Anlamlı soru sorabilmek bilmeyi gerektirir. Bilmek için okumak gerekir. Okumak birikimi gerektirir. Okumak iyidir .... Bilinçli okuyan en sonunda yazmayı başarabilir ....
8 Temmuz 2025 Salı
4 Temmuz 2025 Cuma
7 Haziran 2025 Cumartesi
The Outsiders*
When I stepped out into the sunlight from the darkness of the movie house, I had only two things on my mind: Paul Newman and a ride home. I was wishing I looked Paul Newman -he looks tough and I don’t- but I guess my own looks aren’t so bed. I have light-brown, almost-red hair and greenish-gray eyes. I wish they were more gray, because I hate most guys that have green eyes, but I have to be content with what I have. My hair is longer than a lot of boys wear theirs, squared off in back and long at the front and sides,but I am a greaser and most of my neighborhood rarely bothers to get a haircut. Besides, I look better with long hair.
I had a long walk home and no company, but I usually löone it anyway, for no reason except that I like to watch movies undisturbed so I can get into them and live them with the actors. When I see a movie with someone it’s kind of uncomfortable, like having someone read your book over your shoulder. I’m different that way. I mean, my second oldest brother, Soda, who is sixteen-going-on-seventeen, never cracks a book at all, and my oldest brother Darrel, who we call Darry, works too long and hard to be interested in a story or drawing a picture, so I’m not like them. And nobody in our gang digs movies and books the way I do. For a while there, I thought I was the only person in the world that did.. So Ioned it.
Soda tries to understand, at least, which is more than Darry does. But then, Soda is different from anybody; he understands everything, almost. Like he’s never hollering et me all the time the way Darry is, or treating me as if I was six instead of fourteen. I love Soda more than I’v ever loved anyone, even Mom and Dad. He’s always happy-go-lucky and grinning , while Darry’s hard and firm and rarely grins at all. But then, Darry’s gone through a lot in his twenty years, grown up too fastç Sodapop’ll never grow up out on of these days.
Anyway, I went on walking home, thinking about the movie, and then suddenly wishing I had some company. Greasers can’t walk alone too much or they’ll get5 jumpe, or someone will come by and scream “Greaser!” at them, which doesn’t make you feel too hot, if you know what I mean. … ..
… ..
Outsiders & S. E. Hinton
Printed in the United States of America
First published in the United States of America by The Viking Press 1967
*https://en.wikipedia.org/wiki/S._E._Hinton
*Susan Eloise Hinton (born July 22, 1948) is an American writer best known for her young-adult novels (YA) set in Oklahoma, especially The Outsiders (1967), which she wrote during high school.[a] Hinton is credited with introducing the YA genre.[4][5] She graduated from the University of Tulsa.[6]
In 1988, she received the inaugural Margaret Edwards Award from the American Library Association for her cumulative contribution in writing for teens.[7][b]
Career
While still in her teens, Hinton became a household name[a] as the author of The Outsiders, her first and most popular novel, set in Oklahoma in the 1960s. She began writing it in 1965.[8] The book was inspired by two rival gangs at her school, Will Rogers High School,[9] the Greasers and the Socs,[3] and her desire to empathize with the Greasers by writing from their point of view.[c] She wrote the novel when she was 16 and it was published in 1967.[11] Since then, the book has sold more than 14 million copies.[9] In 2017, Viking Press stated the book sells over 500,000 copies a year.[3]
Hinton's publisher suggested she use her initials instead of her feminine given names so that the first[12] male book reviewers would not dismiss the novel because its author was female.[8][d] After the success of The Outsiders, Hinton chose to continue writing and publishing using her initials because she did not want to lose what she had made famous[e] and to allow her to keep her private and public lives separate.[f]
*https://eksisozluk.com/the-outsiders--274565
*80'li yılların genç ve iyi aktörlerinden biri. outsiders filmindeki ponyboy rolü ile gönüllerde taht kurmuş, ralph macchio ile çok iyi bir ikili olmuşlardı. daha sonra rutger hauer ile the hitcherda oynamış, asla ve asla otostop çekmeme yönünde bir yargı edinmemize yolaçmıştır.
*Dışarıdakiler,olağanüstü akıcılığı bir yana bize toplumsal gerçekleri bir tokat gibi vuruyor .Elbette ahım şahım mükemmel ,değişik bir konusu yok ama yazar hepimizin gördüğü ama aldırış etmediği bir konuyu hafızamıza kazıyor.Kitabın sonlarına doğru bayağı peçete tüketsemde (duygusal bir dönemde olduğumdan olabilir ).
Kitabı benim kadar mükemmel bulamayabilirsiniz belki ama ana fikri için okunmaya değer .
*Kitabı okurken ağladım. Çok ağladım hem de... Kitapta dostluğu gördüm, kardeşliği gördüm, fedakarlığı gördüm. İlk sayfalarda çeteyi ve diğer karekterleri tanıtıyordu, biraz durgundu ama ilerleyip konuya girdiğinizde çeteden biri olarak olayları yaşıyorsunuz. Kısa bir kitap olmasına rağmen herkesin şans verip okuması gereken kitaplardan. Artık Ponyboy ve diğerlerinin yeri bende ayrı.
*kitap ponyboy curtis adlı başkahramanımız olan tatlı bi' gencin ağzından yazılmıştır ve 60'ların sonlarına doğru olan dönemdeki gençlik çetelerini vesaireyi anlatır.
şöyle ki tulsa kasabasında iki grup vardır; zengin soc(social)lar ve fakir, karizma takılan greaserlar, ki bu gruba ponyboy, abileri ve abilerinin arkadaş ortamı da dahildir. iki abisiyle yaşayan kahramanımızın adını sıkılan babası vermiştir, zaten abilerinden birinin adı da gazoz markası olan sodapop'tur (diğeri de darry). ana tema bu çetelerin bitmek tükenmek bilmeyen kavgaları ve yobazlık derecesine varmış nefretleridir. malesef ki bu nefret ponyboy ve johnny karakterlerinin hayatında pek de hoş
olmayan etkiler bırakıyor. bu olumsuz etkiler de kitabın ilk çeyreğinden sonra başlayıp kitabın sonuna kadar devam ediyor. kitapta güzel quotelar vardır, şahsımca west side story ve gone with the wind ile benzerlikleri bulunur.
*https://1000kitap.com/kitap/disaridakiler--81665/incelemeler
*https://www.beyazperde.com/filmler/film-832/
*Kıyıda köşede kalmış bir kasabada birarada yaşayan bir grup genç, gerek sosyal gerekse ekonomik anlamda ikiye bölünmüştür. Daha alt sınıfa ait olan Greasers, ekonomik anlamda pek de parlak ailelerde yetişmeyen ve gelecek adına beklentileri olmayan gençlerden oluşurken; Socs adlı grup zengin ailelere sahip olan hayata dair pek de kaygısı olmayan gençlerden oluşmaktadır. İki çete arasında süregelen rekabet Greasers'lı iki gencin, Socs'lu iki genç kız ile flört etmesiyle fişeklenir. Ponnyboy ve Johnny'nin bu hareketi karşılıksız kalmaz ve aralarında bir kavga çıkar. Kavga sonucunda Socs'un ileri gelen isimlerinden Bob Sheldon öldürülür....
27 Mayıs 2025 Salı
Kadından Kentler*
Kordonboyu’nda Ömer Çavuş Kahvesi
Adana Sıcağında Erguvanlar
Trabzon Burması
… .. Sevgiden sonra başka çocukları olmamıştı; kusuru birbirlerinin üzerine atarak geçirdikleri yıllar boyunca hem bir erkek çocukğundan, hem bir kız çocuğundan beklenenlerin hepsini Sevgi’den umdular. Dönüp kendi izlerine basa basa geçmişine doğru ilerlemeye çalışırken, karşısına çıkanları şimdiki aklıyla tarttığında kendi hayatı inadırıcılığını yitiriyordu…
… ..
Hep okuldan alıp işe koşmak istediler, her yıl birincilikle getirdiği, “pekiyi” ile dolu yaldızlı karneler getirdi. Öğrenim yaşamı boyunca yoksul çocuklara verilen her çeşit yardımdan, iaşeden, burstan yararlandı; yüksünmedi, eksiklenmedi.Yoksulluklarından zamanla marazi bir kibir edinenlere, hayata diklenenlere de benzemedi. Daha ilkokuldayken, kendi çocuklarının tembelliğinden yakınan hali vakti yerinde ailelerin, hep Sevgi’yi ve onun yoksulluk içinde yaşadığı kötü koşulları örnek göstererek çocuklarını azarladıklarını biliyordu. Onlarla yarışamazdı. Ne kadar çalışırsa çalışsın, hep kenarda durmayı , verilenle yetinmeyi bildi. Yoksulluk duygusu bir rutubet gibi içine işlemişti, hiçbir zaman bunun ezikliğinden kurtulmadı. Bunca yıl sonra bile hâlâ bazı geceler uykusundan fırlayıp salona çıkar, kendini inandırmaya çalışan gözlerle tek tek eşyalarına-koltuk takımına, yemek masasına, büfesine, televizyonuna, müzik setine, önünde kocaman pufu olan okuma koltuğuna- “Bu benim, bu benim!” diye bakar. Kendi gerçekliğine inanıp sakinleşene kadar bir süre gecenin sessizliğinde öylece oturur, tek tek onları seyreder, sonra ayaklarını sürüyerek yatağına döner.
Ailesinden, atalarından kalan laz inanından aldığı güçle, okuyacağını, okuyabileceğini kanıtlamak
25 Mayıs 2025 Pazar
İnsanın Düşünmekten Canı Yanar mı?*
… ..
… .. Türk olarak İran’ı anlama konusunda işin elbette Avrupalı’ya göre çok daha kolay. Kullanılan terimler, espriler birbirine çok benziyor.
En benzeyen taraf nedir diye sorarsanız, “-miş gibi yapma” ülkesidir İran. İran demek taroof (*Farsçadan aldığımız özel adları Latinize ederken kimi sorguları göz ardı etmeden ama daha çok yazarın tercihlerine sadık kalarak yazdık) demektir. Taroof toplumsal bir bir davranış paternidir, kibarlık göstergesidir. Diyelim ki bakkaldan alışveriş edersiniz, kasada ne kadar diye sorarsınız, bakkal cevaben, önemli değil, bir şey ödemenize gerek yok der. Eh peki o zaman madem sağ ol, deyip gitmeye kalksanız peşinizden koşar parayı ödemediniz diye. Kural şudur, üç kere soracaksınız ne kadar diye, bakkal da iki kere gerek yok diyecek, sonunda fiyatı alacak. Ya da yemeye oturdunuz, yine aynı kural. Pilav ister misin diye sorduğu zaman ev sahibi, ilk sefer evet deyip tabağınızı uzatırsanız bu müthiş bir kabalıktır, yine aynı şekilde iki kere teşekkür edip geri çevirmeniz, üçüncüde tabağınızı uzatmanız gerekir. Bu eski gelenek hâlâ İran’da ilk günkü kadar etkilidir. Sağcısı, solcusu, seküleri, mollası, herkes bu yazısız kurala uyar. Başka şeyler söyleyip bambaşka şeyle yapma ülkesidir İran. Biri bir şeyler söyleyip bambaşka şeyler yapma ülkesidir İran. Biri bir şey derken aslında dediği şeyi kastetmiyor, bambaşka bir şey ima ediyor olabilir.Biri bir şey derken aslında dediği şeyi kastetmiyor, bambaşka bir şey ima ediyor olabilir. O kültürün içinde büyümeyen bir için anlaması zordur. İnsanların sürekli yalan söylediğini düşünebilirsin. Başka bir yaşam tarzıdır bu. İki kişiliği var gibi sanki herkesin: Bir dediği, bir yaptığı.
Hafız üzerine saatlerce konuşabiliriz öte yandan. Şeceryan için müzik dehası diyebiliriz, Makhmalbaf’i yere göğe sığdıramayabiliriz. Hepsi de Pers topraklarının çocuklarıdır ve alanlarında dâhice işler yapmışlardır kuşkusuz. Ve fakat bir övgüler dizisi okumayacaksınız bu kitapta. Zira ne kadar Hafız’dır artık, bu ülkenin ne kadarı Makhmalbaf, tartışırım bunu. İran bugün saç örtüsü geri kaydı diye kadınların sopayla dürtüldüğü bir ülkedir. Sorgusuz sualsiz, soruşturmasız, gerekçesiz
21 Mayıs 2025 Çarşamba
Körlük*
Sarı ışık yandı. Öndeki arabalardan ikisi yayalar için kırmızı ışık yanmadan hızlanıp geçtiler. Yaya geçidindeki ışıkta küçük yeşil adam figürü belirdi. Beklemekte olan yayalar, siyah asfaltın üzerine çekilmiş beyaz şeritlere basarak karşıya geçmeye başladılar, zebraya bundan daha az benzeyen bir şey olmazdı ama bu şeritlere ‘zebralı geçit’ diyorlardı. Ayakları debriyajda bekleyen sabırsız sürücüler gerginlik içimde, kırbacın havada şaklayacağını hisseden atlar gibi bir ileri bir geri gidiyorlardı. Yayalar karşıya geçmişti, ancak yolun arabalara serbest olduğunu belirten sinyalin yanmasına birkaç saniye daha vardı, görünürde bunca önemsiz bu gecikmenin, şehirde mevcut binlerce trafik lambasının sayısıyla çarpıldığında bu lambaların her birindeki üç ayrı renkteki art arda değişimi hesaba katıldığında, trafikteki sıkışıklığın ya da yaygın deyimle trafik tıkanıklığının en önemli biri olduğunu iddia edenler vardı.
Yeşil ışık sonunda yandı, arabalar aniden fırladı ama hepsinin aynı hızda öne atılmadıkları anlaşıldı. Orta şeridin en önündeki araba yerinde duruyordu, mekanik bir arıza olmalıydı, gaz pedalı yerinden çıkmış, vites kolu sıkışmış ya da hidrolik sistemde bir arıza meydana gelmiş, frenler bloke olmuş, elektrik devresi kesilmiş olabilirdi. Yaya kaldırımında yeniden birikmeye başlayan yayalar, durmakta olan aracın içindeki sürücünün, arkadaki araçlar çılgınca kora çalarken, ön camın ardında elini kolunu salladığını gördüler. Hemen arabalarından çıkan ve aracı trafiği aksatmayacak bir yere kadar itmeye hazır birkaç sürücü, arabanın kapalı camlarına öfkeyle vurdu, içerideki adam başını onlara doğru çevirdi, önce bir yana, sonra öteki yana bağırarak bir şeyler söylediği görülüyordu, ağız hareketlerinden bağırarak bir kelimeyi durmadan yinelediği anlaşılıyordu, hayır, bir değil iki kelimeyi, evet gerçekten iki, adamlardan biri nihayet arabanın kapılarından birini açmayı başardığında anlayacaklardı, Kör oldum.
19 Mayıs 2025 Pazartesi
Nazar*
… ..
“Nasıl öldü?”
Uzun süre sordum bu soruyu. Aylar sonra bir adam bulup getirdiler, o biliyormuş nasıl öldüğünü, ayyaşın tekiydi.
“Türkleri sebze doğrar gibi doğruyordu Marco,” dedi.Sonra Türklerin dördü beşi uzun kargılarla kuşattılar onu. Deldiler, kan fışkırdı. Yine deldiler. Yine kan fışkırdı. Yine…”
… .. Şimdi zihnimde Marco bu artı. En aşağılık halini hatırlamaya çalışıyorum.
… ..
… .. Ben Novi di Modena’dan, otuz beş yaşındaki çocuksuz dul Margarita Pedronelli. Bu soy adı bana ait değil. Marco’nundu. O da nereden bulduysa. Ciddi, önemli bir hava veriyor değil mi, insanın bir soyadı olması. Size bunları İsa’nın 1532. yılında anlatayım diyorum. Ne önemi varsa!
… ..
Gündüzleri cesurca dalar, otlarımı toplardım. Uzun zamandır, çocukluğumdan beri yaptığım bir şeydi bu. Banotu, adamotu, dulavratotu, güzelavratotu, güzelhatun çiçeği, alıç, bütün bunların nerede bulunduğunu, ne zaman yetiştiğini, toplanma zamanını, nasıl karıştıklarını, neyin nerede kullanılacağını, nereden ve nasıl öğrendiğimi hatırlamıyorum. yetiştiğini, toplanma zamanını, nasıl nereden öğrendiğimi hatırlamıyorum.
… ..
…. .. Sarsarak uyandırdılar. Uzun süre sarsmalarına rağmen tepki vermemiştim. Bunları önemsememişler. Aynın kilise gitmememi önemsemedikleri gibi. Kaskatı kesilmiş bir çocuk varmış. Dük’ün en yakın hizmetkârlarından birinin çocuğu. Yetişemezsem ölecekmiş. Ancak ben iyileştirebilirmişim. Öyleydi. Çok da kolay oldu. Önce en keskin yağımı koklattım. Hepsi başıma toplanmış, merak ve kuşkuyla beni izliyordu. Çocuk birden derin bir iç çekti. Üç-dört yaşlarında güzel
18 Mayıs 2025 Pazar
Cariyem*
Boşansam mı, Boşanmasam mı?
… ..
Her secdeye kapandığında, Sezai Karakoç’un dizeleri çınlıyordu kulaklarında. “... Ey sevgili, en sevgili…” Ellerini duaya kaldırdığındaysa, “Af dilemeye geldim, affa layık olmasam da” dizeleri yankılanıyordu.
Namazdan önceki Cevriye ile, namazdan sonraki aynı değildi. Yeniden yaratılmıştı adeta “O (c.c.), her an yeni bir yaratmadadır” (Rahman/29) ayetini hatırladı. Biyokimyasının değiştiğini hissediyordu. Namaz, her zamanki namazdı. Peki bugün ne değişmişti? … ..
… ..
Gerçekte on beş dakika süren yol, Cevriye’ye göre bitmek bilmedi. Aklına İbn-i Haldun’un zamanla ilgili sözü geldi:
“Bekleyince, yavaşlar. Gecikince, hızlanır. Üzülünce can yakar. Mutlu olunca, kısalır. Acı çekince, bitmek bilmez. Sıkılınca, uzar.”
Akıllı ve kültürlü bir kadındı. Okumadan, gün geçirmezdi. Son günlerde canı fazlasıyla sıkkındı. Buna rağmen üç-beş sayfa da olsa, okumadan uyumazdı. Eğer uyursa, o uykuyu hak etmeyeceğini düşünürdü.
… ..
Mahmut, banyoya girdi. Duşun altında, öylece bıraktı kendini. Bir süre hareketsizce, hissettiği rahatlığı dinledi. En azından bedenen… Ya ruhu, beyni , kalbi..? Onları şimdilik duymak istemiyordu. Daha sonra saçını şampuanlayıp iyice duruladığından emin olamadan çıktı.
Cevriye, takipteydi. Mahmut, banyoda neden bu kadar uzun kalmıştı? Haftalardır onun bir tek
15 Mayıs 2025 Perşembe
Batı'dan Önce*
Bu kitabı yazarken iki amacım vardı. Birincisi, Doğulu bir bakış açısıyla anlaşıldığı şekliyle, uluslararası tarihin ve dünya siyasetinin Avrupa merkezli olmayan bir versiyonunu yaratmak istedim… İkinci(si)... Asya’nın siyasi ve ekonomik dirilişi ve Asta tarihyazınının yakın gelecekte sapabileceği çok sayıda tehlikeli yol ortadayken, Asya tarihinin hiçbir ‘ulus’a, ‘medeniyet’e, ‘ırk’a ya da ‘din’e ait olmayan bir anlatısını sunmak istedim…
Batı’dan önce 13.yüzyılda Cengiz Han’ın İmparatorluğu’yla başlıyor ve o zamandan 17. yüzyıla kadarki uluslararası ilişkiler tarihini (ve bunun 19. yüzyıldan günümüze gelen modern uluslararası düzendeki yansımalarını) anlatıyor. Bu dönemde dünyanın merkezi Batı değil, Avrupa değil, Dünyanın düzeni Asya merkezli: Siyaset orada, ticaret orada, rekabet orada, refah orada. Batı, kitaptaki hikâyeye sonundan katılıyor. Çünkü en azından 16. yüzyıla kadar Avrupalılar hikâyenin önemli aktörleri hele başrol oyuncusu kesinlikle değiller; o zamanki uluslararası sistemin kıyısında bulunuyorlar…
Modern uluslararası düzenimizin 19. yüzyılda çıkmasını mümkün kılan ‘Batı’nın Yükselişi’ydi ve bu düzenin merkezindeki imtiyazlı koltukta son iki yüz yıldır Avrupa/Batı oturuyor. Bu olgu güncel siyasetimizi sürekli olarak şekillendirmekle kalmadı, siyasi dünya tarihi anlayışımızı, dolayısıyla da uluslararası politika kuramlarımızı çarpıttı. Birçokları değişmez bir biçimde, hikâyenin sonunu bu tarihten geriye doğru okudu…
Kitapta anlatılan tarihin günümüzdeki izdüşümüne gelirsek… Hiçbir düzen, zamanında ne kadar kalıcı gözükürse gözüksün, sonsuza kadar devam etmiyor.”
Doğu Nedir?