Bence edebiyat bütün çeşitleriyle masalla başlar, masalla biter. Ama gene de masal şiire yakındır en çok. Ritmiyle, tekrarlarıyla, lakonikliğiyle* hayaliyle, hasretiyle, dramıyla, trajedisiyle, eşyası ve insanı, işleyişiyle, tabiatta ve cemiyette eşine rastlanmayan , ama umutlarımızı, korkularımızı, sevinçlerimizi bütün derinlikleri, bütün genişlikleriyle taşıyan yeni eşyalar, yeni insanlar yeni hayvanlar yaratışıyla masal elbette ki en çok şiire yakındır.
Dillerim üstünde bir dil olan musiki bile bütün milletlerin, bütün eşyaların, bütün kültür seviyelerinin ortak malı değildir daha. Asya müziğini Avrupalı kulak hemen ilk dinleyişte anlamaz. Beethoven bütün kültür seviyeleri için hemen anlaşılacak bir besteci değildir. Ama masal bütün milletlerin, bütün yaşların ve kültür seviyelerinindir. En koyu Arap sanılan bir masalı, Japon, yahut İngiliz hemen anlar ve hemen sever. Rus ister işçi, ister kolhozcu, ister atom bilgini olsun, en koyu Türk masalının tadına hemen varır. Hintli çocukla babası aynı masalı dinleyebilir. Masallar insanlığı kaynaştırır. Eninde sonunda bütün milletler aşağı yukarı aynı sosyal gelişme yollarını, biraz daha ağır, biraz daha hızlı, biraz daha kestirme, biraz daha dolambaçlı geçtiklerinden ve bir büyük kaynaktan gelip büyük denize doğru yöneldiklerinden, yerli özellikleri, gelişmedeki çeşitli manzaraların ayrılıklarını aksettirmelerine bakmaksızın, masallar eninde sonunda birbirine benzer. Bilginler bu benzerliğin nedenleri etrafında tartışıyor, çeşitli görüşler ileri sürüyorlar. Beni ilgilendiren, tekrar ediyorum, benzerliklerin halkları birbirlerine yaklaştırması. Bence nasyonalizmin sökmeyeceği kültür alanlarından biri de masallar dünyasıdır.
Bu kitapçıkta, büyük Türk folklorcusu Boratav’ın öğrencilerinin halkın ağzından dinleyip topladıkları bazı masalları kendime göre işledim. Neden diyeceksiniz? O masalları bugünün bazı sorunlarına karşılık vermeye yöneltmek için, masal tekniğini taklit ederek değil, kendim de bazı
denemeler yaptım. Benimkilerini beğenip beğenmeyeceğinizi bilmem, ama Boratav’ın topladığı masalları beğeneceğin izden eminim.Masal dinlemek, okumaktan iyidir. Başlayalım anlatmaya: Bir varmış bir yokmuş…
Az Gittiler, Uz Gittiler
Ninemin dizine koyardım başımı. Damarları çıkık, kurumuş sarı kestane yaprağına benzeyen eli başımın üstünde dolaşırdı… Çocukların gözüne uykuyu, yıldızlı bir gece gibi dolduran masalları söylemesini bilirdi ninem.
Masallar birbirine benzerdi. Her masalın bir yeri vardı ki, ninem oraya gelince, gözümden yanaklarıma uyku karanlık bir su gibi aksa da, başımı kaldırır, suratımı buruşturarak onun yüzüne bakardım. Nasıl bakmayayım: “Yolcular yola çıkar; keloğlan demir kunduralarını giyer, dağlara düşer; hakanın küçük oğlu çeşme başındaki ağaçta ağlayan sevgilisini aramaya koyulur; ama hepsi, az gider, uz giderler, dere tepe düz giderler, bir de dönüp arkalarına bakaralar ki, bir arpa boyu yol gitmişler…”
Az gidip, uz gidip, dere tepe düz gidip, arkaya dönülüp bakılınca bir arpa boyu yol gidildiğini görmek yok mu, işte bu, benim küçük kafamın bir türlü almadığı nesneydi.
Ninem çoktan öldü. Ben kocadım gitti… Ama yine şu “az gitmek, uz gitmek”i kavrayamadım bir türlü. Bu Ortaçağ kafasının masallara dek soktuğu gidişi, benim yirminci yüzyıl kafam nasıl kavrasın!
Ben daha dede olamadım, daha torunum yok… Sekiz yaşında, tosun gibi bir oğlum var. Ninesi ona masal söylerken, tam “az gittik” yerine gelince sözü ben alıyorum, sesime inanışın sesini katarak şöyle diyorum: Çok gittiler, dere tepe yok ettiler, bir de dönüp baktılar ki görünmüyor kalkılan yer!..
