22 Ağustos 2025 Cuma

99 Esma Sonsuz Mana*


 

… ..

Allah’ın İsimleri Tevfikidir

Ulema , ilahi isimlerin, bizzat Yüce Allah tarafından güzellikle nitelendirilmesinin sebeplerini açıklarken , onları bilmek suretiyle insanda Rabb’ine karşı saygı ve hayranlık hislerinin ve bunun neticesi olarak bağlılık ve taatın arttığını söylerler. Bu isimleri bilmek, hayat olaylarını doğru yorumlamaya ve kalpteki endişe ve kaygıyı azaltarak ümit ve güven duygusunun yerleşmesine yardım eder. Ruh sağlığının temeli olan sükûnet hissini kuvvetlendirir. Â’raf suresinin 180. ayetinde açıkça bu isimlerle dua etmemiz emredildiği için zikir ve bu dualarla bu isimlere başvurmak sevabın artmasına ve duaların kabulüne vesile olur. … ..

… ..

2. Allah’ın adını anmak ve O’na ibadet etmek için esma-i hüsna

… ..

… .. 

… .. Yaratıcı ile yaratılan arasındaki bu ontolojik fark nedeniyle besmelede “Allah il” değil; “Allah’ın adı ile ifadesi yer almıştır. Uluhiyetin hakikati insanın erişemeyeceği kadar yüce olduğundan insan ancak O’nun ismini tesbih edebilir. Yüce Allah’ın zikrinin emredildiği ayetlerde de “Rabb’ini tesbih et.” ifadesi yerine “Rabbi’nin ismini tesbih et.” denmesi de Allah’ın mutlak varlığının insanın sınırlı kapasitesiyle kavranmasının imkânsizlığını gösterir. İnsan Rabb’inin zatını değil ancak sıfatlarını-onu da bir sınır dâhilinde- kavrayabilir. Bu nedenle isimlerin var oluşu hem Hakk’ın nuruna perde olmak hem de bizim le zat-ı ilahi arasında bir köprü vazifesi görmek için elzemdir.

… ..

… .. 

20 Ağustos 2025 Çarşamba

Zamanı Durdurmanın Yolları*


 

…. .. 

Uzun süre hastalık gözüyle baktım ama hastalık doğru sözcük değil aslında. Hastalık, durumun kötüleşmesini ve eriyip bitmeyi çağrıştırıyor. Rahatsızlığım olduğunu söylemek daha doğru. Nadir ama eşsiz değil. Başınıza gelene kadar varlığını bile duymadığınız türden.

Resmi tıbbi yayınlarda geçmiyor. Resmi adı da yok Saygın bir doktor tarafından, ilk kez 1890’larda “Anageria” (“ancaceriya diye okunuyor) adı verildi ama sonradan anlayacağınız nedenler yüzünden, bu isim hiçbir zaman yaygınlaşmadı.

Ergenlikte başlıyor. Sonrasındaysa eh, pek bir şey olmuyor. “Mustaripleri” başlangıçta rahatsızlığı fark etmezler. Sonuçta insanlar sabah kalkıp aynaya baktıklarında, önceki gün gördükleri yüzün aynısını görürler. Günler, haftalar hatta aylar boyunca gözle görülür bir değişiklik olmaz. 

Fakat zaman geçtikçe ve başka yıldönümlerinde yaşlanmadıklarını fark etmeye başlarlar.

Aslında yaşam durmaz. Devam eder. Sadece çok daha yavaştır. Anageria olanların yaşlanma hızı farklılık gösterebilmekle beraber genel oran on beşe birdir. Bazıları on üç ya da on dört yılda bir yıl yaşlanır ama ben de bu süre on beşe yakın.

Yani ölümsüz değiliz. Zihnimiz ve bedenimiz olduğu gibi kalmıyor. Yalnızca sürekli değişen bilimin geldiği son aşamadaki bilgilere göre, yaşlanma sürecinin farklı unsurları -moloküler bozulma, bir dokudaki hücreler arasındaki çapraz bağlanma, (en önemlisi çekirdek DNA’sındaki olmak üzere) hücresel ve moleküler mutasyonla bizde farklı bir zaman ölçeğine göre gerçekleşiyor.

Saçlarım ağaracak. Dökülebilirler de. Kireçlenme ve işitme kaybı da ihtimal dahilinde. Kireçlenme ve işitme kaybı bu da ihtimal dahilinde. Yaşlandıkça yakını görmemeye başlayabilirim. Sonunda benim de kas kütlem ve hareket kabiliyetim azalacak. 

Anageria’nın bir tuhaflığı, bağışıklık sistemimizi güçlendirmesi ve sizi (Hepsinden olmasa da)

Dino Buzzati*


 

Stefano Roi on iki yaşını bitirdiği gün, armağan olarak, yelkenli bir teknesi olan kaptan babasıyla birlikte denize açılmak istedi.

“Ben de büyüyünce,” dedi, “senin gibi denizlerde dolaşacağım. Üstelik seninkinden daha büyük ve güzel gemiler yöneteceğim.

