Takdim
… ..
Kitap, bazen bir alıntı sözden bazen bir olaydan bazen de bir kavramdan yola çıkılarak on beş dakikada kaleme alınan yazı parçalarından oluşuyor. Hırpalamadan silkeleyen, arındıran, tefekküre yönelten cümleler. Belirli bi zaman aralığında böyle derinlikli metinler ortaya çıkaran hocama bu süreçte gıpta ile eşlik ettim.
… … Malkoç Behiye
… …
Sandığınız Kişi Değilim
Düşündüğünüz kadar iyi bir insan değilim ben. Kalbim o kadar temiz, niyetlerim o kadar duru değil. Bir parça bulanığım. Bak yine “estağfirullah” diyorlar. Düşündüğünüz gibi bir olmak çok yorucu.
Türkü seviyorum mesela ben. Bazen elbise seviyorum. Bir yandan gözleme yiyor, ayran içiyorum bir yandan da Borges (*Jorge Francisco Isidoro Luis Borges Acevedo (d. 24 Ağustos 1899, Buenos Aires - ö. 14 Haziran 1986, Cenevre), Arjantinli öykü, deneme yazarı, şair ve çevirmen. ) okuyorum. Namaz kılıyor, ezber yapıyorum. Yolda izde TRT3 dinliyor, boş vakit bulursam Kore dizileri izliyorum. Hiçbirinizin şablonlarına bu yüzden tam uyamıyor ama çocuklarınızla da bu yüzden iyi anlaşıyorum.
Pazara gidip gerekli gereksiz şeyler almayı, elime geçen üç kuruşu anlamlı anlamsız harcamayı seviyorum. Dedim ya düşündüğünüz gibi kusursuz biri değilim ben. Hafiften müsrif, hafiften deli doluyum.
İtiraf etmek gerekirse zannettiğiniz kadar çok okumuyorum mesela. (İsterdim öyle olmayı.) Biraz
oradan biraz buradan okuyorum ben. Esasında dağınıklık diyebileceğimiz bu durum, neredeyse okuduğum her satırı sizinle paylaştığım için olsa gerek, çok okuyormuşum izlenimi veriyor. (İzlenim demişken, imaj ve görüntü üzerinden mi ileletmeliyim yazıyı, yoksa “İnsan paylaştıkça çoğalırmış.” deyip işin sırrını paylaşmak olduğunu açıklamaya mı girişmeliyim, bilmedim. Dar vakitte çözemem bu ikilemi, en iyisi kaldığım yere döneyim.)Söylemesi çok zor ama zannettiğiniz kadar sağlam karakterli bir insan da değilim ben. Dindarlığımda, ahlakımda, insanlığımda beni utandıran hatta kendimden soğutan eksiklikler var. Bunca eksikliğe rağmen yönümün şaşmamasından, yıldan ayrılmamaktan guru duyabilirim sadece. Evet, sol şeritten basıp giden bir spor araba değilim belki ama hiç yoktan sağ şeritte tık nefes ilerlemeye çalışan eski model bir Hacı Murat’ım. Yoldayım ya, ona şükür.(İçime bir ürperti geldi şu an. “Ya öyle olmadığın hâlde kendini kandırıyorsan.” dedi içimden niteliğini kestiremediğim bir ses. Ama dedim ya vakit dar, deşemeyeceğim bu soruyu. Hızlıca şeytanın vesvesesi olduğuna hükmedip geçiyorum.
… ..
İtiraf etmek gerekirse zannettiğiniz kadar yumuşak kalpli ve merhametli biri de değilim ben. Sanırım gülümsemeyi vazgeçilmez bir alışkanlık hâline getirdiğimden böyle düşünüyorsunuzdur hakkımda. Zannettiğiniz kadar yumuşak olduğumda özüme saygınızı koruyamadığınızı, beni mutlu eden şeyleri tamamen göz ardı ederek hazır asker veya ne yapsanız alınmayacak, üzülmeyecek bir şamar oğlanı olarak gördüğünüzü anlayalı bıraktım ben, bir kertenin üstündeki yumuşaklığı ve merhameti. Zira anladım ki böylesine bir merhamet kendime zulmetmek demek. Şimdilerde anahtar kelimem; “denge”.
Tez zamanda sandığınız kişi olmadığımı anlamanızı dilerim. Elbette sizin beni olduğum gibi sevmenizi isterdim. Baktım olmayacak, beni sevmenizi önemsememeye karar verdim. Siz de hürsünüz, ben de. Ben olduğum kişi olayım, siz istediğiniz kadar sevin.
Zor olacak tabii. Sizin hayalleriniz yıkılacak, benim kalbim soğuyacak. Hepimizin biraz zaman ihtiyacı var sadece. Geçecek. Alışacağız. Nerede görülmüş her şeyin her zaman istediğimiz gibi olduğu.
Olanda Hayır Vardır
“İyi ki bilmiyor kalabalıklar,
Yağmura bakmayı cam arkasından,
İnsandan insana şükür ki fark var;
-Birine cennetse, birine zindan-
İyi ki bilmiyor kalabalıklar.”
Sezai Karakoç
… ..
Fırsat
Akrabalarının tamamına yakını köleleştirilmiş ırgatlardı. Yüce Allah onu kurtarmayı dilemişti. O dilerse, çaresiz bir bebek küçük bir sepetin içinde Nil deryasında huzurla yüzer, kulübeden saraya birden geçer, üsteli de döner dolaşır kimsecikler anlamadan annesinin göğsüne kavuşurdu. Onu doğuran bir kadın, kurtaran bir başka kadın ve annesine kavuşturan da bir diğer kadındı. Hayatının dönüm noktalarında hep kadın şefkati yardım etti ona.
Sarayda büyüdü ya aslını unuttu sanmayın. Nereye ait olduğunu biliyor, mazlum akrabalarına arka çıkmak için fırsat kolluyordu. Gün geldi mükellef sofralarda kuvvetlenen pazuları bir ırgatı dövmeye kalkan Mısırlıyı bir yumrukta darıbekaya göndermeye yetti. Bir kavga, bir kavga daha derken Yüce Allah, zulümle mücadelenin böyle yürümeyeceğini göstermek üzere , aranan bir suçlu olarak onu ilk günkü çaresizliğine geri çevirdi. Şimdi artık gidebileceği bir yer, sığınacağı bir çatı hatta yiyecek lokması dahi olmayan bir kaçaktı.
Ne yöne gideceğini bilmeden yürüdü. Hava kararmak üzereyken açlık, korku ve endişe içinde bir çeşme başında oturdu. Suyla kandırmaya çalıştı kazınan midesini, ne kadar olursa artık. Belirsizliğin karanlığına gecenin karanlığı eklenecekti birazdan ve belki de nehre bırakıldığı sepetten daha güvensiz bir yerde geçirecekti geceyi.
Derken çobanlar hayvanlarını sulamaya geldiler. İki kız da güç bela zapt etmeye çalıştıkları hayvanlarıyla -demek ki kızlar tarihin eski günlerinden beri çalışıyordu.- erkeklerin işinin bitmesini beklerken -demek ki o devirlerde de ”Madem bizimle eşit, neden ona öncelik tanıyalım ki” diye düşünüyormuş bazı erkekler ve iyi ki böyle yapanlar varmış da Musa gibilere iyilik fırsatı çıkıyormuş- yerinden kalktı, kızların yanına gitti, susamış hayvanları beceriyle suladı. Pazılarını sadece kavgada değil iyilikte de mahir bir şekilde kullanabileceğini gördü.
İşte o yerinden kalkıp, aç karnına bakmadan, kararlılıkla iyiliğe atılan adımlar var ya yıllardır yeri geldikçe hep gözümün önüne gelir. “Bana ne!” demedi, “Benim derdim bana yetiyor.” demedi. “Şu yardım etsem beş kuruş alır mıyım diye düşünmedi?” Gayet doğal bir iş olarak gördü yaptığını . Birine iyilik etmek için önce kendisinin iyi durumda olması gerektiğini düşünmedi. Sonra ne oldu, hepiniz biliyorsunuz. O sonu düşündükçe kendime şunu hatırlar dururum: Yüce Mevlâ bazen sana göndereceği iyiliği , başkalarına yapacağın iyiliğin arkasına saklar.(Ama sen yine de bunu dahi aklına getirmeden yap yapacağını.)
… ..
Beyan
… ..
… .. Hemen herkesin aleyhine konuştuğu dijitalleşme, içinde barındırdığı imkânlara bakınca bana hep nimet olan yüzü görünüyor. … …
… ..
