İçimdeki bir his
Bundan birkaç yıl önce yazmaya karar vermiştim bu öyküyü.
Güzel ve uzun bir öykü olsun istemiştim. Her zamanki gibi onca iş, onca uğraş girdi araya; gündeliğin hayhuyunda başka öyküler, başka öykücükler; yalnızca yazılan, yazılmayı bekleyenler değil, yaşananlar da geçit vermedi. Sonunda, “Bir gün yazarım, nasıl olsa,” diye beklettiklerimden biri olup çıktı bu da… Kimi zaman , yazdığımda, kim bilir nasıl müthiş bir kitap olacağını düşleyip, heyecanlandıklarımdan biri olarak geliyordu aklıma; kimi zaman da yazamadıklarımın yüreğimi daraltan ağır çeki taşlarından biri olarak… Bu tür “muhasebeler” içinde bulunduğum ruh haline göre değişiyordu; belki yazacağı onca şeyi üst üste yığıp yıllar boyu onlarla birlikte gezen bütün yazarlarda böyle oluyordur. Artık onları bilemem. Ama her zaman söylerim, yazıp da, düşlediklerinizin ne kadarını yazabildiğinizi görmektense, “bir gün yazdığımda nasıl müthiş bir şey olacak kim bilir!” diyerek kendinizi geleceğe ertelemeniz daha heyecan vericidir.
Bilirsiniz, insanları heyecanları yaşatır.
Buraya kadar söylediklerimden benim bir yazar olduğumu düşünmüş olmalısınız; hayır değilim, ama öyle zannedilmek hoşuma gidiyor. Aslında yazıya gönül vermiş olduğumu, boş zamanlarımda, nasıl derler, “kendi çapımda” öyküler , öykücükler , çeşitli denemeler yazdığımı, ne yazık ki, ancak birkaç yakınım biliyor. Onların da pek ciddiye aldığını sanmıyorum. Başarılı bir grafikerim, işime çok asılmamakla birlikte fena para kazanmıyorum; bunların bana yettiğini düşünüyor olmalılar. Yazdıklarımdan, yazmaya çalıştıklarımdan kimselere pek söz etmem; hem kendimi sahiden bir yazar olarak görmeyişimden kaynaklanıyor bu insan kendini bir yazar gibi hissetmezse, başkaları için nasıl ikna edici olabilir?-; hem de heyecanlarıma kapılıp birkaç kez anlatacak gibi olduğumda, karşılaştığım genel bir kayıtsızlık, umursamaz ya da anlattıklarımın başkaları tarafından inançsız gözlerle dinlenmesi, beni bu konuda iyice ürkek yaptı. Ben de bu arzumu kendime saklamaya karar verdim. Eğer günün
birinde iyi bir kitap yazabilirsem, hapsinden öcümü almış olacağım.Kimlik kartımı gösterip, izninizle öyküme geçmek istiyorum. Adım Nermin, değişen durumlara göre bazen çok iyi, bazen çok kötü bulduğum bir medeni halim var: Bekârım. Yalnız yaşıyorum. İstanbul’da yalnız yaşayan bir kadın olmanın ne anlama geldiğini anlatacak değilim. Bazı şeyleri okurun hayal gücüne bırakmak gerektiğine inanırım. Evet kendimi güzel buluyorum. Sokaktaki adam için çarpıcı biri değilsem bile, eğitimli gözler beni fark ediyor. Sosyalizm, feminizm, anarşizm, yoga, uzakdoğu felsefesi, taocu seks, ikebana kursları , parapsikoloji, sağlıklı beslenme, çevre duyarlılığı , yeşil politika gibi çok çeşitli şeylere bulaştıktan sonra , şimdi evimde nihilist nihilist oturuyor ve “Bu memleket adam olmaz kardeşim,” diyorum. Hepimizin, bütün gençliğimiz boyunca büyüklerimizden Allah'ın günü duyduğu bu yavan sözü söyleyebilmek için, niye bu kadar zaman kaybettiğimi, bu sıradan gerçeğe ulaşmak için, niye bu kadar gezip dolaştığımı sormayın bana. Bilmiyorum. Sanırım siz de bilmiyorsunuzdur.
Gelelim öyküme:
… …
Aslında kime kızacağımı bilmiyordum. Kadınların birbirlerine kızgınlığına çoğu kez çaresizlik neden olur. Birbirini anlamamanın çaresizliği, birbirine kızmanın kolaylığını da beraberinde getirir. Kadınlar bu role mahkûm edilirler. İsteklerini açıkça belirtmekten, görüşlerini serbestçe dile getirmekten, düşündüklerini dosdoğru söylemekten mahrum edilmişlerdir. Kararları erkekler verir. Onlara kalan, yalnızca hemen herkesin bildiği “kadınca entrikalar” ya da “kadın kurnazlığı” diye tabir edilen, alttan alarak, yaltaklanarak, ağzından girip burnundan çıkararak, cilveleşerek, kendi isteklerini erkeğin görüşleriymiş sanmasına yol açacak oyunlardır. Buna mahkûm edilmişlerdir. Ta çocuk yaşta bunu öğrenirler, öğrenmek zorunda kalırlar. Yüzlerindeki o merhamet uyandırıcı dertli boynu bükük havası, seslerindeki o kaderin sillesine açık rüzgârlar, davranışlarındaki sahte tevekkül, ta o zamanlar yerleşir benliklerine ve bu onların kaderi olur artık. Halk arasında “işini bilen akıllı kadın,” diye de bunlara denir. Erkeklerin iktidarını sarsmadan, onlarla yarışmadan, erkeklerin gururlarını ve egolarını okşayarak, pohpohlayarak, görünüşü kurtararak, hep kendi isteklerini bu tür numaralarla erkeklere yaptırabilen kadınlar herkesin gözünde “akıllı kadın” olur bizim gibiler de “problemli, mutsuz kadın”...
Hem kendi olmak, hem kadın olmak, asıl gerçekçi olup imkânsızı istemek budur.
Her insan, kendi olmak karşılığında topluma bir bedel öder. Az ya da çok, ama mutlaka bir bedel. Kimse bedelsiz kendi olamaz.
Bu bedel çoğu zaman yalnızlıktır.
… ..
… ..
Bu sert çıkışımla birlikte birdenbire yüzüme mahvolmuş bir çocuk gibi değil, mahvolmuş bir kadın gibi baktı. Kısılmış gözlerindeki zehirli bakışlarda, fakir ama gururlu bir kızın, günün birinde bize günümüzü göstereceğinin yemini vardı
… ..
… ..
Wenge Masa
… ..
… .. Kadınhâkimlerin avukatları nasıl dinlediklerini gözlerimin önüne getirebiliyordum. Karşısındakini inanmaz , ona eziyet etmenin ne demek olduğunu halalarımdan iyi bilirim. … .. sonunda inanmış görünmeleri bile, içimi yatıştırmaya yetmezdi.Sahiden inandıklarından değilde, artık sıkıldıkları, konuyu kapatmak istedikleri için öyle yapıyorlarmış izlenimi verirlerdi. Onlar öyle davrandıkça en ince ayrıntıya kadar, bir kere daha, bir kere daha anlatmak isterdim
… ..
… ..