“Tanrı seni korusun oğlum,” dedi babası ve tekne o gün yola çıkacağından oğlunu yanına aldı.

Güneşin ışıl ışıl parladığı günlerden biriydi; deniz sakindi. Şimdiye kadar bir gemiye binmemiş olan Stefano neşeyle dolaşıyor, yelkenlerin karmaşık marifetlerini izliyordu. Denizciler hiç durmadan sorular soruyor, onlar da gülümseyerek çocuğu yanıtlıyordu.

Teknenin kıçına geldiğinde çocuk öylece kalakaldı; teknenin denizde bıraktığı izin içinden bata çıka yüzen bir şey, iki yüz üç yüz metre geriden onları izliyordu.

Teknenin güçlü bir rüzgârla uçarcasına ilerlemesine karşın o nesne , aradaki mesafeyi aynen koruyordu. Çocuk onun doğasını çözemese de bu nesne yoğun bir biçimde onu kendisine bağlamıştı. 

Stefano’nun ortalıkta görünmeyen babası boş yere ona seslendikten sonra kaptan köprüsünden indi ve oğlunu aramaya başladı.

Oğlunun, teknenin kıçında öylece durduğunu ve gözlerini dalgalardan ayıramadığını görünce, “Stefano, ne dikiliyorsun orada öyle?” diye sordu.

“Baba , gel şuraya bak!”

Babası oğlunun gösterdiği yöne baktı ama bir şey görmeyi başaramadı.

“Teknenin yardığı sularda yüzen ve arada sırada su yüzüne çıkan kara bir nesne var,” dedi. “Bizi izliyor.”

“Kırk yaşına geldim,” dedi babası, “ama gözlerim iyi görür. Gene de denizde hiç bir şey seçemiyorum.

Oğlunun ayak diretmesi üzerine gidip dürbününü alan kaptan, denizin yüzeyini taradı. Stefano

14 Ağustos 2025 Perşembe

Birim*


Sağlık adına bildiğiniz kavramların büyük kısmının ilizyonlardan ve hatalı kodlardan ibaret olduğu gerçeğiyle yüzleşmeye hazır mısınız? Cevabınız hayırsa zamanınızı boşa harcamayın, az önce televizyon reklamlarında bahsi geçen vitamin komplekslerinden biriyle ya da şehir merkezindeki dev reklam panosunda, gösterişli kıyafetleriyle poz vermiş bakımlı obezite cerrahı ile yolunuza devam edebilirsiniz. Cevabı evet olanlar, sizlerin yolculuğu bu kadar kısa ve bait değil. İyi ki de değil dediğinizi duyar gibi gibiyim, zaten insanı geliştiren hangi yol kolay ki?

Bu yol bilginin yolu. Hipnozu bozanların, hatalı kodlara meydan okuyanların, sıranın dışındakilerin, bugünün ötesine geçenlerin, cesareti olanların ve sorumluluk alanların yolu. Çünkü bu kitap sadece sağlıklı olmayı veya iyileşmeyi değil; kendini, özünü arayanların, ışığını yayacakların rehberi. Hazır olun! Çok şey öğrenecek, dönüşecek ve şunu asla unutmayacaksınız: Öğrenmenin sorumluluğunu öğretmek, güzel olani yaymak, farkındalığın rüghârına güç katmaktır. Bizi bu ışığın başına üşüştürüp bir araya getiren ortak bilincimiz, paylaştıkça büyüyecek ve “iyileşmek” isteyenlerin yolunu aydınlatacaktır. 

Son altı yıldır, yani hastalıklara bütüncül bir pencereden bakmam gerektiğini anladığım ilk andan bu zaman kadar, yaklaşık yirmi bin insanın yolculuğuna eşlik ederken en sık duyduğum söz hep şu oldu: “Nasıl oluyor da yıllardır yaşadığım, hayatımı çileye dönüştüren v e iyileşmeyeceği söylenen bu hastalık kısa sürede bu kadar gerileyebiliyor? Bugüne kadar başvurduğum şu kadar sayıda, şu unvanlardaki doktorlar bunu göremedi mi?” Bu sorunun kısa bir cevabı olmadığını, tıp fakültesindeki öğrenciliğim ve akabinde psikiyatri asistanlığım süresince hayatımı ciddi düzeyde olumsuz etkileyen alerjik burun-geniz akıntılarımın mide bağırsak sorunlarımın, kronik yorgunluğumun dönem dönem yoğunlaşan kaygı ataklarımın, dikkatimi sürdürme güçlüklerimin, yanı başımdaki çok değerli hocalarım tarafından tedavi edilemediği gerçeğiyle yüzleştiğimde fark ettim. Burada kullandığım “çok değerli” sözcüğü kinaye değil, gerçekten şu anki hislerimin ifadesidir. Gece gündüz çalışarak, iyi niyetleriyle binbir emek vererek, modern tıbbi yöntemleri büyük ustalıkla ortaya koyan hocalarımın, tedavim konusunda aslında ne kadar çaresiz olduklarıyla da yüzleşmiş oldum.  Ama bu şu demekti: Hocalarım bilgisiz, değersiz, yetersiz