… .. Ahlaka aykırı içerikleri nedeniyle uzak durmayı hararetle savunanların endişelerini paylaşıyorum ancak çözümün sadece uzak durmak/uzak tutmak olduğunu düşünmüyorum. Son yüzyılda olup bitenlere baktığımızda çeşitli kaygılarla uzak durduğumuz alanların bu kaygıları hiç mi taşımayanlar tarafından doldurulmasının nelere mal olduğu gün gibi ortada. Değerleri ve ilkeleri olan insanların, duruşlarını korumaya elverişli tüm mecralarda içerik üretmesi gerektiğini düşünüyorum. Bazıları o akışın içine girince değer ve ilkelerin korunmadığını savunuyor. Onları halkı çıkaran pek çok örnek var. Peki ne yapmalıyız, sorusuna somut bir cevapları olmayan bu bakış açısının bize ne demek istediğini doğrusu hiç anlayamıyorum. Kendilerine sorulduğunda onların işinin çözüm önermek değil, durum tespiti yapmak olduğunu söylüyorlar. Biz, sıradan vatandaşlar zaten bu sorunların içerisinde yaşıyoruz. Dolayısıyla çoktan tespit ettiğimiz bir sorunu , bunca bilim insanının, içinde çözüme dair bir cümle bile geçmeyen sayfalar dolusu çalışmalarda yaptıkları işin “sorunu tanımlama”ktan öteye gidememesine şaşkınlıkla bakıyoruz.
… ..
Sınır Meselesi
Bence sen, her şeyden önce kendini yolgeçen hanı gibi görmekten vazgeçmelisin Her isteyen elini kolunu sallaya sallaya girememeli gönül sarayına. Bırak kadir kıymet bilir bilmez herkesi binadan içeri almayı, o sınırsız saray bahçesini bile çitlerle çevirmelisin. Baksana adamlar hödük. Tarladan çıktıkları gibi, çamurlu ayaklarıyla dalmışlar ipek halılarla döşeli cânım salonlara. Bahçeye bir çit çeker, kapıya da bir bekçi dikersem içeride yalnız kalırım diye korkma! Sadece hoyratları dışarıda bırakmak için bu önlemler. Üstelik istersen, öylelerine mutfakta bir çorba içirebilir, bahçeden öte verebilirsin. Ama onları ellerinin kiriyle masanın başköşesine oturtmak da nereden çıktı? Oturttun da ne oldu görmedin mi? İş bilmedikleri kadar alçak gönüllü de olmadıklarından sendeki yüce gönüllüğü görüp de edeplerini takınacaklarına seni ve senin gibileri çıtkırıldım gibi göstermeye kalktılar. Gönlünü öyle virane kılmış ki takındığın lakaydı tutum evin sahibi kim, konuklar kim belli olmaz olmuş.. Bütün kapıları bı kerteye kadar açınca had bilmezlik, münasebetsizlik olmaktan çıkmış. Artık senin saray bunların dilinde “bizim ev”olmuş.
Asıl hayretimi mucip olan şu ki böylesine mamur bir kâşanenin varisi olduğuna göre eziğin teki gibi yetiştirilmişsindir. Acaba ne zaman ve nasıl olup da geldi üzerine bu hilm-i himari? (*Ahmet Hamdi Akseki’nin Ahlak Dersleri kitabında geçer bu terim, denge hâli bozularak ifrata kaçmış bir yumuşaklığı ifade ediyor. Ona göre insani meziyetlerin her biri ancak denge hâlini koruduğu zaman ahlaki bir fazilet olur. Bir meziyetin yokluğu gibi aşırıya kaçarak dengesinin bozulmuş olması da rezillettir.) Yine de kumaşın sağlamdır, kalmıştır bir iki damla asalet. Artık onu da bulup çıkarmak sana kalmış. Yoksa yıkıldı, yıkılacak sarayın. Demedi deme sonra.
15 Dakika & Fatma Bayram
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
2.Baskı, Nisan 2024
*Musa (İbranice: מֹשֶׁה, ISO 259-3: Mošeh, Modern: Mōş´eh),[not 1] Hristiyanlık, İslam ve Bahâîlik gibi İbrahimî dinlerde önemli bir peygamber, Yahudilikte ise en büyük peygamber[2][3] kabul edilen İbrani din büyüğüdür. İsrail'in on iki oğlundan biri olan Levi'nin soyundan geldiğine inanılır. Tanah'taki anlatımlara göre İsrailoğulları'nın önderi ve kanun koyucusu olan Musa, Tanah'ın ilk beş kitabının birleşimi olan Tevrat'ın gökten indiricisi olarak atfedilir.[4]
Rabbânî Yahudilik Musa'nın MÖ 1391–1271 aralığında yaşadığını, tarihçi Hieronymus MÖ 1592, James Ussher ise MÖ 1571 aralığında yaşadığını iddia etmektedir.[5][not 2] Bilim dünyasının ortak fikir birliği Musa benzeri bir figürün yaşamış olma olasılığı göz önünde bulundururken, daha çok efsanevi bir figür olduğu yönündedir.[6][7][8][9][10] Çıkış Kitabı'na göre Musa, halkının, yani köleleştirilmiş bir azınlık halk olan İsrailoğullarının nüfuslarının arttığı ve bu nedenle Firavun'un, İsrailoğlullarının Mısır'ın düşmanları ile iş birliği kuracağı endişesini duyduğu bir dönemde doğdu.[11] Firavun, İsrailoğullarının nüfusunu azaltmak için tüm yeni doğan İbrani erkek çocuklarının öldürülmesini emrettiğinde, Musa'nın annesi Yohebed onu gizlice sakladı.
Firavun'un kızı Bithia [en]'nın, Nil Nehri'nin yakınlarında bulunurken bebek olan Musa'yı bulması ve onu büyütmek istemesiyle Musa, firavun kraliyet ailesiyle birlikte büyüdü. Bir gün Musa, Mısırlı bir köle efendisinin bir İbrani'yi dövdüğünü gördü ve kimse olmadığını anlayınca yetkilerini kullanarak köle efendisini öldürtüp kuma gizletti. Ertesi gün iki İbrani'nin kavga ettiğini gördü ve haksız olana, "Niçin kardeşini dövüyorsun?" diye sordu. İbrani, "Kim seni başımıza yönetici ve yargıç atadı? Mısırlıyı öldürttüğün gibi beni de mi öldürtmek istiyorsun?" dedi. Musa korkuya kapılarak, "Bu iş ortaya çıkmış!" diye düşündü ve orada uzaklaşarak Medyen'a gitti.[12] Orada, 'ında, yanan bir çalının ardında görünen ile karşılaştı ve onunla konuştu.[13]
YHVH, İsrailoğulları ve Firavun arasında barış yapmak için Musa'yı Mısır'a geri gönderdi. Lisanı daha düzgün olduğunu ve kendisini doğrulamasını sağlaması için[14] Musa'nın ağabeyi Harun'un da Musa'ya eşlik etmesini emretti.[15] On Bela'dan sonra Musa halkını, İsrailoğullarının Mısır'dan Çıktıkları yerin ötesine götürdü. Ardından Musa'nın On Emir'i aldığı Sina Dağı'na yerleştiler. Yaklaşık kırk yıl bu topraklarda yaşadıktan sonra Musa, Nibu Dağı'nda, Vadedilmiş Topraklar üzerinde öldü.
