kalan çok sayıda insan oldu. Lehman Brohers’in 613 milyar dolar gibi devasa bir borçla iflası açıklandığındaortalık yangın yerine dönmüştü. Bütün dünyada piyasalar allak bullak olmuşt. Ama biz rahattık. Çünkü Can Bey’in öngörüsü sayesinde bizim hiç bir nakit sıkıntımız yoktu. O gün, dünyada “kara” diye adlandırılırken bu sayede bizim için “aydınlık” oldu.

… ..

… ..

Bizim Evden English Home’a

… ..

… ..

Kızım Aydan da orada ithalat-ihracat işlemleriyle ilgili kısımda çalışıyordu. Aydın Örme için dışarıdan getirdiğimiz milyon dolarlar değerinde iplik vardı, ama gümrükte türlü çeşit zorluklarla karşılaşıyor, bir türlü ithal ettiğimiz iplikleri gümrükten çıkaramıyorduk.

 … ..

… ..

Diğer taraftan aramıza katılan profeyonel yöneticilerimizden Erhan Bostan’ın önerisiyle yaptığımız toplantıda hem sağlıkta büyümemiz hem tekstilde sadece üretimde kalmayıp perakende alanına da girmemiz fikri ortaya çıkmıştı.

… ..  kızım Aydan’dan geldi ve English Home isimli  bir mağaza gördüğünü, ev tekstili ve dekorasyonu konusunda bu mağazanın geliştirdiği bir konsepti kendisinin de beğendiğini söyledi. … .. 

… .. onu dinlerken, “Tam babasının kızı” diye düşündüm. … ..

… .. Aydan bir sunum hazırladı, yönetim kuruluna sundu. Toplantıda kızımın sunumundan çok etkilenmiştim. Ama oğullarım Yaşar ve Ayhan ilk anda bu yatırıma sıcak bakmadılar. Ben ise kızıma olan güvenimle bu yatırımın ailemiz için çok önemli olduğunu düşünüyordum.

… .. English Home hisselerinin büyük kısmı artık bize geçmişti ve şirket büyük oğlum Yaşar’ın sorumluluğundaydı. Yaşar, zaman içinde konsepti oluşturan, English Home’u kendisinden satın aldığımız gencin ekip çalışması için uygun bir isim olmadığı izlenimini edindi. … ..

… .. Biz ise takım çalışmasına önem veriyorduk…. .:

İli yılın sonunda kişisel olarak anlaşamayacağımızı kesin biçimde anladık. İş tutuş yöntemlerindeki farklılıklardan dolayı yollarımızı ayırmaya karar verdik. ve onun payını satın alarak ortaklığı sonlandırdık.

… ..

… .. English Home  hızlı bir şekilde büyüdü. … ..

English Home’daki bu hızlı büyümeye karşılık, Aydın Örme’de küçülme yoluna gitmiştik. … ..

… ..

… .. Biz bir işe girdiğimiz zaman  aile üyelerinin farklı fikirleri olabilir,  aynı konu üzerinde mutabık kalamayabiliriz, ama çoğunluğun bir kararı varsa bu karara herkes uymalıdır, herkes üzerine düşeni yapmalıdır. … ..

… ..


Gurur ve Akıl

… ..

… ..Sonra gördüm ki, profesyonel yöneticiler işlerinde çok başarılılar ve attıkları adımlarla yaptıkları hamleler güzel neticelere varıyor. Onlar inandıkça, başarıya ulaştıklarını gördükçe, benim de fikrimin delege etme ve yöneticilere yetki verme yönümnde değişmesi gerekiyordu. Çünkü bir şirketi kurmak çok önemli olsa da, onu devam edip kalıcı olması ve büyümesi çok daha önemli. Bunu da liyakat sahibi yönetiler başarıyla sağlayabilirdi. 

… ..

Öte yandan , profesyonel yöneticilerden ayrı olarak, geçmişinde bazı büyük çok-uluslu firmalarda üst düzey yöneticilik yapmış bir ismi danışman olarak bünyemize almıştım ve onun ve onun gözlemlerine ve önerilerine çok değer veriyordum.

