25 Nisan 2025 Cuma

momo*


 

İnsanların çok farklı dillerde konuştukları çok çok eski zamanlarda, sıcak ülkelerde, kocaman ve görkemli kentler vardı. Bu kentlerde krallara, imparatorlara ait muhteşem saraylar bulunur; geniş caddelerin yanı sıra daracık, dolambaçlı yollar dikkati çekerken bir yandan da yaldızlı heykellerle süslü tapınaklar göz kamaştırırdı. Farklı ülkelere ait eşyaların satıldığı rengârenk pazaryerleri kurulur,  insanlar günün önemli olaylarını konuşup tartışmak ve anlatılanları dinlemek için geniş alanlarda bir araya gelirlerdi. Hepsinden önemlisi, oralarda büyük tiyatrolar vardı.

Bu tiyatrolar tıpkı günümüzdeki sirklere benziyordu; tek farkları bunların taştan yapılmasıydı. Seyirciler için olan oturma yerleri dev bir huni gibi basamak basamak yükselirdi. Yukarıdan bakıldığında bazıları daire gibi yuvarlak, bazıları yumurta biçiminde, bazıları da yarım daire görünümündeydiler. Bu tiyatrolara amfiteatr denilirdi.

Bir futbol stadyumu kadar büyük olanları da vardı, yalnızca birkaç yüz seyirciyi alacak kadar küçük olanları da. Bazıları heykeller ve sütunlarla süslenmişken bazıları da sade ve süssüzdü. Üstlerinde çatı bulunmadığı için gösterile açık havada yapılırdı. Bu yüzden büyük tiyatrolarda insanları ani bir sağanağa veya güneşin kavurucu sıcağına karşı korumak için sıraların üstlerine simlerle işlenmiş halılar tente gibi gerilirdi. Basit tiyatrolarda aynı işi saz ve samandan örülmüş hasırlar görürdü. Sözün kısası tiyatrolar insanların maddi gücüne göre çeşit çeşitti. Zengin veya yoksul, herkesin istediği şey aynıydı: Tiyatro izlemek; çünkü hepsi tutkulu birer izleyici ve dinleyiciydi.

İzleyiciler, ister heyecanlı ister komik, sahnede oynananları kendi günlük hayatlarından daha gerçekmiş gibi görüyor ve başka bir gerçeği izlemeyi seviyorlardı.

n

O günlerin üzerinden binlerce yıl geçti. O çağların büyük kentleri göçüp gitti, o görkemli saraylar ve tapınaklar da yıkılıp çöktüler. Bir yandan şiddetli yağmur ve rüzgârlar, bir yandan da aşırı sıcak ve soğuk havalar taşları oyup aşındırdıkça, o kocaman tiyatrolardan geriye sadece birer harabe kaldı. Artık o kırık

dökük taşların arasında ağustos böceklerinin, adeta toprağın soluk alıp vermesini andıran tekdüze vızıltısından başka bir ses duyulmuyor.

… ..

… ..

Öyleyse Momo, insanları neşelendirip eğlendirecek şeyler mi

 biliyordu? Örneğin, sesi güzeldi de şarkı mı söylerdi? Çalgı mı çalardı? Ya da oturduğu yer sirk alanına benzediğine göre dans edip cambazlık mı yapardı?

Hayır, hiçbiri değildi?

Yoksa büyücülüğü mü vardı? İnsanların dertlerini, sıkıntılarını giderecek tılsımlı bir söz mü biliyordu? El falına bakıp da geleceği mi okuyabiliyordu?

Bunların hiç birini yapmıyordu.

Momo’nun hiç kimsenin yapamayacağı şekilde başardığı şey dinlemekti. Belki şimdi pek çok kimse, bu da bir şey mi, herkes dinlemeyi bilir, diyecektir.

Oysa hiç de öyle değil. Çok az insan gerçekten iyi bir dinleyicidir. Dinlemek konusunda eşi benzeri yoktu.

Momo karşısındakileri, aptal insanların bile aklına parlak düşünceler getirecek şekilde dinlerdi. Bunun için karşı tarafı düşünmeye iten bazı söylemez ya da zekice sorular sormaz, aksine yalnızca sessizce oturur ve anlatılanları pür dikkat dinlerdi. Karşısındakine kocaman, simsiyah gözlerini açarak bakar ve o kişi, o ama kadar fark etmediği, bilinçaltında gizli kalmış düşüncelerini ona rahatça açıklar, sonra buna kendisi de şaşırırdı.