Adının etimolojisi:
Musa isminin kökeni hakkında çeşitli savlar öne sürülmüştür. Antik Mısır dilindeki mys ("oğlu", "çocuğu") kökünden türemiş olabileceği yüksek olası bir alternatiftir. Thutmose [en] ("Thoth'un çocuğu") veya Ramses ("Ra'nın çocuğu") örneklerinde olduğu gibi teoforik bir isimdir ve kişi isimlerini birleştirildiği şekliyle geçmişte sıklıkla kullanılmıştır. Bu nedenden ötürü Musa isminin önündeki ilâh isminin düşmesi ile tek başına kullanılan bir isme dönüştüğü öne sürülmüştür.[16] Abraham Yahuda [en], Tanah'taki yazımına bakarak ismin "su" veya "tohum" ile "göl, büyük miktarda su" anlamına gelen terimlerin birleştirilmesi ile mw-še sözcüğünden geldiğini öne sürmüş, bu ismin "Nil'in oğlu" manasında kullanıldığını iddia etmiştir.[17]
Musa'nın doğumunun Tanah anlatımı ise Musa ismini firavunun kızının verdiği yönündedir; Firavunun kızı çocuğu evlat edinir ve: "Onu sudan çıkardım" (mešitihu) diyerek adını Musa (Moşeh) koyar.[18][19] Bu açıklama genellikle halk etimolojisi olarak sınıflandırılır[20][21] ve Musa'nın Mısırlı kökenlerini gizlemek için oluşturulmuş olabileceği düşünülür.[22]
Musa'nın ismi, Filon ve Josephus gibi Yahudi tarihçiler tarafından da Mısırca etimolojilere dayandırılmıştır. Filon, Musa isminin Mısırca "su" manasına gelen mōu sözcüğünden türediğini belirtmiş, bu ismi Nil'de bulunma hikâyesine bağlamıştır.[23] Josephus ise Antiquitates Iudaicae eserinde, Filon ile aynı görüşü paylaşmış, ancak ismin sonunda yer alan -esês kısmının "kurtarılanlar" anlamına geldiğinden de bahsetmiştir.[19] Thermutis veya Bithiah olarak bilinen Mısırlı Firavun'un kızının nasıl İbranice konuşmuş olabileceği Abraham ibn Ezra ve Hezekiah ben Manoah gibi Orta Çağ Yahudi yorumcuları tarafından da irdelenmiştir.[24][25]
Tarihsellik:
Musa'yla ilgili ilk yazılı kaynak Babil Sürgünü sırasında üretildiği düşünülen metinlerdir.[26] Bu metinler Musa'nın yaşadığına inanılan dönemden yaklaşık olarak 1000 yıl sonrasına denk geliyor ve Musa veya Kutsal kitap ile ilgili bazı anlatıların Babil-Sümer anlatıları ile benzerliklerine de ışık tutabilir. Musa ile Çıkış Kitabı ve Tesniye Kitabı'nda yaşanan olaylar hakkında Antik Mısır kaynaklarında hiç atıf yer almamakta olup, Mısır ve Sina Yarımadası'nda keşfedilmiş arkeolojik deliller, Musa'nın ana figür olduğu hikâyeleri desteklememektedir.[27] Musa'nın doğumu ve büyütülmesi ile ilgili anlatılan öykülerin bir kısmı Akad kralı Sargon, Hint Karna ve Yunan Oedipus öyküleri ile örtüşür.[28] Sargon'un hikâyesi Akad kaynaklarında şu şekilde ele alınmıştır:
Başrahibe annem hamile kaldı; beni gizlice doğurdu
Beni bir sepete koydu, bitümle kapağımı kapattı
Beni üstümden yükselen nehre attı.[29]
Modern bilimsel fikir birliği, Musa'nın efsanevi bir figür olduğu yönündedir,[6] lakin Amerikalı arkeolog William G. Dever [en] MÖ 13'üncü yüzyıl civarında Musa benzeri bir figürün yaşamış olabileceği fikrini dile getirmiştir. Buna rağmen Dever tarafından arkeolojik delillerin var olmadığı da belirtilmiştir.[30]
Sigmund Freud, Musa'nın Antik Mısır'ın Akhenaton'u tarafından oluşturulmuş ve monoteist ögeler taşıyan Atenizm dinine mensup bir rahip olduğunu ve Yahudi mistisizminin de bu dinin izlerini taşıdığını düşünüyordu. Akhenaton'un Aton için yazdığı düşünülen övgü şiiriyle Mezmurlar 105 arasında paralel ifadeler bulunur.[kaynak belirtilmeli] Mısırlı araştırmacı Ahmad Osman'a göre ise Musa, Aten'in kendisidir.[31]
Senenmut Mısırlı bir mimar ve hükûmet yetkilisiydi. Senenmut'un Musa olduğunu ileri süren görüşler de vardır.[32][33][34]
Mısır'dan çıkış ile Hyksos'un Firavun I'nci Ahmose tarafından Mısır'dan arkeolojik olarak kanıtlanan sürgünü arasında benzerlikler vardır. I'nci Ahmose döneminde, fırtına stelinde anlatılan bir doğal afet meydana geldi. Bu doğal afetin tanımı, Tanah'taki On Belanın tanımını çok andırıyor. Ipuwer Papirüsü bu doğal afetin daha ayrıntılı bir tanımını içerir.[35] Jan Assmann ve Donald B. Redford Mısır'dan çıkışın tarihselliğini savunanlar arasındadır.
Ayrıca, Minos patlamasıyla (Santaroni volkanik patlaması) Mısır'dan Çıkış ve On Bela arasında bağlantı kuranlar da mevcuttur.[36][37]
Hollandalı teolog Cornelis Tiele [en], İbrahimî dinlerdeki Tanrı'nın atasını oluşturan YHVH'in aslen Midyanlı bir tanrı olduğunu ve İsrailoğulları'na Musa vasıtasıyla tanıtıldığını öne sürmüştür.[38] Musa'nın yaşamıyla Moav Kralı Meşa'ya atfedilen hikâyeler de paralellik göstermektedir. Meşa, Musa'ya atfedilen hikâyelerde olduğu gibi baskıya karşı direnmiş, kendi halkına İsrail'den çıkmaları için liderlik etmiş ve ilk doğan oğlu Kir-hareseth'in duvarında öldürülmüştür.[39]
İbrahimî dinlerde Musa:
Ayrıca bakınız: İbrahimî dinler
Yahudilikte Musa:
Ana madde: Yahudilikte Musa
Yahudilikte Moşe ben Amram (İbranice: מֹשֶׁה בן עמרם, lit. "Amram'ın oğlu Moşe") veya Moşe Rabbenu (מֹשֶׁה רַבֵּנוּ, lit. "Moşe Önderimiz"), gelmiş geçmiş tüm peygamberler arasında en önemlisi ve kanun koyucusu olarak kabul edilir.[2][3] Tanah'taki Moşe anlatılarının çoğu Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye kitaplarından gelir.[40] Bilim insanlarının birçoğu bu kitapların derlemesinin MÖ 538–332'deki Pers dönemine kadar gittiğini, ancak daha önceki yazılı ve sözlü geleneklere uyuştuğunu düşünmektedir.[41][42]
Yahudi apokrifinde ve Midraş olarak bilinen rabbinik tefsiri türünde ve ayrıca Yahudi sözlü yasasının başlıca eserleri olan Mişna ve Talmud'da Moşe hakkında çok sayıda hikâye ve ek bilgi vardır. Ayrıca Yahudi geleneğinde Moşe'ye bir dizi yan isim verilir. Midraş Moşe'yı, çeşitli isimlerle anılan, yedi İbrani Kutsal Kitabı kişiliğinden biri olarak tanımlar.[45] Moşe'nın diğer isimleri: Yekutiel (annesinin verdiği), Heber (babasının verdiği), Yered (Miriam'ın verdiği), Avi Zanoah (Harun'un verdiği), Avi Gedor (Kehah'ın verdiği), Avi Soco (süt hemşiresinin verdiği), Şemaiah ben Netanel (Yahudi halkının verdiği).[46] Ayrıca Moşe için Toviah (ilkisimi) ve Levi (aileismi) (Vayikra Rabbah 1:3), Heman,[47] veya Mechoqeiq (kanuni 'Kanunî')[48] ve Ehl Gav Ish (Sayılar 12:3) isimlerini de kullanılır.[49]
Başka bir tefsirde Moşe, Horeb Dağı'nda, Yanan Çalı arasında İlahi görüşü gördükten sonra Cennetin yedinci katına kadar yükselmiş, hatta Cennet ve Cehennemi canlı canlı ziyaret ettiği anlatılır.[50]
Hristiyanlıkta Musa:
Hristiyanlıkta Moşe, Yeni Ahit'te, Eski Ahit din büyükleri arasında en çok bahsedilen ve peygamber kabul edilen kişidir. Hristiyanlar için Moşe, Yeşua'nın öğretilerinde pekiştirildiği ve açıklandığı şekliyle, genellikle Tanrı'nın yasalarının bir sembolüdür. Yeni Ahit yazarları, Yeşua'nın misyonunu açıklamak için sık sık Yeşua'nın sözlerini ve yaptıklarını Moşe ile karşılaştırdılar. Örneğin Elçilerin İşleri 7:39–43 ve 51–53'te altın buzağıya tapan Yahudilerin Moşe'yi reddetmesi, günümüzde geleneksel Yahudiliğin ve Yahudilerin Yeşua'yı reddetmesine benzetilir.[51][52]
İslam'da Musa:
İslam'da Mūsā Alėyhîssalam (موسى عليه السلام) şeklinde anılır, peygamber olarak kabul edilir. Musa Kur'an'da, Muhammed dahil diğer tüm İslami peygamberlerden daha çok kendisinden bahsedilen kişidir.[53][54][55][56][57]
Kur'an'da Mūsā, tıpkı Muhammed gibi hem nebî hem de resûl olarak tanımlanır; ikinci tanımlama Mūsā'nın, kavmine ayetler ve kanunlar getiren peygamberlerden biri olduğuna işaret eder.[58][59] Hadislerden biri veya Muhammed'in yaşamıyla ilgili geleneksel anlatılar—Müslümanların 5 vakitlik ibadetleri ile sonuçlanan—Mūsā ile Muhammed arasında, cennette gerçekleşen bir karşılaşmayı anlatır.[60] Huston Smith bu buluşmanın, "Muhammed'in hayatındaki en önemli olaylardan biri" olduğunu söylüyor.[61]
Kur'an'da Mūsā'dan isimli veya isimsiz atıflarla 502 kere bahsedilir; bahsi geçen ayetler arasında 2:49–61, 7:103–60, 10:75–93, 17:101–04, 20:9–97, 26:10–66, 27:7–14, 28:3–46, 40:23–30, 43:46–55, 44:17–31, 79:15–25 ve diğerleri bulunur. Kutsal Kitap'ta anlatılan Mūsā'nın yaşamındaki kilit olayların çoğu ve Kutsal Kitap'ta bulunmayan Hızır'la karşılaşma hikâyesi Kur'an'ın farklı Surelerine dağılmış olarak bulunur.[62]
Mūsā'nın Kur'an'daki hikâyelerinde, bebekken bir tekneye konulup Nil'in sularına saklaması ve böylece onun tamamen Allah'ın korumasına terk etmesi, annesine Allah tarafından emredilir.[62][63] Ancak Kur'an'a göre, Tanah ve Kutsal Kitap'takinin aksine Mūsā'yı Nil'in sularında yüzerken Firavun'un kızı değil karısı (Rivayetlere göre adı Asiya [en] idi) bulur. Asiye Firavun'u Mūsā'yı oğulları olarak sahiplenmeye ikna eder.[64][65][66]
Kur'an'daki başlıca Mūsā anlatıları; Firavun'a, Allah'ın varlığını ve ilahi mesajlarını kabul ettirmeye çalışmasını,[67] ve İsrailoğullarının kurtuluşuna giden yolda liderlik misyonu yapmasını vurgulamaktadır.[62][68] Allah Mūsā ve kardeşi Haruna İsrailoğullarını Mısır'dan çıkartmalarını emreder. Çıkış sonrası Sina dağına ulaşırlar ve Mūsā, Onları Kenan'a girmeye teşvik eder, ancak İsrailliler Kenanlılarla savaşacakları ve bir ihtimal yenilgi yaşayacakları korkusuyla Kenan'a girmek istemezler. Bunun sonrasında İsrailliler için çölde 40 yıllık göçebe yaşamı başlar.[69]
Bazı İslami geleneklerin iddialarına göre M´ūsā, Eriha'daki Makam El-Nabi M´ūsā'ya gömülmüştür.[70]
Suhuf:
Kur'an'da iki kez Suhuf'i Musa (Musa'nın sayfaları, صحف موسى) ibaresi geçer.[71][72]
Müslümanlar bu sahifelerin Musa'ya vahyolunduğuna, ancak zaman içerisinde bunların kaybolduğuna veya bozulduğuna inanırlar. Bu ibare(Suhuf-i Musa)'nin neye karşılık geldiği (Musa'nın taş tableti, parşömenler veya Musa'nın beş kitabı) tamamen spekülatif bir yaklaşımdır.
Birçok bilgin "Musa'nın Kitapları"nın (parşömenler) Tevrat'a mı yoksa Musa'nın diğer kutsal yazılarına mı atıfta bulunduğu konusunda spekülasyonlar yapmıştır. Kur'an yorumcusu Abdullah Yusuf Ali bunun İsraillilerin kayıp bir kitabına olası bir referans olabileceğinden bahsederek, Sayılar 21:14'te atıfta bulunulan apokrif bir kitap olan "The Wars of the Lord" (Efendinin Savaşları) kitabını önerir.[73]
Bununla birlikte, Yahudilerin genellikle Tevrat'a Musa'nın Beş Kitabı olarak atıfta bulundukları iyi bilinmektedir. En önemlisi Tesniye, beşinci kitap, birçok yönden farklıdır ve Tevrat'ın bir incelemesi 'Mishneh Tora' olarak anılır. Dini yazıcıların her kitap arasında dört boş satır bırakmasını gerektiren eski bir kılavuz da var. Bu gelenek (Babil Talmud'unda kayıtlıdır, bava batra sf. 13), Muhammed'den yüzlerce yıl önceye dayanmaktadır. Bu nedenle, Kur'an'ın, bilindiği gibi Musa'nın beş tomarına atıfta bulunduğunu varsaymak akla yatkındır.
Mormonizm'de Musa:
İsa Mesih'in Son Zaman Azizler Kilisesi üyeleri (halk dilinde Mormonlar olarak adlandırılırlar) genellikle Moşe'ye diğer Hristiyanların bakış açısı gibi bakarlar. Bununla birlikte Mormonlar, Hristiyan Kutsal Kitabı'ndaki Moşe anlatımını kabul etmenin yanı sıra, Kutsal Yazılar'ın bir parçası olarak Musa'nın Kitabı [en]'ndan seçmeleri de kabul ederler.[74] Bu kitabın, Moşe'ye tercüme edilmiş yazıları olduğuna inanılıyor ve Büyük Bedelin İncisi [en]'nde yer alıyor.[75]
Son Zaman Azizleri, Moşe'nin ölümünü görmeden cennete götürüldüğüne inanma konusunda da benzersizdir. Ayrıca Joseph Smith ve Oliver Cowdery 3 Nisan 1836'da, Moşe'nin kendilerine yüceltilmiş, ölümsüz ve fiziksel bir biçimde, Kirtland Tapınağında [en] (Kirtland, Ohio'da) göründüğünü ve onlara, "dünyanın dört bir yanından İsrail'in toplanmasının anahtarlarını ve kuzey ülkesinden kayıp on kabilenin önderliğini" verdiğini iddia ettiler.[76]
Politika ve hukuktaki mirası:
Hristiyan geleneğinde "Musa", mecazi manada, insanları korkunç bir durumdan kurtaran lider olarak anılır. B.D. başkanları arasında Musa'nın sembolizmini kullandığı bilinen, seçmenlerinden "Musa nesli" olarak bahseden Harry S. Truman başta olmak üzere Jimmy Carter, Ronald Reagan, Bill Clinton, George W. Bush ve Barack Obama vardır.[77]
Bazı teologlar ise Musa'nın On Emirler'ini erken demokrasinin oluşumuyla ilişkilendirirler. İskoç teolog William Barclay emirler için "Her şeyin ebedî temeli … emirlerin olmadığı bir durumda bir millet olmak mümkün değildir. Toplumumuz bunlar üzerine kurulmuştur." dedi.[78] 2015'te Papa Francis, Birleşik Devletler Kongresi'ne yaptığı ziyarete hitaben yaptığı konuşmada, tüm insanların "adil yasama yoluyla birlik duygularını canlı tutmaları" gerektiğini "… [ve] Musa figürünün bizi doğrudan Tanrı'ya ve dolayısıyla sevginin haysiyetine götürdüğünü" belirtti.[79]*MÛSÂ - TDV İslâm Ansiklopedisi
*Hem Yahudilik ve Hıristiyanlığa hem de İslâm’a göre büyük bir peygamber ve İsrâiloğulları’nı Firavun’un zulmünden kurtarıp hürriyete kavuşturan bir liderdir. Hakkında Ahd-i Atîk’in Tevrat dışındaki bölümleriyle Ahd-i Cedîd’de kısmen bilgi bulunmakla birlikte onunla ilgili yegâne kaynak Tevrat ile Kur’ân-ı Kerîm’dir. Tevrat’ın hemen hemen tamamı Hz. Mûsâ’nın ve önderliğini yaptığı İsrâiloğulları’nın tarihinden ibarettir. Yaşadığı döneme ait diğer kaynaklarda kendisinden bahsedilmemekte, Kitâb-ı Mukaddes’te onun dışında bu adı taşıyan başka bir kimse bulunmamaktadır. Tevrat Mûsâ’yı peygamberlerin en büyüğü olarak takdim eder (Tesniye, 34/10). Bu husus, Maimonides’in tesbit ettiği yahudi âmentüsünde bir iman esası olarak yer almıştır. Hz. Mûsâ, Tevrat’a göre sadece ona ait bir nitelik olmak üzere Tanrı ile yüz yüze söyleşen, Tanrı’nın Sînâ’daki vahyine aracı olarak seçtiği, esaret altındaki halkı kâhinler melekûtu ve mukaddes millet haline getiren, eşsiz ve benzersiz bir kişidir (Çıkış, 19/5-6, 33/11; Sayılar, 12/6-8). Mûsâ, Kur’ân-ı Kerîm’de de adı en çok geçen peygamberdir.
Mûsâ adının İbrânîce’deki karşılığı Moşeh olup kelimenin menşei tartışmalıdır. Tevrat’ta nakledildiğine göre Firavun’un kızı onu sudan çıkardığı için kendisine bu adı vermiştir (Çıkış, 2/10). Buna göre Moşeh kelimesi, İbrânîce’de “çekip çıkarmak” anlamına gelen ve Eski Ahid’de
… ..