Onlara karşı en etkili silahın suskunluk olduğunu keşfetmem zaman aldı. Zamanla sorularını yanıtsız, ısrarlarını karşılıksız bırakmayı, yüzümü ifdesizleştirmeyi, her söylediklerini karşı koyucu bir sessizlikle geçiştirmeyi öğrendim. İstekleri karşısında gönülsüz davrandım; hiçbir konuda kukularını gidermeye çalışmadım. Müstehzi olmayı, hep bir şey saklıyormuş gibi görünmeyi, zorunlu kaldığım durumlardaysa, asla içkilerini rahatlatmayacak, tersine kaygılarını diri tutacak “muğlak açıklamalar” yapmayı öğrendim. … ..
… .. “… .. Uğruna neler kaybettiğinin hesabını yaparak hiçbir zaferin tadını çıkaramazsın. Bu yüzden nelerden vazgeçmiş olduğumu düşünmem bile! Kazandıklarıma bakarım. “
… ..
… ..
Ringde Beyaz Köşe
… ..
“En çok bu yüzden değil,” diyor. Banka batırma hikâyelerindeki görünmeyen dengeler yüzünden bütün bu gürültü, işkenceci polislerin davalarını bu kadar öne sürmeleri asıl bunu kamufle etmek için Türkiye’de para o kadar hızla el değiştiriyor ki, insanlar o kadar kısa zamanda kısa yoldan zengin oluyorlar ki, o hızda düşüncesizce hareket ederek çok açık veriyorlar. Herkes zamanı geldiğinde kullanmak için, birbirinin dosyasını tutuyor.Türkiye’de sermaye hâlâ at sırtında gidiyor, hâlâ ganimet ve yağma peşinde , bu yüzden hâlâ talan ekonomisi sürmek zorunda. İşkenceci polislerin davası bahane, ben bakmasam başkası bakacak bu davaya, böyle şeylere yalnızca sol çevreler takar. Büyük medya kuruluşları, sol çevrelerin hassasiyetlerini ne zaman göz önüne aldı ki, şimdi alsın. Asıl bu olayı paravan olarak kullanıp, beni kimi sol örgütlere hedef gösteriyorlar. Düşünsene, bana bir şey olursa, hem benden kutulmuş olacaklar, hem sol örgütlerin terörist yüzlerini bir kere daha açığa çıkarmış olacaklar. Kaba hesaplar bunlar, ama sen de bilirsin ki, bu memlekette hep kaba hesaplar sonuç verir.“
… ..
… .. şu gördüğün cilt cilt kanun kitaplarıyla olmuyor bu işler. Her şey gibi adalet de alınıp satılıyor. Ne sanıyorlar, o büyük ve saygın hukuk kuruluşları farklı mı çalışıyor sanki, bizim hünerimiz, adalet denen bu komediyi kitabına uydurmak yalnızca. Hem medya patronları dediğin ne, hepsi birbirinden hırsız, bilmiyor muyuz sanki? Herkesin namusu yakalanana kadar! Sorun da bu zaten Bütün mesele dürüst olanlarla olmayanlar arasında değil. Hırsızlar arasında. Hırsızlıkların ortaya çıkıp çıkmamasında. … ..
… ..
… .. Eskiden insanlar banka soymak için yüzlerine bir mendil takar, ellerine bir silah alır, banka kapısına dayanırlardı; şimdi banka soymak için banka kurmak yetiyor. … ..
… ..
… ..” … ..Polisler beraat eder, medya patronları dışarı çıkar, bankaların borcunu devlet üstlenir, her şey unutulur gider. Unutma Türkiye unutkanlıkla ayakta kalıyor, başka bir şey değil.”
… ..
… ..
Ayrı Masalar
… ..
“Biz kadınlar , erkeklerin konuşmasını değil, duymak istediklerimizi söylemelerini isteriz yalnızca. Hangi kadının kalbi, erkeklerin sahiden söyleyeceklerini kaldırabilir ki?”
… ..
… .. Ne olursa olsun, gene de konuşmanın öneminden bahsediyor Roza: “Anlaşamasanız bile gerginlik atarsınız,” diyor.
… ..
… ..
Su Yeşili, Buzul Pembe
… ..
“Erkekler tavlar, kadınlar ele geçirir.
Sahip olunmuş bir kadın, kaderi gereği teslimiyet gününün gelmiş olduğunu kabullenir yalnızca. Ama erkek ele geçirildiğinde, bütün kaleleri düşmüş hisseder. Esir düşmüş bir komutan gibi yaşar ilişkisini. Unutmayın bütün esirler, günün birinde efendilerinden intikam alırlar. Kadınların kocalarından alacakları intikam, ya nafakadır ya da kocalarının ölüp arkalarında bıraktıkları emekli maaşı. Dünya kocasının bıraktığı emekli maaşıyla geçinen kadınlarla dolu. Siz , hiç karısının bıraktığı emekli maaşıyla geçinen koca gördünüz mü? Kadın-erkek ilişkisinin emekli maaşı kuyruğuna kadar uzaması halinde hiçbir romantik yanı kalmıyor.
… ..
… ..
Çocukluk İçin Defter
… ..
… ..
Ayrı Masalar
… ..
“Biz kadınlar , erkeklerin konuşmasını değil, duymak istediklerimizi söylemelerini isteriz yalnızca. Hangi kadının kalbi, erkeklerin sahiden söyleyeceklerini kaldırabilir ki?”
… ..
… .. Ne olursa olsun, gene de konuşmanın öneminden bahsediyor Roza: “Anlaşamasanız bile gerginlik atarsınız,” diyor.
… ..
… ..
Su Yeşili, Buzul Pembe
… ..
“Erkekler tavlar, kadınlar ele geçirir.
Sahip olunmuş bir kadın, kaderi gereği teslimiyet gününün gelmiş olduğunu kabullenir yalnızca. Ama erkek ele geçirildiğinde, bütün kaleleri düşmüş hisseder. Esir düşmüş bir komutan gibi yaşar ilişkisini. Unutmayın bütün esirler, günün birinde efendilerinden intikam alırlar. Kadınların kocalarından alacakları intikam, ya nafakadır ya da kocalarının ölüp arkalarında bıraktıkları emekli maaşı. Dünya kocasının bıraktığı emekli maaşıyla geçinen kadınlarla dolu. Siz , hiç karısının bıraktığı emekli maaşıyla geçinen koca gördünüz mü? Kadın-erkek ilişkisinin emekli maaşı kuyruğuna kadar uzaması halinde hiçbir romantik yanı kalmıyor.
… ..
… ..
Çocukluk İçin Defter
Annemin hiçbir yere bakmayan dalgın bakışlarıyla, babamın içinin en kuytusunu görmeye ayarlanmış didikleyen bakışları arasında kalakalmış bir çocukluktu benimki.
… ..
… .. Dahası , bir kız çocuğu için annemi kabullenmek zordu. Beni sevmediğini, istemediğini düşünürdüm önceleri. Öyle değildi. Kendine göre severdi. Halalarımdan çekindiği için benimle yakınlık kurmaktan kaçındığını sanırdım. … .. SEvgisiyle de kimselere benzemiyordu annem.,
Annem azdı. Her şeyi azdı annemin. Onu, kendime bunca yabancı hissetmemin nedeni yalnızca bana değil, dünyaya olan uzaklığıydı. Tuhaf, garip bir kadındı. Konuşmazdı. Hiçbir zaman ne hissettiğini tam olarak bilmezdiniz. İçine kapalıydı, ezikti, karşısındakini çaresiz bırakan bir dalgınlığı vardı. Bir türlü ulaşamazdınız. … ..
