23 Mart 2025 Pazar

Evlilik ve Aile Terapisi*


 … ..

Ailede Karı-Koca

Yasal ve törel bağlarla ortaya çıkan ailede, insan ilişkileri en yakın ve yoğun olan asıl öge eşler veya karı ve kocadır. “Karı” ve ”koca” aile ortamına bütün özgeçmişleri kişisel davranış ve alışkanlıkları ve bireysel nitelikleri ve davranış kalıpları ile birlikte bir araya gelmektedirler. Her ikisi de kendine özgü benzer ve farklı kişisel geçmişleri ve şimdiki kişilik yapıları ile birbirine sürekli uyum sağlamak durumundadırlar. Birbirlerini sevme ve sayma yanında, “”birbirlerine” ve “kendilerine” saygı ve güven duyan birer varlık olarak gelişip yaşamak zorundadırlar. Bu süreç içinde birbirlerinin psiko-sosyal ihtiyaçlarını da karşılamak ve birbirlerinin kişilik ce bireyselliğini de kabul etmeleri ya da uzlaştırıcı bir yol bulmaları gerekmektedir. İşte evlilikteki sürekli uyumun karmaşık oluşu buradan gelmektedir.

Karı-koca, bu sürekli uyum süreci içinde, bazen üstesinden gelemedikleri problemlerle karşılaşabilirler. Bu problemin tarafların hayat boyu mutsuzluklarına ve yuvanın yıkılmasına neden olmadan, bu konuda uzman olan birinin yardımı gerekebilir. İşte, aile içindeki üyelerin daha iti uyum sağlayabilmeleri, uyumsuz denen kişinin de dahil olduğu tüm aile üyelerinin ilişkilerini tekrar düzene koyma işlevi aile terapisine düşmektedir.


Evliliğin Bireysel ve Sosyal İşlevi

Evliliğin gereği ve nedenleri düşünüldüğünde, evlilik yaşamının, iki kişinin biyolojik, sosyal ve psikolojik gereksinim ve güdülerini doyurmayı amaçladığı görülmektedir. Farklı cinsten kadın ve erkek beraberliğinin temelinde bu gereksinimlerin karşılanması ve doyurulması yatmaktadır.

Perakende Yazılar*


 

Baba Evi

Annemin karnı ağrıyormuş, kalkmadı yataktan. Babam işe gitmedi. “Dükkânı açsın diye haber gönderdi Osman abiye. Kardeşim durmadan ağlıyor. Babama dedim, “Annemi doktora götürsene.” Başını kaldırdı, gözlerimin içine baktı, “Götürdük ya kızım.” dedi. Doktor diyesiymiş ki “Annem eve gitsin.” Öyle doktor mu olur? “Başka doktora götür sen de .” dedim babama. Yengemler geldi. Kimse konuşmuyor, gülmüyor, çay, kahve içmiyor, kardeşim durmadan ağlıyor, babam annemi doktora götürmüyor. Sonra dayım geldi. Kardeşimle beni götürmeye gelmiş. Bizi giydirdiler, kocaman bir çantaya eşyalarımızı koydular. Annemin yanına uğradık önce. Seslendiler. Gözlerini açtı. Ne kadar uzaktı annemin gözleri. Kuyunun dibi gibi. Bembeyaz dudaklarıyla öptü, oklava gibi kollarıyla sarıldı bize. Her hareketinde şıkır şıkır sesler çıkaran bilezikleri yoktu kollarında. Saçlarımızı kokladı. Gözlerini kapatıp başını öteye çevirdi. Dayım ikimizin elinden tutup evden çıkardı bizi. Köy arabasına binmek için garaja kadar yürüdük. Kardeşim sızlanınca onu kucağına aldı dayım. Babam neden arabasıyla götürmedi bizi köye? Dayıma sordum, “Babanın biraz işi var.” dedi. “İşe gitmedi ki, Osman abiye haber saldı dükkânı açsın diye.” dedim. Dayım bir şeyler dedi ama hiç anlamadım ne dediğini.