… ..
… .. . Ancak Firavun’un kızının mes kelimesini tek başına mı yoksa bir tanrı adıyla birlikte mi kullandığı bilinmemektedir … …
Câhiliye döneminde Araplar arasında Mûsâ ismi kullanılmıyordu, bu isim İslâm’ın gelişinden sonra yaygınlaşmıştır.
Yahudilik’te. Tevrat’a göre Mûsâ, Levi kabilesinden Amram ve Yokebed’in oğludur, Mısır’da doğmuştur. Şeceresi Ya‘kūb oğlu Levi oğlu Kehat (Kohat) oğlu Amram oğlu Mûsâ olup Amram babasının kız kardeşi Yokebed ile evlenmiş (yahudi inancına göre o dönemde hala ile evlenmek yasak değildi), bu evlilikten Miryam, Hârûn ve Mûsâ dünyaya gelmiştir. Buna göre Mûsâ’nın hem annesi hem babası Levi soyundandır. Üç kardeşin en büyüğü Miryam, en küçüğü de Hârûn’dan üç yaş küçük olan Mûsâ’dır … ..
… ..
Mûsâ, İsrâiloğulları’nın ağır baskı altında tutulduğu ve erkek çocuklarının nehre atılarak öldürüldüğü bir zamanda doğmuştur …. …
… ..
Annesi, çok güzel olan oğlunu (Resullerin İşleri, 7/20) öldürülmekten kurtarmak için üç ay gizlemiş, daha sonra sazdan bir sepeti harç ve ziftle sıvamış, çocuğu içine koyup nehre bırakmış … … Firavun’un kızı yıkanmak için nehre indiğinde çocuğun içinde bulunduğu sepeti görüp aldırmış, İbrânîler’in çocuklarından olduğunu bildiği halde onu sevmiş ve himaye etmiştir… …
… .. Firavun’un Mûsâ’yı evlâtlık olarak alan kızı Thermuthis’tir, fakat onun kral II. Thoutmes’in karısı meşhur kraliçe Hatshepsut olup olmadığı tartışılmaktadır. … ..
… .. .. .. Firavun’un kızı onu kendi çocuğu olarak göstermek için hamile gibi davranmıştır. Çocuğu emzirmek için birçok Mısırlı kadın çağırmış, fakat Mûsâ onların sütünü emmemiştir. Tevrat’a göre bu esnada Miryam gelmiş, çocuk için İbrânî bir kadın bulabileceğini söylemiş, Mûsâ’nın annesini getirmiş ve Mûsâ tekrar annesine kavuşmuştur. Üç veya dört yaşında sütten kesildiğinde annesi onu Firavun’un kızına götürmüş, o da çocuğu evlât edinip adını Mûsâ koymuştur. .. … (Çıkış, 2/7-10). Böylece öldürülmesi emredilen çocuk, bu emri verenin sarayında prens olmuştur. … .. Josephus’a göre kız Mûsâ’yı Firavun’a götürerek tahtın vârisi olmasını önermiş ve kralın kucağına oturtmuştur. Kral onu kucaklamış, tacını başına koymuş, ancak çocuk krallık tacını atıp çiğnemiş, bu da Mısır için müstakbel bir kötülüğün işareti sayılmıştır … ..
… .. Mûsâ, tahta yakın bulunması sebebiyle devlet yönetiminde üst görevler için yetiştirildiğinden… ..
… ..
Firavun, Mûsâ’yı Habeşistan seferinde ordunun başına getirmiş ve Mûsâ zafer kazanarak geri dönmüştür.
… .. Mısır’ın Ken‘an diyarı ile ilişkileri oldukça yoğundu. Bu sebeple Ken‘an ülkesinde yaşayanlarla kurulacak münasebetlerde faydalanılmak üzere yetiştirilen Mûsâ, bilhassa Asyalılar’la meşgul olan Firavun Horemheb’in (m.ö. 1320’li yıllar) özel himayesine mazhar olmuştur. … ..
… .. Kitâb-ı Mukaddes’te belirtildiğine göre Mûsâ kırk yaşında iken (Resullerin İşleri, 7/23) Delta’nın doğusuna gönderilmiş ve bu vesile ile kardeşleri olan İsrâiloğulları’nı ziyaret etmiştir. Bu arada bir Mısırlı ile kavga eden İbrânî asıllı bir kişiye yardım ederken kaza ile Mısırlı’yı öldürmüş, ertesi gün yine bir kavgaya şahit olmuş ve aynı İbrânî, Mûsâ’nın bir Mısırlı’yı öldürdüğünü açıklayınca Firavun Mûsâ’nın öldürülmesini emretmiş, o da Medyen’e (Midyân) kaçmıştır (Çıkış, 2/11-15; Resullerin İşleri, 7/23-28). Resullerin İşleri’ne göre Mûsâ’nın kardeşlerine gidişi basit bir ziyaret değil onların kaderlerini paylaşmak içindir. Mûsâ imanla büyüyünce Firavun’un kızının oğlu olarak anılmayı reddetmiş ve Allah’ın kavmiyle beraber hakaret görmeyi günahın sefasını sürmeye tercih etmiştir ... ..
… ..Resullerin İşleri, 7/23-29; İbrânîler’e Mektup, 11/24-25). Medyen’de bir kuyu başına varan Mûsâ, Medyen kâhininin kızlarına yardım ederek hayvanlarını sulamış, bunun üzerine Medyen kâhini Mûsâ’yı çağırmış ve yanında çalışmasını istemiştir. Mûsâ kırk yıl orada kalmış (Resullerin İşleri, 7/30), onun kızlarından Tsippora ile (Sefora = Zipporah) evlenmiş ve Gerşom ile Eliezer adında iki oğlu olmuştur (Çıkış, 2/16-22, 18/3-4; I. Tarihler, 23/15-17).
Mûsâ Medyen’de iken başta Mısır kralı olmak üzere kendisini öldürmek isteyenlerin hepsi ölmüştür (Çıkış, 2/23; 4/19). Saltanatın değişmesi muhtemelen yönetimde de değişikliklere sebep olmuş ve Mûsâ’nın beraber yetiştiği kişilerden biri II. Ramses’in tahta geçişinden sonra önemli bir mevkiye gelmiş, böylece Mûsâ’nın Mısır’a dönüp yönetimle görüşme şartları oluşmuştur (a.g.e., V, 1324). Diğer taraftan İsrâiloğulları üzerindeki baskı devam etmiş ve Allah onlara acımıştır. Mûsâ, Medyen’deki ikametinin kırkıncı yılında (Resullerin İşleri, 7/30) Horeb dağı çevresinde kayınpederinin sürüsünü otlatırken dağda gördüğü ateşten Tanrı veya O’nun meleği tarafından kendisine seslenilerek peygamber seçildiği bildirilmiş ve İsrâiloğulları’nı kurtarmak için Firavun’a gitmekle görevlendirilmiştir. Mûsâ’nın kendini bu işe ehil görmemesi üzerine başarılı olacağı bildirilmiştir (Çıkış, 3/1-12; Resullerin İşleri, 7/30-35). Tanrı Mûsâ’ya ilk defa Yahve olan adını açıklar (Çıkış, 3/13-15). Kavminin kendisine inanması için ona asâ ve beyaz el mûcizeleri verilir, yine de inanmadıkları takdirde suların kana dönüşeceği belirtilir (Çıkış, 4/1-9). Mûsâ bu defa da rahat konuşamadığını, ağzının ve dilinin ağır olduğunu öne sürünce kendisine kardeşi Hârûn yardımcı olarak verilir, ayrıca çeşitli mûcizelerin gerçekleşeceği asâsını yanına alması istenir (Çıkış, 4/10-17).
Medyen’e dönen Mûsâ, olanlar hakkında bilgi vermeden Mısır’a gitmek istediğini bildirip ailesiyle birlikte yola çıkar ve Allah’ın emriyle kendisini karşılamaya gelen Hârûn ile Sînâ dağında buluşur (Çıkış, 4/18-27). İsrâiloğulları’nı yeni görevlerine inandıran Mûsâ ve Hârûn, Allah’ın İsrâiloğulları’nı salıvermesini istediğini Firavun’a söyler. Firavun bu isteği reddettiği gibi İsrâiloğulları’nın yükünü daha da ağırlaştırır. Bunun üzerine İsrâiloğulları Mûsâ ve Hârûn’a tepki gösterirler (Çıkış, 5/1-21).
Mûsâ ve Hârûn, Allah’ın emriyle tekrar Firavun’a giderek İsrâiloğulları’nı salıvermesini isterlerse de Firavun kabul etmez. Mûsâ ve Hârûn çeşitli mûcizeler gösterir. Öncelikle Hârûn’un asâsı yılana dönüşüp sihirbazların değneklerini yutar. Firavun’un kalbi katılaşarak İsrâiloğulları’nı göndermeyince bu defa Firavun ve Mısır halkına suların kana dönüşmesi, kurbağalar, tatarcık, at sineği, hayvanların ölümü, çıbanlar, dolu, çekirge, üç gün süren karanlık, ilk doğanların ölümü şeklinde sıralanan on musibet gelir. Her musibette Firavun, İsrâiloğulları’nı salıvereceğini vaad eder, fakat sıkıntı geçince yine inadında ısrar eder (Çıkış, 7/1-11/10). Nihayet her evde ilk doğanların ölümüne Mısırlılar’ın baskısı da eklenince Firavun gitmelerine izin verir (Çıkış, 12/12, 29-36).
İsrâiloğulları 430 yıl kaldıkları Mısır’dan çıkmak üzere gece vakti aceleyle yola koyulurlar, Ramses’ten Sukkot’a, oradan da Etam’a giderler. Mûsâ, Hz. Yûsuf’un kemiklerini taşımaktadır. İsrâiloğulları ilâhî tâlimatla sahil yolu yerine Kızıldeniz çölü yolunu seçerler. Öte yandan pişman olan Firavun ordusuyla yola çıkarak deniz kıyısında konaklayan İsrâiloğulları’na yetişir. İsrâiloğulları bu durum karşısında Mûsâ’ya sitem ederler. Mûsâ asâsını uzatınca Kızıldeniz’in içinde sular ayrılarak yol oluşur, İsrâiloğulları geçer ve Firavun ile ordusu boğulur (Çıkış, 12/1-14/1-31).
Denizde boğulan firavun muhtemelen II. Ramses’tir; zira … ..
… .. . Mısır’dan çıkış … ….. ..
… .. Bütün bunlar, I. Séti’nin İsrâiloğulları’na baskı uygulayan firavun olduğunu ve halefi II. Ramses’in tahta geçişinin ilk zamanlarında Mûsâ’nın saraya döndüğünü ortaya koymaktadır … ..
… .. .. Zira II. Ramses’in saltanatının yedinci yılında (m.ö. 1291 veya 1281) Ken‘anlılar isyan etmişlerdi ve isyanlar … .. .. Bununla birlikte Mısır’dan çıkışın kesin tarihi bilinmemektedir. … ..
Mısır’dan çıkışın üçüncü ayında İsrâiloğulları Sînâ dağına varırlar. Allah Mûsâ’yı dağa çağırır. Daha sonra Mûsâ dağa tekrar çıkar ve orada oruçlu olarak kırk gün kalır. Bu sürede Allah, Mûsâ’ya ibadet eşyası ve ruhbanlık giysileriyle ilgili kurallar bildirir ve on emri ihtiva eden taş levhaları verir (Çıkış, 19/1-23/33; 25/1-31/18). Mûsâ Sînâ dağından döner, yokluğunda kavminin taptığı altın buzağıyı parçalar, buzağıya tapan kavmini cezalandırır. Ertesi gün Sînâ’ya giderek affedilmelerini ister (Çıkış, 32/30-35) ve İsrâiloğulları affedilir. Mûsâ kırılanların yerine tekrar iki taş tablet hazırlar ve Sînâ’ya çıkar (Çıkış, 34/1-4). İlâhî emirleri alarak yemeden içmeden kırk gün dağda kalır (Çıkış, 34/27-28). Diğer emirler ve yasaklar kendisine bildirilir (Çıkış, 35/4-39/42, 40/1-36; Levililer, I-IV; XI-XV).
Hz. Mûsâ, ikinci kırk günlük oruç döneminden sonra dağdan indiğinde Tanrı ile yüz yüze görüşmesi sebebiyle yüzü kavmini korkutacak derecede parlar (Çıkış, 34/29). Mısır’dan çıkışın ikinci yılının ikinci ayında Mûsâ, İsrâiloğulları’nın nüfus sayımını yapar. Daha sonra İsrâiloğulları Sînâ’dan göç ederek Paran çölüne giderler (Sayılar, 10/11-28). Tevrat’ta Mûsâ’nın Habeşî bir hanımından ve Miryam ile Hârûn’un tepkilerinden bahsedilir (Sayılar, 12/1). Mûsâ, Ken‘an diyarı hakkında bilgi almak için heyet gönderir (Sayılar, 13/1-14/39). İsrâiloğulları vaad edilmiş topraklara girmek istemeyince orası onlara kırk yıl yasaklanır ve bu süre çölde geçer (Sayılar, 14/34; Tesniye, 2/14).
İsrâiloğulları Kadeş’te iken Korah (Kārûn) Mûsâ’ya karşı çıkınca bütün malı ve mülküyle toprağa gömülerek cezalandırılır (Sayılar, 16/1-40). Burada yine susuz kalırlar, Mûsâ asâsı ile kayaya vurur ve su çıkar (Sayılar, 20/2-12). Tevrat’a göre Mûsâ ve Hârûn bu mûcize esnasında kendilerinde bir güç vehmederek Tanrı’ya itaatsizlik etmiş olurlar ve vaad edilen topraklara girmekten mahrum bırakılırlar. Mûsâ vaad edilmiş topraklara girmek için niyazda bulunur, fakat kabul edilmez (Tesniye, 3/25). … ..
… ..
… ..Diğer taraftan Mûsâ’nın ölmeyip semaya alındığı da ifade edilmektedir. İbrânîler putperestliğe mütemayil oldukları için Tanrı’nın Mûsâ’nın kabrinin yerini meçhul bıraktığı da belirtilmektedir (Mangenot, DB, IV, 1207).
… ….. ..Yeni Ahid’de de Îsâ ile mukayese edilmektedir (İbrânîler’e Mektup, 3/1-6). Ancak hıristiyan inancına göre Hz. Îsâ’nın görev ve konumu ondan daha üstündür; semavî babanın evinde Îsâ ailenin oğlu, Mûsâ ise hizmetçidir (a.g.e., IV, 1208).
… ..
… ..
Helenistik yahudi literatürü Hz. Mûsâ’ya dair bilgilere mitolojik pek çok unsur katmıştır. Eupoleme’e göre Mûsâ ilk yahudi bilgesi ve İbrânî yazısının mûcididir.
Hz. Mûsâ’nın hayatıyla ilgili olarak Kitâb-ı Mukaddes’in Tevrat dışındaki bölümlerinde yer alan bilgiler genelde yine Tevrat’a dayanmaktadır, ancak … ..
İslâm’da. Hz. Mûsâ, Kur’ân-ı Kerîm’in otuz dört sûresinde 136 yerde zikredilmektedir ve Kur’an ile sahih hadislerde geçmiş peygamberler arasında kendisinden en çok söz edilen peygamberdir. Kur’an’da Hz. Mûsâ’nın … ..
… ..
… .. Kur’an’da Hz. Mûsâ’ya dair verilen bilgiler büyük ölçüde Tevrat’la paralellik arzetmektedir. Diğer taraftan… ..
… ..
… ..,
İslâmî kaynaklara göre … ..
… .. Firavun, İsrâiloğulları’ndan doğan her erkek çocuğun öldürülmesini emretmiş, daha sonra da bir yıl öldürülmelerini, bir yıl sağ bırakılmasını istemiş ve böyle bir yasak yılda Hz. Mûsâ doğmuştur (Taberî, I, 386; Mes‘ûdî, I, 48; Sa‘lebî, s. 128; İbn Kesîr, I, 238).
Mûsâ dünyaya geldiğinde annesine çocuğunu emzirmesi, endişelendiği takdirde onu bir sandığa koyarak nehre bırakması ve kaygılanmaması bildirilerek; oğlunun kendisine geri getirileceği ve ileride peygamber olacağı müjdelenir. Annesi onu daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca söyleneni yapar ve çocuğu bir sandık içinde nehre bırakır, Mûsâ’nın ablasına da kardeşinin âkıbetini uzaktan gözlemesini söyler. Firavun’un ailesi onu nehirde bulup alır; Firavun’un karısı öldürülmemesini, evlât edinilmesini ister. Mûsâ, Mısırlı hiçbir sütanneyi kabul etmeyince ablası ona bir sütanne bulmayı teklif eder, böylece Mûsâ tekrar annesine kavuşturulmuş olur (Tâhâ 20/38-40; el-Kasas 28/7-13).