Oğluma Masal-I
Bir varmış, bir yokmuş, … ..
… ..
Oğluma Masal-II * 11
Oğlumun Ninnisi
Dokumacılar
Sevdalı Bulut
Hızır
Allem Kallem
Kör Padişah
Yeraltı Kartalı
Keloğlan
Keloğlan’la Tilki
Keloğlan’la Devanası
Ayağına Diken Batan Karga
Kocakarıyla Tilki
Kediyle Kaplan
*Sevdalı Bulut & Nâzım Hikmet
Özgün Adı: Momo
Almancadan çeviren: Leman Çalışkan
Pegasus Yayıncılık
1.Baskı: İstanbul, Eylül 2017
*Nâzım Hikmet Ran (14 Ocak 1902, Selanik - 3 Haziran 1963, Moskova), Türk şair ve yazardır. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.[7][8]
Komünist düşünceleri ve yasaklı Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyeliği nedeniyle defalarca tutuklanmış ve yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiş; Türkiye'de 11 ayrı davadan yargılanarak İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın süre hapis yatmıştır.[8] Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim, Ahmet Oğuz, Mümtaz Osman ve Ercüment Er adlarını da kullanmıştır. 1951 yılında Türkiye'den ayrılması sonrasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılmış; bu karar ölümünden 46 yıl sonra, 5 Ocak 2009 tarihinde iptal edilmiştir.[8]
Doğum adı Mehmet Nâzım olup, resmî olarak, 1935'te yürürlüğe giren Soyadı Kanunu gereği Ran soyadını, 1951'de vatandaşlıktan çıkarılması üzerine Polonya vatandaşlığına geçince ise, dedesinden dolayı Borzecki soyadını almakla birlikte, kendi soyadı yerine babasının adını kullanarak hep Nâzım Hikmet ismini daha çok kullanmıştır.
1963 yılında Moskova'da kalp krizi sonucu ölmüştür. Mezarı hâlen Moskova'dadır.
*Mersinde Yaşanmış Tarihi Bir Hadise…Nazım Paşa Ve İngilizler
*1900 lü yılların başı... Mersin, 1860 lı yıllarda başlayan, Amerikan iç savaşı sonrası Çukurova’da başlanan pamuk üretiminin ihracat kapısı ve Doğu Akdeniz’in yıldızı parlayan ticaret merkezidir. Artan dış ticaret hacmi, adli ve ekonomik kapitülasyonların sağladığı kolaylıklar nedeniyle, Nazım Paşa Döneminde (Mersin’de, 1893 tarihinde açılmış) Düyun-u Umumiye Mersin Şubesi ile 12 konsolosluk ile çok sayıda yabancı acente ve temsilcilikler vardır.
Bu temsilciliklerde çalışanlar doğal olarak yabancılar, çökmekte olan imparatorlukta kendilerini çok ayrıcalıklı görmekteydiler. Nazım Paşa döneminde yaşanmış bir olay, o dönemin atmosferini ve yabancıların Mersinlilere bakışını, bir Osmanlı yöneticisinin de ruh halini ortaya koymaktadır. Bu günler Osmanlının memurlarına maaşlarını ödeyemediği günlerdir. Yoksul ailelerin çocukları ise hamallık yaparak, yoğurt pazarından veya limandan alışveriş yapanların yüklerini taşıyarak ailelerine katkıda bulunmaktadır.