11 Ağustos 2025 Pazartesi

Beyaz Köleler*


 

Beyaz Köleler: Son Sesler

… …

… ..  1864’te yaşadığı soykırım ve ardından gelen sürgünle, anayurttakinden katbekat yüksek sayıda bir nüfusu içeren ve başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkeye dağılan Çerkes diasporası, ulus-devletler çağında Araf’ta kalan topluluklardan biri. Ne geçmişinin anıtsallığını ne de kadimliğini kendi yazı dilinde, bir örnek kültürel pazarında üretme ve çoğaltma şansına sahip. Mensuplarının büyük çoğunluğu dili anlamıyor ya da anlasa bile konuşamıyor. Çerkeslik bir büyü, bir tılsım ve belki bir lanet gibi bünyelerine sızıyor ama Türk, Arap, Rus kimliklerinin altında hep gizli kalmaya mahkûm oluyor.

Elbruz Aksoy böyle bir kimliğin geçmişine eleştirel tarihçiliğin bıçağını sağlıyor. Yanlış anlaşılmak istemem. Aksoy, sadece Çerkes topluluklarının anayurttan ve feodal sınıfsallıklarından kaynaklanan kölelik kurumu ve bunun tarihinden söz etmiyor. İşin bu hali de son derece çarpıcı olurdu. Ancak özellikle Çerkes topluluklarının kadim yapılarında var olan kölelik ilişkilerinin, savaş ve soykırıkm vesileleriyle ilişkiye girdikleri Çarlık Rusya’sı üzerinden Ruslukla ve Osmanlı İmparatorluğun üzerinden Müslüman Türk, Arap vb.kimlikler ve gayrimüslim etnik topluluklarla nasıl bir iletişim oluşturduğunu da bize gösteriyor. Kafkasya’dan ve 1864 sonrası imparatorluğun Çerkes köylerinden köle ticaret ağlarına dahil olan bireyler, neden ait oldukları Çerkes köleliğinden İslâmi kurallarla belirlenen köleliğe geçmekte bu kadar isteliydiler? Ya da neden köle tüccarları tarafından bir biçimde köle pazarına dahil edi

len Ukraynalı, Rus, Bulgar ve hatta Kürt köleler Çerkes köle olarak pazarlanmayı, satıldıkları hanelerde bu doğrultuda bilinmeyi tercih etmişlerdi? Köleyken Osmanlı'da üst düzey memur, subay ve hatta paşa olan eski köleler, köylerine gittiklerinde nasıl hâlâ köle muamelesi görüyorlardı? Dünyada ve Osmanlı’da köleliğin kaldırılmasına yönelik hareketler ve sahipleri arasındaki ilişkileri ne türden bir şiddet sarmalına taşımıştı? Ve tabii, bu kadar lanetli olduğunu bildiğimiz halde farklı coğrafyalarda ve değişik kisveler altında süregelen akla ve vicdana sığmaz kölelik kurumunun kültürel kalıntıları günümüz dünyasında hangi biçimlerde etkili olmaya devam ediyor?

8 Temmuz 2025 Salı

Ban This Book*


 

It all started the day my favorite book went missing from the library. 

I didn’t know it was missing. Not yet. In my mind, it was still there all alone on the shelf like a kid in the cafeteria waiting for her one only friends to come and find her. Witing for me to find her. All I wanted to do was run to the library and check out my favorite book before homeroom, but Rabecca, my one and only real-life friend, was still talking about trademarking our names. 

“Have you ever thought about registering  AmyAnneOllinger.com?” Rebecca asked me.

“No, Rebecca, I have never thought about registering AmyAnneOllinger.com. I am nine years old. Why in the world would I bother to register a Web site with me nama on it when my parents won’t even let me use Facebook yet?

That’s what I thought about saying. What I said instead was, “No.”

“You should,” Rebecca told me. “You’ve got a unique name, but even so, somebody could register it, and then what would you do? Rebecca.com is already gone! I’m ten years old, and already my future intellectual property is being snapped up! Jay Z and Beyonce trademark their baby's nameless than a month after she was born. you’d think my parents would have known enough to do same.” 

Rebecca’s parents were both lawyers and she wanted to be one too when she grew up. I couldn’t imagine a more boring job.

Instead I said, “Yeah.”

I was still itching to get to the library and check out my favorite book. I opened my locker to stuff my backpack inside and gave my mailbox a quick look. Nobody knows how it got started, but everybody at Shelbourne Elementary has these cardboard boxes taped tom the inside door of their locker, just below the little vents they input on there in case you get stuffed in your locker by a bully. If you want to leave a note for somebody you just slip the piece of paper in  the slot and it falls right into the belittle cardboard box. It's such a tradition that Mr. Crutchfield, the custodian, just leaves the boxes in the lockers