Nehre bırakılan Mûsâ câriyeler tarafından bulunup Firavun’un hanımı Âsiye’ye getirilmiş, o da hem kendisi hem Firavun için sevinç vesilesi olabileceğini söyleyerek çocuğun öldürülmemesini istemiş, Firavun hanımının hatırı için çocuğun hayatını bağışlamıştır (Sa‘lebî, s. 128-130). Bir rivayete göre Mûsâ kendisini kucağına alan Firavun’un sakalını yolmuş, diğer bir rivayete göre ise elindeki sopayla Firavun’un başına vurmuştur. Buna öfkelenen Firavun, Mûsâ’nın öldürülmesini emretmiş, fakat Âsiye onun daha çocuk olduğunu ve ne yaptığını bilmediğini söylemiştir. Bunu ispatlamak için de bir tarafa ateş, bir tarafa mücevher koymuş, Mûsâ mücevhere uzanınca Cebrâil elini ateşe yöneltmiş, ateşi alan Mûsâ onu ağzına götürmüş ve bu yüzden dilinde tutukluk oluşmuştur (a.g.e., s. 131). Mûsâ ilâhî nezaret altında yetiştirilmiş, gençlik çağına gelip olgunlaşınca kendisine hikmet ve ilim verilmiştir (Tâhâ 20/39; el-Kasas 28/14).
Hz. Mûsâ’nın kaza ile bir Mısırlı’yı öldürmesi olayı Kur’ân-ı Kerîm’de ve diğer İslâmî kaynaklarda da geçer. Bir Mısırlı ile kavga eden İbrânî’ye yardım ederken Mısırlı’nın ölümüne sebep olur. Pişman olarak affedilmesini diler ve Allah da onu affeder. Bir gün sonra başka bir Mısırlı ile kavga eden İbrânî’nin tekrar kendisinden yardım istemesi üzerine Mûsâ ona haksız olduğunu söyleyince bu defa Mûsâ’nın bir adam öldürdüğünü ifşa eder. Mısır’ın ileri gelenleri Mûsâ’yı öldürmek için plan yapar. Bunu haber alan Mûsâ oradan kaçar ve Medyen’e gider. Medyen suyunda iki kıza hayvanlarını sulamada yardımcı olur. Kızların babası Hz. Mûsâ’yı çağırıp başından geçenleri dinler, ona emniyette olduğunu ve sekiz yıl çalışması karşılığında kızlarından biriyle evlenebileceğini söyler. Mûsâ bu teklifi kabul eder ve orada kalır (Tâhâ 20/40; el-Kasas 28/15-28). İslâmî kaynaklara göre hakkında ölüm kararı çıkınca nereye gideceğini bilemeyen Mûsâ’ya bir melek yol göstermiş ve onu Medyen’e götürmüştür. Mısır’dan sekiz günlük mesafedeki Medyen’e varan Mûsâ peygamber Şuayb’ın kızlarından Safura ile evlenmiş ve Medyen’de on yıl kalmıştır (a.g.e., s. 132-134).
Hz. Mûsâ, süresini tamamlayınca ailesiyle birlikte Medyen’den ayrılır. Tûr civarına geldiğinde dağda ateş görür. Yolu soracak birini bulmak veya bir ateş parçası almak için yaklaştığında vadinin sağ yamacından gelen bir sesle kendisine ayakkabılarını çıkarması emredilir ve peygamber olarak seçildiği bildirilir; asâ ve beyaz el (yed-i beyzâ) mûcizeleri verilir. Bu iki mûcize, Firavun ve adamlarına karşı Mûsâ’nın haklı ve yetkili olduğunu göstermek üzere Allah tarafından verilmiş iki delildir (Tâhâ 20/17-23; en-Neml 27/10-12; el-Kasas 28/31-32). İslâmî kaynaklara göre Mûsâ, Medyen’deki süresini tamamlayınca hanımını ve sürüsünü alarak yola koyulur. Soğuk bir kış akşamında Tûr’a varır. Dağda ateş görür, yaklaştığında kendisine seslenilir ve Firavun’a gitmesi istenir. Mûsâ’nın burada bir oğlu olur. Hanımı oğluyla birlikte Şuayb’ın yanına döner (a.g.e., s. 136-139); Mûsâ da Hârûn ile beraber İsrâiloğulları’nı kurtarmak üzere Firavun’a gitmekle görevlendirilir (el-A‘râf 7/103; Yûnus 10/75; Tâhâ 20/25-35, 42-46; el-Furkān 25/36; eş-Şuarâ 26/10-15; el-Kasas 28/32-35; el-Mü’min 40/23-24; ez-Zuhruf 43/46; en-Nâziât 79/16-17).
Mûsâ, Hârûn ile birlikte Mısır’a dönerek Firavun’a Allah’ın elçileri olduklarını bildirip ondan İsrâiloğulları’nı kendileriyle beraber göndermesini isteyince Firavun şöyle der: “Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yılını aramızda geçirmedin mi? Sonunda o yaptığın işi de (adam öldürmeyi) yaptın! Sen nankörün birisin!” Hz. Mûsâ o işi bilmeden yaptığını, korkunca da kaçtığını söyler. Firavun, inkâr ettiği gibi Mûsâ’nın tanrısına çıkmak için Hâmân’dan bir kule yapmasını ister, ayrıca kendisini tanrı kabul etmezse onu hapsedeceğini Mûsâ’ya bildirir. Mûsâ Firavun’a, Allah’ın elçisi olduğunu söyler ve inanması için ona asâ ve beyaz el mûcizelerini gösterir. Bunun üzerine Firavun Mısır’ın önde gelen sihirbazlarını toplar. Sonunda Mûsâ’nın asâsı sihirbazların oyuncaklarını yutar. Sihirbazlar Mûsâ’ya iman edince Firavun tarafından cezalandırılırlar (el-A‘râf 7/104-126; Yûnus 10/83; Tâhâ 20/47-76; eş-Şuarâ 26/16-51; el-Kasas 28/36-37; ed-Duhân 44/17-21). Firavun küfründe ısrar eder, İsrâiloğulları’na baskı ve zulüm daha da artar (el-Bakara 2/49; İbrâhîm 14/6; el-A‘râf 7/127; el-Mü’min 40/23-25; ez-Zuhruf 43/51-54). Bunun üzerine Mûsâ dokuz mûcize gösterir. Bunlar asâ, beyaz el, tûfan, çekirge, haşere, kurbağa, kan, karanlık, Kızıldeniz’in yarılması olarak gösterildiği gibi asâ, beyaz el, denizin yarılması, kayadan su fışkırması, bulut, levhalar, Cenâb-ı Hak ile konuşma, bulutun gölge yapması ve Mûsâ’nın yetmiş kişiyi seçmesi olarak da gösterilir (Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, “Mûsâ” md.). Firavun ve Mısır halkına bu musibetlerden her biri geldiğinde onlar Mûsâ’ya İsrâiloğulları’nı salıvereceklerini söyler, fakat azap kalktığında sözlerinden dönerler (el-A‘râf 7/130-135; el-İsrâ 17/101).
Bir gece vakti Mûsâ’ya yola çıkması emredilir, Firavun ve adamları da onların peşine düşer. Mûsâ asâsı ile denize vurur ve deniz yarılır. İsrâiloğulları denizi geçer, ancak Firavun ile askerleri boğulur (el-Bakara 2/50; el-A‘râf 7/136; el-Enfâl 8/54; Yûnus 10/90, 92; el-İsrâ 17/103; Tâhâ 20/77-78; eş-Şuarâ 26/52, 53, 60-66; el-Kasas 28/40; ed-Duhân 44/23; ez-Zâriyât 51/40). İsrâiloğulları denizi geçtikten sonra Mûsâ’nın önderliğinde Tûr’a gelirler. Otuz ve on gecelik bir süreyle dağa çağrılan Mûsâ yerine Hârûn’u bırakarak dağa çıkar. Rabbini görmek istediğini söyleyince dağa bakması emredilir, dağ paramparça olur. Daha sonra Hz. Mûsâ’ya ilâhî emirleri ihtiva eden levhalar verilir (el-A‘râf 7/142-145; Tâhâ 20/80). Tûr’dan dönüşte kavminin bir buzağı yapıp ona taptığını gören Mûsâ öfkelenerek levhaları yere atar ve Hârûn’u hırpalar. Ardından kavminden seçtiği yetmiş kişiyle tövbe eder (el-Bakara 2/54, 92; el-A‘râf 7/148-156; Tâhâ 20/85-97). Nihayet Mûsâ kavminden kendilerine vaad edilen topraklara girmelerini ister, fakat onlar kabul etmezler; bunun üzerine oraya girmeleri yasaklanır ve kırk yıl çölde yaşamaya mahkûm edilirler (el-Mâide 5/21-26). Hz. Mûsâ’ya karşı çıkan Firavun, Hâmân ve Kārûn helâk edilir (el-Ankebût 29/39).
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Mûsâ’nın hayatıyla ilgili başka bilgi yoktur. Kendisinden bahseden bazı İslâmî kaynaklarda ise onun Hârûn’dan sonra üç yıl daha yaşadığı kaydedilir. Rivayete göre Mûsâ, İsrâiloğulları’ndan Tevrat’a uyacaklarına dair söz aldıktan kırk gece veya kırk gün sonra kavminden ayrılmış ve onu bir daha gören olmamıştır. Mezar kazan meleklere rastlayan Mûsâ kabrin kendisine ait olmasını arzu edince isteği kabul edilmiş ve kabre girdiğinde ruhunu teslim etmiştir. Öte yandan Hz. Peygamber’e nisbet edilen bir rivayete göre ölüm meleği Mûsâ’ya gelerek ruhunu teslim etmesini istemiş, Mûsâ meleğe bir yumruk vurarak gözünü kör etmiştir. Melek Allah’ın huzuruna çıkıp durumu arzetmiş, Allah meleğe gözünü iade ettikten sonra tekrar Mûsâ’ya giderek ona eğer yaşamak istiyorsa elini bir sığırın üzerine koymasını, elinin altındaki kıl sayısınca yaşayacağını söylemesini emretmiş, melek söyleneni yapınca Mûsâ meleğe daha sonra ne olacağını sormuş, melek de mutlaka öleceğini bildirmiştir. Bunun üzerine Mûsâ ölümü kabul etmiş, ancak mukaddes diyara bir taş atımı mesafede ruhunun alınmasını istemiştir. Aynı rivayete göre, bu anlatımın sonunda Resûlullah’ın: “Vallahi ben orada olsam onun yol kenarındaki kırmızı kum tepesinin yanında bulunan kabrini size gösterirdim” dediği nakledilir (Sa‘lebî, s. 188-190).
Hz. Mûsâ Kur’an’da şu özellikleriyle anılır: … ..
… ..
… .. Mûsâ hakkında Kur’an’da yer alan bazı bilgiler Tevrat’takilerle çelişmektedir. … ..
… ..
Kur’ân-ı Kerîm’de Mûsâ, … ..
… ..
*HATİCE - TDV İslâm Ansiklopedisi
*Milâdî 556 yılında Mekke’de doğduğu anlaşılmaktadır. … ..
… ..Hatice’nin üstün iffeti sebebiyle İslâmiyet’ten önce “Tâhire” lakabıyla anıldığı bilinmektedir. “Kübrâ” sıfatı ise Resûl-i Ekrem’in en büyük hanımı olması sebebiyle daha sonraki dönemlerden itibaren kullanılmıştır.
Hatice, ilk evliliğini … ..
Daha sonra Atîk (Uteyyik) b. Âbid (Âiz) el-Mahzûmî ile evlendi. … ..
… ..
Güvenli bulduğu kimselerle ortaklaşa ticaret yapmaktaydı. Tanıdıklarının tavsiyesi üzerine, çevresinde üstün ahlâk sahibi ve güvenilir bir genç olarak bilinen Hz. Muhammed ile ortaklık anlaşması yaptı ve kölesi Meysere’yi de hizmetine vererek Şam’a (Suriye) gitmesini istedi. Dönüşte başarılı bir tâcir, dürüst ve doğru sözlü bir insan olduğunu gördüğü, Meysere’den ahlâkı ve davranışları hakkında bilgi aldığı, bütün bu özellikleri sebebiyle kendisine hayran kaldığı Hz. Muhammed’e evlenme teklif etti, … ..
… ..
Fatma Bayram, kendi hayatından seçmeler anlatırken, aslında yurdum insanının yaşamışlıklarına dokunuyor... geçmişe özlem yerine günümüz dünyasındaki gelişmelerin olumlu bir şekilde kullanılmasına ilişkin düşüncelerini paylaşıyor...
YanıtlaSilFatma Bayram Hoca, profesyonel mesleğinin inceliklerini sözlü-yazılı anlatımlarında kullanma becerisi yanında; kadınları sosyal hayattan dışlayan, olumsuz düşüncelerini yüksek sesle paylaşan erkek dünyasına gönderme yaparken; “Hayvanlarını sulamaya gelen kızlarla karşılaşan Hz. Musa’nın kızlara yardım etmesini… “ örnek gösterirken bu ayrıntıyı “kıvrak zeka”sını kullanarak (anlayan-lar-a…) ders veriyor… ("Fırsat" başlıklı bölüm.)
YanıtlaSilUnutmayalım ki Peygaberimizin (a.s.) eşi Hz. Hatice de tüccar bir kadındı…
Fatma Bayram Hoca'nın vurgu yaptığı hususlar arasında özellik arz ettiğini düşündüğüm aşağıdaki ifadelerini tekrar paylaşmakta yarar var:
YanıtlaSilİşte o yerinden kalkıp, aç karnına bakmadan, kararlılıkla iyiliğe atılan adımlar var ya yıllardır yeri geldikçe hep gözümün önüne gelir. “Bana ne!” demedi, “Benim derdim bana yetiyor.” demedi. “Şu yardım etsem beş kuruş alır mıyım diye düşünmedi?” Gayet doğal bir iş olarak gördü yaptığını . Birine iyilik etmek için önce kendisinin iyi durumda olması gerektiğini düşünmedi.
SilSonra ne oldu, hepiniz biliyorsunuz. O sonu düşündükçe kendime şunu hatırlar dururum: Yüce Mevlâ bazen sana göndereceği iyiliği , başkalarına yapacağın iyiliğin arkasına saklar.(Ama sen yine de bunu dahi aklına getirmeden yap yapacağını.)
SilHoca’nın “Beyan” başlıklı bölümde güncel konulardan birine ilişkin düşünceleri okunup ad unutulacak satırlar olarak kalmamalı. Aslında şu söyledikleri ile Osmanlı’ya kadar götürüyor bizi ve Mehmet Akif’in Safahat’ında vurguladığı ; “Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? “ sözleriyle birlikte derinlemesine değerlendirmekte yarar var.
YanıtlaSilFatma Bayram diyor ki; “Ahlaka aykırı içerikleri nedeniyle uzak durmayı hararetle savunanların endişelerini paylaşıyorum ancak çözümün sadece uzak durmak/uzak tutmak olduğunu düşünmüyorum. Son yüzyılda olup bitenlere baktığımızda çeşitli kaygılarla uzak durduğumuz alanların bu kaygıları hiç mi taşımayanlar tarafından doldurulmasının nelere mal olduğu gün gibi ortada. “
SilYazarın bu sözlerini biraz daha genişleterek yorumlamak gerekirse: Osmanlı’nın Viyana kapılarından başlayan gerilemesinin ve Sevr Anlaşması’nı imzalamak zorunda bırakılışı ile çökmesine giden yolun; günümüzde bile analiz edilmesinde, yeni nesiller için tekrar tekrar dersler çıkarılmasında, her konuda ahlakın, dürüstlüğün, şeffaflığın, hesap verilebilirliğin, karşılıklı kontrol mekanizmalarının, bilimsel temelli çalışmaların güncellenerek geleceğe taşınmasının sürekli gündemde tutulmasına işaret olarak algılayabiliriz
SilKonu elbette geçmişimizle (Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü ile) sınırlı değil. Bugün içinde yaşamakta olduğumuz dönem için de benzer değerlendirmeler yapmak mümkün.
SilFatma Bayram, devamla şöyle diyor:Değerleri ve ilkeleri olan insanların, duruşlarını korumaya elverişli tüm mecralarda içerik üretmesi gerektiğini düşünüyorum. Bazıları o akışın içine girince değer ve ilkelerin korunmadığını savunuyor. Onları halkı çıkaran pek çok örnek var. Peki ne yapmalıyız, sorusuna somut bir cevapları olmayan bu bakış açısının bize ne demek istediğini doğrusu hiç anlayamıyorum. Kendilerine sorulduğunda onların işinin çözüm önermek değil, durum tespiti yapmak olduğunu söylüyorlar. Biz, sıradan vatandaşlar zaten bu sorunların içerisinde yaşıyoruz. Dolayısıyla çoktan tespit ettiğimiz bir sorunu , bunca bilim insanının, içinde çözüme dair bir cümle bile geçmeyen sayfalar dolusu çalışmalarda yaptıkları işin “sorunu tanımlama”ktan öteye gidememesine şaşkınlıkla bakıyoruz.
SilSonuç olarak, yine Mehmet Akif’e bir kez daha kulak vermek ve ders almak, tedbir almak durumundayız.
Sil"Endişe" başlıklı bölümde (s.61) Hoca kimden bahsediyor?
YanıtlaSilYazarın “Var-Yok” başlıklı bölümde (s.101) ifade ettiği vurgular özellik arz ediyor; “... .. Eylem yokken dua işe yarar mı? Umudumuz odur ki dört elle yapıştığımız inanç, dualarımızı anlamlı kılacak adımlar da attırır bize; Allah var, gam yok.”
YanıtlaSil