Bu şekilde, re’sen işlere müdahale edip görevden aldığım insanlar oldu. Üstlerini haberdar etmeden göreve tayin ettiğim insanlar da oldu.Bunun üst düzey yöneticiler için kolay kabul edilebilir bir durum olmadığını tahmin etmek zor değil. Nitekim, zaman içinde üst düzey yöneticiler arasında görevden ayrılanlar oldu. Görevine devam edenlerin de huzurlu olmadığını, oğlum Yaşar'ın bir bakıma onların tepkilerini ve tedirginliklerini bana yansıttığını o gün değilse bile bugün görebiliyorum.

Neticede bu durumlar üst üste birikmiş olmalı ki yönetim kurulu  toplantısında oğlum Yaşar’la aramızda çok sert bir tartışma yaşadık. O bir şey dedi ben başka bir şay dedim, o cevap verdi, ben ona cevap verdim derken, karşılıklı olarak sesler yükseldi. Hatta en sonunda Yaşar o kadar sinirlendi ki , masaya çok sert bir şekilde vurdu. Yönetim kurulunda sadece aile üyeleri

 yok, profesyonel yöneticiler de var, yönetim danışmanımız da var; öyle bir ortamda oğlumla böyle çok büyük bir  tartışma yaşadık. Ben ona çok kızmıştım. “Sen artık kenara çekil” dedim ve yönetim danışmanımızı bütün şirketlerin başına CEO olarak atayacağımı, bütün genel müdürlerin ona bağlı olacağını söyledim.

Bu söz üzerine oğlum daha da sinirlendi ve toplantıyı orada bırakıp gitti. 2008’in Ekim ayında bu olay vuku bulmuştu. Kasım geçti, Aralık geçti, Ocak geçt, Yaşar gelip bir gün bile şirketten içeri adımını atmadı. Sonradan öğrendim ki, aslında şirketleri öyle büsbütün bırakmamış. Beraber çalıştığı üst düzey yöneticilerle zaman zaman dışarıda buluşup onlardan işlerin gidişatı hakkında bilgi almış, ….  ..

… ..

… ..

2009 senesi, ya Ocak ayının sonları veya Şubat’ın ilk günleriydi. Yaşar’ı aradım ve görüşmek için  şirketlerimizin merkezine çağırdım. Geldi. Bütün şirketlerin başına atadığım CEO ile yapamayacağımız kanaatini ona ilettim. Ardından, “ben de çekiliyorum” dedim. Hatta şunu da ekledim: “İsterseniz Hiç işe de gelmem.”

… ..

… ..

… ..  bu şekilde geçen dört aylık zaman beni değil, onu doğrulamıştı. İnat etmenin, gurur hesabı yapmanın âlemi yoktu. Kendimi ispat diye bir derdim de olmadığından, gereken doğru kararı verdim.  Hiç gururum incinir, küçük düşmüş olurum gibi bir hesaba girmeden, teşebbüslerimizin daha da büyümesi için gerekeni yaptım. “Bütün idareyi sana veriyorum; sana karışmayacağım “dedim.Oğlum, beklendiği gibi, bu kadarına razıolmadı. “Sen bu işlerin kurucu hissedarısın. İlgilenmende, karışmanda problem yok; hiyerarşiyi bozmada problem var” dedi. “O hşyerarşiyi bozma, yöneticilerin iradesini hükümsüz hale getirme yeter.”

Beraberce yeniden iş bölümü yaptık. O yönetim kurulu başkanı, ben de başkan vekili olacaktım

… ..

… ..

Baba Mesleğine Dönüş

… ..

… ..

… .. bu işin ilk başladığı yer olan Almanya’da da hep böyle olmuş. Bizde de A 101’in kurucusu olan Cüneyt Zapsu’nun oralardan alıp getirdiği, geliştirip başka ortaklar edinerek uygulamaya koyduğu ilk örnek BİM, ancak yedinci yılında ve beş yüz mağaza sayısına ulaştığında artıya geçmiş. Yani iş demlene demlene kıvam buluyor, ama o kıvamı buluncaya kadar büyümek mağaza sayısını artırmak gerekiyor. Mağaza sayısının artması ise mevcut zararın daha da yükselmesi anlamına geliyor. O yüzden bu dönemde çok ciddi bir finansman desteği şart görünüyor. … ..

… ..

… ..

2009’un yüzde beş hisseyle başladığımız A 101’e ortaklık yolculuğunda, aynu senenin Kasım ayında yüzde yirmi beş hisse daha ekleyerek yüde otuza ulaşmıştık. … ..

… ..


Altın Üçlü:

Cesaret, Ortak Akıl ve İyi Niyet

… ..

… ..

Bu süreçte A 101, Deloitte’nin dünya çapında yaptığı bir raporda dünyada en hızlı büyüyen ilk beş perakende şirketi ve en büyük 250 perakende şirketi arasına girdi. 

… ..

… ..


Düz Yollar ve Sarp Yokuşlar

… ..

… .. Aydın Örme … ..

… .. English Home … ..

.. .. Memorial ise artuk Şişli’deki tek hastanedeb ibaret değildi. … yıllar içinde … ..   … Ataşehir, Antalya (2010), Diyarbakır (2011), Dicle (2012), Kayseri (2013), Ankara(2014), İstanbul Bahçelievler (2018) hastanelerimizi sırayla açtık … ..   Yanı sıra, daha önce başka müğrteşlebbisler tarafındannn açıklmış olan bazı sağlık kuruluşları olan Mre-dstar Antalya ve Topçular’ın(2011) işletmesini üstlenip onlarla hizmet ağımızı daha da genişlettik….. .. 2022 yılının sonunda sağlık hizmeti kalitemizi Romanya Hasanemizile Avrupa’ya taşıdık. … ..

… ..


Acısıyla ve Tatlısıyla Hayat

… ..

… ..

… .. Pizza Lazza, Saloon Burger … ..

… ..  Aydın Denizcilik… ..

… .. İstanbul Havacılık … .. AFA (/Atlantik Uçuş Akademisi) … .. otuz dört uçağıyla Türkiye’de pilot eğitimi veren bir şirkete dönüştürdü. … ..,

… ..

… ..


Üçüncü Nesil

… ..

… ..


Hayat Devam Ediyor

… ..

… ..

En Güzel Yatırım

… ..

… ..

… .. İyi Niyet Derneği … ..

… ..

-... ..

Yine, yeni, Yeniden 

… ..

… ..

Yeni Teknoloji:

FinTech’e İlk Adım

… ..

… ..  T.O.M.  ... …  Tecnology of Money … ..


Vites Büyütüyoruz. 

Dijital Banka

… ..

… .. Dubai İslam Bankası … ..

… ..

… ..

Yeni Nesil, Yeni Adımlar

… ..

… ..













İmkânsızdan Mümküne &  Turgut Aydın

Editör: Sevim Erdoğan

1.Baskı / Mart 2025




*Ticaretin Altın Kurallarını Yazan Semt: Sultanhamam - PANORAMA KHAS

*Ticaretin altın kurallarının yazıldığı bir yer Sultanhamam. Kimilerince bir hayat üniversitesi kimilerince Türk tekstilinin doğduğu yer olarak kabul edilen semt, tarihi yarımadanın ticarete yön veren en önemli semtlerinden birisi haline gelmeye Bizans döneminde başlıyor. Günümüzde birçok Türk tekstilcisinin iş hayatını doğurduğu semt olan Sultanhamam, üniversite okumaktan öte alaylı olmak teriminin uygulamasını bizlere gösteriyor. Türk tekstil tarihinde “Sultanhamam Kuralları”nı literatüre koymuş olan semt, ahilik döneminden hatırlarda kalan dürüstlük, çalışkanlık gibi değerleri de içerisinde barındırıyor. Yalnızca bir iş hayatı değil bir aile hayatı da yaratmış olan semt, sosyal sorumluluk bilinci ile hareket eden tüccarların yer aldığı bir saha olma özelliğinde.