12 yaşındaki Memet de bunlardan biridir. Küfecilik yapan Mehmet, zayıf kara kuru üstü başı yırtık bir çocuktur. Mersin’in kavurucu sıcağı herkes gibi Mehmet’i de kara yapmıştır. Üstüne kirle toz birleşince tamamen kararmıştır. Mehmet kazanacağı para ile evine ekmek götürecek, karnı doyacaktı. Ailesine kendi de mutlu olacaktı. Kendisi kadar büyük küfeyi tek başına kaldıramaz, yanında ki hamallar yardım eder, sırtına yüklerler. Lort önde Mehmet arkada Mersin’in taş evleri arasından, taş döşemelerin üzerine basarak gösterişli malikânenin önüne gelirler.Mehmet kan ter içinde kıpkırmızı olmuştur. Sırtındaki yükü indirir indirmez derin bir nefes alır. Sırtını yan duvara verir. Lort Thompson kendisini kapıda bekleyen hizmetçilerine eşyaları içeri almalarını emreder. Mehmet lorttan alacağı parayı düşünür. Mehmet bekler lort hiç oralı olmaz. Lort eşyaların ardından çocuğun yüzüne bile bakmadan eve doğru yönelir. Mehmet; “ Efendim para” diye arkasından seslenir. Lort Türkçe bilmez ama çocuğun ne istediğini bilir. Mehmet’e dönüp küçümser bir yüz ifadesiyle, elinin tersini sallayarak gitmesini işaret eder. Arkasına dönüp yürümeye başlar. Mehmet yüksek bir ses tonuyla, haklı olarak“ amca paramı alamadım.” Diye bağırır. Ayrıcalıklı olmanın verdiği şımarıklıkla Osmanlı tabasının kendisinin uşağı olduğunu düşünen lort çocuğa hızlı adımlarla yaklaşır, onu iterek kapıdan uzaklaştırır. Lort tekrar eve yönelir. Mehmet yapılan haksızlığın verdiği sinirle Lort’un çekeninin arka kısmından yakalar. Parasını almak için yalvarır sesle mırıldanırken yerde sürüklenir. Simsiyah gözlerinden, kara yüzüne gözyaşları akmaktadır. Sert bir hareketle çocuktan kurtulan lort, elinden hiç bırakmadığı topuz başlı bastonu, hızla Mehmet’e doğru savurur. Baston Mehmet’in tamda şakağında patlar. O an her şey susar. Ne ağlama kalır ne feryat, figan! Mehmet bir iki dakika baygın gözlerle ayakta kalır. Akan kanlar ayaklarının dibine damlar. Mehmet dayanamaz zayıf ince vücudunu ayakları, olduğu yere uzanır. Lort arkasına bile bakmadan malikânesine girmiştir. Etraftakiler Mehmet’in başına koşarlar, küçücük çocuk oracıkta ruhunu teslim etmiştir.
Korkunç haber Vali Nazım Paşa’ya kısa sürede ulaşır. Paşanın cesaret ve vicdan imtihanı başlar. Hemen tahkikat yaptırır. Görgü tanıklarını Thompson denen adamın bir maddi anlaşmazlık nedeni ile çocuğa sinirlenip bastonla kafasına vurduğu doğrulanır. Lort Thompson Nazım Paşa’nın karşısına çıkartırlar. Lort sonucu inkâr etmez. Nede olsa egemendir. Osmanlıyı da adaletini de küçümsemektedir. Lort’un sucunun sonucu ölümdür. Dönemin yabancıları Osmanlı mahkemelerinde yargılanmadığından küstahça bir rahatlıkla paşanın karşısında durmaktadır. Nazım Paşa kendi hayatı pahasına Lordun yargı önüne çıkması emrimi verir. Haber İngiliz Konsolosluğu’na ulaşır ulaşmaz, konsolos Lor’dun bırakılması için girişimde bulunur. Nazım Paşa’dan ret cevabını alan konsolosluk bu kez de limanda bulunan Kraliyet Filosu gemileri kenti bombalayacağı tehdidini savurur. Nazım Paşa keslin bıçak sırtındadır. Bir yanda çocuğun katilinin cezasız kalması, diğer yandan şehre bombaların yağması… Kararı verirken fazla düşünmez paşa;” Mersin’de yaşayan İngilizlere şehirden çıkış yasağı koyuyorum. Tüm çıkışları da tutun, bir tek İngiliz Mersin’den çıkmasın. Biz öleceksek, onlarda ölecek!”
Beklenmedikleri bu hamle karşısında şaşkına dönen konsolos kendi vatandaşlarının ölümü pahasına kenti bombalamaya cesaret edemez. Lort’un bırakılması için padişaha sert bir telgraf çekilir. Haber İstanbul’a ulaştığı saatlerde mahkeme kurulmuştu bile. Tanıklar dinlenir. Lort’un avukatları savunmalarını yaparlar. Olayı duyunca öfkeyle karşılayan Osmanlı Padişahı Abdülhamit acele; “Serbest bırakılsın” fermanını verir. Padişahın fermanı Mersin telgrafhanesine ulaştığında, Lort Thompson yoğurt pazarında kurulan darağacında asılarak infaz yerine getirilmişti.Osmanlının yıkılmadan önce ki son anti- emperyalist hareketini Osmanlı’ya rağmen Nazım Paşa yapmıştır.