Dayımgillerin köydeki evi kocaman. İki katlı. Dayımın oğlu benden biraz daha büyük. Kardeşi yok. Sofrada  babasının yanına oturuyor, misafir gelince erkeklerle beraber çıkmalı odaya bir tek o girebiliyor, köyün içinde bir yerden bir yere gideceğimiz vakit biz arkadan o dayımla önden yürüyor. Kasım kasım kasılıyor. Hatta evin içinde annesine emirler bile veriyor. Bizim kardeşimiz yok. Babam misafirlerle yalnız

Meyyâle*


 

Pertevniyal Valide Sultan

1857 yılında İstanbul’da bir sonbahar sabahı. Yılın ilk yağmurları yağdıktan sonra havalar serinlemiş. Gökyüzü parça parça bulutlu. Boğaz kıyılarında tatlı bir rügâr esiyor. Ağaçların yaprakları kızarmış. Korular pas rengine bürünmüş. Karadeniz'de balıkçı tekneleri dönüyor. Kayıkçılar Üsküdar’dan Beşiktaş'a oradan da Sirkeci’ye yolcu taşıyorlar. Rumeli hisarı, Bebek, Ortaköy ve Beşiktaş kıyılarında yalılar ve sahilhaneler denizle iç içe girmiş, Boğaz’a hüzünlü bir görünüm veriyorlar. Abdülmecit Han’ın yaptırdığı Dolmabahçe Sarayı Fransa, Avusturya ve İtalya’daki krallık saraylarını kıskandıracak çapta görkemli bir zenginlikle Boğaz’a yeni bir siluet kazandırmış.

Abdülmecit harem halkıyla birlikte Dolmabahçe Sarayı’nda yaşıyor ama öteki kardeşler ve damatla başka saraylara dağılmışlar, ancak bayramlarda bir araya geliyorlar.

Abdülmecit’in kardeşi Abdülaziz Efendi de annesi Pertevniyal Sultan ve eşi Dürrinev’le birlikte Beşiktaş’ta eski sahilsarayın veliaht dairesinde yaşıyor. Aziz Efendi o yıl yirmi sekiz yaşında, aslan yapılı kumral, ela gözlü, hafifi top sakallı, yakışıklı bir delikanlı. Zaman zaman kispet giyip en ünlü güreşçilerle güreş tutuyor. İştahı yerinde, bir oturuşta bir kuzu yediği anlatılıyor. Okumaya, yazmaya pek meraklı değil. Babası II. Mahmut’un sağlığında, Saray’da hocalardan ders alarak Arapça ve Farsça öğrenmiş, güzel sanatlara büyük yeteneği var, kurşun kalemle peyzaj resimleri çiziyor. Müziğe meraklı, ney üflüyor. Zaman zaman Belgrad Ormanları’nda ava çıkıyor.

Kadınlara ve kızlara aşırı düşkünlüğü yok. Dürrinev adında bir cariyeyi sevmiş, gözü başkalarını görmüyor. Babası II. Mahmut'un ve ağabeyi Abdülmecit’in bol kadınlı harem yaşantılarından biraz

Kösem Sultan*


 

2 Eylül 1651 Topkapı Sarayı

… ..

Uzun Süleyman Ağa bu yargıyı başını hafifçe eğerek kabul etti. Davudi sesiyle:

“Ne yazık ki daha fazlasına vâkıfım Sultanım” dedi. Hatice Turhan Sultan, hemen yanında tahtta oturan oğluna baktı: 

Arslanım… Ne acıdır ki bugün seni benden, bizden ayırmaya yeltenmekteler. Damarlarında dolaşan asil kanı hiçe saymaktalar… Bunları unutna arslanım. Tüm bu acılar sana ati için merhale olsun Acı elbet en büyük mürşitlerdendir. Dinle arslanım. Senin için savaşanlarla sana karşı savaşanları ayırt et…” dedi. Daha sonra tekrar Uzun Süleyman Ağa’ya yöneldi.Ağır ağır konuşuyordu.

“Huzurunuza çağrılınca ağalardan mevzu hakkında malumat aldım. Saray içindeki bazı adamlarım: duymaktansa ölmeyi yeğ tutacağım bazı havadisleri fısıldadılar kulağıma. Sultanım Mehmed Han hazretlerine bugün zehirli şerbet içirilecekti. Bu ilk amellerine muvaffak olamamaları durumunda, hainler ikinci bir yolu da hazır etmişlerdi. Şerbetle gerçekleştirilecek suikast sekteye uğrarsa ocak ağalarının vazifelendirdiği yeniçeriler saraya girerek padişah efendimizin canına tasallut edeceklerdi. Ve sultanım… İlk emellerinde muvaffak olamadılar….”

“Pekâlâ, şimdi ne yapmak gerek Süleyman Ağa? Arslanımı, bu gözleri dönmüş canilere teslim mi edeceğiz? Hem bu da ne demek? Yeniçerilerin Harem-i Hümayun’a girdikleri dahası baskın verdikleri görülmüş şey mi? Devlet-i Aliyye’ye tazim bu kadar mı ayaklar altına alındı? En çok canımı acıtan da Kösem Sultan'ın bu hainlere paye veriyor olması…”

Tefekkür Yaşamı*


 

… ..

Eylemsizliğin kendi mantığı, kendi dili, kendi zamansallığı, kendi mimarisi, kendi görkemi, hatta kendi büyüsü vardır. Bu bir zayıflık, bir eksiklik değil, aktif ve meritokratik toplumumuzda ne tanınan ne de kabul gören bir yoğunlukturEylemsizliğin âlemine ve zenginliğine erişimimiz yoktur. Eylemsizlik insan varoluşunun bir görkemidir. Günümüzde boş bir etkinlik biçimine dönüşmüştür.


Kapitalist üretim ilişkilerinde, eylemsizlik dışarıda kapalı bir alan geri döner. Biz buna “boş zaman” diyoruz. Emekten kurtulmaya hizmet ettiği için, onun mantığına bağlı kalır. Emeğin bir türevi olarak, üretim içinde işlevsel bir unsur oluşturur. Emek ve üretim düzeninin bir parçası olmayan serbest zaman böylece ortadan kaybolur. Artık “yaşamın yoğunluğu ile tefekkürü birleştiren, hatta yaşamın yoğunluğu taşkınlığa yükseldiğinde bile onları birleştirmeye devam edebilen” o kutsal, şenlikli sükûneti bilmiyoruz. “Boş zaman” hem hayatın yoğunluğundan hem de tefekkürden yoksundur. Can sıkıntısından kaçınmak için öldürdüğümüz bir zamandır. Özgür, canlı bir zaman değil, ölü bir zamandır. Günümüzde yoğun yaşam öncelikle daha fazla performans ya da daha fazla tüketim anlamına gelmektedir. Yoğun ve göz alıcı bir yaşam biçimini temsil edenin tam da hiçbir şey üretmeyen eylemsizlik olduğunun unuttuk. Çalışma ve performans  gösterme zorunluluğu, gerçekten boş zaman üretebilen bir eylemsizlik politikası ile karşılanmalıdır.


Eylemsizlik bizi insan yapan şeydir. Eylemsizliğin eylemdeki payı onu gerçekten insan yapar. Bir an bile

15 Mart 2025 Cumartesi

Genç Bir Köy Hekimi*


 

Din Kadın Adalet*


 

Kadının Yaratılışı

Çocukların Evlendirilmesi

Kadının Çalışması

Emzikli ve Hamile Kadınlar Orucu

Kadınların Şahitliği

İslam’da Recm Cezası Var mı?

Kuran’a Göre Müslüman Kadının Örtünmesi

Kadının Dövülmesi

Namazda Örtünme

Adetli Kadının Namazı

Kuran Meallerinde Yanlış Kadın Algısı

Çokeşlilik