… ..



*Fintech - Wikipedia

*Finans teknolojisi veya fintech, finansal hizmetlerin sunumunda geleneksel finansal yöntemlerle rekabet etmeyi amaçlayan bir teknoloji ve yeniliktir.[1] Finans teknolojisi, finans alanındaki faaliyetleri iyileştirmek için teknolojiyi kullanan gelişmekte olan bir sektördür.[2] Akıllı telefonların mobil bankacılık, yatırım, borçlanma hizmetleri[3] ve kripto para birimi için kullanılması, finansal hizmetleri genel halk için daha erişilebilir hale getirmeyi amaçlayan teknolojilere örneklerdir. Finansal teknoloji şirketleri, hem yeni girişim şirketleri hem de mevcut finans şirketleri tarafından sağlanan finansal hizmetlerin kullanımını değiştirmeye veya geliştirmeye çalışan yerleşik finansal kuruluşlardan ve teknoloji şirketlerinden oluşmaktadır.

… ..


5 yorum:

  1. Saygı ve sevgi ile hayatımızda yer alan Turgut Bey’in hayat öyküsünü anlatan eser; önsözündeki hikâyesinin özeti ile başlayan kitabın arka kapak tanıtımında; kitaba ilişkin ipuçları veriliyor. Turgut Bey şöyle diyor: “Doğup büyüdüğüm şartlara bakan biri, sadece imkansızlıklar görürdü muhtemelen. Ama o imkânsızlıklardır ki, bir mümkünün yolunu açtı. İmkânsızlıklardan da çok şey öğrendim, o sebeple yola düştüğümde karşıma çıkan imkânlardan da… Öğrenmeye hâlâ devam ediyorum.”

    YanıtlaSil

  2. Turgut Bey’in hayat hikâyesinden anlıyoruz ki;
    1958’de henüz 15 yaşındayken çocuklarını; İstanbul’da yaşamakta olan akrabaları olsa bile yalnız olarak gurbete gönderen Karadeniz’li yurdum insanının ruh halini günümüzde anlamanın kolay olmadığını düşünüyorum, ama aynı zamanda Psikolog Prof. Dr. Acar Baltaş’ın, “Konfor alanından yüksek performans çıkmaz.” sözlerini hatırladığımda da aklıma Turgut Bey’in öyküsü aklıma geliyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Turgut Bey'in tek başına 15 yaşında başlayan hayat mücadelesinin, aynı zamanda giderek büyüyen başarılara giden yolu da açtığını anlıyoruz.

      Sil
  3. Tecrübelerinin özellik arz eden ders verici yanları da çok…. 70’li yılların Türkiye’sinde ülkemizdeki azınlıkların ticaret ve sanayi konularındaki girişimcilik özellikleri; Türklerle birlikte kurdukları ortaklıklar ve hem yurtiçinde hem de dışarıyla ilişkilerimizde ülkemizin ekonomik kalkınmasını olumlu yönde etkilemesini anlamaya çalışmakta fayda var.

    YanıtlaSil
  4. İstanbul şehri, genel olarak ama, özelde ise görüyoruz ki Sultanhamam’da iş yapan; gayrimüslim yurttaşlarımızın dünyaya açık olan özellikleri, dil becerileri, imalât ve ticaret konularındaki birikimleriyle yurdum insanını cesaretlendirecek olumlu örnek olarak değer katmaları; bunun bir adım sonrasında ise, bu katkıların yine Sultanhamam başta olmak üzere İstanbul’la da sınırlı kalmayarak Anadolu’nun her köşesinden İstanbul’a gelen yeni girişimcilerin bu birikimi, ülkenin her köşesine yayılmasına da yol açtığını anlayabiliyoruz.

    YanıtlaSil