.. .. içini çekerek Senin iyiliğin için kızım, senin iyilkiğin için,” derdi.
Her yere ilişerek oturur, tutuk gülümser, çekingen davranır; sizde uyandırdığı acıma duygusu bir süre sonra öfkeye dönüşürdü.Annme hiç kimsenin aşamayacağı bir dalgınlıkta yaşıyordu.
Babamı âşık eden şeyin, annemin bu ulaşılmaz dalgınlığı olduğunu sonraları anladım. Babam gerçekten anneme çok âşıktı. … ..
… ..
Annem öldükten sonra babam bir daha hiç eskisi gibi olmadı. … ..
. .. ..
Mehmet’in birkaç sene sonrasıyla tanışmış olsaydım eğer, kim bilir belki ilişkimiz h^Wlâ sürüyor olurduç Ben, onun hayatına erken girmiştim. Daha hazır değildi bana, onu karşısına, geçmesi gereken yollardan sonra çıkmalıymışım. … …
… ..Bütün aşk dramları da bundan doğar zaten. Bize de öyle oldu. … ..
… ..
Asma Kat
… ..
… .. Gözümden uyku aktığı halde, yatağa girdikten sonra, uyku tutmadı, kalktım bu defteri açıp okumaya başladım. Ne zamandır kapağını bile kaldırmıyordum oysa. Kendi yazdığım bir şey değilmiş de, başkasının yazdığı bir hikâyeymiş gibi, yabancı gözlerle okumaya başladım. … ..
“Çok normal,” diyor Sinan. “Her insan bir başkası olmak ister. Yazmak bile bir başkası olma isteğidir…. … “
… .. Bir de terapistim bana kompozisyon dersi hocamı hatırlatıyordu. Bununla da bir ilgisi olabilir. Kompozisyon hocam ‘bir yaz anınızı anlatınız’ dediğinde kelimelerimi ona emanet edebilmiştim. Nedense bunu hatırlıyordum. … ..
….. Hatırladıklarımı taşımakta zorlanıyordum. İçimde bir nehir akmaya başladı ve bu nehrin bir denize dökülmesi gerekiyordu. Benim denizim, defter oldu, bu defter. Zamanla sakinleştim, duruldum. Başlarda yalnız kendim için yazıyordum. Doktoruma anlatmak için. Çocukluğumu anlamak, kendimi tanımak için. Defteri yazarken hatırladıklarımı doktoruma anlatıyor, doktorumla konuşurken hatırladıklarımı da dönüp defterime yazıyordum. Sonra yazdıklarımı temize çekmeye başladım, onlarda bir hikâye duygusu buldum, şimdiyse bunun bir kitap olabileceğini düşünüyorum. Bu gözle bir okumanı istiyorum. Kitap olması için bir form bulamıyorum henüz. Öyle içimden geldiği gibi, Kâğıda döküp duruyorum.
“Daha iyi, bırak yazı, su gibi kendi akarını bulsun. Bir form bulman gerekmeyebilir. Kendi formunu bulmuştur belki. İş, senin bunu kabullenmene kalmıştır. Yazı bazen kendini dayatır. Yazının tabiatıyla hiç inatlaşmayacaksın…. ..
.. ..
… ..
Vişne
… ..
… ..
Sabahları çocukların kahvaltısını hazırlamak, kocasını işe uğurlamak için evde herkesten önce kalkan kadınların kullandığı o serinlik ve sessizlik anlarında düşündüklerini, hissettiklerini anlamaya çalışıyorum. Eskiden evimizin penceresinden görünen bazı ev içlerinden tanıdığım o sabah telaşını… Herkes gittikten sonra sana kalan ev. Sana kalan hayat. Benim gibilerin artık öyle bir hayatı olmayacak. Ekonomik özgürlüğünü kazanmak için çalışan, kimliğini kendi oluşturan kadınlara, hayat bazı kapıları açarken, bazılarını kapattı. İki kapı arasında bir tür boşlukta kaldık. Ne yeterince evli, ne yeterince bekâr; ne yeterince düzeniçi, ne yeterince sıradışı; birtakım aşklarımız, ilişkilerimiz oldu. Geleceksiz, sonuçsuz beraberlik diye yaşadık. Kadınlar değişirken, erkekler ve hayat gerektiği ölçüde değişmedi. Özellikle büyük kentlerde otuzunu, kırkını geçmiş, bekâr ya da önemli sayıda bir yalnız kadınlar ordusu oluştu. Onlardan birinin sabahı bu. Dışarıdan bakıldığında, her şey yolundaymış gibi gözüken sabahı…
… ..
… ..
Yüksek Topuklar & Murathan Mungan
Metis Yayınları
Yedinci Basım: Aralık 2014
*Murathan Mungan (d. 21 Nisan 1955, İstanbul), Türk yazar, oyun yazarı ve şairdir.
Yaşam öyküsü:
21 Nisan 1955 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. Mardinli bir ailenin çocuğudur. Babası avukat İsmail Mungan, annesi Habibe Mungan'dır. İlk, orta ve lise yılları Mardin'de geçti. Mardin Lisesi'nden mezun oldu.[kaynak belirtilmeli] Mardin, eserlerinde sıkça kullandığı mekanlardan birisi oldu. Bu çevrenin taşıdığı zengin kültürel yapıyı, insan olgusunu eserlerine başarılı bir şekilde yansıttı.
Yazar, 1972'de Ankara'ya yerleşti. Lisans ve yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde tamamladıktan sonra başladığı doktora çalışmasını yarım bıraktı. Ankara Devlet Tiyatroları’nda altı yıl, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda üç yıl dramaturg olarak çalıştı.
Gazete ve dergilerdeki ilk yazılarını 1975’te yayımlayan Mungan; yazı hayatı boyunca şiir, öykü, roman, deneme, tiyatro oyunu, sinema yazısı, senaryo, masal ve şarkı sözü gibi farklı türlere ait eserler verdi.
… ..
Eserleri:
Şarkı sözleri hakkında:
Senaryoları hakkında:
Radyo Oyunları hakkında:
Seçkileri hakkında:
Eser listesi:
1980: Mahmud ile Yezida
1981: Osmanlıya dair Hikâyat
1982: “Boyacıköy’de Kanlı Bir Aşk Cinayeti” (Öykü)
1982: Taziye
1984: Kum Saati
1985: Son İstanbul
1985: Sahtiyan, 1985
1986: Cenk Hikâyeleri
1987: Kırk Oda
1989: Lal Masallar
1989: Eski 45'likler
1989: Yaz Sinemaları
1990: Mırıldandıklarım
1992: Yaz Geçer
1992: Yaz Geçer - Özel Basım
1992: Geyikler Lanetler
1993: Bir Garip Orhan Veli
1993: Oda, Poster ve Şeylerin Kederi
1993: Omayra
1994: Kaf Dağının Önü
1994: Metal
1996: Murathan’95
1996: Li Rojhilatê Dilê Min
1997: Paranın Cinleri
1997: Başkasının Hayatı
1997: Dağınık Yatak
1997: Dört Kişilik Bahçe
1997: Oyunlar İntiharlar Şarkılar
1997: Mürekkep Balığı
1997: Başkalarının Gecesi
1998: Metinler Kitabı
1999: Üç Aynalı Kırk Oda
1999: Doğduğum Yüzyıla Veda
2000: Meskalin
2000: 13+1
2001: Soğuk Büfe
2001: Erkekler İçin Divan
2002: Yüksek Topuklar
2002: 7 Mühür
2003: Timsah Sokak Şiirleri
2003: Yabancı Hayvanlar
2004: Çador
2004: Bir Kutu Daha
2004: Beşpeşe - (Elif Şafak, Pınar Kür, Faruk Ulay, Celil Oker ile birlikte)
2004: Eteğimdeki Taşlar
2005: Elli Parça
2006: Söz Vermiş Şarkılar
2007: Kâğıt Taş Kumaş
2007: Kullanılmış Biletler
2007: Yedi Kapılı Kırk Oda
2007: Dağ
2008: Kadından Kentler
2009: Bazı Yazlar Uzaktan Geçer
2009: Hayat Atölyesi
2009: Eldivenler Hikâyeler
2010: İkinci Hayvan
2010: Gelecek
2011: Kibrit Çöpleri
2011: Şairin Romanı
2012: Aşkın Cep Defteri
2012: Bir Dersim Hikâyesi
2012: Li Rojhilate Dile Min/Kalbimin Doğusunda
2012: Tuğla
2013: Mutfak
2014: Kadınlar Arasında
2014: Merhaba Asker
2015: Harita Metot Defteri
2016: Aşk İçin Ne Yazdıysam
2016: Solak Defterler
2017: Dokuz Anahtarlı Kırk Oda
2019: Çağ Geçitleri
2020: Hamamname
2021: Aile Albümü
2021: Erkekler Yalnizliklar: Murathan Munganin Sectikleriyle
2022: Işığına Tavşan Olduğum Filmler
2022: Evrak Çantası
Ödülleri:
… ..
*George Frideric Handel's - Water Music
*George Frideric Handel - Vikipedi
*Marc Chagall (Rusça: Марк Захарович Шага́л Mark Zaharoviç Şagal) (7 Temmuz 1887 – 28 Mart 1985), Rus-Fransız ressamdır. Chagall, o dönemler Rus İmparatorluğu'na dahil olan Belarus'ta dünyaya geldi. İzlenimcilik akımının ardından gelen modern sanat hareketinde yer aldı.
Hayatı:
Marc Chagall, Yahudi bir ailenin dokuz çocuğunun en büyüğü olarak, Belarus'ta Vitebesk yakınlarındaki Liozno'da dünyaya geldi…. ..
… ..
St. Petersburg'un Yahudi sakinlerinin şehirde özel izinle kalabildikleri bu dönemde ressam çok zor günler geçirdi. Bu sınırlamalara uymadığı için hapis bile yattı. Bütün bu güçlüklere rağmen, Chagall, St. Petersburg'da 1910 yılına kadar kaldı. Bu kalışı sırasında memleketini de düzenli olarak ziyaret ediyordu. 1909 yılında ise gelecekteki eşi Bella Rosenfeld ile tanıştı.
Ressam olarak belirli bir ün kazanan sanatçı, St. Petersburg'dan sanat çevresine daha yakın olmak için Paris'teki Montparnasse civarına yerleşmek üzere ayrıldı. Orada, Guillaume Apollinaire, Robert Delaunay ve Fernand Léger gibi avangart ressamlarla arkadaş oldu. 1914 yılında Vitebsk'e geri döndü ve bir sene sonra nişanlısı Bella ile evlendi. Çift Rusya'dayken I. Dünya Savaşı çıktı. 1916 yılında Chagall'ların Ida ismini verdikleri ilk kızları dünyaya geldi.
Chagall, 1917'deki Rus Devrimi'nde aktif rol aldı. Sovyet Kültür Bakanlığı, ressama Vitebsk bölgesinden sorumlu görevli unvanını verdi. Chagall, Vitebsk Modern Sanatlar Müzesi ve Sanat Okulu'nu kurmasına rağmen, bir süre sonra Sovyet sisteminin politikalarına katlanamamaya başladı. O ve eşi, önce 1920 yılında Moskova'ya taşındılar. Üç sene sonra 1923'te ise Paris'e geri döndüler. Bu dönemde, Chagall'ın orijinali Rusça yazdığı anıları İbranice ve eşi Bella'nın çevirisiyle Fransızca yayınlandı. Aynı günlerde, İbranice makaleler, şiirler ve denemeler de yazdı. 1937 yılında ise Fransa vatandaşlığına geçti.
II. Dünya Savaşı sırasında, Nazilerin Fransa'yı işgal etmesi ve Yahudileri sürmesi sırasında, Chagall Paris'ten kaçarak Marsilya'ya gitti. Oradan Amerikalı gazeteci Varian Fry'ın yardımıyla önce İspanya ve Portekiz'e geçti. 1941'de ise Chagall'lar Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşti. 2 Eylül 1944'te, Chagall'ın sevgili eşi, resimlerinin temel konusu ve hayat arkadaşı Bella Rosenfeld öldü. İki sene sonra, Avrupa' ya dönen Chagall, 1949'dan itibaren Fransa'nın güneyinde Provence'da çalışmaya başladı. Aynı yıl içinde, Kişilerin Birbiriyle Dostluğu ve Irkçılıkla Mücadele isimli sivil toplum örgütünün kuruluşunda yer aldı.
Sanatı:
Sembolizm ve Chagall:
Sergiler:
Etkileri:
Ressamdan Alıntılar:
*Jessica Phyllis Lange (d. 20 Nisan 1949, Cloquet), iki kez Akademi Ödülü'ne ulaşmış olan Amerikalı oyuncu.
Biyografi:
Erken dönem:
Cloquet, Minnesota'da doğmuştur. Dört kardeşten üçüncüsüdür. Fin, Alman ve Hollandalı kökenleri mevcuttur. Paris'teki mim eğitimi öncesi Minnesota'da sanat eğitimi almıştır. 1973 yılında New York'a döndüğünde bir model ajansında çalışmıştır.
Kariyer:
1976 yılında Dino De Laurentiis tarafından King Kong filminin oyuncu kadrosuna seçilmiştir. Bu bir açıdan kariyerinin başlangıcı olurken bir açıdan da sonu olmuştur. 1981 yılındaki The Postman Always Rings Twice filmine dek bir başarı gösterememiştir. 1982 yılındaki Frances filminde oyuncu Frances Farmer'ı canlandırmış ve bu ona ilk Oscar adaylığını getirmiştir. Aynı yıl Tootsie filmi ile en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülüne ulaşmıştır. 80'ler ve 90'lar boyunca çıkışı devam eden sanatçı 1994 yılındaki Blue Sky filmi ile bir kez daha, bu kez en iyi oyuncu dalında Oscar'a uzanmıştır. Sanatçı zaman zaman da Broadway sahnelerinde yer almıştır. 2011 yılından beri American Horror Story dizisinde rol almaktadır.
Kişisel yaşam:
… ..
*Oidipus (Yunanca Οἰδῐ́πους, Oidipous; "şişik ayaklı"; Latince Oedipus) veya Oedipus. Thebai'nin mitolojik kralı, Laios ve İokaste'nın oğlu. Babasını öldürüp, annesiyle evlenmiştir.[1] Antigone, İsmene, Eteokles ve Polyneikes'in babasıdır.
Hayatı:
… ..
*edebiyat) besteci, şair ve yazarların eserlerinden alınmış, seçme parçalardan meydana gelen eser, seçki, güldeste
*Edward Hopper (22 Temmuz 1882 – 15 Mayıs 1967), Amerikalı ressam ve grafiker. Genellikle yağlı boya tabloları ile popüler olsa da suluboya ve gravür konusunda da en az yağlı boya resimlerde olduğu kadar uzmandı.
Yaşamı:
… ..
*bu rahibeler 30 yaşlarına kadar bekaret yemini ettikleri için daha çok vesta bakireleri olarak anılırlar.
efsaneye göre zamanında alba longa kralı kardeşi tarafından devrilince (ileride başına bela olmaması için) oğlunu da öldürür ve kızı rhea silvia’yı da vesta bakiresi olmaya zorlar. ama gel gör ki kız mars tarafından tecavüze uğrar. böylece iffetine sahip çıkamayıp yeminini bozan silvia karnında taşıdığı ikizlere rağmen ölüme mahkum olur. lakin onu öldürmekle görevli asker vicdanına kulak verir ve yaşayıp doğurmasına göz yumar. neyse, çaresiz kalan silvia ikizleri bir sepete koyarak tiber nehrine salar, remus ve romulus adında bu ikizler (çok enteresan) lupa adında dişi bir kurt tarafından nehirden kurtarılır.
kurt lupa, ikizleri bir mağarada emzirip büyütür ve bir müddet sonra onları keşfeden bir çiftçi aile ikizleri himayesine alır ve evlat edinir...
bu kaçıncı nehir, kaçıncı kurt efsanesi bilinmez ama ilerleyen tarihlerle roma kenti bu ikizler tarafından emzirildikleri mağaranın bulunduğu bölgede kurulur.
neyse, böyle işte... lazio krallığından romanın kuruluşuna kadar uzanan hikayenin tetik noktasını oluşturan bakire rahibelerdir bu vestalar. tabi silvia da yüzüne bakmaya doyamayacağın güzeller güzeli olunca... efsanede seks, bekaret, tecavüz, nehir, malum kurt ve emzirme unsurları da kullanılınca çok tutar... dilden dile dolaşır, ballanır ballanır bin yıllardır anlatılır.
*Lut (Arapça: لوط, İbranice: לוט), bugünkü İsrail ile Ürdün sınırı arasındaki topraklarda yaşayan bir kavim olan Lut kavmine gönderildiğine inanılan peygamber. İbrahim'in akrabası olduğuna ve İbrahim'in peygamberliğini ilk kabul eden kişi olduğuna inanılır.
Eski Ahit ve Tevrat'ta:
Lut'a kavminin azap haberini vermeye giden üç büyük melek önce İbrahim'e gidip, ona bir çocuğunuTevrat'ta Terah'ın çocuklarından Haran'ın oğlu ve İbrahim'in yeğeni olarak gösterilir. Haran, Ur şehrinde öldükten sonra Terah oğlu İbrahim ve torunu Lut'u alarak Harran'a gelmiştir. Terah'ın burada ölümünden sonra İbrahim yeğenini yanına alarak Kenan diyarına gitmiştir. Lut, İbrahim'le birlikte Mısır'a gitmiştir. Mısır'dan Kenan diyarına dönen İbrahim ile Lut'un çok miktarda koyun ve sığır sürüleri bulunmaktaydı. Ancak bölgede az sayıda kuyu bulunması nedeniyle adamları arasında tartışmalar çıkınca Lut amcasından ayrılarak verimli olan Sodom ve Gomora (Gomore) kentlerinin yakınlarına yerleşti. Erden havzasındaki Sodom, Gomore, Adma, Tseboim ve Bela şehirlerinin halkının isyan ettikleri Elam Kralı Kedorlaomer'e yenilmesiyle Lut peygamber esir düşmüş ancak amcası İbrahim tarafından kurtarılmıştır. Tevrat'a göre Sodom halkı günahkar olup, orada her türlü ahlaksızlık, özellikle de cinsel sapıklık yaygındır. Sodom ve Gomore'yi cezalandırmakla görevli melekler insan görünümüne girerek İbrahim'e misafir olurlar. İbrahim'e Sodom ve Gomore'nin günahının çok ağır olduğunu ve Tanrı tarafından yok edileceğini bildirmeleri üzerine İbrahim orada iyi insanlar olduğunu belirterek bu kararın gerçekleşmemesi için yalvarınca kendisine eğer on iyi kişi varsa oranın cezalandırılmayacağı söylenir. Ancak on kişi bulunamayınca Sodom'a varan iki melek şehrin kapısında oturan Lut'un daveti üzerine ona misafir olurlar. Sodom halkı Lut'un evini sararak Lut'tan misafirlerini kendilerine teslim etmesini isterler ancak Lut misafirlerini vermeyeceğini söyler. Sodom halkı Lut'u tehdit ederek kapıyı kırmaya kalkışınca melekler müdahale ederek Lut'u içeriye alırlar ve dışarıdakileri evin kapısını bulamayacak şekilde kör ederler. Bu yaşananlar üzerine Melekler Lut'a şehrin harap edileceğini, bu nedenle aile fertlerini alıp burayı terk etmesini bildirdiler. Melekler tarafından karısı ve iki kızıyla birlikte şehrin dışına bırakırlar ve arkalarına bakmadan dağa kaçmaları tembih edilir. Lut kısa sürede dağa varmanın zor olduğunu belirterek yakındaki Tsoar adındaki küçük şehre gider. Arkalarından Sodom ve Gomore'ye göklerden kükürt ve ateş yağdırılarak her iki şehirde yaşayan tüm canlılarla birlikte yok edilir. Bu sırada Lut'un karısı meleklerin uyarısına rağmen kaçarken geriye baktığı için tuz direğine dönüşür.[4] Tekvin’e göre Lut, iki kızıyla birlikte Tsoar kentinde kalmayıp oraya yakın bir dağda bulunan mağaraya yerleşmiştir. Yahudi inanışına göre Lut’un kızları soyunu devam ettirmek amacıyla babalarına şarap içirerek sarhoş ettikleri ve kendinde olmayan babalarıyla ilişkiye girdikleri, bu ilişkiden hamile kalan büyük kızının Moab adında bir erkek çocuğu doğurduğu, hamile kalan küçük kızının da Ammon adında bir erkek çocuğu doğurduğu belirtilmektedir. Bu anlatımla ilgili olarak Yahudilerin Moab ve Ammon kabilelerinin kökenine yönelik böyle bir anlatımda bulunurken Kenan diyarında daha eski daha eski mitolojik anlatımda, Tanrı El’in kendisine "baba" diyen iki kadınla ilişkiye girerek bunlardan sabah yıldızı veya şafak anlamına gelen "sahar" ile akşam yıldızı veya alaca karanlık anlamına gelen "shalim" adlı iki çocuğunun olduğu efsanesinden etkilendiği de belirtilmektedir. Buna neden olarak Moablıların ve Ammonluların atalarıyla İsrailoğullarının Mısır'dan çıkış dönemine uzanan, sonraki dönemde de yüzyıllarca devam eden düşmanlığın da etkili olduğu belirtilmektedir.[5]n (Musevilere göre İshak Müslümanlara göre İsmail) olacağı müjdesini vermişlerdir. Yahudilik ve Hristiyanlık inancına göre Lut, peygamber değil yalnızca bir din büyüğüdür.[1]
Muazzez İlmiye Çığ kutsal kitap hikâyelerini eski mitolojilerle karşılaştırdığı çalışmalarında bu konuda büyük paralellikler olduğunu, iki kızı ile yatan Lut hikâyesinin de Kenan baştanrısı El (tanrı)'in iki tanrıça yaratıp onlarla yattığı hikâyesinden alınma olduğunu ifade etmektedir.[2]
Lut, İbrahim peygamberden ayrıldıktan sonra İsrailoğulları için önemini yitirdiğinden, onun yaşamının geri kalan bölümüyle ilgili bilgi yoktur. Rivayet ve iddialara göre 142 yaşına kadar yaşayan Lut'un mezarı El Halil doğusunda Beni Naim köyü yakınındadır.[4]
Kur'an'da Lut:
Kur'an'da yirmi yedi yerde ismen geçen Lut'un İbrahim'in peygamberliğini kabul ederek onunla birlikte dolaştığı ve peygamberlerden biri olduğu bildirilmektedir. İnanca göre Lut, amcası İbrahim'in çobanlarıyla kendi çobanları arasında çıkan bir anlaşmazlık üzerine değil peygamber olarak görevlendirilip Sodom'a gitmiştir. Lut peygamber, kavmine Allah'a karşı gelmekten sakınmalarını, kendisine itaat etmelerini, kadınlar yerine erkeklerle beraber olmalarının büyük ahlaksızlık ve günah olduğunu bildirerek bundan vazgeçmelerini istemiştir. Kavmi ise işlerine karışmaya devam ettiği takdirde sürgün edileceğini ve doğru söylüyorsa Allah'ın azabını getirmesini söylemişlerdir. Lut'un duası üzerine Allah ahlaksız kavmi cezalandırmak üzere üç meleği görevlendirir. Melekler genç ve yakışıklı birer erkek görünümünde önce İbrahim'e gelip İshak'ın doğumunu, ayrıca Lut Kavmi'ni yok etmek üzere geldiklerini haber verirler. İbrahim, Lut'un onlarla beraber yaşadığını hatırlatarak orada yaşayan inananların kurtulması konusundaki dileğini meleklere bildirir. Kur'an'da yer almayan ancak İslami kaynaklarda geçen rivayetlere göre İbrahim peygamber meleklere, içinde 400 inananın bulunduğu bir yeri yok edip etmeyeceklerini sorar ve bunun üzerine melekler böyle olması halinde oranın yok edilmeyeceğini söylerler. Sonrasında rakam ona kadar indirir, ancak Sodom'da 10 inanan bile bulunamaz. Bunun üzerine melekler Allah'tan Sodom'un yok edilmesi emrinin geldiğini, ancak Lut ve ailesinin kurtulacağını İbrahim'e bildirirler. Melekler Lut'un yaşadığı Sodom'a gelirler. Lut daha önce hiç görmediği yabancıları evinde misafir eder. Misafirlerden haberdar olan halk toplanıp evi kuşatarak misafirlerin kendilerine teslim edilmesini isterler. Lut bu isteği kabul etmeyerek, isterlerse kızlarıyla evlenebileceklerini söyler. Sodom halkı Lut'a, başkalarının işine karışmasını ve yabancıları evine almasını yasakladıklarını söyleyerek isteklerini tekrarlarlar. Melekler Lut'un evini kuşatan ve içeri girmeye uğraşan halkın gözlerini kör ederek onları evin çevresinden uzaklaştırırlar. Meleklerin sözüne uyarak Lut karısı hariç olmak üzere ailesini alıp arkasına bakmadan şehirden çıkar. Sabaha karşı şehrin üzerine balçıktan pişirilmiş, kat kat taşlar yağdırılır. Lut'un kavmi karısıyla birlikte yok edilir.[4]
*Diva (1981) - Wilhelmenia Wiggins Fernandez - Aria from Catalani's "La Wally"
*Wilhelmenia Fernandez - Wikipedia
*Wilhelmenia Fernandez (sometimes billed as Wilhelmenia Wiggins Fernandez; January 5, 1949 – February 2, 2024) was an American soprano. She appeared in Diva, the 1981 film by French director Jean-Jacques Beineix, credited as "Wilhelmenia Wiggins Fernandez".[1]
… ..
*Aria from Diva – Wilhelmenia Wiggins Fernandez | Ourstorian
*"Fernandez aryayı söylüyor "Ebben? Ne andrò lontana", Katalani'nin "La Wally" operasının I. Perdesinden. Parça, yalnız ve evden uzakta seyahat etme teması üzerine akıldan çıkmayan bir hayaldir. Catalani, 1893'te 39 yaşında, La Scala'daki "La Wally" nin muzaffer prömiyerinden sadece bir yıl sonra öldü.
Bu performans, 1981 Fransız romantik gerilim filmi "Diva"da önemli bir rol oynar ve DVD'den bir alıntıdır.
Bir Alman romanından uyarlanan operanın librettosu, "La Boheme", "Tosca" ve "Madama Butterfly" metinleri üzerinde işbirliği yapan genç Luigi Illica'ya ait. Yerel bir avcıyı seven ve bir başkası tarafından sevilen vahşi, inatçı bir İsviçreli dağ kızını anlatıyor. Sonunda gerçek aşkını kazanır, çift Alpler'in yükseklerinde kucaklaşır, bir çığ kahramanı gömer ve onun peşinden karlı ölümüne atlar.
... ..
*Milan Kundera (1 Nisan 1929 - 11 Temmuz 2023[1]), Çek asıllı Fransız romancı, yazar.[2] 1969 tarihli Gülünesi Aşklar başlıklı düzyazı çalışmasıyla meşhur oldu. Ticarî olarak en başarılı eseri ise 1984 tarihli Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği başlıklı romanı oldu. Eserlerini 1993 yılından beri Fransızca olarak kaleme almış ve hayatını Paris'te sürdürmüş olan Kundera, ölümünden önce yaşayan son varoluşçu olarak nitelendirilirmiştir.
Tüm akademik hayatını, Paris'in seçkin üniversitesi École des hautes études en sciences sociales'de geçirmiştir.
… ..
Eserleri:
Roman:
Şaka (Žert), 1967 (Çev. Semih Özay, E Yayınları, 1969)
Yaşam Başka Yerde (Život je jinde), 1969 (Çev. Levent Kayaalp, İletişim Yayınları, 1987)
Ayrılık Valsi (Valčík na rozloučenou), 1972 (Çev. Aydın Emeç, Hürriyet Yayınları, 1978 / Can Yayınları, 1988)
Gülüşün ve Unutuşun Kitabı (Kniha smíchu a zapomnění), 1979 (Çev. Halim İnal, Hür Yayın, 1981)
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği (Nesnesitelná lehkost bytí), 1984 (Çev. Fatih Özgüven, İletişim Yayınları, 1986)
Ölümsüzlük (Nesmrtelnost), 1988 (Çev. İsmail Yerguz, AFA Yayınları, 1990)
Yavaşlık (La Lenteur), 1995 (Çev. Özdemir İnce, Can Yayınları, 1995)
Kimlik (L'Identité), 1998 (Çev. Aykut Derman, Can Yayınları, 1998)
Bilmemek (L'Ignorance), 2000 (Çev. Aysel Bora, Can Yayınları, 2001)
Kayıtsızlık Şenliği (La fête de l'insignifiance), 2014 (Çev. Ayça Sezen, Can Yayınları, 2015)
Hikâye:
Gülünesi Aşklar (Směšné lásky), 1969 (Çev. Serdar Rifat Kırkoğlu, Ayrıntı Yayınları, 1988)
The Apologizer, 2015
Şiir:
Člověk zahrada širá (Man: A Wide Garden), 1953
Poslední máj (The Last May), 1955
Monology (Monologues), 1957
Deneme:
Český úděl (The Czech Deal) in Listy, 1968
Radikalizmus a expozice (Radicalism and Exhibitionism), 1969
Roman Sanatı (L'art du Roman), 1986 (Çev. İsmail Yerguz, AFA Yayınları, 1989)
Saptırılmış Vasiyetler (Les testaments trahis: essai), 1993 (Çev. Özdemir İnce, Can Yayınları, 1994)
D'en bas tu humeras les roses, 1993
Perde: Yedi Bölümlük Bir Deneme (Le Rideau), 2005 (Çev. Aysel Bora, Can Yayınları, 2006)
Bir Buluşma (Une rencontre), 2009 (Çev. Roza Hakmen, Can Yayınları, 2010)
Oyun:
Anahtar Sahipleri Majitelé klíčů), 1962 (Çev. Rekim Teksoy, Remzi Kitabevi, 1990)
Ptákovina (The Blunder), 1969
Jacques ile Efendisi (Jakub a jeho pán: Pocta Denisu Diderotovi), 1981 (Çev. Ayberk Erkay, Can Yayınları, 1992)
Makale:
What is a novelist, The New Yorker, 9 Ekim 2006
Die Weltliteratur, The New Yorker, 8 Ocak 2007
Kurgudışı:
A Kidnapped West: The Tragedy of Central Europe, 2023
*Bohemyanizm, genellikle benzer düşünen insanlarla ve birkaç kalıcı bağla, alışılmamış bir yaşam tarzının pratiğidir. Müzikal, sanatsal, edebi veya manevi arayışları içerir. Bu bağlamda bohemler gezgin, maceraperest veya serseri olabilirler.
Terim, 19. yüzyılın ortalarında Fransızcadan geçmiş olup büyük Avrupa kentlerindeki sanatçıların, yazarların, gazetecilerin, müzisyenlerin ve aktörlerin geleneksel olmayan yaşam tarzlarını tanımlamak için kullanıldı.
… ..
*kurallarını tanımayan, sanatçı hayatı yaşayan kişilere verilen isim.
Murathan Mungan, küçük-büyük, genç-yaşlı, erkek-kadın, çocuk-yetişkin…. akla gelen her yaştaki insanlar hakkında, müthiş bir analiz yapma ve aynı seviyede de gözlemlerini kelimelerle ifade etme yeteneğini sergiliyor… sayfalar ilerledikçe sadece hayranlık uyandırarak sürükleyiciliğini devam ettirebiliyor.
YanıtlaSilSayfalar arasında (s.53) bir cümleyi seçmek gerekirse, yazdığı diğer ifadelere haksızlık yapma anlamına gelmemesi gerektiğini de düşünüyorum. Yine de, “Neden annelerle kızların ilişkisinde, hep başkalarının gözlerine oynanan bir oyun, başkalarının onayına sunulan bir gösteri havası vardır? Neden hep kimin haklı, kimin haksız olduğu en önemli şeydir ikisi arasında?” sözleri üzerinde biraz düşünmek ihtiyacı duyduğumu, hatta bu durumun beni gülümsettiğini yazmak istedim.
YanıtlaSilRoman kahramanı Nermin; kendi ifadesiyle “... filmlerde kaçmakta olan Esas Oğlan’ın ayağına dolanan hırslı ve sarsak Külkedisi bir kadın, reklam ajansında grafiker, oyuncu ve İstanbul’da yalnız yaşayan bekar bir hanım… sosyalizm, feminizm, anarşizm, yoga, sağlıklı beslenme, taocu parapsikoloji, çevre duyarlılığı gibi çok çeşitli bulaşıklar içinde; yazdıklarını kendi çapında olarak tarif eden bir yazar, insanlara tahammül edemeyen bir kişiliğe sahip ……
YanıtlaSilEk özelliklerini de öğreniyoruz roman kahramanımızın: "iki dil bilen, iyi eğitim görmüş, üniversite mezunu, havalı bir genç kadın... Ortaköy'de oturup, karşıda Kuzguncuk sahilini, Fethi Paşa Korusu'nu görmenin hazzını yaşamanın tadın bilen mutlu bir İstanbullu kadın...
Sil"... yılan Nermin" diyen de var.
SilYüksek Topuklar, elbette romanı. Yudum insanı üzerine bir analiz diyebiliriz… bazı ilişkilerin gerçek olma ihtimali zayıf boyutlara taşınıyor; fantastik demeden önce eserin sonunu görmek gerekiyor…
YanıtlaSilİnsan (özellikle Kadın) tiplemelerinin görünen ve bilinçaltı / psikolojik yapılarının dışa yansımalarını görünür hale getiren satırları hızla okurken aşina olduğunuz yüzler kadar yeni kişiliklerle de tanışma fırsatı sunuyor, Murathan Mungan.
SilYazar sosyal yapımızı, bir kadın gözüyle analiz ederken karşı taraftaki kadınları farklı kişisel özellikler ya da farklı yaşlardan olanlar dahil; aralarındaki gözlemleri tanımlarken insanı şaşırtıyor. Uyumlu tipler, kendini yukarılarda görenler, çok bilmiş olanlar ya da bu özelliklerin tersini taşıyanlar, benzer dünya görüşünü taşıyan iki kadın arasındaki ilişki sırasında; gerek açıktan konuşulanları, gerekse belli etmeden tarafların akıllarından geçenleri hayal etme zenginliği insanı şaşırtıyor. Kahramanımız Nermin ile eski arkadaşı Nazlı arasında yaşanan karşılıklı konuşma ve iç dünyalarındaki samimiyet ise; kitabın o bölümüne kadar olanlardan farklı olarak, huzur veren cinsten (s.181-188)
YanıtlaSilMurathan Mungan, kadınların kendi aralarındaki gerek profesyonellikleri gereği gerekse sosyal ilişkileri birbirlerine karşı tutumlarını da paylaşıyor… çok da inandırıcı buluyorum değerlendirmelerini….
