Yıl 1914, mevsimlerden yaz. Avrupa’nın üstüne kara bulutlar çökmüş, fırtına koptu kopacak. İki büyük kampa ayrılmış ülkeler, endüstriyel rekabet, sömürgecilik çıkarları ve tarihsel hınçlardan kaynaklanan hesaplaşmalar peşindeler; o güne değin görülmedik etkinlikte ağır silahlarla donanmışlar, orduları hazır ol durumunda, askerlerin elleri tetikte. Birçok kez diplomatik girişimlerle önlenmiş bulunan savaşın soluğu duyulmada. İnsanlığın gördüğü en büyük çatışmanın başlaması için bir kıvılcım yetecek..
Ve kıvılcımın parıltısı Saraybosna’dan geliyor: Bir Sırp milliyetçisinin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun vârisi Arşidük Ferdinand’ı tabancayla vurarak öldürmesi üzerine kıyamet kopuyor. Karşılıklı iki kamptan Avrupa ülkeleri peş peşe birbirlerine savaş ilan ediyorlar. Gençler sel gibi koşarak gönüllü yazılıyorlar, zamanın fotoğraflarında askerlik şubelerinin önünde gülerek sıraya girdiklerini görüyoruz; hepsi de yurtseverlik duygularıyla çoşmuşlar, halı tarafta olduklarını ve çatışmanın kısa sürede, kendi parlak zaferleriyle sonuçlanacağını düşünüyorlar. Oysa ilk şiddetli çarpışmalardan sonra siper savaşına dönüşecek ve tarihe I. Dünya Savaşı olarak geçecek olan boğazlaşma dört yıl süreyle o güne değin insanlığın gördüğü en geniş çaplı kıyımlara neden olacak, bittiğinde uçsuz bucaksız ölüm tarlaları bırakacak ve o tarlalara yirmi yıl sonraki II. Dünya Savaşı’nın tohumları atılacaktır.
O sıralar Paris’i mesken tutmuş olan ünlü İspanyol gazeteci ve romancısı Vicente Blasco Ibanez tanık olduğu tüm bu olayları, ülkelerin çatışmaya sürüklenişini, savaşın arifesini, patlak verişini, Almanya’nın Belçika’yı istila edişini, Fransa’nın savunmasını örgütleyişini, iki taraflı korkunç kayıplara neden olan o ilk Marne Çarpışması’nı ve orduların siperlere gömülüşünü Mahşerin Dört Atlısı adını verdiği romanında aktarır.
Geçmişi irdeleyen bir tarihsel roman değil, dosdoğru yaşanılan tarihin güncelinden kaynaklanan ve canlılığını yüz yıla yakın süre sonra aynen koruyan bir yapıttır. Mahşerin Dört Atlısı. Baştan sona insan kitlelerinin gerçeklerine dayanır, sahici trajik olayların sıcaklığını ve dehşetini yaşatır okura, hatta yer yer savaş röportajı kıvamında gelişir. Ancak, özyaşam öyküsü ağırlıklı olmakla birlikte, olaylar tutku ve aile ilişkileriyle örülmüş sağlam, ustalıklı bir roman kurgusu çerçevesinde anlatılır. Aşkları savaşın ezici gerçeğiyle yüz yüze kalan Julio ile Margarita’nın çevresinde Paris sokaklarından gelip geçen ya da savaş
alanlarından kopup gelmiş çok sayıda ikinci derecede kişiyle tanışırız. O özenli tiplemenin kahramanları öylesine canlı, öylesine inandırıcıdırlar ki, giderek sanki hayatımızın bir noktasında karşılaştığımız kişilere dönüşüp, belleğimizden bir daha ayrılmazlar.,… ..
… .. Onca adsız yiğitlikten geriye kalan yalnız “ecel tarlaları” olacaktır. 1916’da, savaş siperlere sinmiş, zaferi kimin kazanacağı belirsizken, şöyle noktalar çözümlemesini:
“Savaş nasıl biterse bitsin, kötü bitmiş olacaktır. Mahşer ejderhası sakatlansa bile, birkaç yıl sonra yeniden canlanacak ve insanlara sonsuza değin eşlik edecektir..”
Mahşerin Dört Atlısı’nda Vicento Blasco Ibanez (1867-1928) yaşamının iki temel deneyimini anlatır. Kendisi 1914 yılında Paris’te ömrünün bir karar anını yaşamaktadır: Maddi ve manevi gücünü tüketen olağanüstü bir serüvene atıldığı Yeni Dünya’dan dönmüş, doğduğu Avrupa’ya ve her zamanki yazarlık savaşına yeniden sahip çıkmıştır. Ama o sırada savaş patlak vermiştir. Günü gününe yaşadığı insanlık trajedisini işte yaşantısının o dönemini yansıtarak aktarır:
Gerek romanın Arjantin’de geçen birinci bölümünde, gerekse Paris’te geçen daha sonraki bölümlerinde, anlatısının gerisinde kendisi vardır, ama birinci kişi olarak ortaya çıkmaz, romanının kişilerinde gizlenir: İlkin İspanyol kökenli toprak ağası ve hayvan yetiştiricisi Madariaga kendisidir; sonraki bölümlerde savaş karşısındaki gözlemleyici ve yorumlayıcı tavrını devrimci Rus anarşist Tchernoff canlandırır. Romanın baş kişisi Julio Desnoyers ise, savaş ortasında bile egzotik zevklerini elden bırakmayan Paris’te tango modasını yaymakta olan, kendi oğlu Julio’dan esinlenmiştir.
… ..
Kırklı yaşlar onun zaten fırtınalı olan siyasal ve özel yaşamını altüst eder. 1907’de Doğu’yu simgeleyen Osmanlı’nın başkenti İstanbul’a yaptığı yolculuk, yaşamındaki kurulu düzene sırt çevirip uzaklaştığı, yepyeni dünyalara açıldığı bir dönemin başlangıcı olur.
Yazar 1909’da Amerika yollarına düşer: Arjantin, Şili ve Paraguay’da konferanslar verecektir; söz sanatının doruğuna ermiş bir ünlü gazeteci ve romancı olarak hepsinde kalabalıkların büyük ilgisiyle karşılanır; … ..
… ..
… .. temel gelişme 1890’da Alman tahtına Kayzer II. Wilhelm’in çıkışı ve Bismarck’ın görevinden alınışı olmuştu. Almanya’nın dış politikası birden rota değiştirmiş, yaşlı şansölyenin ustalıkla oluşturduğu ve yirmi yıl süreyle Avrupa’da barışı sağlamış olan karmaşık siyasal anlaşmalar ağına sırt çevrilerek, dünya egemenliğini amaçlayan tehditkâr bir dış politika benimsenmişti. Almanya ile Fransa arasındaki şiddetli ekonomik ve endüstriyel rekabetin yanı sıra 1870 Savaşı sonucunda Alsace-Lorraine bölgesinin Almanya tarafından ilhak edilmiş olması esasen iki ülke arasında sürekli bir güvensizlik ve gerginliğe neden olmaktaydı.
II. Wilhelm’in ülkenin egemen sınıflarınca, hatta bazı üniversite öğretim üyeleri, kimi ,bilim adamları ve aydınlarınca desteklenen yayılmacı emelleri kısa sürede Avrupa’da bir kutuplaşmaya yol açmıştı. Bir yanda Fransa, Büyük Britanya, Rusya’dan oluşan Üçlü İtilâf, karşısında Prusya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan’dan oluşan Üçlü İttifak.
Savaş ortamı Avrupa’nın başlıca başkentlerinde elle tutulur bir gerginliğe ve tedirginliğe yol açmış, Osmanlı’nın giderek elden bırakmak zorunda kaldığı Balkan toprakları barut fıçısına dönmüştü. Ve o barut birden patladı:
28 Temmuz’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtının Saraybosna’da öldürülmesi üzerine bu ülke derhal Sırbistan’a savaş açtı.
30 Temmuz’da Rusya genel seferberlik ilan etti.
1 Ağustos’ta Almanya, Rusya’ya savaş ilan etti; Fransa genel seferberlik işlemlerine başladı.
3 Ağustos'ta Almanya Fransa’ya savaş açtı, ertesi gün Belçika’yı işgal etti. Aynı gün Büyük Britanya savaşa katıldığını bildirdi.
… ..
… ..
İlkin Almanya, Schlieffen Planı uyarınca Fransa’ya saldırdı, Alman birliklerine General Moltke komuta ediyordu. General Joffre’nin komutasındaki Fransız ordusu arkadan sarılmamak için uzun süre geri çekildikten sonra, Paris’te yalnızca 70 km. uzakta, Marne Nehri kıyısındaki kanlı çarpışmalar sonunda Alman saldırısını güçlükle durdurabildi. Çarpışmaya karşılıklı iki buçuk milyonu aşkın asker katıldı ve iki taraftan yarım milyonu aşkın kayıp verildi. Askeri uçaklar kentlerin ve savaş cephelerinin üstünde uçarak o güne değin görülmedik keşif ve propaganda görevleri üstlendiler.
Marne Çarpışması 5-9 Eylül günlerinde gerçekleşti. General Joffre, Paris’te yeni bir ordu topladı. Vali Gallieni kentteki tüm taksileri görevlendirerek muvazzafları savaş alanına sürdü. O sayede Alman saldırısı savuşturuldu, Almanlar bir süre geri çekildiler, sonra bulundukları yerde ayak dirediler, böylece yıllarca sürecek siper savaşı başladı.
Mahşerin Dört Atlısı’nda anlatılan savaş olayları bunlar.
… ..
Soylu bir davayı üstlendiğine inanmış bir misyon adamı olarak Mehşerin Dört Atlısı’na tüm o deneyim ve gözlemlerini de aktardı. Savaşa odaklı romanda, Arjantin’de oluşmuş, İspanyol-Fransız-Alman, değişik kökenlerden gelen bir ailenin üç kuşak süren öyküsünü anlatır. Çatışmanın arifesinde Avrupa’ya dönüp yerleşme hevesine kapılan aile o kökenlere göre, Paris ile Berlin arasında bölünür ve savaş her bireyi kendi yazgısına yönlendirir.
… ..
“1914 Temmuz’unda yaklaşmakta olan Avrupa savaşının ilk belirtilerini Alman gemisi König Friedrch August ile Buenos Aires’ten Fransa kıyılarına yolculuk yaparken fark ettim.
Bu yapıtın il bölümlerinde anlatılan gemi odur. … ..
… ..
Birkaç hafta sonra, 1914 Eylül,’ü başlarının ıssızlaşmış Paris’inde yaşıyordum; İlk Marne Çarpışması olup
bitmiş, … ..
… ..
… ..
“-Sen Fransız değilsin- diye ekledi kuzenine yönelerek-; sen Arjantin'de doğdun., senin önünde gerçeği söylemek mümkün.
-E, sen orada doğmadın mı? -diye sordu Julio gülümseyerek.
Doktor, sanki aşağılayıcı bir şey duymuş gibi bir itiraz hareketi yaptı.
-Hayır; ben Almanım. Bizlerden birisi nerede doğmuş olursa olsun, her zaman kendi anayurdu olan Almanya’ya aittir.
… ..
-Bey de yabancı. Soylu bir ülkeden geliyor.İspanya en iyi yanlarını bize borçludur. Onura tapınmnayı,
şövalyelik ruhunu.
… ..
-Sizler vaktiyle perişan Keltlerdiniz, değersiz bir ırkın aşağılığına gömülmüş, Roma Latinliğiyle melezleşmişsiniz, bu da durumunuzu büsbütün kötüleştiriyordu. Bereket Gotlar ve Bizim ırkımızdan daha başka halk toplulukları tarafından fethedildiniz de kişilik vakarı nedir öğrendiniz.
Delikanlı, şunu hiç aklınızdan çıkarmayın ki Vandallar günümüzdeki Prusyalıların atalarıdır.
Argensola yine bir şeyler diyecek oldu, ama arkadaşı profesörün sözünü kesmesin diye bir işaret yaptı.
Adam az önceki çekingenliğini unutmuş, kendi sözlerinin çoşkusuna kapılmıştı.
“-Büyük olaylara tanık olcağız -diye sürdürdü-. Bu günlerde doğmuş olmakla talihliyiz, tariihin en ilginç çağı bu.
İnsanlık bugünlerde rotasını değiştirmekte. Gerçek uygarlık şimdi başlıyor işte.
Onun fikrince, patlayacak savaş görülmedik bir hızla gelişecekti. Almanya bu kesin olayı dünya ekonomisinini uzun süre sarsmayacak şekilde gerçekleştirmek üzere hazırlanmıştı.
Hasımlarının en ürkütücüsü olan Fransa’yı ezmeye bir ay yetecekti. Sonra Rusya’nın karşısına dikilecekti; o hantal ülke anında savunmaya geçmeyi beceremeyecekti. Son olarak sıra o tafralı
İngiltere’ye saldırmaya gelecekti, Alman ilerleyişini daha fazla engelleyemesinler diye İngilizleri adalarına
hapsedeceklerdi. O bir dizi hızlı darbeyle yıldırım zaferi bir yaza sığacaktı. Gelecek sonbaharda, dökülen
yapraklar Almanya’nın kesin zaferini selamlayacaktı..
… .. Alman ırkının üstünlüğünü anlattı. İnsanlar kafataslarının biçimine göre iki gruba ayrılmışlardı: Dolikasefaller ve brakisefaller . Bİr başka bilimsel ilkeye göre de sarı saçlılarla siyah saçlılar olarak ayrılıyorlardı. Dolikosefaller daha ileri bir aklın temsilcisi olan ari ırktı. Brakisefaller melezdiler, yozlaşmanın her türlü damgasını taşıyorlardı. Tam bir dolikosefal olan Cermen insanı o eski arilerin tek mirasçısıydı. Bütüm öteki halklar, özellikle de Avrupa’nın güneyinde “Latin” olarak adlandırılanlar, insanlığın yozlaşmış kısmındandılar.
İspanyol kendini daha fazla tutamadı. Bu ırkçılık kuramları artık biraz okumuş yazmış kimsenin
yutmadığı köhnemiş düşüncelerdi. Ari ırk diye birşey yoktu, tarih boyunca onca haşır neşir
olduktan sonra tüm halkların kanları bin bir karışımdan oluşuyordu!.. Almanların çoğunda
profesörün aşağı ırklara yakıştırdığıetnil özellikler görülüyordu.
-Biraz öyle aslında- dedi.Hartrott-. Yine de Alman ırkı tümüyle ari olmasa bile , ırkların en az karışmış
olanıdır, dolayısıyla dünyayı yönetmek onun hakkıdır.
Güney topraklarında yaşayan Keltlerden söz ederken sesi alaylı ve keskin bir tonla batıcılaşıyordu. Onlar insanlığın ilerleyişini geciktirmişler, onu
yolundan saptırmışlardı. Kelt insanı bireyciydi, dolayısıyla eeşitliği amaçlayan, yönetilmesi olanaksız bir devrimciydi. Üstelik insancıldı, acıma
duygusunu erdem sayardı, bçöylece hiç mi hiç işe yaramayan cılızların varlığını savunurdu.
Pek soylu olan Alman insanı, düzeni ve gücü her şeyden üstün tutardı. Doğa onu hadım ırklara
hükmetsin diye seçmişti, liderleri belirleyen tüm erdemlere sahipti. Fransız Devrimi doğrudan doğruya
Cermenlerle Keltler arasında bir çatışma olmuştu. Fransız soyluları barbar denilen halkların istilasının ardından ülkeye yerleşmiş
bulunan Alman savaşçıların torunlarıydılar. Burjuva sınıfıyla halk, Gal-Kelt öğesini temsil ediyordu. Aşağı ırk üstün ırkı yenmiş, ülkenin altını üstüne getirmiş, dünyayı tedirgin etmişti. Keltçilik demokrasinin, sosyalist öğretinin, anarşinin
mucidiydi. Ama Cermenlerin başkaldırması yakındı, kuzeyli ırk yeniden düzeni sağlayacaktı, bunu başarabilsin
dite onun tartışma götürmez üstünlüğünü koruyarak kayırmıştı Tanrı onu.
… .. Biz insanlığın soylu kesimini temsil ediyoruz, Kayzer Wilhelm’in dediği gibi “yeryüzünün kaymağı”yız.
… …
… .. Yunanlılar halkların en uygarı olduklarından ve kendilerinin başka insanlara uygarlık aktarmaya en elverişli kişiler
olduklarına inandıklarından hegemonya emelleri beslemişlrdi. Romalılar, fehettikleri topraklarda, kendi hukuklarını ve adalet kurallarını yerleştirmişlerdi. Devrim ve İmparatorluk
döneminin Fransızları istilalarını insanları özgürleştirmek ve yeni fikirlerin tohumlarını saçmak dileğiyle haklı gösteriyorlardı. XVI.
yüzyıldaki İspanyollar bile , din birliğini sağlamak ve dinsel sapkınlığın kökünü kurutmak adına Avrupa’nın yarısına karşı savaşırken hatalı, karanlık, ama çıkarsız bir idealin peşindeydiler.
… ..
… ..
-Bugüne değin, savaşlar askerlerin uğraşı olmuş diye sürdürdü Hartrott.- Şimdi açılacak savaş askerlerle
profesörlerin olacak. …. …
…. .. Dünyanın efendisi olan güç, hukuku oluşturan şeydir ve bizim uygarlığımız dayatacaktır, tek sahici
uygarlıktır bu. Bizim ordularımızı bizim kültürümüzün temsilcilerdir., birkaç hafta içinde dünyayı içine düştüğü
Kelt çöküntüsünden kurtaracak, onu yepyeni bir kanla gençleştirecektir.
… ..
… .. I. Wilhelm’e Bismarck’a, geçmiş zaferlerin tüm kahramanlarına sonsuz saygısı vardı ama … ..
… .. Ama sonra II. Wilhelm ortaya çıkmıştı.
*Mahşerin Dört Atlısı & Vicente Blasco İbanez
Türkiye İş Bankası Yayınları
1.Basım Aralık 2008, İstanbul
*Mahşerin Dört Atlısı - Vikipedi
*Mahşerin Dört Atlısı, Hristiyanlıkta Kıyamet alameti olarak ortaya çıkacağına inanılan dört atlı. Yeni Ahit'teki -Vahiy Kitabı olarak da bilinen- Apokalips bölümüne göre, Kıyamet felaketlerini getirecek olan yedi mührün açılması ile birlikte ortaya çıkacaklardır.[1] Bazı akademisyenlere göre beyaz at ve binicisi İsa'yı, kızıl
at ve binicisi kan ve savaşı, siyah at ve binicisi kıtlığı, soluk renkli at ve binicisi ise salgın hastalıkları ve ölümü sembolize eder.[1]
İncil yazarlarından Yuhanna'nın Patmos adasında gördüğü bir vizyona-görüntüye dayanır.[2] [kaynak belirtilmeli]
Dört atlı ve simgeledikleri:
*Alsace-Lorraine ya da Alsas-Loren (Almanca: Elsaß-Lothringen), Sedan Savaşı'ndan önce Fransa'nın toprağı olan Alsas-Loren bölgesi, Frankfurt Barış Antlaşması'yla Alman İmparatorluğu'nun bir Eyaleti hâline geldi. Ancak Loren'in küçük bir kısmı Fransa'ya bırakıldı.
I. Dünya Savaşı'ndan sonra kısa bir süreliğine, Alsas-Loren Sovyet Cumhuriyeti ismi altında bağımsız olsa da, Versay Antlaşması ile Fransa'ya bağlandı.
Yeni gelen Fransız Yönetimi hızlı bir şekilde bölgeyi Fransızlaştırmaya başladı. Zamanla Fransızlaşan bölgeye, Fransa pek çok tahkimat, kale ve Maginot Hattı'nı konuşlandırdı. II. Dünya Savaşı'nda Fransa'nın yenilmesiyle tekrar Almanya'ya geçen bölge, Almanların teslim olmasıyla yeniden Fransız yönetimine bırakıldı. Günümüzde ise Fransız yönetimi altındadır.
*Schlieffen Planı - Vikipedi
Schlieffen Planı, Alfred von Schlieffen I. Dünya Savaşında Fransa ve Rusya'ya karşı geliştirdiği plan.[1]
Fransa ile Rusya'ya karşı iki cephede savaş tasarlayan Alfred von Schlieffen, daha yavaş seferber olan Rusları küçük bir kuvvetle denetim altında tutarken, Alman kuvvetlerinin büyük bölümüyle daha tehlikeli bir düşman olan Fransa'yı alt etmeyi planlamıştı.
Fransa'nın Alsace-Lorraine'i yeniden ele geçirmek isteyeceğini öngören Schlieffen,ana saldırıya Alsace-Lorraine'den girişiyormuş gibi yaparak Fransızları aldatıp,gerçekte Alman ordusunun %90'ını Belçika ve Hollanda üstünden Fransaya sokmayı, Fransız kuvvetlerini arkadan kuşatarak, zayıf olan sol kanatlarının gerisinden saldırmayı, daha sonra da İsviçre'ye ya da Alsace-Lorraine'deki tahkim edilmiş Alman mevzilerine sürmeyi tasarlamıştı. Bundan sonra da Alman ordularının büyük bölümü demiryoluyla Doğu Cephesi'ne taşınarak, Ruslar da yenilgiye uğratılacaktı.
*I. Marne Muharebesi - Vikipedi
*I. Marne Muharebesi, I. Dünya Savaşı'nın 6-12 Eylül 1914[2] tarihleri arasında meydana gelen bir muharebesiydi. Komutan Helmuth von Moltke'nin komutası altında Alman Ordusu'nun, Fransız-İngiliz Ordusu'na yenilgisiyle sonuçlandı. Muharebe etkili olarak savaşı başlatan ve Paris'in varoşlarına uzanmış olan Alman taarruzu bitirdi. I. Marne Muharebesi esnasında İtilaf Devletleri Kuvvetleri'nin karşı taarruzu, hızlı bir Alman zaferinin imkânsız olduğunu ve Batı Cephesi siper savaşının 4 yıl boyunca devam edeceğini garanti etti.
I. Dünya Savaşı ilk ayında, Fransa ve Belçika'da Alman Kuvvetleri tarafından kazanılan zaferlerin bir dizisiyle sonuçlanmıştı. Bu arada sadece Belçika'yı fethetmiş olan iki ana Alman ordusu, Fransa boyunca ilerlemeye devam etti. O, Paris'in hem Fransız ordu olarak alınacak olduğu gördü ve İngiliz seferi kuvvetleri Marne nehrine doğru geri çekildi.
*Siper savaşı - Vikipedi
*Siper savaşı ya da mevzi harbi, büyük bölümü askerî birliklerin, düşmanın hafif silahlarla açtığı ateşle yüz yüze kaldığı ve toplarından korunduğu siperlerde geçen savaş türüdür. Hareket harbinin tersine, düşman güçlerinin zamanla eridiği yıpratma savaşının temel ögesidir.[1]
I. Dünya Savaşı, cepheler arasında kazılan ve dikenli tellerle korunan geniş siperlere tanıklık etmiştir. Karşılıklı siperler arasında kalan alan (tarafsız bölge) ise iki tarafın topları tarafından dövülmüştür.
*Ortak sınır yakınındaki Alman ve Fransız ordularının Haritası 31 Temmuz 1870
*Fransa Prusya Savaşı (Almanca:Deutsch-Französischer Krieg, Fransızca: Guerre franco-allemande de 1870), 19 Temmuz 1870 - 10 Mayıs 1871 tarihleri arasında Fransız İkinci İmparatorluğu ile Prusya Krallığı arasında yapılan savaş. Fransa'da genellikle 1870 Savaşı olarak adlandırılır.[7]
İkinci Fransa İmparatorluğu ve Prusya Krallığı arasında gerçekleşti. Prusya, üyesi olduğu Kuzey Alman Konfederasyonu ve Güney Alman devletleri olan Baden, Württemberg ve Bavyera tarafından desteklendi. Prusya ve Alman ittifakının kesin zaferi; Prusya Kralı I. Wilhelm altında Almanya'nın
birleşmesini sağladı. Ayrıca III. Napolyon'nun düşüşüne ve Fransız Üçüncü Cumhuriyeti'nin kurulmasına yol açarak İkinci Fransız İmparatorluğu'nun
sonunu belirledi. Çözümün bir parçası olarak, Alsace bölgesi ve Lorraine topraklarının bir kısmı Prusya tarafından alındı. I. Dünya Savaşı neticesinde Versay Antlaşması ile Fransa'ya tekrar dönene kadar, Almanya'nın bir parçası olarak kaldı.
İki ulus arasındaki çatışma doruk noktasına II. İsabel'in 1868'deki düşüşünü izleyen süreçte Hohenzollern bir prensin İspanya tahtına aday olması ile ulaştı. Prusya Kralı ve Fransız Büyükelçisi arasındaki EMS telgrafı görüşmesi, olası savaşa halk desteğini kazanmak amacıyla her iki tarafta da sözde hakaretlere varana dek
çarpıtılarak yayımlanır. Fransa seferberlik ilan ederek; 19 Temmuz 1870'te Prusya'ya savaş ilan etti ancak diğer
Alman devletleri hızla Prusya tarafına katıldı.
Kısa süre içinde Prusya ve Alman kuvvetlerinin, kısmen demiryollarının daha verimli kullanımı ve Krupp Çeliğinden mamül daha iyi topçuları nedeniyle üstün olduğu ortaya çıktı. Dünyanın en yoğun demiryolu ağı
sıralamasında Prusya dördüncüydü, Fransa ise hemen ardından beşinci.[8] Prusya ve Almanların Doğu Fransa'da süratle kazandığı bir dizi zafer; III. Napolyon'nun bütün ordusuyla ele
geçirildiği Sedan Muharebesi ile 2 Eylülde sonuçlandı. Savaş sona ermeden Üçüncü Cumhuriyet 4 Eylül 1870 tarihinde Paris'te ilan edildi ve
Fransız direnişi önce Millî Savunma Hükûmeti ve daha sonra Adolphe Thiers liderliği yönetiminde devam etti.
Alman orduları, Kuzey Fransa genelinde gerçekleşen 5 ay süren bir dizi muharebeler sonunda yeni oluşturulmuş
Fransa ordularını mağlup etti. Uzun bir kuşatma ardından, Paris 28 Ocak 1871 tarihinde düştü. Fransız sıcak
hava balonlarını vurmak için özel üretilmiş Krupp yapımı uçaksavarların, bu kuşatma sırasında ilk kez kullanımı
dikkate değerdir. Bu tarihten hemen on gün önceyse; Alman devletleri Prusya Kralı himayesinde birleştiklerini
ilan etmişler; birleşen Almanya bir ulus devlet olmuş; Alman İmparatorluğu (II. Reich) kurulmuştu. Tarihteki üçüncü ve sonuncu Frankfurt Antlaşması, Paris Komünü sürerken 10 Mayıs 1871'de imzalandı.
Nedenleri:
Karşıt Güçler:
Askeri Hareketlerin Özeti:
Fransız Ordusu Hücumu:
Saldırıya Hazırlık:
Saarbrücken İşgali:
Prusya Ordusu İlerleyişi:
Wissembourg Muharebesi:
Spicheren Muharebesi:
Wörth Muharebesi:
Mars-La-Tour Muharebesi:
Gravelotte Muharebesi:
Metz Kuşatması ve Sedan Muharebesi:
Gravolette'de bozguna uğrayan Mareşal Bazaine'in Rhine Ordusu çekilmeye zorlandığı Metz'de Prusya 1. ve 2. Ordularının 150.000 askeri tarafından kuşatıldı. Fransızların daha büyük kayıp vermesini 180.000
askerinin 27 Ekim'de teslim olması frenledi.
Bu yenilgi neticesinde III. Napolyon, Feld-Mareşal MacMahon ile birlikte yeni Fransız Châlons Ordusunu kurarak Bazaine'i kurtarmak üzere yürüdü. III. Napolyon bizzat ordunun
önünde ve Mareşal MacMahon'un katılımıyla Belçika sınırının kuzeydoğusuna doğru bir sol-kanat yürüyüşü
yaptı Bazaine ile bağlantı kurmak amacıyla güneye yönelmeden önce Prusyalılar'ı önlemek için bir girişimdi bu.
Feld-Mareşal Kont Helmuth von Moltke komutasındaki Prusyalılar, Fransızları kıskaç içine alabilmek için bir manevra yaptı. Metz kuşatmasından ayrılan
1. ve 2. Ordularından üç kolordu ayıran Moltke Saxony Veliaht Prensi emrine Meuse Ordusunu düzenledi. Bu
Orduyu ve Prusya Üçüncü Ordusunu alarak kuzeye Fransızları 30 Ağustos'ta yakaladıkları Beaumont'a yöneldi.
Keskin bir mücadele sonunda 5.000 adam ve 40 top kaybettiler, Fransızlar Sedan'a doğru çekildi. Kentte yeniden
düzenlenen Châlons Ordusu, Prusya orduları tarafından çarçabuk sarılarak izole edilince; III. Napolyon çemberin
derhal yarılmasını emretti. Önceki gün yaralanan MacMahon yerine General Auguste Ducrot Fransız
kuvvetlerinin komutasını almıştı.
1 Eylül 1870 günü Châlons Ordusu muharebeyi başlattı. 202 piyade taburu, 80 süvari alayı ve 564 top ile
kendilerini çevreleyen toplam 222 piyade taburu, 186 süvari alayı ve 774 toptan oluşan Prusyalıların Üçüncü ve
Meuse Ordularına taarruz etti. General Emmanuel Félix de Wimpffen, yedekteki Fransız V. Kolordusu komutanı,
Prusya XI. Kolordusuna karşı piyade ve süvarilerden oluşan kombine bir saldırı başlatmayı umuyordu. Prusya
topçuları Fransızlar üzerinde çanları çalarken daha fazla Prusya birliği savaş alanına ulaştı. General Marguerite
komutasındaki Fransız süvarileri, Floing Köyü yakınlarındaki kalabalık Prusya XI. Kolordusuna üç umutsuz
taarruz gerçekleştirdi. Marguerite daha ilk saldırının başında öldürüldü ve yapılan diğer iki saldırı ağır kayıplar
vermekten başka bir şey getirmedi. Fransızlar ölü veya yaralı 17.000 üstünde adamını yitirdi, esirler ile 21.000
kişi. Prusyalılar 2.320 ölü, 5980 yaralı ve 700 tutsak veya kayıpları olduğunu rapor ettiler.
Sonraki gün 2 Eylül'de, III. Napolyon teslim oldu ve 104.000 askeri ile tutsak alındı. Bu Prusyalılar için ezici bir
zafer oldu; çünkü tüm Fransız Ordusunu esir Almanın yanında liderleri de yakalanmıştı. Fransızların Sedan
yenilgisi savaşın Prusyalılar lehine olacağına karar vermişti. Metz Şehri'nde bir Fransız ordusu silahsızlandırılarak,
etrafları sarıldı ve Alman işgalinden koruyacak başka Fransız gücü yoktu. Bununla birlikte savaş daha beş aydan
fazla sürecekti.
Ulusal Savunma Hükûmeti:
Ateşkesin reddi ve savaşın devamı:
Paris Kuşatması:
Paris Kuşatması (19 Eylül 1870 – 28 Ocak 1871) Fransa-Prusya savaşında Fransız ordularının nihai yenilgisini
getirdi. 18 Ocak'ta yeni Alman İmparatorluğu Versay Sarayı’nda ilan olundu.
Alman kuşatması ile yüzleşince yeni Fransa hükûmeti yeni orduların oluşturulmasını talep etti. Bu yeni birlikler
Paris’e yürüyüşe geçerek aynı anda çeşitli yönlerden Almanlar’a taarruz etti.. Buna ek olarak; Alman ikmal
hatlarına saldırma amacıyla, siviller silahlanarak “Francs-tireurs” denen gerilla kuvvetleri oluşturdu. Bu gelişmeler sonucu Alman sivil halktan şehrin bombalanması için istekler
geldi. Kuşatmayı yöneten General Leonhard Graf von Blumenthal ahlaki gerekçelerle bombardımanına karşı çıktı. Bu karşı çıkış Veliaht Prens ve Moltke gibi diğer üst düzey
komutanlar tarafından da desteklendi. Hepsinin eşleri İngiliz’di ve sonuç olarak liberal İngiliz görüşlerinin etkisi
altında kalmakla suçlandılar.
Loire seferi:
Kuzey seferi:
Doğu seferi:
Ateşkes:
Fransız ve Alman donanmalarının etkinlikleri:
*Sedan Muharebesi (Almanca: Die Schlacht von Sedan, Fransızca: La bataille de Sedan), 19 Temmuz 1870 - 10 Mayıs 1871 tarihleri arasında Ardennes'nın Sedan kenti yakınlarında meydana gelen muharebedir.
Bavyerya ve Prusya Krallıklarının 200.000 asker ve 774 topuna karşı Fransızlar 120.000 asker ve 564 topla
karşı koymaya çalışmıştır. Almanlar tüm savaş boyunca üstünlüğü ellerinde tutmuşlardır ve bunun sonucunda
savaş kesin bir Alman zaferiyle sonuçlanmıştır.
Muharebe:
Muharebe Sonrası:
Sonuçlar:
*I. Marne Muharebesi - Vikipedi
*I. Marne Muharebesi, I. Dünya Savaşı'nın 6-12 Eylül 1914[2] tarihleri arasında meydana gelen bir muharebesiydi. Komutan Helmuth von Moltke'nin komutası altında Alman Ordusu'nun, Fransız-İngiliz Ordusu'na yenilgisiyle sonuçlandı. Muharebe etkili olarak savaşı başlatan ve Paris'in varoşlarına uzanmış olan Alman taarruzu bitirdi. I. Marne Muharebesi
esnasında İtilaf Devletleri Kuvvetleri'nin karşı taarruzu, hızlı bir Alman zaferinin imkânsız olduğunu ve Batı Cephesi siper savaşının 4 yıl boyunca devam edeceğini garanti etti.
I. Dünya Savaşı ilk ayında, Fransa ve Belçika'da Alman Kuvvetleri tarafından kazanılan zaferlerin bir dizisiyle
sonuçlanmıştı. Bu arada sadece Belçika'yı fethetmiş olan iki ana Alman ordusu, Fransa boyunca ilerlemeye devam etti. O, Paris'in hem Fransız ordu olarak alınacak olduğu gördü ve İngiliz seferi kuvvetleri Marne nehrine doğru geri çekildi.
*birinci dünya savaşının ilk çarpışmasıdır. belçikayı ezerek kuzeyden paris'e ilerleyen alman birinci ve ikinci
orduları taktik bir hatadan dolayı birbirlerinden çok açılırlar. bu kollardan batıda olanı paris'in hemen doğusunda
olan marne nehri kıyılarındaki fransız tahkimatına kadar ilerler. doğuda olan kol batıya doğru ilerleyerek
birleşmeye çalışırken tam aralarında kalan british expeditionary force'un mevzilerini geçemez. bu nedenle her iki kol kuzeye doğru çekilerek birleşirler ama atı alan üsküdarı geçmiş,
şaşırtma taktiği iflas etmiştir. bundan sonrası milyonlarca kişinin öleceği siper savaşlarıdır.
*Keltler (Latince: Celtae, Galli) Tarih öncesi ve İlk Çağ döneminde Avrupa'da yaşayan ve günümüzde altı ulustan oluşan bir halktır. Dört bin yıl kadar önce Keltler, anavatanları olan Orta
Avrupa'dan[kaynak belirtilmeli] göç ederek özellikle Büyük Britanya Adaları'na, İspanya'ya ve Galya'ya yerleştiler.
Demir Çağında Britanya ve İrlanda'nın sakinlerini Keltler oluşturuyordu.[1][2][3][4] Savaşçı ve avcı oldukları kadar mükemmel çiftçiydiler. Tekerlekli pulluğu ve fıçıyı icat ettiler. Yayılmaları
batıda,
Bronz Çağı'nın sonuna ve Demir Çağı'nın başına denk gelir. Sayısız göçleri sırasında Yunanların, Etrüsklerin, İtalyotların tekniklerini benimsediler; kazancılığı ve çömlekçiliği geliştirdiler. Onların yaptığı yollara sonradan Romalılar taş döşeyecekti. Çoğu zaman birbirine rakip kabileler ve klanlar halinde toplanmış olan Keltler, gerek yaşama
biçimi, gerek kültür yönünden özgün bir halktı. Ürünlerin koruyucusu sayılan kır tanrılarına taparlar, geleneklerin
koruyucusu olan hem kâhin, hem yargıç niteliğindeki din adamlarının (druidler) yönetiminde yaşarlardı.
MS 1. yüzyılda Romalılar tarafından kısmen yıkılan Kelt uygarlığı, yine de, Orta Çağ'a kadar yaşayageldi. Bugün bile, bazı Breton ve İrlanda törelerinde bu uygarlığın varlığını sürdürdüğü görülür.
Kelt terimi:
Keltlerin ilk kez keltoi tabiriyle anıldığı ilk yazılı kaynak Yunan tarihçi Hecataeus'a (MÖ 517) aittir. Hecataeus, Kelt kabilelerini Rhenaina (Batı/Güneybatı Almanya) bölgesinde gösterir. Yunan
mitolojisine göre Keltus Herakles ve Keltin'in oğlu, Bretannus'un kız kardeşidir. Keltus, Keltlerin ilk atası haline gelmiştir.
Latincede Celta Herodot'un Gauller için kullandığı bir terim haline gelir. Romalıların kullandığı Celtae
Goidheller ve Britonlar olarak ayrılan adalı Keltleri değil kıta Gaullere atıfla kullanılır.
Modern İngilizcede terim (Edward Lhuyd'un yazılarında, 1707) kullanılır ve 17. yüzyılın diğer bilginleri bu terimi Büyük Britanya'nın ilk sakinlerinin tarihi ve dillerine atıfla kullanırlar.
Günümüzde "Kelt" ve "Keltik" terimi (Kelt ve Keltik olarak telaffuz edilir) belirli bir etnik grup ve bu grubun
dillerine atıfla kullanılır. Seltik (Celtic şeklinde yazılış değişmez) diye telaffuz edilen kullanım ise belirli spor
takımlarının (Boston Celtics, Celtic, Celta Vigo gibi) isimleriyle sınırlı olarak kullanılmaktadır.
Anadoluda Keltler:
Ana madde: Galatlar
Milattan önce 279 civarları Keltler balkanlardan, günümüzde Türkiye içerisindeki Anadolu topraklarında bulunan Galatya'ya (günümüzdeki Ankara ve Eskişehir'i kapsayan) bölgeye yerleşmişlerdir, Yunanlar tarafından asimile
edilmişlerdir ancak kültürlerini korumuşlardır.
*Latin şu anlamlarda kullanılabilir:
Tarihte:
Latince, Antik Roma'da İtalik bir dil.