…. ..

… ..

Üç kardeş bir evde,

Hiç benzemez birbirine üçü de.

Sen onları ayırt edeyim derken,

Dönüşürler çabucak birbirlerine.

Birincisi evde yoktur, gelecek.

İkincisi çıkmış gitmiş, dönmeyecek.

Üçünden en küçüğü evdedir.

O olmazsa her ikisi ne edecek?

Bildiğimiz sadece üçüncüdür.

Çünkü birinci ikinciye dönüşmüştür.

Sen tam onu görüyorum derken,

Bakarsın ki kardeşi görünmüştür.

Söyle şimdi: Üçü tek bir kişi mi?

Yoksa iki veya hiçbir kişi mi?

Adlarını bana sayabilirsin.

Üç kudretli hükümdarı bilirsin,

Bu ülkeye üçü  birden hükmeder.

Ülkeyle bütünleşip bir eder.


Momo’nun yüzüne bakan Hora Usta, (*Yunan mitolojisine göre, insan eylemlerine bekçilik eden üç tanrıçaya (Latince “, Dakika, Saat, Saniye) bekçilik eden tanrıçaya Horalar denir)  hadi bakalım der gibi başıyla cesaret verdi. … ..

 Geçmiş zaman… .. Şimdi “ … .. … ..Gelecek zaman … .. 

… ..

“Ama bilmece daha bitmedi,” dedi Hora Usta. “Üçünün birlikte hükmettikleri o koca ülke nedir?

… ..

“Zaman” diye bağırdı .. ..

… ..

… ..”Üç kardeşin oturduğu yer neresi??”

“O da dünya” diye bağırdı. ... ..

... ...


… .. “Zaman nedir?.... ..

… ..  Kör biri için gökkuşağının renkleri ve sağır biri için kuş sesleri nasıl boşunaysa, yürekle algılanmayan zaman da öyle boşa gider.

“Ya bir gün kalbim atmazsa?” diye sordu Momo.

“O vakit,senin için zaman biter, … ..(s.179)

… ..


Orada Bir Gün, Burada Bir Yıl

… ..

… …

Yoksa bütün bunlar bir rüya mıydı? … ..

… ..







*Momo &  Michael Ende

ya da zaman hırsızlarının ve çalınmış zamanı

insanlara geri getiren çocuğun tuhaf etkisi

Özgün Adı: Momo

Almancadan çeviren: Leman Çalışkan

Pegasus Yayıncılık

1.Baskı: İstanbul, Eylül 2017




*Momo (roman) - Vikipedi

*Modern zamanların insanlarının yamalı zamanları var, yırtık pırtık ve her geçen gün kaynar suda yıkanmış yün gibi çekiyor, kısalıyor. Çünkü insan kıymetli değil. Kimsenin içinin kimsesi kalmamış gibi. Oysaki bir minicik zamanı ayırıp sadece dinlemek bile bereketi hareketlendirir. Çünkü öyle kodlanmış varlık. Bu böyledir. Momo şimdiki zamanların insanları için pek mühim bir şey yapıyor. Sadece dinliyor. Tüm kalbiyle 'an' içinde dinliyor sadece ve nice iç sıkıcı düğümler çözülüyor böylece.

Herkes ve her şey birbirine çok yabancı. Devasa uçurumlar açılıyor gittikçe. Oysaki bereket var insanın içine harcanan her şeyde. Birilerinin kalbine uzanan o ince yolda yürürken ve içlerine çiçekler doldururken zaman o kadar o kadar çok büyüyebiliyor ki fazlasıyla yetebiliyor her şeylere. Yavaşladıkça çoğalır zaman. Zamanı dikkatli kullanmayı pek tabi öğretmiyor bu kitap. Gri adamlar onlar. Zamanı dikkatli kullanmaları gerektiğini söyleyip, insanın içi için kıymetli tüm zamanlarını çalışma zamanlarına aktarmayı ve böylece zaman kazanmayı(!) telkin eden, ömür öğütücü gri adamlar.

Momo, yaklaşık otuz dile çevrilen, dünyanın pek çok yerinde okunan bir kitap. Yazar kitabın başında, "Momo ya da zaman hırsızlarının ve çalınmış zamanı insanlara geri getiren çocuğun tuhaf öyküsü" diye nitelemiş kitabı. Momo, bakıldığında yaşının sekiz mi, yoksa on iki mi olduğuna kimsenin karar veremediği, kıvırcık saçlı, siyah, iri gözlü küçük bir kız çocuğu. Kitap onun öyküsünü anlatılıyor. Öykü yeri belli olmayan bir hayal ülkesinde ve belirsiz bir zamanda geçiyor. Ama bu öyküde ne prensler, ne büyücüler, ne de periler var. Öyküdeki hiçbir şey günümüz dünyasındakilerden farklı değil. Bizim gibi yaşayan insanlar, bizimkiler gibi kentler anlatılıyor. Öyküyü okurken insan ilişkilerinin nasıl donuklaştığını görünmektedir. Yani insanların sevgi, dostluk ve arkadaşlık gibi değerlerden nasıl yoksun kaldığını. Aslında bunlar hem bizi hem de gelecek zamanların insanlarını bekleyen sorunlar. Üstelik öyle ders verircesine değil, bir masal akıcılığı içinde, etkileyici ve sürükleyici bir üslupla anlatılıyorlar. Momo, altıncı sınıf ve sonrasında okuyan arkadaşlarımızın oldukça keyif alabilecekleri bir kitap ama dünyada olup biten ve doğalmış gibi görünen olaylara hayret etmeyi unutmamış her yaştan okuru da aynı derecede etkileyecek bir kitap.


*momo - sayfa 3 - ekşi sözlük

*momo kitabına adını veren karakter. masal diye okumak zor uyutan değil gerçekleri yüzümüze çarpan müthiş bir kitap, zamanı boşa harcadığımı hissettiğim her an kendimi momoya ihanet etmiş gibi hissettiren michael ende'nin düş gücü ve bilincine hayran bıraktıran kitabı. duman adamların tek güçleri ağızlarındaki sigaraları ve insanları sürekli çalıştırarak çaldıkları zamanlarıdır. hey hat ! insanoğlunun müthiş yanılgısı; bir gün takımları içinde kasılan adamlar kapınıza gelilp zamanınızı biriktirmek istemez misiniz, şimdi günde şu kadar çalışsanız bir ay sonra bir yıl sonra yıllar sonra ne kadar çok zamanınız birikir! ama çocuklara özgü zamanı sömürmeme dürtüsü momo'nun kuvvetidir ve zaferi...


*Momo - Normal Sözlük

*kaybetmeden farkına varamadığımız "zaman" ın, önemini derin bir hikayeyle ve akıcı bir dil ile anlatıyor kitap. ayrıca momo gibi, insanları yargılamadan dinleyen bireylere olan hasreti gösteriyor.


7 yorum:

  1. Momo, tarz olarak “gençler için kitap” izlenimi vermekte…. Ancak her bir bölüm “insan” ve “insani değerler” kavramlarının işlendiği dersleri konu etmekte…. En önemli ders ise karşı tarafı sabırla dinleme ve anlamaya çalışmanın ne kadar anlamlı olduğu anlatılmakta….

    YanıtlaSil
  2. Bir başka ifade ile, mutlu olmak için sahip olunan maddi varlıklardan önce her konuda insanî değerlerin, kişiler arasındaki duygusal boyutun, dostluk, arkadaşlık, kardeşlik, sevgi, şeref vb. değerlerin öncelikli olduğu vurgulanmakta…

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. sevilmek, sevinmek, paylaşmak, hayal kurma, heyecanlanmak, ... ..

      Sil
  3. Bunu karşısında da insani değerlerle mücadele eden, duygusal boyutu aşındırma mücadelesi veren kapitalist tüketim sisteminin hedeflediği; günümüzde hayatımızın her ayrıntısında yer alan maddi boyut gözler önüne serilmekte … ..


    YanıtlaSil
  4. “Zaman ve yaşam”; öncesine ve sonrasına ilişkin ipuçlarıyla değişik boyutlarıyla anlatılırken (s.172:185) anlatılırken “tefekkür” diyebileceğimiz düşünceler aklınızdan….

    YanıtlaSil
  5. Yazarın bir bölüm için kullandığı “Orada Bir Gün, Burada Bir Yıl” başlığı “yedi uyurlar kıssasını hatırlatıyor (*Ashâb-ı Kehf - Vikipedi )

    YanıtlaSil