SilDiğer taraftan okuyucuyu rahatsız edebilecek, hatta yetişkinlik öncesi dönemlerini yaşamakta olan okuyucuların; moral değerlerini aşındırıcı, genel kabul dışı tutum ve kötü alışkanlıkları, hayat tarzlarını özendirici bölümleri (s.244) endişe verici olarak gördüğümü ifade edebilirim.
SilYazarın bu eserinin ilk basımının 2002’de yapıldığını ve anlatılan öykülere konu olan; aynı zamanda, benzer gelişmelerin toplumda yarattığı ahlaki erozyonun günümüzde de devam ettiğini görmek, Mehmet Akif’in veciz sözlerini hatırlatması; bir diğer ifadeyle “ders alınmadığı için tarihin tekerrür etmekte olmasını” anlamak acı verici…
SilBu ilişkilerin, bir psikolog gözüyle dile getirildiği anlar da oluyor…. Yazarın yaşananları hem dışarıdan, ama bir o kadar da film sahnesi içinde sunuyor gibi ilgi çekici hale getirmesi; okuyucunun, kitabı elden bırakmadan okuma motivasyonunu canlı tutma başarısını sağladığını düşünüyorsunuz… bazen anı yaşarken, bazen de geçmişe birlikte gidiyorsunuz, ya da olan bitenlere şahit olmanın duygusallığının içinde derin nefes alıyorsunuz…
YanıtlaSilBütün bunlar Murathan Mungan’ın başka kitaplarındaki performansını merak etmek ve en azından birini daha okumak için gerekçe oluşturuyor.
YanıtlaSilKitaplarını okumayı sevdiğim bir başka yazarın bir eserini okurken Murathan Mungan'ın “Yüksek Topuklar”ı ve diğer eserlerinin de adını referans olarak kullanması üzerine bu kitabını okumaya karar vermiştim. Bahsettiğim yazarın Murathan Mungan’ın eserlerini gündemine aldığını anlayabiliyorum….
YanıtlaSilMungan’ın, eserin kurgusunu ustaca düzenlediği hafif kalıyor gibi…. Sonuna nokta ya da virgül konması fark etmeksizin, her cümleden sonra çok değişik yeni sahnelerin alt yapısını oluşturacak ipuçlarını fark edemiyorsunuz … Sonraki cümlelerde, anlıyorsunuz ki konuya biraz önce konuya girilmiş ve yeni durumu anlamaya çalışırken; sahnenin ne kadar ustalıkla güncellendiğini, sonradan şaşırarak anlıyorsunuz.
YanıtlaSilYazar, insan(lar)ı konu ederken, bazen kendinizi aynada görür gibi oluyor, bazen de, hem kendiniz için hem de karşınıza çıkanların görünen taraflarının ve anlam veremediğiniz arka plan yüzlerinin de cesurca gözler önüne serilmesini görür gibi oluyorsunuz.
YanıtlaSilRomanın sonlarına doğru onlarca insan tiplemesi sıkıcılık hissi vermeye başladığında; “kimin, kim?”, “kimin, ne?” olduğunu çözme ve olan biteni anlama isteğinizi artırıyor. Son sayfalarda; verilemek istenen mesajın giderek belirginleştiğini görmek hacimli romanı okumuş olmanın; diğer bir ifade ile verdiğiniz emeğin karşılığını almış olma duygusunun güzelliğini yaşıyorsunuz.
YanıtlaSilDiğer taraftan, anlatmanın kolaylığı yanında, kalemi eline alıp yazabilmeyi zor görenleri cesaretlendiren bir mesaj da veriyor yazar…. Murathan Mungan, roman kahramanlarının aklından geçenleri ya da karşı taraftakilerin neler düşündüklerini derinliklerine inerek, kağıda (ekrana ) aktarmanın mümkün olduğunu anlatıyor (kalem ustası:)….
YanıtlaSilMurathan Mungan'ın 2002 basımlı kitabındaki (s.250:263) aşağıdaki vurgularını okurken ; sanki günümüz medyasından alıntı yapıyor duygusuna kapılmamak mümkün değil. Diyor ki:
YanıtlaSilBanka batırma hikâyelerindeki görünmeyen dengeler yüzünden bütün bu gürültü, işkenceci polislerin davalarını bu kadar öne sürmeleri asıl bunu kamufle etmek için Türkiye’de para o kadar hızla el değiştiriyor ki, insanlar o kadar kısa zamanda kısa yoldan zengin oluyorlar ki, o hızda düşüncesizce hareket ederek çok açık veriyorlar. Herkes zamanı geldiğinde kullanmak için, birbirinin dosyasını tutuyor. Türkiye’de sermaye hâlâ at sırtında gidiyor, hâlâ ganimet ve yağma peşinde , bu yüzden hâlâ talan ekonomisi sürmek zorunda. ...
Sil… .. şu gördüğün cilt cilt kanun kitaplarıyla olmuyor bu işler. Her şey gibi adalet de alınıp satılıyor. Ne sanıyorlar, o büyük ve saygın hukuk kuruluşları farklı mı çalışıyor sanki, bizim hünerimiz, adalet denen bu komediyi kitabına uydurmak yalnızca. Hem medya patronları dediğin ne, hepsi birbirinden hırsız, bilmiyor muyuz sanki? Herkesin namusu yakalanana kadar! Sorun da bu zaten Bütün mesele dürüst olanlarla olmayanlar arasında değil. Hırsızlar arasında. Hırsızlıkların ortaya çıkıp çıkmamasında. … ..
Sil… .. Eskiden insanlar banka soymak için yüzlerine bir mendil takar, ellerine bir silah alır, banka kapısına dayanırlardı; şimdi banka soymak için banka kurmak yetiyor. … ..
SilYazarın, aşağıdaki ifadelerine kim itiraz edebilir? Merak ediyorum:
YanıtlaSil“Biz kadınlar , erkeklerin konuşmasını değil, duymak istediklerimizi söylemelerini isteriz yalnızca. Hangi kadının kalbi, erkeklerin sahiden söyleyeceklerini kaldırabilir ki?”
Sil… ..
… .. Ne olursa olsun, gene de konuşmanın öneminden bahsediyor Roza: “Anlaşamasanız bile gerginlik atarsınız,” diyor.
… ..
Sil“Erkekler tavlar, kadınlar ele geçirir.
Sahip olunmuş bir kadın, kaderi gereği teslimiyet gününün gelmiş olduğunu kabullenir yalnızca. Ama erkek ele geçirildiğinde, bütün kaleleri düşmüş hisseder. Esir düşmüş bir komutan gibi yaşar ilişkisini. Unutmayın bütün esirler, günün birinde efendilerinden intikam alırlar. Kadınların kocalarından alacakları intikam, ya nafakadır ya da kocalarının ölüp arkalarında bıraktıkları emekli maaşı. Dünya kocasının bıraktığı emekli maaşıyla geçinen kadınlarla dolu. Siz , hiç karısının bıraktığı emekli maaşıyla geçinen koca gördünüz mü? Kadın-erkek ilişkisinin emekli maaşı kuyruğuna kadar uzaması halinde hiçbir romantik yanı kalmıyor. ...