Olay Osmanlıda büyük hayal kırıklığına yol acar. Nazım Paşa kellesini zorlukla kurtarır.Bütün nüfuzlu tanıdıklarına rağmen Mehmet Nâzım Paşa da sağ salim kalamazdı. Ancak Büyük Britanya Kralı’nın elçisi hadiseden iki hafta önce Boğaziçi’ndeki malikanesi yakınında bir yelkenli yarışı tertiplemiş; her nasılsa bir kaç yüksek rütbeli Türk memurunu da yarışa davet etmişti. Halbuki kendisinin de iyi bildiği gibi, Abdülhamit, Avrupa komplolarından çekinerek memurlara yabancılarla her türlü özel görüşmeleri yasaklamıştı. Bu durum karşısında Padişah haddinden ziyade öfkelendi. Saygıdeğer devletin büyükelçisine bir gözdağı vermek gerekiyordu. Mersin olayı bunun için biçilmiş bir kaftandı. Böylece, dik kafalı Mersin Mutasarrıfı Nâzım Paşa cezadan kurtulmuştu .Nazım Paşa suçludur daha öncede 1898 yılında bir olay nedeniyle Avusturya başkonsolosunu Mersin dışına kovar, Avusturya hükümeti donanmayla konsolosu geri gönderir
Ancak bundan sonra atandığı yerlerde uzun süre görev yapmasına izin verilmez. Yakın dostu Namık Kemal ile birlikte devletin özgürleşmesi için çalışır. Mesnevi şiirleri yazar. Yaşamını padişahın halifelerinin gölgesinde geçirir.Nazım Paşa yatağında mışıl mışıl uyuyan torununa bir kez daha baktı. Küçük Nazım’ı bir kez daha öptü. Torununa kendi adını vermişti “NAZIM”
“NAZIM PAŞA KİMDİR? Mehmed Nâzım Paşa, II. Abdülhamid dönemi valilerindendi. Ünlü şair Nâzım Hikmet'in büyükbabası olan Paşa, mevleviyete gönül vermiş mutasavvıf bir şair ve nâsirdi. Paşa, memuriyetinin ilk yıllarında Ziya Paşa ve Nâmık Kemal gibi Genç Osmanlıların önemli isimleriyle yakın ilişki içerisindeydi.”
Osmanlı’nın son kahramanının torunu Nazım büyüyecek, emperyalizme karşı şiirlerle verdiği mücadelede sesini tüm dünyaya duyuracaktı. Herkes onu” Nazım Hikmet Ran” olarak tanıyacaktı. Ünlü şairin dedesi Nazım Paşa’nın Mersin’de 1896-1898 mutasarrıf olduğu döneme ait kayıtlarda yer almaktadır. İngiliz Lort’unun başına gelenler bu kayıtlarda yer almaz. Olaya ait tek belge Nazım Hikmet’in anılarından derleyen; “Nazım’ın çilesi” adlı kitaptır. Nazım’ın dedesiyle ilgili ilginç anıyı dostu Rus Gazetecisi Radi Fiş’e anlatmış. Oda kitabında bu anıya yer vermiştir.İşte 12 yaşındaki bir çocuk için, gözünü kırpmadan İngiliz lordunu asan, şehrin bombalanması tehditlerine Dik durarak gerekli cevabı veren o Nazım Paşa; Nazım Hikmet'in dedesidir.
Nazım Hikmet küçüklüğünde bir süre dedesinin himayesinde yaşarken dinlediği bu olayı, daha sonra yakın dostu Rus Gazeteci Radi Fiş’e anlatmış, o’da “Nazım’ın Çilesi” adlı kitabında bu olayı Nazım’dan bir anı olarak yazmış
Dedesinden dinlediği ve anılarında yazmadığı bu olayda; küçük hamal ve emekçi Memet’in hakkını almak için gösterdiği cesaret, emperyalist devletin, vatandaşı Lord Thompson’ın sömürgeci, Mersinlilere yukarıdan bakan ukala tavrı ve dedesinin haklıdan yana onurlu duruşu onun çocuk ruhunda nasıl bir etki bıraktı? Bu olayın, Nazım Hikmet’in, anti emperyalist, emekten yana ve şair olmasında bir etkisi oldu mu? Oğlunun adını da Memet koyması bir tesadüf müydü?
*Lakonizm, Sparta kentini de içine alan Yunan şehir devleti Lacedaemon'dan türetilmiş bir terimdir. Çok az ifade kullanarak bir fikri ifade etmeyi tanımlamakta kullanılan bir söz sanatıdır. Terim ayrıca sözden ziyade eyleme ağırlık veren düşünme biçimi tanımlamakta da kullanılmaktadır.
Lakonik ifade, stoizm gibi bazı felsefi sistemlerde minimalizme inanmış düşünürler arasında yaygındır.
Tarih:
Lakonik İfade ve Tavıra Örnekler:
Spartalı:
Tarihten Diğer Örnekler:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder