… .. Korkmamıza rağmen yapmak zorunda olduğumuz şeyler vardır. Derin bir nefes alır, gözlerinizi kapatır, besmeleyi çeker ve bırakırsınız kendinizi. Benim için anlatmak öyle. Yüklediği sorumluluktan korkuyorum elbet. Bu korkuya rağmen vazgeçmememin sebebiyse bir türlü engelleyemediğim çok güçlü bir güdü: Paylaşmak.
Bu gerilimden doğan çekingenliği aşmama iki şey yardım ediyor. Birincisi bilginin her kademede yeniden üretilmesine duyduğum inanç, ikincisi de dürüst yorumlarına güvendiğim insanlardan gelen olumlu eleştiriler. … …
… ..
Rabbimizin “En güzel kıssa” diye nitelediği Yusuf Kıssası 99 ayette, hayatın neredeyse her boyutuna dair mesajlar taşıyan son derece zengin bir anlatıdır. Bu kısa metin içinde insanoğlunun bütün ilişki biçimlerini görebiliriz. Uzun bir zamana yayılan anlatma sürecinde gözlemleme fırsatı bulduğum üzere yaşımız ilerleyip hayatın içinde yeni olaylarla karşılaştıkça kıssanın biz verdiği mesajlar da perde perde açılmaktadır. Kıssaya dair bu kadar çok eser mevcutken biraz da bu nedenle cesaret ettik bu kitabı yazmaya. Olay aynı olsa da ona bakan göz değiştikçe anlaşılan mana da değişecektir. İki farklı kişinin aynı olayda gördüğü şey aynı olmayacağı gibi aynı kişinin farklı zamanlarda gördükleri de aynı olmayacaktır. Söz gelimi ben daha çok Hz. Yusuf’un davranışlarına odaklanırken çoluk çocuğa karışıp yaşım ilerledikçe Hz. Yakub’un davranışları dikkatimi daha fazla çekmeye başladı. Öyle ki neredeyse Yakub Kıssası” diyesim geldi kıssaya. … ..
... ..
GİRİŞ
Kur’an Neden Kıssa Anlatır?
Kıssaların Gerçekliği Meselesi
Peygamber Kıssalarının Hayati İşlevleri
Kur’an’da Neden Sadece Bu kıssalar var?
Kıssaları Her Yaşta Yeniden Okumak
Kıssaları Hayatımızın İçine Almak
Kıssalar Şahsiyetimizi İnşa eder
Hayata Kıssalarla Bakmak
YUSUF KISSASI
Yusuf Suresinin İndirilişi
Hz. Yusuf Kuyuya Atılmasa Ne Olurdu?
VİP Yolcular
Kıssalar En büyük Teselli Kaynağımız
BÖLÜM I
HZ. YUSUF’UN KUYUDAN MISIR’A YOLCULUĞU
Kıssaların En Güzelini Anlatan Ümmi Peygamber,
Bir Rüyayla Başlayan Kıssa
Kıskançlık
Ahlak Doğuştan mı Gelir, Sonradan mı Kazanılır?
Kıskançlığı Tahrik Etme
Koşulsuz Sevgi
Tedbir-Takdir
Rüyaların Mahiyeti ve Bağlayıcılığı
Hz. Yusuf’un Seçilmişliği ve Çevremizdeki Seçkinler
Kıssalar İbret Almak İçindir
… ..
… ..
Aksine İslam kolaylık dinidir, müjde dinidir. İnsanın şeref, haysiyet ve fıtratına çok uygundur. İnsanın Allah’la arasındaki ilişkiyi sağlıklı şekilde düzenler. Ne hayata ne eğlenmeye ne de nefsimizin isteklerini karşılamaya manidir. Nefsini öldüren insanın ne hırsı ne azmi ne de mücadeleciliği kalır; ilerleme kaydedemez. İslam bizden rekabetçi duygularımızı yok etmemizi istemez. Bir hadiste, “İki kimseyi kıskanmak caizdir” denildikten sonra bunlardan birinin “Allah tarafından kendisine verilen serveti hak yolunda harcayan, diğerinin de Allah’ın verdiği ilimle amel edip bu ilmi başkasına öğreten kimse” olduğunu belirtir. Dikkate edersek Efendimiz (sav), “Kıskançlık duygusunu öldürün, Allah’ın hiç bir kulunu kıskanmayacaksınız.” demez. Kıskançlık duygumuzu hayra yönlendirir. Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de bize “Hayırlarda yarışın der.” (Bakara, 148) Ama “Birbirinizle niye yarışıyorsunuz? Yarışmayın. Herkes kendi işine baksın, boş ver. “diyenler var. Hayır kardeşim, yarışın. Çünkü Allah insana yarışma duygusu verdi. “Ben bulunduğum bir toplumun en güzel kişisi olmayı istemem.” diyen var mıdır? Demeyiz. Her ne kadar “Dış güzellik önemli değil, önemli olan ruh güzelliği.” desek de hepimiz en bilgili, en güzel, en becerikli vs. olmayı isteriz. Bunu nefsimiz ister. İşte Allahu Teala içimizdeki b u yarışma ve öne geçme duygusunu kanalize eder: “İsrafta, lükste, şatafatta, giyimde kuşamda, harcamada, günahlarda, övünmede değil iyiliklerde, hayırlara yarışın.” der Allahu Teala. Bizden duygularımızı öldürmemizi, melek olmamızı beklemez.
Duygularımızı yok saymamak konusunda güzel bir örnek olarak korku konusunu ele alalım: Cesaret , herkes gibi korktuğun hâlde yapman gerekenden asla vazgeçmemektir. “Korkuyorum ama yapacağım, çünkü bu doğru.” diyebilmektir. Bu kişilikte çok önemli bir aşamadır. Kendi duygularını kabul eder ama ilkelerinden vazgeçmez ve der ki: “Korkuyorum, ama doğru olanı yapacağım.” Bazıları ise şöyle der: “Niye kızacakmışım? Hiç de kızmadım.” der bazıları. … ..
… ..
Nazardan korunma
Duyguların Yapıcılığı ve Yıkıcılığı
… ..
… ..
İslam ahlakçıları duyguların denge hâlinde tutulmasıyla insandaki temel güçlerin elde edileceğini söyler. Onlara göre öfke gücünün itidal hâli secaate (cesaret ve kahramanlık) şehvet gücünün denge hâli iffete, akıl gücünün hayırda kullanılması da hikmete ulaştırır. Bu üçünün bir arada olması da adaleti meydana getirir. Bu güçlerin zayıflaması hâlinde zillet, düşüklük ve ahmaklık ortaya çıkar. Bu nedenle önemli olan nefsi öldürmek değil terbiye etmektir.
Sonuç olarak asıl olan kişinin kendine hâkim olması, davranışlarını kontrolsüz hayvani güdülerle değil, erdemli ilkelerle yönetebilmesidir. … ..
… ..
Bir örnek vermek gerekirse belli dönemlerde karşı cinse yönelik bazı duyguları bastırmaya çalışan aileleri ele alabiliriz. Bu aileler zaman zaman ölçüyü kaçırarak çocuklarını korumak adına cinsel duyguları kötüleme, çirkin ve aşağılık gösterme, günahla ilişkilendirme yoluna gider. Evlilik hayatında yaşanan pek çok problem, bu duyguların aşırı derecede bastırılmış olmasından kaynaklanır. Sonuç olarak hiçbir duygu kötü değildir. Duygular yanlış yerde kullanılarak kötücül eylemlere dönüştüğü zaman kötü olur. Aynı şekilde mal sahibi mülk sahibi, zengin biri olmayı istemenin kendisi kötü değildir ama bunu çalarak, çırparak, kul hakkı yiyerek yapmak kötüdür.
Sevgi ve Onay İhtiyacı
Ertelenmiş İyilik
Kötülerin İçinde kalan Zayıf İyiler
Manipülasyon
Hz. Yakub’un Dürüstlüğü
Kötüye Yol Göstermemek
Hainlerle Salaklar Arasındaki Fark
Timsah Gözyaşları
Kervancılar
Mısır’a Yerleştirilme
Muhsinlerin Ödülü: Hikmet ve İlim
Çirkin Teklif
Adalet
Dedikodu Kazanı
Yusuf’un Güzelliği
Günahın Normalleştirilmesi
Zindanı Tercih Ettiren Saray
Tehditler Karşısında Direnen Hz. Yusuf
… ..… ..
… ..
Hayatımız boyunca çok çeşitli şekillerde aklımızı çelmeye çalışan pek çok teklifle karşılaşırız. Bunlar her zaman karşı cinsten gelmez. Şeytan bazen para, bazen bazen mevki, bazen sevdiklerimizi koruma içgüdüsü, bazen hayata düşkünlüğümüz gibi envai çeşit yolla ayaklarımızı kaydırmaya çalışır. Şimdi kendimizi bir kez daha Hz. Yusuf’un yerine koyalım. Çok genç yaşta, üstelik kimsesiz bir köle. Karşısında kendisinden harama bulaşmasını isteyen kişi ise hayatına tam olarak muktedir biri. Nitekim onun bir sözüyle yıllar boyu zindanda kalıyor. Şeytan sağından gelip bu mevki sahibi kadınların kendisine düşkünlüğünü kullanarak Mısır’da istediği mevkiye gelebileceğini, istediği iyilikleri ondan sonra çok daha rahat bir şekilde yapabileceğini fısıldamış mıdır? Aynen önce Yusuf’u oradan kaldırıp sonra tövbe ederek iyilerden olmayı isteyen kardeşleri gibi.
Böyle anlarda ayaklarımızın kaymaması, evvelce sınırlarımızı çok net bir şekilde çizmiş olmamıza bağlıdır. Hayrettin Karaman hocamızın dediği gibi, “Daha altına i nmeyeceğimiz en alt basamağımız olmalıdır.” … ..
… ..
İradenin Denenmesi
Kazananlar ve Kaybedenler
Kabul olunmuş Dua
Hz. Yusuf’un Suçu Neydi?
Tebliğcinin Vasıfları
… ..
… ..
İnsan doğasının “sözsüz iletişim” denilen görsellikten ne kadar etkilendiği ve bir konuşmada sadece konuşanın ne dediğine odaklanan kişilerin , dinleyicilerinin %10’unu teşkil etmesi, insanların tamamına hitap etmek istiyorsak görselliğin de ihmal edilmemesi gerektiğini gösterir. Tam bu noktada kısaca estetiğe ve kişisel bakıma önem vermenin kibir ve kendini beğenmişlikle ilgisi olmadığına da işaret etmek gerekir. Bir insanın kendinden hoşnut ve kendiyle barışık olması Rabbinden razı olduğunun bir emaresidir. Kişinin kendisine özen göstermesi de Efendimizin (sav) ifadesiyle “Allah’ın verdiği nimetlere değer vermek”tir. Kibir, bundan tamamen farklı olarak başkalarını hor görmektir. Nitekim fakir biri kibirli olabilirken varlıklı biri çok alçak gönüllü olabilir. Ayrıca insanın dışıyla içi arasındaki kaçınılmaz ilişki nedeniyle dışımızdaki karmaşa içimizi gösterdiği gibi zahirimize göstereceğimiz özen giderek iç dünyamızı da daha sağlıklı kılabilir. Sonuç olarak Allah’ın çizdiği sınırları aşmamak ve kendi yaşamımızı temsil etmek kaydıyla dış görünüşümüze önem vermek gerekir. Sünnete uygun olan da budur.
Bir de kişinin toplumsal statüsünü belli edecek şekilde davranmasının çeşitli sebepleri vardır. Bu sebeplerden biri, kişinin giyim kuşamından varlıklı ve nüfuzlu olduğunun anlaşılmasıdır. Bu şekilde insanlar gerektiği zaman yardım almak için kime müracaat edeceklerini bilebilir. Yani kişi olduğu gibi görünecek ki insanlar ondan yardım isteyebilsin. Bu açıdan bilgi saklamak cimriliktir. Mesela bir mecliste çok iyi İngilizce bilen birine ihtiyaç varken bir kimsenin “Benden iyileri vardır.” diyerek sesini çıkarmaması tevazu mudur? Değildir. “Ben yaparım.” demek kibir midir? Değildir. Bir toplumun zengininin, kültürlüsünün, tahsillisinin, doktorunun, hukukçusunun vs. kim olduğu bilinmelidir. Toplumumuzdaki zenginliklerin hepsi bizim zenginliğimizdir. Onlarla gurur duyar ve gerektiği zaman onlardan yardım isteriz.
Nitelikli kişilerin kaprisli olduğundan bahsederek onlara burun kıvıranları görürüz. Bu konuda kişisel yaklaşımım şudur. Yeter ki iyi yetişmiş bir değerimiz olsun, kaprisine de nazına da razıyım. Dünya çapında ilim, sanat, siyaset, ticaret, bilim insanı yetiştirmişsek bana gösterdiği şahsi kabalığa önem vermem. Yeter ki dünya karşısında milletim adına onur duyayım. Çünkü ümmetin her sahada nitelikli insanlara çok acil ihtiyacı var.
Tebliğ yapmanın en önemli şartlarından birinin bir meziyet sahibi olmak olduğunu söylemiştik. Hayatın içinde hepimiz zaman zaman çeşitli topluluklarda bulunuyoruz. Ev hanımıysanız bir akraba toplantısına katılırsınız. İş hayatınız varsa toplantılarına katılırsınız. Sanatla ilgiliyseniz sanakârların bulunduğu meclislerde bulunursunuz. Çocuğunuz varsa okul toplantılarına gider, diğer velilerle tanışırsınız. İnsan değişik rolleri sebebiyle birbirinden çok farklı topluluklara dahil olur. Muhatap olduğunuz kitlenin ilgi alanlarıyla ilgili sizde bir meziyet varsa her zaman konu tebliğe getirebilirsiniz. Hz. Peygamber’in vefatından sonra "Resulullah Efendimiz sizile birlikteyken ne yapardı?” diye soruyorlar. Zeyd b. Sabit’in verdiği cevap şöyledir: “Ben Resulullah’ın komşusu idim. Ona vahiy indiğinde bana haber gönderir, ben de onu yazardım. Biz dünyayla ilgilki bir konu konuşursak o da bizimle konuşurdu. Ahireti konuşursak o da bizimle ahireti konuşurdu. Yemekten bahsedersek o da bize katılırdı.” Elbette bir peygamber gibi konuşuyordu. Fakat başka rivayetlerden biliyoruz ki Efendimiz (sav) onlara bir söz söylemek için uygun fırsatı kolluyor, ilgi alanlarını gözetiyor, sözünü uzatmıyor ve berrak bir dil kullanıyordu.
İlgi alanlarımızı genişletmekten bahsetmişken çocuklarımızın sanal dünyada neyle meşgul olduklarını da bilmemiz gerekir. Onların izlediklerinden, dinlediklerinden, konuştuklarından anlamadığımız sürece iletişimimiz giderek yüzeyselleşerek daralacaktır. Çocuklarımla birlikte film seyrederken onlara verdiğim mesajları, din dersi verirken verememişimdir. Harry Potter’da bir sahne vardır. Bütün öğrenciler yemekhanede bir aradayken kahramanlardan birine bir çığırtkan mektup gelir, havada açılır ve çocuğun arabayı kaçırarak yaptığı bir kaza nedeniyle ailesi onu bu mektupla azarlar. Tam o sahnede ben çocuklarıma şöyle bir mesaj vermiştim: “Çocuklar bakın kıyamet günü de amel defterleri böyle okunacak.” Kötülüklerin gizli kalmadığını hiç tahmin edemeyeceğimiz yerden kendini ele vereceğini söylemiştim. Bütün bu mesajları dozunu kaçırmadan bir bir cümleyle verebilirsiniz. Çocuklarınızın okuduğu romanları okumazsanız, izlediği filmleri izlemezseniz, onların dinlediği şarkıları bilmezseniz onlarla konuşacak ortak bir konu bulamazsınız. Komşularınızı küçümserseniz, “Aman ben gidip onlarla şimdi yemek tarifi mi konuşacağım.” derseniz onlara vermek isteyeceğiniz bir mesajınız da olmaz.
Hepimizin malumudur ki Allahu Teala bu kıssaları, kullarım Kur’an okurken çok sıkılmasınlar, arada bir hikâye anlatayım diye anlatmıyor. Kıssalar üzerinden bize çok önemli mesajlar veriyor. Mesela tam bu noktada bize diyor ki: “Bazen üstünüze üstünüze gelen, sıkıcı, zor şartlar altında kalabilir, bunaltıcı hadiseler yaşayabilirsiniz. İhtimaldir ki sizi daha iyi bir dünyaya hazırlayabilir. Siz hayatınızın bütünü için önemli olan şeye konsantre olmalısınız.
Üzerimize düşen ”Niye böyle oluyor? Biz bunu hak edecek ne yaptık?” diyerek sınavlardan yakınan bir ergen gibi hayatta değiştiremeyeceğiniz şeyle için sızlanmayı, yakınmayı, şikâyet etmeyi, hep mutsuz, , hiç memnun olmayan kişi rolünü oynamayı bırakıp “Şimdi ne yapabilirim?” diye düşünmeye başlamaktır.
“Ben şimdi ne yapabilirim? sorusuna cevap arayın. Bir öğrencinin yapabileceği en iyi, en hızlı, en verimli, en başarılı şekilde bir an önce mezun olup bir yere gelmektir. Psikolojinin ve tasavvufun neredeyse aynı kuvvette vurguladığı bir görüş vardır: Bugününü dün için vahlanarak, gelecek için olmayacak hayaller kurarak geçirme; günü çok iyi değerlendir. Tasavvufta bunun adı “ibnü’l vakt” olmaktır. Sufi ”Ah ah ah, zamanında ben şöyle yapmış olsaydım, böyle yapmış olsaydım bugün böyle mi olurdu?” diye devamlı geçmiş için vahlansa ne olur bilir misiniz? Tövbe makamında kalır, ilerleyemez. … ..
… ..
Hz. Yusuf hapishanede içine kapansa, kaderine küsse, kimseyle konuşmasa, “Zaten felek vurmuş bana, bir de sizinle mi uğraşacağım?” diyerek insanlarla konuşmasa kavgacı, çekilmez , kimsenin görmek istemediği biri olsa belki de Melik’le yakınlaşma şansı bulamayacaktı.
Sonuç olarak hayatımızdaki sıkıntılı anlar bizim için geçiş dönemidir. Bu sıkıntıların bizi çok iyi zamanlara hazırlayabileceğini unutmayalım. Sıkıntılarımızı böyle görürsek değerlendirebilir yoksa altında ezilir kalırız.
BÖLÜM 2
HZ. YUSUF’UN ZİNDAN YILLARI
“Ey Özü Sözü Doğru Arkadaş!”
… ..
… .. … .. Biz karşımızdaki insanın hak edip etmediğine bakmaksızın Rabbimizin bizden ne beklediğini düşünerek hareket etmeliyiz. Kendimize soracağımız soru, “Rabbimiz bizden ne bekliyor?” olmalıdır. Bizim insanlarla ilişkimiz, esasında Rabbimizle ilişkimizdir. Hasan-ı Basri her sabah yatağından kalktığında, “Bugün benim hakkımda kötü konuşanlara, gıybetimi edenlere, bana iftira atanlara hakkımı helal ediyorum. Rabbim hiçbir kulunu benim yüzümden cezalandırma1é dermiş. İyiliğe niyet etmek, insan hayatı için zihinsel bir konfordur çünkü kendimizi kimsenin davranışına göre ayarlamamız gerekmez.
… ..
… ..
“Elin en iyisi evin delisi” denilen bir karakter vardır. Bunlar dışarıda çok kibar içeride çok kabadır. Onların ahlakı âdeta bir şapka gibidir, dışarı çıkarken takar, içeri girince çıkartırlar. Ahlak, Hz. Yusuf’un olduğu gibi şartlar ve konum değişse bile değişmeden kalan, zorlamaya ihtiyaç duymadan fıtrî olarak ortaya çıkan davranışlardır. Asıl önemlisi ahlak, “edep” dediğimiz görgü kurallarını içermekle birlikte onlardan ibaret değildir. Karakterimiz ve özümüzdür. Bir insan hem görgülü ham de ahlaksız olabilir. Bu nedenle burada kastettiğimiz tabii bir nezakettir. İçsel bir gerçeklik olduğu için biz ahlak sahibi değilsek başkalarına, özellikle bizim gerçek yüzümüzü herkesten daha iyi bilen çocuklarımıza güzel ahlakı nasıl aktarabiliriz? Hz. Yusuf’un ahlakını överken onun Hz. Yakub gibi bir babanın evladı olduğunu ve özellikle karakterin sosyal ilişkilere dönük yönünün babayla ilişkisi olduğunu unutmamak gerekir.
Sonuç Değil, Süreç Odaklı Olmak
… ..
… ..
… .. Elimize fırsat geçtiğinde insanları bıktırarak onları bir daha bize bir konuyu danışmama noktasına getirmemek için dozu iyi ayarlamamız gerekir. Bütün büyük eğitimciler “bıktırmama prensibine” hassasiyetle riayet etmiştir.
… ..
.. .. Bizler “sonuç odaklı” bir başarı anlayışıyla yetiştirildik. Çocuklarımız da kaçınılmaz olarak böyle eğitiyoruz. Pedagoglar her ne kadar, “Çocuğun size getirdiği sonuca bakmayın, süreç içindeki gayretinbe bakın ve onu diğerleriyle değil, kendisinin bundan önceki performansıyla kıyaslayın.” deseler de sistem sonuç odaklı olduğu için hepimiz çocuğumuzun khangi üniversiteyi kazandığına, yüzdelik dilimine, kaç puan aldığına bakıyoruz. … ..
… ..
Yüce Rabbimiz bizi asla böyle değerlendirmiyor. Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir: Biz sonuçtan değil, süreçten sorumluyuz. Söz konusu tebliğ olunca biz ikna etmekle değil, duyurmakla mükellefiz. Sonucu Allah ister yaratır ister yaratmaz….
. … .. Anlatanın düşüncesini dile getirme, dinleyenin de kendisi için doğru bulduğu seçme özgürlüğüne en uygun yol budur. … ..
Din ve Ahlak Binamızın Üzerinde Yükseldiği Temel
… .. Hz. Yusuf , onların kişiliklerini hedef almıyor. Tam tersine, onların rencide etmemek kendinden nefret ettirmemek için genel olarak söz konusu milleti hedef seçiyor. Bu bir üsluptur, hikmettir, nezakettir, kişilerin gönlüne güzellikle girebilmenin yoludur. … ..
… ..
Duygulara Hitap Eden Bilgi
Rüyaları Hayra Yolmak
Uzayan Zindan Yılları
… ..
… .. Evet, belki bu olaydaki ilâhi cilvelerden biri -en azından bizlere- Allah’tan başkasından bütünüyle medet ummanın yanıltıcılığını gösterse de Allah’ın bütünüyle takdirine kulların birbirine vesile kılındığını da unutturmaz. Aslında her zaman her işi Allah’a havale edip kimseden bir destek beklememek izzet-i nefsimize daha uygundur. Belki de böyle olduğu için bu izzetin kibre dönüşmesini engellemek üzere Allah bizi birbirimize muhtaç eder.
… ..
… ..
Karmaşık Hayaller mi, Anlamlı Rüyalar mı?
… ..
… ..
… .. Peygamberler dışındaki kişilerin rüyaları kesin bilgi sayılmamakla beraber kalbin metafizik âlemle temas noktalarından biri olan rüyalar hâlen psikiyatride önemli bir rehberlik işlevi görüyor…. ..
… ..
Özü Sözü Doğru Arkadaş
İşinin Ehli Olmak
… ..
… ..
… ..
Bir rüyayı ya da tecrübeyi doğru yorumlamak ve arkasından isabetli tavsiyelerde bulunmak için o kültüre ait sembolleri, coğrafyayı, içinde bulunmak için o kültüre ait çinde bulunulan zamanı ve yaşam şartlarını iyi bilmek gerekir. Bireyi ait olduğu bağlamdan kopararark hüdyinabit bir bitki gibi ele alan evrensellik iddiasındaki yorumlar çoğu zaman o kişiye uygun değildir. Bitkilerin dahi belli yaşam koşullarındaki belli özellikler gösterdiğini, aynı tohumun her şartta aynı sonucu vermediğini biliriz. Nasıl olur da insanların şartlarını bilmeden sorunlarına doğru çözüm önerileri getirebiliriz? Bunun için fıkıh içtihada açıktır. Açık olmadığında donar ve tarihe karışır.
Hz. Yusuf’un Hilm ile Hareketi
… ..
… ..
… .. Sonra istihdam mevkiinde olanlarımızın yetenek keşfetme ve işin ehli olanları hak ettikleri mevkiye
getirme konusunda çekimser davranmamaları gerektiğini görüyoruz. Bu konudaki yaklaşımlarımızın bir ülkeyi
felaketlerden koruyacağını da ilerleyen bölümlerde göreceğiz.
... ..
... .. Son olarak kişi kendini koruma ve kontrollü davranmada aşırıya kaçtığında tutukluk, eksik davrandığındaysa dürtüsellik ortaya çıkar.
… ..
… ..
Adalete Hakaret
BÖLÜM 3
HZ. YUSUF’UN SARAY YILLARI
İşi Ehline Vermek
… ..
… ..
… ..”İşler ehil olmayana verilince kıyameti bekle! buyuran peygamberimizin hayatında, en yakın sahabisinin talip olduğu işi vermediğine ve Müslüman olmadığı hâlde ehli olan kimselere iş verdiğine dair sayısız örnekler vardır. … ..
…. ..
... ..
Dünyevi bir yeterlilik sahibi olmak çok önemlidir. Bazı insanlar gayret etmeden sadece çok dindar, çok ihlaslı, çok takvalı oldukları için her şeye layık olduğunu düşünebiliyorlar. Oysa hayat bazen başarısızlıkları tevekkül, rıza ve kadere razı olmak gibi güzel zarfların içine koyarak sunuyor.
Başarısız olmuş birinin, “Yeterince çalışmadım, hep rahatımı düşündüm bu yüzden başarısız oldum, hayatımı da kendimi de mahvettim.” düşüncesine saplanıp kalması psikolojisini, akli ve ruhî dengesini bozabilir. Bu tür insanların, “Dünya önemli değil, esas olan ahiret hayatı, Allah’ın rızasını kazanmak. Yeter ki Allah bizden razı olsun. Dünyada sıkıntı çeksek de olur.” diyerek kendisini teselli etmesi anlaşılabilir. Fakat bu noktada kalmadan üstüne bir de bunun propagandasını yapıyor ve başkalarının sırtından yaşamasını mazur ve makul gösteriyorsa, Allah’ın verdiği zekâyı ve enerjiyi çalışkanlıkla birleştirme çabası içinde değilse, kısacası tembelliğini dinî bir maskeyle örterek takva, tevekkül, rıza gibi sunuyorsa bu, şeytanın Müslüman’ı bertaraf etme oyunudur.
… ..
… .. Başarıyı sadece kader ve kısmetle açıklamak, bugün yapmamız gerekenleri önemsizleştirerek kendimize ihanet etmemize neden olur. Bu hususun altını çizmek isterim. Bugün parlak başarılarına imrendiğimiz insanların büyük kısmı bu başarıya giden yolda dört başı mamur imkânlara sahip değildi.
… ..
… ..
… .. Ahlakla, imanla, takvayla, tevekkülle yeteneği birleştirmek gerekiyor. Asıl fazilet budur. Asıl erdem, asıl insanlığa iyilik budur. Kahve köşelerinde, oyun başında sabahlara kadar oturup ondan sonra dünyada bir iş söz konusu olunca “Biz Allah’a tevekkül ediyoruz.” demek en hafifi ifadesiyle maskelenmiş tembelliktir.
Bir Göreve Talip Olmak
Muhsinlerden Olmak
Kaderin Planı
Babalar ve Oğullar
Asıl Hedef
Kardeşlerin Buluşması
Hz. Yusuf’un Hilmi
Kendini Bilmek
Bünyamin
Hz. Yusuf’un Sekineti
Tarih Tekerrür Eder
Mümin de Günah İşleyebilir
… ..
… ..
… .. İslam’da kişinin beyanı esastır. Bunun üzerinde dikkatle düşünürsek insanlarla ilişkilerimizde beyanı esas kabul etmediğimizde nasıl yargılayıcı, eleştirel, küçümseyici ve hükmedici davranabildiğimizi görürüz. Beyanı esas almak , açık bir delil olmadıkça kişinin sözüne itbar etmek demektir, yoksa göz göre göre yaptığı zararlı davranışları yok saymak demek değildir.
… ..
… ..
Yakınımızdaki Parlaklık
Babanın Zor Kararı
Tedbir ve Tevekkül
Rahmetin Sırrı
Motivasyon
Sözleşme
Nazar
Bünyamin Mısır’da
Kral’ın Su Kabı
Bir Toplumsal Sözleşme Olarak Hukuk
Hırsızlık İsnadı
İftira
Zayıf Karakter-İlkeli Yaşam
… ..
… ..
Bir dönem kutlu doğum faaliyetleri revaçtaydı. Her kutlu doğumda Peygamberimizin (sav) bir yönü seçilip işleniyordu. Bir kutlu doğum haftasında konu “Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed” idi. Organizasyon sorumlusu olarak Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Hadis hocası olan Prof. Dr. Aynur Uraler’ telefon açtım ve kendisinden “Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed” isimli bir konferans talebinde bulundum. Verdiği cevabı hiç unutmadım. Bu cümle yolumu pekiştirmem konusunda benim için bir köşe taşı olmuştur. Dedi ki: “Kardeşim, bırakın bu işleri. Peygamber Efendimiz aynı cümlenin içinde ‘Ben rahmet peygamberiyim. Ben savaş peygamberiyim.’ diyor siz hadisi bölüyorsunuz. Savaş kısmını görmezden gelip sadece rahmet kısmını öne çıkarıyorsunuz. Bu peygamberi senin istediğin gibi anlatmaktır, Onun (sav) kendisini anlattığı gibi değil.” Söyledikleri doğruydu.
… ..
… ..
Hz. Yakub için Yeni Bir Sınav
Tebliğde Merhametli Bakış
… ..
… ..
… .. Diğeri diyor ki: “Biriyle karşılaştım. Bana şunu söyledi. Ve o gün düşünmeye başladım. Doğruydu söyledikleri.” Bir kere doğruyla karşılaşmış ve ona yapışmış. Onun üzerine giderek hayatını değiştirmiş. Bazıları hakikatle beş yüz defa , bazıları beş bin kere karşılaşır. Hidayetin insandan insana değişen bir süreci vardır. Yetiştirilme tarzı, hakikate saygısı, iradesinin kuvveti, değerlendirme kapasitesi, zekâsı, ekonomik bağımsızlığı gibi birçok faktör. söz konusudur. … .. Her insanın kendi hayatıyla ilgili kararlar alma noktasında içinde bulunduğu şartlar farklıdır. O nedenle kendimizden başlamak üzere başkalarında gördüğümüz cesaret ve kararlılığı görmüyoruz diye hiç kimseden ümit kesemeyiz. Belki sadece biraz daha zamana ihtiyacımız vardır. Mesela birisinin hakikati kabul edebilmesi için faraza elli kere duyması gerekiyorsa biz kırk sekizinci defa söylemekten vaz geçebiliyoruz. Hâlbuki iki kere daha söylesek belki kabul edecekti. O yüzden bizim göstermek, konuşmak, anlatmak, işaret etmek gibi çok çeşitli yollarla tebliğden vazgeçme lüksümüz yoktur. Söylemekten vazgeçmek derken, bunu sadece söz söylemek olarak düşünmeyelim. Konuşmak, hakikati iletmenin sayısız yollarından sadece biridir.
… ..
… ..
… .. … … Demek ki başarısız olduğumuzda yılgınlığa düşmeyeceğiz. Çünkü bu başarısızlığın tek sorumlusu ben olmayabilirim. Yani ”Ben anlatamıyorum. Tebliği gerektiği gibi yapamıyorum. Başarısızım. Kaç kere anlattım yine faydası olmadı. Demek ki ben bu işten vazgeçmeliyim.” gibi bir sonuç çıkarmamak gerekir. … ..
… … Sevdiklerimize faydalı olamadığımız, gözümüzün önünde bile bile yanlışa yuvarlandıklarını görüp de engel olamadığımız zamanlarda kendimize bu kıssaları hatırlatmakta yarar var.
İnsanların kabul etme limitlerini bilemiyoruz. Peygamberimiz Hz. Ebu Bekir’i bir kere davet etti, o hemen iman etti. Ebu Süfyan’la aynı yerde doğup büyümüşlerdi, aralarında uzaktan da olsa bir akrabalık vardır. Daha sonra yakın bir akrabalık oluştu. Dillerini, âdetlerini biliyor, birbirlerini çocukluktan itibaren tanıyorlardı. Peygamberimizin ahlakına şahitti; o da Efendimizi Hz. Ebu Bekir kadar iyi tanıyordu. Fakat Ebu Süfyan, Mekke’nin fethine kadar Müslüman olmadı. Ona kaç kere tebliğ yapılmıştır? Kendisine ulaşan her uyarıyı, her mesajı düşünelim. Yüzlerce kere değil mi?
… .. Bugünlerde gençlerin dinden uzaklaşması, namaz, örtü gibi dinî pratiklere hiç başlamaması değil başladıktan sonra terk etmesi çok acıklı ve dayanılmaz geliyor ailelere…. ..
… ..
Çocuklara Adil Davranmanın Başka Bir Boyutu
Hüsn-ü Zan Sahibi Olmak
İmtihanın Şiddeti Artınca
Şikâyet ve Yakınma
… ..
… ..
“De ki: Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin!”(Furkan, 77)
Kur’an Allah’ın bize konuşmasıdır. Dua da bizim Allah’la konuşmamızdır. … ..
… ..
Peygamber Tavrı
Olanda “Her Zaman” Hayır Vardır
İrade ve Kader Meselesi
Duyguların Rehberliği Yeter mi?
… ..
… ..
… .. … … Bana göre hedef mutluluk değil anlamlı ve ilkeli yaşamaktır. Bu hedefe ulaşmak için rehberim sadece duygular olamaz. Duygularımdan yardım almalıyım. Onları yok sayamam. Çünkü bu yolda ne kadar ve nasıl bir programla ilerleyeceğimi bulabilmek için kendimi tanımalıyım. Kendimi tanıyabilmek için duygularım bana rehberlik edecek fakat bu yolda ilerleyebilmek için sadece duygularımdan yardım almam yetmez. Tarafsız bir kaynak tarafından bildirilen ve hayatın beni aşan boyutlarını önceden bana haber veren, ona göre hazırlanmama yardım eden ilkelerim olmalı.
Bunlar ister dünyaya dair ilkeler olsun. Buradan Amerika’ya giden en kısa yolun ne olduğunu bana bilim söyler. Elime geçen belli bir miktar parayla belirli ihtiyaçları olan bir evi nasıl yöneteceğimi bana bilim söyler. Ama şu şartlarda doğru davranışı nasıl göstereceğimi de bana temel ilke ve prensipleri koyan din söyler. O ilke ve prensipler çerçevesinde kendime zarar vermeden nasıl ilerleyeceğimi de psikoloji söyler. Sonuç olarak sadece duyguların bize rehberlik edebileceği konusunda şüphelerim var. … ..
… ..
… … Büyük sınavı atlatabilmemiz için ilkelerimizin çok net, belirgin ve küçük küçük sınamalardan geçmiş olması gerekir. Her gün minik minik hatalar yapıyor ve küçücük bir dereden bile geçemiyorsak, büyük bir okyanusu nasıl geçebiliriz? İlkelerin hem net hem de kuvvetli olması bize bağlıdır. Onları net bir şekilde tanımlamalıyız. İlkelerimiz hayatın günlük olayları yaşanırken küçük küçük denemelerle her seferinde test edilerek kuvvetlendirilir. Dürüstlüğü kendine ilke edinen biri çocuğuna veya yanındaki çalışana karşı dürüst değilse, büyük bir krîz anında nasıl dürüst davransın?
İnsanın duyguları -özellikle de- çok kuvvetliyse, öncelikli rehber olabileceğini düşünmüyorum. Efendimizin sünnetinde de böyledir. Hz. Yakub da öyle hareket ediyor, bütün peygamberlerin de böyle hareket ettiğini düşünüyorum. Duygularıyla hareket eden tek peygamber Hz. Yunus’tur. Kavmine kızdı ve onları terk etti. Hâlbuki prensip, hiçbir peygamberin Allah’tan emir gelmedikçe yerini terk etmemesi şeklindedir. İlke buydu. Hz. Yunus duygularıyla hareket etti, sonucu biliyorsunuz. Duygusuz olalım .demiyorum ama onların kaynağını bilelim ve bizi sadece duygularımızın yönetmesine izin vermeyelim.
Hayattaki hedefimiz mutlu olmak ve bunu da duygularımızın rehberliğinde yapmak olduğunda hedeflediğiniz mutluluğun veya bize rehberlik eden duygunun nefsani olmadığından, bencillik içermediğinden nasıl emin olabiliriz? Öyle bakarsak dinden de uzak durmamız gerekir. Çünkü din nefsimizi mutsuz eder. Çünkü d götürecek araçlarımız konusunda çok net bir yaklaşıma sahip olmamız gerekir.in sınır koyar, kişi yaşamak istediklerini gönlünce yaşayamaz. Kur’an benim nefsimi terbiye etmek için indi. Bunun nefsin hoşuna gitmemesinden daha normal ne olabilir? Esen rüzgâra göre yalpalamadan istikamet üzere ilerlemek istiyorsak hayattaki amacımız ve bu amaca götürecek araçlarımız konusunda çok net bir yaklaşma sahip olmamız gerekecek.
Hüzne Kapılmayın
… ..
… ..
Kur’anda “hüzün” kelimesi çok geçer. Bu ayetlerin çoğunda müminlerin ahirette üzüntüsüz bir hayat yaşayacakları ifade edilir.
“Artık onlar için korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.” (Bakara,262)
… ..
… .. Ve en önemlisi, Peygamber Efendimiz hüzünden Allah’a sığınmayı tavsiye eder. … .. … .. Ali Şeriati'nin Hac kitabında Hz. İsmail’in kurban edilişini anlattıktan sonra diyor ki: “Her sene kurban keserken sizin kalbinizdeki İsmail neyse ona niyet ederek kurban kesmeniz gerekir.” Yani bu sene ben kalbimdeki makam sevgisini, güzellik sevgisini, haz tutkusunu kurban ediyorum. Kalbimizde Allah’ın sevgisiyle yarışan ne ise onu kurban edeceğiz. Dolayısıyla bu duygular bize böyle örneklik eder. Cenab-ı Hakk Hz. Musa’nın öfkesini, Hz. Yunus’un sabırsızlığını açıklayarak hepimize büyük bir rehberlik eder.
Adem kıssasını son derece ibretâmiz (*İbret verici, ibret dolu) bulurum. Müslüman bir birey olarak hayatta kaç hatanız var? Benim sayısız… Hz. Adem bir tane hata yapıyor ve bu bütün kutsal kitaplarda anlatılıyor. Bütün insanlar o hatayı konuşuyor. Hz. Adem’in yerine koydunuz mu hiç kendinizi? Hz. Yunusun yerine koyun kendinizi. Herkes sizi konuşuyor. “Balığın karnına gitti de bak vs.” Binlerce, milyonlarca insan kıyamete kadar o hatayı, o davranışı konuşmaya devam edecek. Onun için peygamberlerin hem mevkii hem de sorumlulukları çok büyüktür. Allahu Teala söz konusu davranışları bilerek işlemiştir. İsteseydi onları hiç hatasız yaratabilirdi. Hz. Adem kıssasını okuduğumuzda insanın “hata” demek olduğunu anlıyoruz. Allah, Adem’i cennete yerleştirmiş. Her şeyi görüyor. Şeytanı görüyor, düşmanı olduğunu biliyor. Şeytanın “Ben bunu yoldan çıkarmaya çalışacağım. Madem beni onun yüzünden lanetledin, kıyamete kadar onun yoluna oturacağım ve onu yoldan saptırmaya uğraşacağım.” (Araf, 11-12) dediğini biliyor. Bunu bile bile aldanıyor Hz. Adem. İnsan aldanan bir varlıktır.
Ne Zaman İyi Olmalıyız?
Yusuf kıssası bize iyi bir insan olmanın çevresel koşullara bağlı olmadığını öğretir. İyiliğin başkalarının sana nasıl davrandığından bağımsız olarak senin özün ve ahlakınla ilgili olduğunu gösterir. Sadece her şey yoluna gittiğinde değil, söz gelimi, ihanete veye iftiraya uğradığımızda, terk edildiğimizde ya da tuzağa düşürüldüğümüzde de “iyi” olmayı elden bırakamayız. Değilse biz de onlardan birine dönüşürüz. Tedbirimizi alır, kötülüğü ve kötüleri öğrenir, bir daha tuzaklarına düşmemek için dikkatli davranırız ama kötülük yapmayız. Maide Suresi sekizinci ayette buyrulduğu üzere insanlara duyduğumuz kızgınlık ve öfke duygularımızın adalet ve hakkaniyet ilkesinin önüne geçmesine izin veremeyiz.
… ..
… .. Bize kendi yolculuğumuz ve oradaki sebep sonuç ilişkilerini açıkladıkları için onlara minnettarız. Ama Yusuf Kıssası adeta bu teoriye meydan okur. Bize, “Yaşadığın şartlardan bağımsız olarak iyi insan olmayı başarabilirsin. Bu mümkün.” der ve örneklendirir. Hz. Yusuf kadar olmasa da her birimizde bir iyilik potansiyeli saklıdır. Peygamberlerden biri örnek verildiği zaman “Ama o peygamber!” diyerek mazeret üretenler, peygamberlerin de beşer olduğunu ve bilhassa bu yönleriyle bir örnek olduklarını görmüyorlar mı? Yüce Allah bizden onlar gibi mucize göstermemizi veya vahiy meleğiyle irtibat kurmamızı istemiyor ki! Onların bir beşer olarak, beşerî güçleriyle gerçekleştirdikleri iyiliği gücümüz nispetinde takip etmemizi istiyor.
Şaşmaz Rehberler
… ..
.. .. … .. Cenab-ı Hakk kulundan verdiği kapasiteden daha fazlasını beklemez. Ahlak da kalbî meziyetler de öyledir. Yani nasıl ki zekâmız veya diğer kabiliyetlerimiz eşit değilse , kalplerimizin tekâmül potansiyeli de eşit değildir ve bizden beklenen bize verilen kadardır. Onu başardığımızda kendimiz kemalimize ulaşmış oluruz. … ..
… .. Çabamıza bağlı olan yükselişler dışındaki taksimata razı olma, Allah’tan razı olmanın olmazsa olmaz şartıdır.
… ..
… .. Peygamberler insan cinsinin var olabileceği en üst mertebe oldukları için bize ulaşılabilecek en üst noktayı gösteren şaşmaz rehberlerdir. Kur'an bize onların bazı küçük zellelerini anlatarak bir yandan hiçbir insanın hatasız olamayacağını gösterirken diğer yandan onların peygamber oluşunun bizim onları örnek almamıza engel teşkil etmediğini gösterir.
… ..
Rahmetten Ümitvar Olmak
Hz. Yusuf’un Yüce Ahlakı
Cehalet Toplumunun Vasıfları
Muhsinlerin Ecri Zayi Olmaz
Şükür, Sabır, Takva
Tercih Edilenlerden Olmak
Affın En Yüce Mertebesi
… ..
… ..
… .. Kişi kendisine verilen zararın tazmin edilmesini, suçluların yargılanmasını isteyebilir; isterse haklıdır da. Hukuk, insan ilişkilerinin daha altına inilemeyecek en alt tabakasıdır; ahlak ise onun en üst kademesidir. Onun da en üstünde “ihsan” mertebesi vardır. Zira insanlar da çeşit çeşit, tabaka tabakadır. Herkesin tahammülü, kapasitesi bir değildir. Böyle bir yüce gönüllülüğe herkesin gücü yetmeyebilir. “Ya hallet ya affet” ilkesi meselenin hem şer’i ve hukuki hem de ahlakî kısmını içine alır, herkese gücüne göre seçenek sunar.
Yanlış olan, yaşadığımız olayı halletmeden ve affetmeden içimize açık bir yara olarak bırakmaktadır. Bu ilişkileri tahrip eden, psikolojimizi içten içe kemiren bir hâldir. Bu adeta içimizdeki habis yaranın tedavi görmeden durması gibidir. Nasıl halledilir? Çağır, yüzleş, araya birini koy ya da mahkemeye ver. “Yapamam” diyorsan o zaman affet ve kafandan sil.” Affetmediğimiz her mesele sırtımızda yüktür. Hayat boyu sırtımızda taşırız o yükü. O insanla her görüşmemiz sıkıntı verir, her defasında yaşananlar yeniden canlanır. Görüşmemeye, karşılaşmamaya çalışırız. Affedemeyeceğimiz kadar ağır bir darbe vermişse yakın çevremizden biridir. Çünkü uzaktakiler bizi bu kadar yaralayamaz. Yakınımızdan biri ise karşılaşmamak mümkün değildir. Her seferinde bir sıkıntıdır. … ..
… ..
… .. Af, usulüne uygun yapıldığında insanı kazanmanın en etkin yoludur. Usulsüz yapılırsa bizi istismara açık hâle getirir. Öyle olma korkusundan dolayı hiç yapılmazsa da bu bizi tek başımıza bırakır.
Üçüncü Gömlek
“Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, gözleri görecek duruma gelir. Bütün ailenizi de bana getirin.” (Yusuf, 93)
Kıssada geçen üçüncü gömlek budur. Burada aroma terapiye işaret olunduğunu söyleyenler de vardır. “babasının gözlerini açan gömlekte Hz. Yusuf’un kokusu vardı, babası onu yüzüne sürdüğünde gözleri açıldı.1 diyorlar. Bizim kültürümüzde de kişinin mendilini veya bir tutam saçını sevdiğine gönderme geleneği vardır. Geçmişte başkasının şahsi eşyası veya saçı hem şifa hem de büyü aracı olarak kullanılabiliyordu. Dolayısıyla birisine şahsınıza ait bir eşyayı gönderiyorsanız aynı zamanda bu ona güven duyduğunuzu da gösterir. Mahremiyetin bu kadar değerli olduğunu ve iki kişi arasında kopmaz bir bağ oluşturduğunu günümüzde sadece filmlerde veya romanlarda görüyoruz. Çünkü artık her şey her yerde alenî olarak paylaşılıyor.
“Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, gözleri görecek duruma gelir. Bütün ailenizi de bana getirin.” (Yusuf, 93)
Kıssada geçen üçüncü gömlek budur. Burada aroma terapiye işaret olunduğunu söyleyenler de vardır. “babasının gözlerini açan gömlekte Hz. Yusuf’un kokusu vardı, babası onu yüzüne sürdüğünde gözleri açıldı.” diyorlar. Bizim kültürümüzde de kişinin mendilini veya bir tutam saçını sevdiğine gönderme geleneği vardır. Geçmişte başkasının şahsi eşyası veya saçı hem şifa hem de büyü aracı olarak kullanılabiliyordu. Dolayısıyla birisine şahsınıza ait bir eşyayı gönderiyorsanız aynı zamanda bu ona güven duyduğunuzu da gösterir. Mahremiyetin bu kadar değerli olduğunu ve iki kişi arasında kopmaz bir bağ oluşturduğunu günümüzde sadece filmlerde veya romanlarda görüyoruz. Çünkü artık her şey her yerde alenî olarak paylaşılıyor.
Kıssada Hz. Yusuf’un üç gömleği karşımıza çıkıyor. İlki kardeşlerinin getirdiği “yalancı delil”, ikincisi Züleyha’nın töhmeti karşısında kendini “temize çıkaran delil” ve son olarak da “şifa vesilesi”. Giyim kuşamımız, sahip olduğumuz eşyaların bizim için bir mahremiyeti vardır. Her biri bizden DNA taşır. Üzerinde terimiz, kokumuz vardır. Ayrıca kokunun tedavi edici özelliği olduğunu biliyoruz. Burada en çok vurgulanması gereken şey, müjdeli bir haberin yani sevinç ve mutluluğun iyileştirici gücü olmasıdır.
… ..
… ..
İsrailoğulları Mısır’da
Kafile Mısır’dan ayrılınca babaları, Eğer bana bunamış demezseniz, inanın ben Yusuf’un kokusunu alıyorum! dedi.(Yusuf 94)
…. ..
…. ..
Tövbe
BÖLÜM 4
BÜYÜK BULUŞMA
Son Sahne
… ..
Ayrıca rüyalar bize önceden sadaka vererek yahut bir iyilik yaparak o belâyı defetme imkânı tanır. Onun için kötü bir rüya gördüğümüzde yapılacak ilk iş hem sadaka vermek, arkasından tövbe istiğfara sarılmak olmalı. Çünkü başımıza gelenler çoğunlukla bizim yaptığımızı bile unuttuğumuz ya da anlamadan yaptığımız hataların sonucudur.(Şura,30) Seyyidü’l istiğfar duası olarak Efendimizden rivayet edilen duanın metninde “Yaptıklarımın şerrinden Sana sığınırım.” ifadesi de bu gerçeği vurgular. Sadaka ve tövbe istiğfarın, her ne türden olursa olsun belaları defedeceği kitap ve sünnetle sabittir.(Enfal, 33)
… ..
… ..
Hz. Yusuf’un Niyazı
… ..
… ..
… .. Bu çerçevede Outtliers kitabını tavsiye ederim Orada yazar, öne geçen bir başarının her zaman kontrolümüzde olan faktörlere bağlı
olmadığını, başarı için tarihi, sosyal ve kültürel koşullar gibi birçok faktörün bir araya gelmesi gerektiğini
örnekler üzerinden açıklar.
Bazı kişisel girişimciler, “İnsan isterse her şeyi yapabilir.” diyor. Hâlbuki insan istediği her şeyi yapamaz
çünkü bazı alanlarda yeteneği yoktur. Allah’ın verdiği meziyetlerin yanında insanın kapasitesinin sınırları vardır.
Çalışan herkes başarılı oluyor mu? Dolayısıyla yaratılıştan gelen Allah'ın seçimlerine saygı duymalı, onları kabul
etmeliyiz. Burada şu çıkmaza da değinmeliyiz: Allah hakikaten seni bir konuda sınırlandırdı mı, yoksa özgüven
eksikliğin yüzünden kendini eksik mi görüyorsun. … ..
… ..
… ..
İsrailoğulları, Hz. Yusuf döneminde seçkin bir sınıf olarak yaşadılar. Rivayetlere göre zamanın hükümdarı Hz. Yusuf’a tâbi olup devlet işlerini ona bırakmış. Önce Melik vefat etmiş, sonra da Hz. Yusuf. Daha sonra gelen yöneticiler İsrailoğullarını hor görmeye başlamışlar. Hz. Musa peygamber olarak vazifeye başlayıncaya kadar bu durum devam etmiş.
… ..
… ..
Surenin Kapanışı
… ..
… ..
Kıssalar, Peygamber Efendimizin peygamberliğinin çok önemli bir kanıtıdır. Çünkü kıssaların pek çoğu Efendimizin bilmesi asla mümkün olmayan detaylar içeriyor.
“Sen ne kadar inanmalarını istesen de insanların çoğu inanmazlar. (Yusuf, 103)
Peki, o zaman bu çabalar boşuna mı?
Çabalarımız hiçbir zaman boşuna değildir. Çünkü biz sonuçtan değil süreçten sorumluyuz. Bu çok kilit bir cümledir. Çocuk eğitimi, tebliğ vs. her konuda bu cümle geçerlidir. Bir doktor hastasına karşı elindeki tüm tedavi imkanlarını kullanmaktan sorumludur. Biz süreçten sorumluyuz. Sonuca odaklandığımızda kendimizi sürekli başarısız hissediyoruz. Hâlbuki süreci doğru yönetip olması gerekenleri yapmışsak, sonucu elde edemesek de başarılı sayılırız.
SONUÇ
… ..
… ..
… ..Hz. Yusuf’taki kapasiteyi, yeterliliği, gücü, zekâyı, ilmi gördüğü zaman diğer engellere bakmaksızın onu zindan dan alıp işin başına getirebiliyor. İş ehline verildiğinde toplum ileri gider. Öyle bir devlet ve toplum düzeni kurulmalı nki gereken hasletlere sahip birisi hiçbir engelle karşılaşmadan kuyunun dibinden devletin zirvesine kadar yükselebilmeli. Adil sistemlerde bu mümkündür. İşler ehline verilmediğinde orada her türlü fitne, fesat ve kötülük zuhur eder; toplum ifsad olur, ahlak bozulur, insanların iyiye ve iyiliğe güveni kalmaz. Ümit tükenir, bu hâl o toplumun geleceği için bir felakettir. Böyle bir toplumda çalışma ve gayret şevki azalır, hak ettiğine ulaşma ümisi kalmaz, depresif bir ruh hâli hâkim olur.
… ..
… ..
… .. Kıssadan insanın ailesiyle, kaderle, haksızlık ve zulümle, karşı cinsle, iftira ve baskıyla, makam ve mevki sahipleriyle, mallarıyla denendiğini ve kimlerin kaybedip kimlerin kazandığını öğreniyoruz. Aynı zamanda sevgi, kıskançlık, korku, bağlılık, hasret, yalan, vefa, şehvet, dürüstlük, düzenbazlık ,hikmet, liyakat, inanç, güven, tevekkül, sabır, tevazu, affedicilik ve hilm gibi çeşitli ahlakî özellikleri tek bir hikâye içinde sonuçlarıyla birlikte müşahede ediyoruz.
… ..
… .
HZ. YUSUF
Rüya
Gömlek
Yusuf
*En Güzel Kıssa & Fatma Bayram
Timaş Yayınları
1. Baskı, Haziran 2023, İstanbul
*Fıkıh (Arapça: الفقه), anlayış, anlayış tarzı veya derinliği anlamına gelen kelime, terim olarak İslami kanunların teorik ve pratik uygulama (fetva) çalışmalarına verilen ismi ifade etmektedir.
Müslümanlar Allah tarafından indirildiğine ve Kur'an ve sünnette ortaya konulduğuna inandıkları şeriatı ilmiye tarafından kendilerine iletilen sorunlara getirmeye çalıştıkları cevaplar (Fetva) ve yapılan yorum çabaları (İctihad) genişletmişler, bu amaçla kaynakları, kural ve prensipleri tespit etmeye çalışmışlardır.
Fıkıhla ilgilenen kişiye fakih denir.
… ..
*https://islamansiklopedisi.org.tr/ifk-hadisesi
*Adını, Kur’an’daki olaya ilişkin âyetlerde (en-Nûr 24/11-22) iki defa geçen (en-Nûr 24/11, 12) ifk kelimesinden alır. İfk “iftira, en kötü ve en çirkin yalan” demektir (bk. İFTİRA). İfk, Kur’an’da ayrıca iki yerde (el-Furkān 25/4; Sebe’ 34/43) sözlük anlamında geçmektedir. İftiraya yol açan ve hemen hemen bütün kaynaklarca Hz. Âişe’den aynı şekilde nakledilen hadise şöyle gelişmiştir: Resûl-i Ekrem Benî Mustaliḳ (Müreysî‘) Gazvesi’nden dönerken beraberinde götürdüğü eşi Âişe, konakladıkları bir yerde sabaha karşı tekrar hareket emri verildiğinde tabii ihtiyacını gidermek üzere ordugâhtan uzaklaşır. Geri gelirken boynundaki Yemen (Zafâr) akiği gerdanlığın düşmüş olduğunu farkeder ve kendisini bekleyecekleri düşüncesiyle dönüp aramaya koyulur; ancak karanlıkta onu bulup el yordamıyla tanelerini toplayıncaya kadar çok vakit kaybeder. Konak yerine geldiğinde diğerlerinin hareket ettiğini görür ve yokluğunu anlayınca aramaya çıkacakları inancıyla orada beklemeye başlar; bu arada uyuyakalır. Ordunun artçılarından Safvân b. Muattal es-Sülemî görevi gereği kamp yerini kontrol ederken onu bulur ve devesine bindirip hayvanı yederek orduya yetiştirir; fakat hızlı yürümekle birlikte kendisi yaya olduğu için kafileye ancak kuşluk sıcağında mola verdikleri zaman ulaşabilir.
Söz konusu gecikme başlangıçta kötüye yorumlanmamış, hatta kimsenin dikkatini bile çekmemişken, hicretten önce Hazrec kabilesinin reisi olan ve Medine’nin yönetimi kendisine verilmek üzere iken Hz. Peygamber’in gelmesiyle bundan mahrum kalan Abdullah b. Übey b. Selûl’ün başlattığı dedikoduyla birlikte iç huzursuzluklara yol açan önemli bir olay halini almıştır.
… .. Nûr sûresinin 4. âyetine göre seksener sopa vurulması ve bir daha şahitliklerinin kabul edilmemesi cezasını uyguladı. …. ..
… ..
… ..Ebû Bekir, İfk Hadisesi’nden sonra ona artık yardımda bulunmayacağına yemin etti; ancak nâzil olan Nûr sûresinin 22. âyetiyle bundan vazgeçti. Asıl iftira olayının tertipçisi Abdullah b. Übey b. Selûl’ün cezalandırılıp cezalandırılmadığı kesin biçimde bilinmemektedir. … ..
… ..
*Prof.Dr. Aynur Uraler İlahiyat Fakültesi | Marmara Üniversitesi
*1960’ta Pendik’te doğdu 1978’de Çapa Öğretmen Lisesi’nden, 1988’de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Ümmü Habibe'nin Rivayetleri” başlıklı teziyle yüksek lisans, “Sahabe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık” konulu teziyle doktora eğitimini tamamladı. 2003’te Yardımcı Doçent, 2014 yılında Doçent, 2021 yılında Profesör oldu. Halen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı öğretim üyesidir…. ..
… ..
*Ali Şerîatî (Farsça: علی شريعتی; 23 Kasım 1933, Sabzevar - 19 Haziran 1977, Southhampton), İranlı Müslüman sosyolog, düşünür ve yazar.
Özellikle din sosyolojisi ve çağdaş İslam düşüncesi üzerine eserler vermiştir. Marksist düşünceden yaptığı alıntılar ve türetmeler ve bunların kendi zamanındaki İran'a ve çevresine adapte edilmesi ve Marksizm kritiği ile birlikte çağdaş İslam düşüncesi ve devrimcilik açısından ortaya koyduğu çeşitli sonuçlar ve yarattığı ilgi sebebiyle, gerek önemli çağdaş İslam düşünürleri arasında gerekse İran'daki devrimci İslam'ın babası ve İran İslam Devrimi'nin baş düşünürü olarak anıldığı olmuştur.[2][3][4] Düşünceleri genel olarak İslam'a dönüş ya da öze dönüş başlığı altında toplanabilir.[5] Bilimsel kaynaklara dayanması, sosyoloji vurgusu yapması ve Batı metodolojisini, çeşitli açılardan eleştirmekle birlikte çeşitli açılardan yapıcı bir şekilde kullanması (ki sosyoloji gibi çeşitli bilimler ve Batı düşüncesinde ortaya çıkan çeşitli fikirlerin, örneğin bazı Marksist fikirlerin, İslam'ın özünde de daha farklı bir şekilde ortaya konduğunu da savunur) sebebiyle moderndir ve gelenekçilikten uzak olduğu gibi gelenekçi görüş ve kesimlere eleştirel yaklaşır nitekim bu sebeple eleştirildiği veya çelişki ile suçlandığı olmuştur.[6][7] Bu tarzından yola çıkarak kendisi hakkında sosyolojiyi İslamlaştırmaktan ziyade İslam'ın sosyolojik bir okumasını yaptığı da söylenmiştir.[8]
… ..
*https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=5&ayet=8
*Ey inananlar, Allah için daima doğru hükmedin, adalete tam uygun tanıklıkta bulunan ve bir kavme olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalette bulunun ki bu, takvaya daha yakındır ve çekinin Allah'tan. Şüphe yok ki Allah, ne yaparsanız hepsinden de haberdardır.
*Yaklaşık 6000 yıllık bir geçmişe sahip olan aromaterapinin ilk olarak mumya yapımında eski Mısır uygarlığı tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Aynı çağlarda, eski Çin uygarlığı tarafından da aromaterapi yağları ve bitkileri tanrıya olan şükranın bir ifadesi olarak kullanılmaktaydı. Aromaterapinin tedavi ve güzellik maksadıyla kullanımı ise ilk olarak eski Yunan medeniyetlerinde ortaya çıkmıştır. Roma İmparatorluğu devrinde aromaterapi banyo sonrası masaj teknikleriyle kullanım alanı buldu. Eski Romalılar aromaterapi yağlarını eski Arap ve Hint medeniyetlerinden getirtiyorlardı. Günümüzde kullanıldığı şekliyle modern aromaterapinin babası en:Dr.René-Maurice Gattefossé’dur.
Esasen bir koruyucu hekimlik sistemi olan Aromaterapi’nin kullanım alanı günümüzde kaybolmaya yüz tutmuş olmakla birlikte bitkisel yağların geniş iyileştirici etkileri halen bilinmekte ve kabul edilmektedir.
Bitkilerin -kabuk, yaprak, çiçek, meyve, tohum, sap, kök gibi- farklı yerlerinden çeşitli yöntemlerle elde edilen güzel kokulu yağlar uçucu özellik taşırlar. Bu şekilde atmosferde de buharlaşmış olarak mevcutlardır. Yağlar, pek çok bitkiye verdikleri koku ile karakter katan, kimyasal oluşumlardır.
Bitkisel yağlar bitkilerin özlerini oluşturmakla birlikte, adlarında belirtilenin aksine her zaman yağ içermek durumunda değillerdir. Bitkilerdeki yağların canlı hayatındaki yerleri çok iyi anlaşılmış olmamakla birlikte, hayvan hayatı açısından çekici/itici olarak önemli oldukları, kısmen bitkinin kendi bağışıklık sistemini oluşturduklar bilinmektedir.
Bitkisel yağlar yanıcı olup, alkol ve sabun içinde erir ancak su içinde ancak %20′ye kadar eriyebilirler.
Aromatik kokuların yüzyıllardır doğal/bitkisel tedavi alanında kullanılmakta olması dolayısıyla, aromaterapinin bitki/şifalı ot uygulamalarının bir branşı olduğu düşünülebilir. Ancak şifalı ot ile tedaviyi aromaterapiden ayıran temel farklılıklar vardır. Aromaterapi kapsamında kullanılan yağlar, şifalı bitki tedavisinde kullanılan bitkilerden kat kat fazla kuvvetlidirler (Yaklaşık olarak 1 ton gül yaprağından ancak 250 gr. Gül yağı çıkartılabilmektedir) ancak buna rağmen pek çok aktif maddeyi de içermezler. Bu nedenle, aromaterapide kullanılan bitkisel yağın, aynı bitkinin şifalı ot tedavisinde kullanılanına göre farklı özellikler taşıması normaldir. Aromaterapide kullanılan yağlar, aynı bitkinin kurusundan 75-100 kat daha fazla kuvvetlidir.
Aromaterapinin başlıca dayanağı gül, yasemin ve lavanta bitkilerinden elde edilen yağlardan oluşmaktadır.
Argümanlar ve etkinlik:
Uygulama şekilleri:
Aromaterapi ve Uygulamasına Yönelik Güvenlik Esasları:
Aromaterapi ve Psikolojik Etkileri:
Bitkisel Yağların Psikolojik Etkileri:
ELEKOTU :
ANASON : Canlılık hissi verir.
FESLEĞEN : Güçlendirici, uyarıcı … ..
DEFNE :
ASİLBENT :
BERGAMOT :
HUŞ : Uyarıcı bir yağ olan huş dinçlik verir ve ruhu canlandırır.
KAJUPUT : Zihinsel ve duygusal durgunluğa faydalı bir yağdır.
KAFUR :
KARAMAN KİMYONU : Duygulara sıcaklık veren bir yağdır.
HAVUÇ TOHUMU : Fiziksel etkisi gibi, havuç zihin için de berraklaştırıcıdır.
SEDİR : Gerilimleri yatıştırır. Genellikle meditasyon aracı olarak kullanılır.
PAPATYA : Fiziksel ve ruhsal bir rahatlatıcı olan papatya, depresyon, korku, histeri ve gerilimi yatıştırır.
TARÇIN : Zindeleştiren bir yağ olan tarçın, yorgunluk ve güçsüzlük durumlarında faydalıdır.
en:CITRONELLA : Ruhu canlandıran bir yağ olan citronella, depresyonda olanlar için faydalıdır. … ..
en:CLARY TOHUMU : Zihin ve düşünce ile ilgili birçok rahatsızlıkta kullanılır. …
KİŞNİŞ : Zihni uyarıcı bir yağ olan kişniş, duyguları canlandırır ve ruhu tazeler. Hafızaya yardımcıdır.
KİMYON : Kimyon yağı zihinsel işlemleri uyarıcı, güçlü bir düzenleyicidir.
SELVİ : Rahatlatıcı bir yağ olan selvi, depresyonun hem acı hem de öfke, tedirginlik, aşırı konuşma şeklinde ortaya çıkan diğer yönünü iyileştirir.
DEREOTU : Dereotu, kriz anlarında veya şok sonrasında olduğu gibi kişinin olaylara yenik düştüğü durumlarda kullanılır.
OKALİPTÜS : Kişiye konsantrasyon ve zihin açıklığı sağlar. Enerjilerin dengesiz olduğu durumlarda kullanılır.
REZENE : Sıkıntılı zamanlarda güç ve cesaret verir. Stresli zamanlarda tepki olarak yeme sonucu oluşan oburluk ve alkolizm için kullanılır.
en:FRANKINCENSE : Zihinsel ve duygusal etkileri için çok eski zamanlardan beri kullanılan Frankincense, karışıklık içindeki zihne tutarlılık ve düzen sağlar. en:GALBANUM : Devamlı değişen modları olan insanların özlerine dönmelerini sağlar.
SARDUNYA : Sardunya, manik depressif eğilimli kişilerde, zihni yeniden dengeler ve içe/ dışa dönüklüğün aşırı uçlarını törpüler,endişe ve depresyonu yatıştırır.
GREYFURT : Kafa karışıklığı, kıskançlık ve hayalkırıklığı gibi olumsuz düşünce durumlarında ilaç olarak kullanılır. Greyfurt, bu durumları yok eder ve canlandırıcı karakteri ile kararsızlık, sürüncemede bırakma ve geçmiş için kaygılanma durumlarında fayda sağlar. Manik ve depressif arasında gidip gelen durumlarda yardımcıdır.
en:GUIACWOOD : Meditasyon için de kullanılan Guiacwood rahatlık ve ruhaniliğe teslim olma duygusu verir.
ÇÖRDÜKOTU : Nüfuz eden bir yağ olan çördükotu, bulanık zihne berraklık getirir. Gömülmüş duyguları odaklayarak duygusal acıyı azaltır.
en:IMMORTELLE : Şok, korku ve fobilerde faydalıdır.
YASEMİN : Yatıştırıcı ve canlandırıcı bir yağ olan yasemin, kendini uzak ve kopuk hisseden kişileri dünyanın daha gerçekçi bir görüntüsüne yakınlaştırır.
ARDIÇ : Bedene olan etkisi gibi, ardıç zihin için de uyarıcı, berraklaştırıcı ve destekleyicidir.
LAVANTA : Lavanta düzenleyici bir ilaçtır.
LİMON : Yanan bir kalbi ve zihni yatıştırır, tazeler. Düşüncelere berraklık sağlar.
en:LEMONGRASS : Enerji verici bir yağ olan lemongrass ruhu canlandırır, zihne ve duygulara hareket verir ve zihni daha güçlü konsantrasyonlara yöneltir.
MERCANKÖŞK : Derin ruhsal travmaların seçimidir. Acının yalnızlığında kaybolanları rahatlatır, endişe,hiperaktivite, gerilim ve histeri durumlarında zihni yatıştırır ve uykusuzluk vakalarında iyileştirici bir uyku alınmasına yardımcı olur.
MELISSA : Yatıştırıcı ve canlandırıcı bir yağ olan Melissa, duygusal blokların kişinin acı çekmesinde etken olduğu durumlarda faydalı bir ilaçtır.
MÜRRÜSAFİ : Güçlendirici ve yatıştırıcı olan Mürrüsafi duyguların kızışarak kişiyi güçsüzlük, kayıtsızlık ve dürtü eksikliğine sürüklediği durumlarda kullanılır.
en:NIAOULI : Niaouli zihni uyarır, duyguları yeniden canlandırır ve konsantrasyonu sağlar.
PORTAKAL : Enerjisi durgunlaşmış kişiler için yararlıdır. Kasvetli düşüncelerden ve can sıkıntısından arındırır, Olumlu bir bakış açısı sağlar ve enerji verir.
KEKLİKOTU : Psikosomatik rahatsızlıkların tedavisinde faydalı olduğu düşünülmektedir.
en:PALMAROSA : Kişiye canlandırıcı bir tazelik verir. Yatıştırır ve düşüncelere berraklık verir.
MAYDANOZ : Maydanoz, idrar akışını arttırıcı etkisi yanı sıra, aşırı yüklü zihinleri temizleme özelliği mevcuttur.
en:PATCHOULI : Dengeleyici bir yağ olan patchouli, nesnellik sağlar, espritüelliği arttırır, kararsızlık durumundaki zihne berraklık verir ve zihni karışık olanların akıllarını başına toplamasını sağlar.
NANE : Etkileyici ve uyarıcı bir yağ olan nane, zihni yabancı konulardan arındırır, öfkeden uzaklaştırır, zihinsel yorgunluk ve depresyon durumlarında enerji ve dinçlik verir.
en:PETIGRAIN : Yatıştırıcı ve rahatlatıcı bir yağ olan Petigrain, bazı etkileri ile Neroliye benzer. Panik ve öfkeyi yatıştırır, depresyonda olanlara cesaret verir, zihni canlandırır, duygusal karışıklığı azaltır.
KIRMIZI BİBER : Çoğu baharat yağı gibi, kişinin kendini keyifsiz hissettiği durumlarda faydalıdır.
ÇAM : Yorgun zihni güçlendirir ve canlandırır.
GÜL : Özelliklere kadınlara faydalı olan güçlü bir ilaçtır. Geçmişte kaybolmuş, duygularına aşırı bağlı, kendilerinin çok farkında olanlar ya da aşırı derecede ben-merkezli olan kişiler için faydalıdır.
BİBERİYE : Zihin ve duygulara berraklık verir, entelektüel yetileri biler ve birikmiş çöpleri temizler.
en:ROSEWOOD : Sinir sistemi üzerinde dengeleyici bir etkisi vardır. Bitkin,keyifsiz ve problemlerine fazlası ile boğulmuş olanları canlandırır.
SANDAL : Sandal, birçok olumsuz duygusal durumla başa çıkabilir.
MİNEÇİÇEĞİ : Depresyon için kullanılabilen mineçiçeği, rahatlatıcı ve canlandırıcıdır.
en:VETIVERT : Ruhun hem derin hem de yüzeysel düzeylerine etkileri olan vetivert, zihne denge hissi verir.
en:YLANG YLANG : Ylan ylang suçluluk, düşmanlık, sabırsızlık, kıskançlık, inatçılık, ağzı sıkılık, şüphecilik ve öfke gibi elastik olmayan aktif olumsuz duyguları yatıştırır.
*İsrailoğulları (İbranice: בני ישראל, romanize: Bnei Yisra'ael), İshak'ın oğlu İsrail'in 12 oğlunun yarattığı, kabile ve monarşik olarak bir dönem Kenan'ın bir bölümünde hâkimiyet kurmuş bir İbrani konfederasyonuydu.[1][2][3][4][5] Arkeolojik delillere göre İsrailoğulları, antik Transürdün ve Filistin'in yerlileri olan Kenanlılardan farklı bir topluluktu.[6] Sümer kökenli İbranilerin, Sümerin dağılışından sonra kabileler halinde Verimli Hilal'e dağıldığı, önce Haran'a (günümüzde Harran, Şanlıurfa) sonra ise Güney Kenan'a (günümüzde İsrail ve Filistin) göç ettiği ve bölgeyi zorla ele geçirmediği (savaşarak değil) arkeolojik açıdan doğrulanmıştır.[7][8]
İsrailoğulları, modern Yahudilerin ve Sâmirîlerin hâlâ izini sürdükleri etnik kökenleridir.[9][10][11][12][13] Özellikle günümüz Yahudileri, İsrailoğlu Yehuda'nın soyundan ilerlemişlerdir.[14][15][16] Kayıp On Kabile'den olmayan Leviyiler de Yehuda'nın Krallığına sığınmışlardır ve sayılarının az olmasından ötürü zamanla kendilerini Yahudī olarak nitelendirmişlerdir.
Çocuklar:
Tanah'a göre İsraillilerin hikâyesi, bütün bir günün yarısı boyunca Tanrı'nın meleğiyle güreştiği gizemli bir olayın ardından İsrail (Y'israel) ismini alan, İbrahim'in torunu ata Yakup'a dayanır. Yakup'un on iki oğlu (doğum sırasına göre): Reuben, Şimon, Levi, Yehuda, Dan, Naftali, Gad, Aşer, İssakar, Zevulun, Yusuf, Bünyamin.[21]
Çocukların annelerine göre dağılımı:
Leah: Reuben, Şimon, Levi, Yehuda, İssakar, Zevulun
Rahel: Yusuf, Bünyamin
Bilhah: Dan, Naftali
Zilpah: Gad, Aşer
Yakup, Yakup'un oğulları ve çevrelerindeki diğer İbraniler, Kenan'daki toprak bereketsizliğinden ötürü oluşan kıtlık sebebiyle, küçük yaşlardan beri Yusuf'un bulunduğu yere, Mısır'a yerleşmek zorunda kaldılar. Geldiklerinde sayıları yaklaşık 70 olan İbranilerin, dört jenerasyon sonra toplam sayıları 600,000'e dayanmıştı. Bu artışın hızından endişe duymuş Mısır Firavunu, önce İbranileri köleleştirir ve sonra tüm erkek İbrani çocuklarının öldürülmesini emreder. Levi'nin üçüncü kuşak soyundan gelen bir kadın (Yohebed) yeni doğmuş oğlunun öldüreleceğini bildiğinden onu sağlam bir dokuma sepete koyar ve Nil Nehri'nin aşağısına gönderir. Onu bulan Mısırlılar ona Moşeh veya Moşe ismini verdiler. İbraniler köle statüsünde olduğundan dolayı İbrani bir bakıcı bakılır; annesi Yohebed gönüllü olur ve Moşe ile annesi yeniden bir araya gelir.
*Musa (İbranice: מֹשֶׁה, ISO 259-3: Mošeh, Modern: Mōş´eh),[not 1] Hristiyanlık, İslam ve Bahâîlik gibi İbrahimî dinlerde önemli bir peygamber, Yahudilikte ise en büyük peygamber[2][3] kabul edilen İbrani din büyüğüdür. İsrail'in on iki oğlundan biri olan Levi'nin soyundan geldiğine inanılır. Tanah'taki anlatımlara göre İsrailoğulları'nın önderi ve kanun koyucusu olan Musa, Tanah'ın ilk beş kitabının birleşimi olan Tevrat'ın gökten indiricisi olarak atfedilir.[4]
Rabbânî Yahudilik Musa'nın MÖ 1391–1271 aralığında yaşadığını, tarihçi Hieronymus MÖ 1592, James Ussher ise MÖ 1571 aralığında yaşadığını iddia etmektedir.[5][not 2] Bilim dünyasının ortak fikir birliği Musa benzeri bir figürün yaşamış olma olasılığı göz önünde bulundururken, daha çok efsanevi bir figür olduğu yönündedir.[6][7][8][9][10] Çıkış Kitabı'na göre Musa, halkının, yani köleleştirilmiş bir azınlık halk olan İsrailoğullarının nüfuslarının arttığı ve bu nedenle Firavun'un, İsrailoğlullarının Mısır'ın düşmanları ile iş birliği kuracağı endişesini duyduğu bir dönemde doğdu.[11] Firavun, İsrailoğullarının nüfusunu azaltmak için tüm yeni doğan İbrani erkek çocuklarının öldürülmesini emrettiğinde, Musa'nın annesi Yohebed onu gizlice sakladı.
Firavun'un kızı Bithia [en]'nın, Nil Nehri'nin yakınlarında bulunurken bebek olan Musa'yı bulması ve onu büyütmek istemesiyle Musa, firavun kraliyet ailesiyle birlikte büyüdü. Bir gün Musa, Mısırlı bir köle efendisinin bir İbrani'yi dövdüğünü gördü ve kimse olmadığını anlayınca yetkilerini kullanarak köle efendisini öldürtüp kuma gizletti. Ertesi gün iki İbrani'nin kavga ettiğini gördü ve haksız olana, "Niçin kardeşini dövüyorsun?" diye sordu. İbrani, "Kim seni başımıza yönetici ve yargıç atadı? Mısırlıyı öldürttüğün gibi beni de mi öldürtmek istiyorsun?" dedi. Musa korkuya kapılarak, "Bu iş ortaya çıkmış!" diye düşündü ve orada uzaklaşarak Medyen'a gitti.[12] Orada, 'ında, yanan bir çalının ardında görünen ile karşılaştı ve onunla konuştu.[13]
YHVH, İsrailoğulları ve Firavun arasında barış yapmak için Musa'yı Mısır'a geri gönderdi. Lisanı daha düzgün olduğunu ve kendisini doğrulamasını sağlaması için[14] Musa'nın ağabeyi Harun'un da Musa'ya eşlik etmesini emretti.[15] On Bela'dan sonra Musa halkını, İsrailoğullarının Mısır'dan Çıktıkları yerin ötesine götürdü. Ardından Musa'nın On Emir'i aldığı Sina Dağı'na yerleştiler. Yaklaşık kırk yıl bu topraklarda yaşadıktan sonra Musa, Nibu Dağı'nda, Vadedilmiş Topraklar üzerinde öldü.
Adının etimolojisi:
Musa'nın Bulunuşu (1904),... ..
Tarihsellik:
İbrahimî dinlerde Musa:
Ayrıca bakınız: İbrahimî dinler
Yahudilikte Musa:
Ana madde: Yahudilikte Musa
Hristiyanlıkta Musa:
İslam'da Musa:
İslam'da Mūsā Alėyhîssalam (موسى عليه السلام) şeklinde anılır, peygamber olarak kabul edilir. Musa Kur'an'da, Muhammed dahil diğer tüm İslami peygamberlerden daha çok kendisinden bahsedilen kişidir.[53][54][55][56][57]
Kur'an'da Mūsā, tıpkı Muhammed gibi hem nebî hem de resûl olarak tanımlanır; ikinci tanımlama Mūsā'nın, kavmine ayetler ve kanunlar getiren peygamberlerden biri olduğuna işaret eder.[58][59] Hadislerden biri veya Muhammed'in yaşamıyla ilgili geleneksel anlatılar—Müslümanların 5 vakitlik ibadetleri ile sonuçlanan—Mūsā ile Muhammed arasında, cennette gerçekleşen bir karşılaşmayı anlatır.[60] Huston Smith bu buluşmanın, "Muhammed'in hayatındaki en önemli olaylardan biri" olduğunu söylüyor.[61]
Kur'an'da Mūsā'dan isimli veya isimsiz atıflarla 502 kere bahsedilir; bahsi geçen ayetler arasında 2:49–61, 7:103–60, 10:75–93, 17:101–04, 20:9–97, 26:10–66, 27:7–14, 28:3–46, 40:23–30, 43:46–55, 44:17–31, 79:15–25 ve diğerleri bulunur. Kutsal Kitap'ta anlatılan Mūsā'nın yaşamındaki kilit olayların çoğu ve Kutsal Kitap'ta bulunmayan Hızır'la karşılaşma hikâyesi Kur'an'ın farklı Surelerine dağılmış olarak bulunur.[62]
Mūsā'nın Kur'an'daki hikâyelerinde, bebekken bir tekneye konulup Nil'in sularına saklaması ve böylece onun tamamen Allah'ın korumasına terk etmesi, annesine Allah tarafından emredilir.[62][63] Ancak Kur'an'a göre, Tanah ve Kutsal Kitap'takinin aksine Mūsā'yı Nil'in sularında yüzerken Firavun'un kızı değil karısı (Rivayetlere göre adı Asiya [en] idi) bulur. Asiye Firavun'u Mūsā'yı oğulları olarak sahiplenmeye ikna eder.[64][65][66]
Kur'an'daki başlıca Mūsā anlatıları; Firavun'a, Allah'ın varlığını ve ilahi mesajlarını kabul ettirmeye çalışmasını,[67] ve İsrailoğullarının kurtuluşuna giden yolda liderlik misyonu yapmasını vurgulamaktadır.[62][68] Allah Mūsā ve kardeşi Haruna İsrailoğullarını Mısır'dan çıkartmalarını emreder. Çıkış sonrası Sina dağına ulaşırlar ve Mūsā, Onları Kenan'a girmeye teşvik eder, ancak İsrailliler Kenanlılarla savaşacakları ve bir ihtimal yenilgi yaşayacakları korkusuyla Kenan'a girmek istemezler. Bunun sonrasında İsrailliler için çölde 40 yıllık göçebe yaşamı başlar.[69]
Bazı İslami geleneklerin iddialarına göre M´ūsā, Eriha'daki Makam El-Nabi M´ūsā'ya gömülmüştür.[70
Suhuf:
Ayrıca bakınız: Suhuf
Kur'an'da iki kez Suhuf'i Musa (Musa'nın sayfaları, صحف موسى) ibaresi geçer.[71][72]
Müslümanlar bu sahifelerin Musa'ya vahyolunduğuna, ancak zaman içerisinde bunların kaybolduğuna veya bozulduğuna inanırlar. Bu ibare(Suhuf-i Musa)'nin neye karşılık geldiği (Musa'nın taş tableti, parşömenler veya Musa'nın beş kitabı) tamamen spekülatif bir yaklaşımdır.
Birçok bilgin "Musa'nın Kitapları"nın (parşömenler) Tevrat'a mı yoksa Musa'nın diğer kutsal yazılarına mı atıfta bulunduğu konusunda spekülasyonlar yapmıştır. Kur'an yorumcusu Abdullah Yusuf Ali bunun İsraillilerin kayıp bir kitabına olası bir referans olabileceğinden bahsederek, Sayılar 21:14'te atıfta bulunulan apokrif bir kitap olan "The Wars of the Lord" (Efendinin Savaşları) kitabını önerir.[73]
Bununla birlikte, Yahudilerin genellikle Tevrat'a Musa'nın Beş Kitabı olarak atıfta bulundukları iyi bilinmektedir. En önemlisi Tesniye, beşinci kitap, birçok yönden farklıdır ve Tevrat'ın bir incelemesi 'Mishneh Tora' olarak anılır. Dini yazıcıların her kitap arasında dört boş satır bırakmasını gerektiren eski bir kılavuz da var. Bu gelenek (Babil Talmud'unda kayıtlıdır, bava batra sf. 13), Muhammed'den yüzlerce yıl önceye dayanmaktadır. Bu nedenle, Kur'an'ın, bilindiği gibi Musa'nın beş tomarına atıfta bulunduğunu varsaymak akla yatkındır.
Mormonizm'de Musa:
İsa Mesih'in Son Zaman Azizler Kilisesi üyeleri (halk dilinde Mormonlar olarak adlandırılırlar) genellikle Moşe'ye diğer Hristiyanların bakış açısı gibi bakarlar. Bununla birlikte Mormonlar, Hristiyan Kutsal Kitabı'ndaki Moşe anlatımını kabul etmenin yanı sıra, Kutsal Yazılar'ın bir parçası olarak Musa'nın Kitabı [en]'ndan seçmeleri de kabul ederler.[74] Bu kitabın, Moşe'ye tercüme edilmiş yazıları olduğuna inanılıyor ve Büyük Bedelin İncisi [en]'nde yer alıyor.[75]
Son Zaman Azizleri, Moşe'nin ölümünü görmeden cennete götürüldüğüne inanma konusunda da benzersizdir. Ayrıca Joseph Smith ve Oliver Cowdery 3 Nisan 1836'da, Moşe'nin kendilerine yüceltilmiş, ölümsüz ve fiziksel bir biçimde, Kirtland Tapınağında [en] (Kirtland, Ohio'da) göründüğünü ve onlara, "dünyanın dört bir yanından İsrail'in toplanmasının anahtarlarını ve kuzey ülkesinden kayıp on kabilenin önderliğini" verdiğini iddia ettiler.[76]
Politika ve hukuktaki mirası:
.
*MÛSÂ - TDV İslâm Ansiklopedisi
*Hem Yahudilik ve Hıristiyanlığa hem de İslâm’a göre büyük bir peygamber ve İsrâiloğulları’nı Firavun’un zulmünden kurtarıp hürriyete kavuşturan bir liderdir. Hakkında Ahd-i Atîk’in Tevrat dışındaki bölümleriyle Ahd-i Cedîd’de kısmen bilgi bulunmakla birlikte onunla ilgili yegâne kaynak Tevrat ile Kur’ân-ı Kerîm’dir. Tevrat’ın hemen hemen tamamı Hz. Mûsâ’nın ve önderliğini yaptığı İsrâiloğulları’nın tarihinden ibarettir. Yaşadığı döneme ait diğer kaynaklarda kendisinden bahsedilmemekte, Kitâb-ı Mukaddes’te onun dışında bu adı taşıyan başka bir kimse bulunmamaktadır. Tevrat Mûsâ’yı peygamberlerin en büyüğü olarak takdim eder (Tesniye, 34/10). Bu husus, Maimonides’in tesbit ettiği yahudi âmentüsünde bir iman esası olarak yer almıştır. Hz. Mûsâ, Tevrat’a göre sadece ona ait bir nitelik olmak üzere Tanrı ile yüz yüze söyleşen, Tanrı’nın Sînâ’daki vahyine aracı olarak seçtiği, esaret altındaki halkı kâhinler melekûtu ve mukaddes millet haline getiren, eşsiz ve benzersiz bir kişidir (Çıkış, 19/5-6, 33/11; Sayılar, 12/6-8). Mûsâ, Kur’ân-ı Kerîm’de de adı en çok geçen peygamberdir.
Yahudilik’te. Tevrat’a göre Mûsâ, Levi kabilesinden Amram ve Yokebed’in oğludur, Mısır’da doğmuştur. … ..
… ..
İslâm’da. Hz. Mûsâ, Kur’ân-ı Kerîm’in otuz dört sûresinde 136 yerde zikredilmektedir ve Kur’an ile sahih hadislerde geçmiş peygamberler arasında kendisinden en çok söz edilen peygamberdir. Kur’an’da Hz. Mûsâ’nın nesebinden bahsedilmemekte, diğer İslâmî kaynaklarda nesebi … ..
… ..
… ..
İslâmî kaynaklara göre Amram yetmiş yaşında iken Mûsâ gelmiştir (Sa‘lebî, s. 127). Bu sırada iş başında Velîd b. Mus‘ab b. Muâviye b. Ebû Nümeyr adlı firavun vardı. Bu zat, rüyasında Beytülmakdis’ten çıkan bir ateşin Mısır’a sıçradığını ve Mısır’ın evlerini yaktığını, bütün Kıptîler’i yok ettiğini, ancak İsrâiloğulları’na zarar vermediğini görmüştür. Rüyanın yorumunu yapanlar İsrâiloğulları içinden doğacak bir çocuğun elinden saltanatını alacağını, düzenini bozacağını ve dinini değiştireceğini söyleyince Firavun, İsrâiloğulları’ndan doğan her erkek çocuğun öldürülmesini emretmiş, daha sonra da bir yıl öldürülmelerini, bir yıl sağ bırakılmasını istemiş ve böyle bir yasak yılda Hz. Mûsâ doğmuştur (Taberî, I, 386; Mes‘ûdî, I, 48; Sa‘lebî, s. 128; İbn Kesîr, I, 238).
Mûsâ dünyaya geldiğinde annesine çocuğunu emzirmesi, endişelendiği takdirde onu bir sandığa koyarak nehre bırakması ve kaygılanmaması bildirilerek; oğlunun kendisine geri getirileceği ve ileride peygamber olacağı müjdelenir. Annesi onu daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca söyleneni yapar ve çocuğu bir sandık içinde nehre bırakır, Mûsâ’nın ablasına da kardeşinin âkıbetini uzaktan gözlemesini söyler. Firavun’un ailesi onu nehirde bulup alır; Firavun’un karısı öldürülmemesini, evlât edinilmesini ister. Mûsâ, Mısırlı hiçbir sütanneyi kabul etmeyince ablası ona bir sütanne bulmayı teklif eder, böylece Mûsâ tekrar annesine kavuşturulmuş olur (Tâhâ 20/38-40; el-Kasas 28/7-13).
Nehre bırakılan Mûsâ câriyeler tarafından bulunup Firavun’un hanımı Âsiye’ye getirilmiş, o da hem kendisi hem Firavun için sevinç vesilesi olabileceğini söyleyerek çocuğun öldürülmemesini istemiş, Firavun hanımının hatırı için çocuğun hayatını bağışlamıştır (Sa‘lebî, s. 128-130). Bir rivayete göre Mûsâ kendisini kucağına alan Firavun’un sakalını yolmuş, diğer bir rivayete göre ise elindeki sopayla Firavun’un başına vurmuştur. Buna öfkelenen Firavun, Mûsâ’nın öldürülmesini emretmiş, fakat Âsiye onun daha çocuk olduğunu ve ne yaptığını bilmediğini söylemiştir. Bunu ispatlamak için de bir tarafa ateş, bir tarafa mücevher koymuş, Mûsâ mücevhere uzanınca Cebrâil elini ateşe yöneltmiş, ateşi alan Mûsâ onu ağzına götürmüş ve bu yüzden dilinde tutukluk oluşmuştur (a.g.e., s. 131). Mûsâ ilâhî nezaret altında yetiştirilmiş, gençlik çağına gelip olgunlaşınca kendisine hikmet ve ilim verilmiştir (Tâhâ 20/39; el-Kasas 28/14).
Hz. Mûsâ’nın kaza ile bir Mısırlı’yı öldürmesi olayı Kur’ân-ı Kerîm’de ve diğer İslâmî kaynaklarda da geçer. Bir Mısırlı ile kavga eden İbrânî’ye yardım ederken Mısırlı’nın ölümüne sebep olur. Pişman olarak affedilmesini diler ve Allah da onu affeder. Bir gün sonra başka bir Mısırlı ile kavga eden İbrânî’nin tekrar kendisinden yardım istemesi üzerine Mûsâ ona haksız olduğunu söyleyince bu defa Mûsâ’nın bir adam öldürdüğünü ifşa eder. Mısır’ın ileri gelenleri Mûsâ’yı öldürmek için plan yapar. Bunu haber alan Mûsâ oradan kaçar ve Medyen’e gider. Medyen suyunda iki kıza hayvanlarını sulamada yardımcı olur. Kızların babası Hz. Mûsâ’yı çağırıp başından geçenleri dinler, ona emniyette olduğunu ve sekiz yıl çalışması karşılığında kızlarından biriyle evlenebileceğini söyler. Mûsâ bu teklifi kabul eder ve orada kalır (Tâhâ 20/40; el-Kasas 28/15-28). İslâmî kaynaklara göre hakkında ölüm kararı çıkınca nereye gideceğini bilemeyen Mûsâ’ya bir melek yol göstermiş ve onu Medyen’e götürmüştür. Mısır’dan sekiz günlük mesafedeki Medyen’e varan Mûsâ peygamber Şuayb’ın kızlarından Safura ile evlenmiş ve Medyen’de on yıl kalmıştır (a.g.e., s. 132-134).
Hz. Mûsâ, süresini tamamlayınca ailesiyle birlikte Medyen’den ayrılır. Tûr civarına geldiğinde dağda ateş görür. Yolu soracak birini bulmak veya bir ateş parçası almak için yaklaştığında vadinin sağ yamacından gelen bir sesle kendisine ayakkabılarını çıkarması emredilir ve peygamber olarak seçildiği bildirilir; asâ ve beyaz el (yed-i beyzâ) mûcizeleri verilir. Bu iki mûcize, Firavun ve adamlarına karşı Mûsâ’nın haklı ve yetkili olduğunu göstermek üzere Allah tarafından verilmiş iki delildir (Tâhâ 20/17-23; en-Neml 27/10-12; el-Kasas 28/31-32). İslâmî kaynaklara göre Mûsâ, Medyen’deki süresini tamamlayınca hanımını ve sürüsünü alarak yola koyulur. Soğuk bir kış akşamında Tûr’a varır. Dağda ateş görür, yaklaştığında kendisine seslenilir ve Firavun’a gitmesi istenir. Mûsâ’nın burada bir oğlu olur. Hanımı oğluyla birlikte Şuayb’ın yanına döner (a.g.e., s. 136-139); Mûsâ da Hârûn ile beraber İsrâiloğulları’nı kurtarmak üzere Firavun’a gitmekle görevlendirilir (el-A‘râf 7/103; Yûnus 10/75; Tâhâ 20/25-35, 42-46; el-Furkān 25/36; eş-Şuarâ 26/10-15; el-Kasas 28/32-35; el-Mü’min 40/23-24; ez-Zuhruf 43/46; en-Nâziât 79/16-17).
Mûsâ, Hârûn ile birlikte Mısır’a dönerek Firavun’a Allah’ın elçileri olduklarını bildirip ondan İsrâiloğulları’nı kendileriyle beraber göndermesini isteyince Firavun şöyle der: “Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yılını aramızda geçirmedin mi? Sonunda o yaptığın işi de (adam öldürmeyi) yaptın! Sen nankörün birisin!” Hz. Mûsâ o işi bilmeden yaptığını, korkunca da kaçtığını söyler. Firavun, inkâr ettiği gibi Mûsâ’nın tanrısına çıkmak için Hâmân’dan bir kule yapmasını ister, ayrıca kendisini tanrı kabul etmezse onu hapsedeceğini Mûsâ’ya bildirir. Mûsâ Firavun’a, Allah’ın elçisi olduğunu söyler ve inanması için ona asâ ve beyaz el mûcizelerini gösterir. Bunun üzerine Firavun Mısır’ın önde gelen sihirbazlarını toplar. Sonunda Mûsâ’nın asâsı sihirbazların oyuncaklarını yutar. Sihirbazlar Mûsâ’ya iman edince Firavun tarafından cezalandırılırlar (el-A‘râf 7/104-126; Yûnus 10/83; Tâhâ 20/47-76; eş-Şuarâ 26/16-51; el-Kasas 28/36-37; ed-Duhân 44/17-21). Firavun küfründe ısrar eder, İsrâiloğulları’na baskı ve zulüm daha da artar (el-Bakara 2/49; İbrâhîm 14/6; el-A‘râf 7/127; el-Mü’min 40/23-25; ez-Zuhruf 43/51-54). Bunun üzerine Mûsâ dokuz mûcize gösterir. Bunlar asâ, beyaz el, tûfan, çekirge, haşere, kurbağa, kan, karanlık, Kızıldeniz’in yarılması olarak gösterildiği gibi asâ, beyaz el, denizin yarılması, kayadan su fışkırması, bulut, levhalar, Cenâb-ı Hak ile konuşma, bulutun gölge yapması ve Mûsâ’nın yetmiş kişiyi seçmesi olarak da gösterilir (Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, “Mûsâ” md.). Firavun ve Mısır halkına bu musibetlerden her biri geldiğinde onlar Mûsâ’ya İsrâiloğulları’nı salıvereceklerini söyler, fakat azap kalktığında sözlerinden dönerler (el-A‘râf 7/130-135; el-İsrâ 17/101).
Bir gece vakti Mûsâ’ya yola çıkması emredilir, Firavun ve adamları da onların peşine düşer. Mûsâ asâsı ile denize vurur ve deniz yarılır. İsrâiloğulları denizi geçer, ancak Firavun ile askerleri boğulur (el-Bakara 2/50; el-A‘râf 7/136; el-Enfâl 8/54; Yûnus 10/90, 92; el-İsrâ 17/103; Tâhâ 20/77-78; eş-Şuarâ 26/52, 53, 60-66; el-Kasas 28/40; ed-Duhân 44/23; ez-Zâriyât 51/40). İsrâiloğulları denizi geçtikten sonra Mûsâ’nın önderliğinde Tûr’a gelirler. Otuz ve on gecelik bir süreyle dağa çağrılan Mûsâ yerine Hârûn’u bırakarak dağa çıkar. Rabbini görmek istediğini söyleyince dağa bakması emredilir, dağ paramparça olur. Daha sonra Hz. Mûsâ’ya ilâhî emirleri ihtiva eden levhalar verilir (el-A‘râf 7/142-145; Tâhâ 20/80). Tûr’dan dönüşte kavminin bir buzağı yapıp ona taptığını gören Mûsâ öfkelenerek levhaları yere atar ve Hârûn’u hırpalar. Ardından kavminden seçtiği yetmiş kişiyle tövbe eder (el-Bakara 2/54, 92; el-A‘râf 7/148-156; Tâhâ 20/85-97). Nihayet Mûsâ kavminden kendilerine vaad edilen topraklara girmelerini ister, fakat onlar kabul etmezler; bunun üzerine oraya girmeleri yasaklanır ve kırk yıl çölde yaşamaya mahkûm edilirler (el-Mâide 5/21-26). Hz. Mûsâ’ya karşı çıkan Firavun, Hâmân ve Kārûn helâk edilir (el-Ankebût 29/39).
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Mûsâ’nın hayatıyla ilgili başka bilgi yoktur. Kendisinden bahseden bazı İslâmî kaynaklarda ise onun Hârûn’dan sonra üç yıl daha yaşadığı kaydedilir. Rivayete göre Mûsâ, İsrâiloğulları’ndan Tevrat’a uyacaklarına dair söz aldıktan kırk gece veya kırk gün sonra kavminden ayrılmış ve onu bir daha gören olmamıştır. Mezar kazan meleklere rastlayan Mûsâ kabrin kendisine ait olmasını arzu edince isteği kabul edilmiş ve kabre girdiğinde ruhunu teslim etmiştir. Öte yandan Hz. Peygamber’e nisbet edilen bir rivayete göre ölüm meleği Mûsâ’ya gelerek ruhunu teslim etmesini istemiş, Mûsâ meleğe bir yumruk vurarak gözünü kör etmiştir. Melek Allah’ın huzuruna çıkıp durumu arzetmiş, Allah meleğe gözünü iade ettikten sonra tekrar Mûsâ’ya giderek ona eğer yaşamak istiyorsa elini bir sığırın üzerine koymasını, elinin altındaki kıl sayısınca yaşayacağını söylemesini emretmiş, melek söyleneni yapınca Mûsâ meleğe daha sonra ne olacağını sormuş, melek de mutlaka öleceğini bildirmiştir. Bunun üzerine Mûsâ ölümü kabul etmiş, ancak mukaddes diyara bir taş atımı mesafede ruhunun alınmasını istemiştir. Aynı rivayete göre, bu anlatımın sonunda Resûlullah’ın: “Vallahi ben orada olsam onun yol kenarındaki kırmızı kum tepesinin yanında bulunan kabrini size gösterirdim” dediği nakledilir (Sa‘lebî, s. 188-190).
Hz. Mûsâ Kur’an’da şu özellikleriyle anılır: O hem resul hem nebîdir, ihlâs sahibidir (Meryem 19/51). Allah’ın risâletleriyle ve sözleriyle insanlar arasında seçkin kılınmıştır (el-A‘râf 7/144). Allah’a, fısıldaşan kimse kadar yaklaşma şerefine nâil olmuştur (Meryem 19/52). Allah tarafından seçilmiştir (Tâhâ 20/13). Allah tarafından ona sevgi verilmiştir ve O’nun nezâretinde yetiştirilmiştir (Tâhâ 20/39). Allah onu kendisine elçi seçmiştir (Tâhâ 20/41). O güvenilir ve şerefli bir elçidir (ed-Duhân 44/17-18). Allah katında şerefli biridir (el-Ahzâb 33/69). Güçlü ve güvenilirdir (el-Kasas 28/26). Mümin kullardandır (es-Sâffât 37/121-122).
Mûsâ hakkında Kur’an’da yer alan bazı bilgiler Tevrat’takilerle çelişmektedir. Tevrat’a göre Mûsâ’yı sudan çıkaran kadın Firavun’un kızı, Kur’an’a göre ise Firavun’un hanımıdır. Medyen’de Mûsâ’nın yardım ettiği kızların sayısı Kur’an’a göre iki, Tevrat’a göre yedidir. Tevrat’ta Mısır halkına geldiği bildirilen on musibet yerine Kur’an’da onun dokuz mûcizesinden bahsedilmektedir. Tevrat’ta kayadan sadece bir kaynağın çıktığı belirtilirken Kur’an’a göre on iki kaynak fışkırır. Kur’an’da Firavun’un veziri olarak anılan Hâmân’dan Tevrat’ta söz edilmez. Kur’an’a göre Mûsâ bir kastı olmaksızın Mısırlı’yı öldürdüğü için pişman olur, bu pişmanlık Tevrat’ta yer almaz. Mûsâ geceleyin dağda ateş görür ve ondan bir kor parçası almak veya yol sormak için dağa yaklaşır. Tevrat’a göre ise bu olay gündüz olmuştur. Kur’an’da sihirbazların Mûsâ’ya iman ettiği belirtilmekte, fakat Tevrat’ta bu husus zikredilmemektedir. Kur’an’da yer alan Mûsâ ve Hızır kıssası Kitâb-ı Mukaddes’te bulunmamaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Mûsâ, Hz. Muhammed’i müjdeleyen bir peygamber olarak gösterilir, Tevrat’ta da ümmî resulün geleceği yazılıdır (el-A‘râf 7/157). Hz. Mûsâ’ya kitap, suhuf, elvâh verilmiştir (el-Bakara 2/53; el-Enbiyâ 21/48; en-Necm 53/36; el-A‘lâ 87/19). Bazı İslâmî kaynaklara göre ona verilen levhalar yeşil zümrütten ve üzerlerindeki yazılar altındandı. Tevrat’ın Mûsâ’ya vahyedilişi Tîh’te tamamlanmıştır. Mûsâ’ya on sahîfe verilmiş ve bunlar 100 sahîfeye tamamlanmıştır. Ardından ona İbrânîce olarak Tevrat indirilmiştir (Mes‘ûdî, I, 50). Hz. Mûsâ’ya ve Hz. Muhammed’e dini ayakta tutmaları tavsiye edilmiştir (eş-Şûrâ 42/13). Mûsâ da muhatapları tarafından insanları babalarının dininden döndürdüğü için kınanmış (Yûnus 10/78), sihirbazlıkla itham edilmiştir (el-Kasas 28/48). İslâmî gelenekte Hz. Mûsâ’ya “kelîmullah” denilmektedir. Çünkü Allah, Mûsâ ile aracısız konuşmuş ve ona vahyini bildirmiştir.
Hadislerde de Hz. Mûsâ’dan bahsedilmektedir. Resûl-i Ekrem, İsrâ ve Mi‘rac mûcizesi esnasında altıncı kat semada Mûsâ ile karşılaşmış, Mûsâ ona elli vakit namazın farz kılındığını öğrenince ümmetinin buna tahammül edemeyeceğini bildirerek Allah’tan azaltılmasını talep etmesini söylemiştir (Buhârî, “Ṣalât”, 1; “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6). Mûsâ-Hızır kıssası münasebetiyle de hadislerde Hz. Mûsâ’dan söz edilmektedir (Buhârî, “ʿİlim”, 16, 19, 44). Mûsâ’nın çok hayâ sahibi bir kişi olduğu, İsrâiloğulları’nın bir arada ve çıplak yıkanmalarına rağmen onun tek başına yıkandığı hususu hadislerde yer almaktadır (Buhârî, “Ġusül”, 20). Hz. Mûsâ’nın âşûrâ günü oruç tuttuğu ve esmer yüzlü, uzun boylu olduğu da nakledilmektedir (Buhârî, “Cenâʾiz”, 69; “Ṣavm”, 69; “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 7).
Yazar, Fatma Bayram, vaize hanımefendi ayrıntıları çok güzel yakalamış, analiz etmiş…
YanıtlaSilGünlük hayatın akışı içinde doğal olarak yer alan dinimiz, inançlarımız, yetişkinlerin sosyal hayat ve onun gelişimine yön veren aklın, duyguların, bilimin, ahlakın, işi ehline vermek anlayışının, cinsellik dahil çocuklarımızla iletişim başta olmak üzere insanlarla bir arada yaşamanın; hem din hem de bilimsel bakış açısı ile uyum içinde sürdürülmesine ilişkin esaslar; Kur’an-ı Kerim’de geçen Yusuf Kıssası’ndan alıntılarla açıklanıyor… konuya yaklaşımı pozitif olanların çıkarabileceği dersler ya da katkı sağlayacak paylaşımlar ve tecrübeleri değerli buluyorum.
“ İşinin Ehli Olmak“ başlıklı bölümde ele alınan “... .. doğru yorumlamak ve arkasından isabetli tavsiyelerde bulunmak için o kültüre ait sembolleri, coğrafyayı, içinde bulunmak için o kültüre ait içinde bulunulan zamanı ve yaşam şartlarını iyi bilmek gerekir. Bireyi ait olduğu bağlamdan kopararak hüdayinabit bir bitki gibi ele alan evrensellik iddiasındaki yorumlar çoğu zaman o kişiye uygun değildir. Bitkilerin dahi belli yaşam koşullarındaki belli özellikler gösterdiğini, aynı tohumun her şartta aynı sonucu vermediğini biliriz. Nasıl olur da insanların şartlarını bilmeden sorunlarına doğru çözüm önerileri getirebiliriz? Bunun için fıkıh içtihada açıktır. Açık olmadığında donar ve tarihe karışır. “ açıklamasını daha da genişletecek bir yoruma ihtiyaç duyduğumu da ayrıca vurgulamak istiyorum….
YanıtlaSilGücü ve enerjisi olduğu halde asalak gibi yaşayanlara gönderme yapılan “... tembelliğini dinî bir maskeyle örterek takva, tevekkül, rıza gibi sunuyorsa bu, şeytanın Müslüman’ı bertaraf etme oyunudur. “ ifadelerine yer verilen bölümü de ayrıca paylaşmak isterim.
YanıtlaSilBelki de sonradan gelen aşağıdaki düşünceler beklentilere cevap verecek nitelikte; “Ahlakla, imanla, takvayla, tevekkülle yeteneği birleştirmek gerekiyor. Asıl fazilet budur “ düşüncesini takdirle karşılıyorum.
YanıtlaSilAyşe Bayram Hoca devam ederek: “ … .. Ahlakla, imanla, takvayla, tevekkülle yeteneği birleştirmek gerekiyor. Asıl fazilet budur. Asıl erdem, asıl insanlığa iyilik budur. Kahve köşelerinde, oyun başında sabahlara kadar oturup ondan sonra dünyada bir iş söz konusu olunca “Biz Allah’a tevekkül ediyoruz.” demek en hafifi ifadesiyle maskelenmiş tembelliktir. “ diyor. Alkışlıyorum…