Latin, Roma kültürü ile ilgili bir sıfattır, "Latin edebiyatı", "Latin yazarlar" gibi.
Latin (kitap), bir Latince ders kitabı. Genellikle Wheelock's Latin olarak bilinir.
Modern kültürde ya da dilbilimde:
Latin kültürü, Amerika ve Avrupa'da Latin dillerini konuşan halklara özgü kültür.
"Latin halkı", dilleri Latince kökenli olan insanlar için kullanılır.
*Terimin ilk anlamıyla Latin kültürü , Antik Çağ'da Lazio bölgesinde yaşayan bir halk olan Latinlerin kültürüdür . Uzantı olarak, Latin kültürü , fethedilen tüm eyaletlerde Roma uygarlığına yayılan antik Roma ve Roma İmparatorluğu kültürünü ifade eder .
*Latin Amerika - frwiki.wiki
*Latin Amerika (içinde İspanyolca ve Portekizce : América Latina ) genellikle bir parçası olarak tanımlanır Amerika ülkeleri sahip olduğu resmi dili içinde Roman dilleri türemiş demek ki, Latince ( İspanyolca , Portekizce ve Fransızca ). Latin Amerika bu nedenle potansiyel olarak Hispanik Amerika'yı , bazı Karayip adalarını ve neredeyse tüm Güney ve Orta Amerika'yı içerir . Bununla birlikte, Fransızca bir Roman dili olmasına rağmen, resmi dili Fransızca olan bölgeler her zaman Latin
Amerika'yı tanımlamak için kullanılmaz, genellikle resmi dilleri İspanyolca veya Portekizce olan tek bağımsız
ülkelerden oluştuğu düşünülür . : Ibero- Amerika . Porto Riko , Belize , Haiti , Fransız Antilleri ve Fransız Guyanası'na gelince , bunlar her zaman dikkate alınmaz.
… ..
*Gotlar - Vikipedi
*Gotlar, Güney İskandinavya'nın Gotland bölgesinde oturan eski bir Cermen kavmi. Gotlar 2. yüzyıldan itibaren İskitya, Dacia ve Pannonia'da yaşamışlar 3. ve 4. yüzyıllarda Bizans'ı yağma etmişler ve Aryanizmi benimsemişlerdir. 5. ve 6. yüzyıllarda Vizigotlar ve Ostrogotlar şeklinde ikiye bölünmüşler ve İberya ile İtalya'yı istila etmişlerdir.
… ..
*Yeşil alan Gotland. Pembe alan Got adası
*Vandallar, Doğu Cermen kavimlerindendir. Kavimler Göçü sırasında 5. yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun değişik eyaletlerini yağmalamalarıyla tanınırlar. Bu eyaletler sırasıyla Galya (Gallia), Galiçya, Endülüs (Hispania Baetica), Kuzey Afrika ve Akdeniz adalarıdır.[1]
Vandalların yurtları ve asılları kesin olarak bilinmemektedir. Ostrogotlar'ın kralı ve Vizigotlar'ın kral naibi olan Got kavminden olan Büyük Teoderik evlilik yolu ile Vandallara akrabaydı.
Vandallar, Galya ve İspanya'da büyük bir kıyım yaparak Afrika kıyılarına dek ilerlediler. 455 yılında Vandal Kralı Genserik, Roma şehrini yağmalamıştır.
Roma'nın yağmalanmasına atfen, sebepsiz yere zarar verme eylemine vandalizm denmeye başlanmıştır.
… ..
*MÖ 3.yüzyılda Keltler
*Galyalılar - Vikipedi
*Galyalılar, günümüzde genel olarak Fransa, Belçika, İsviçre ve İtalya’nın kuzey bölgelerini içeren Galya olarak tanımlanan bölgede Demir Çağından Roma Cumhuriyeti dönemine kadar yaşayan Kelt kökenli bir halktır.
Arkeolojik olarak La Tène kültürüne bağlıdırlar. MÖ 3.yüzyılda güneye doğru istila ve göç etmiş, önce Yunanistan daha sonra da Anadolu’ya kadar gitmişlerdir.[1] MÖ 50 yılında Roma prokonsülü Jül Sezar tarafından Galya Savaşları adı verilen bir dizi savaş sonucu yenilgiye uğratılmışlar ve Roma kültürü tarafından asimile edilmişlerdir.
Kavimler Göçü ile birlikte Roma egemenliğinin sona ermesinin ardından Galce, Latince ile kaynaşmıştır.
… ..
*I. Wilhelm ya da Kayzer Wilhelm (Almanca: Wilhelm Friedrich Ludwig) (d. 22 Mart 1797 – ö. 9 Mart 1888), Prusya kralı (2 Ocak 1861–9 Mart 1888) ve ilk Alman İmparatoru (18 Ocak 1871–9 Mart 1888) idi.
I. Wilhelm 1858'de Prusya'nın yönetimini kardeşinden devraldı. Yeni kralla yeni bir siyasi seyrin başlayacağı ümidine kapılmış pek çok kişi bulunmaktaydı. Başlangıçta esasen
beklentiler doğrultusunda liberal bir yönetimin oluşacağına dair izlenimler vermekteydi. 1858'de aynı dönemde
İtalya'da güçlü birlik hareketi oluşmuştu. 1859'da İtalya Fransa'nın desteğini alarak devlet adamı Covour ile özgürlükçü general Giuseppe
Garibaldi'nin önderliğinde Avusturya'ya savaş açtı. Bismarck'ın önerisine uyan Prusya Avusturya'yı desteklemedi. Yenilgiye uğrayan Avusturya yukarı İtalya'daki pek çok toprağını kaybetti. 1862'de Prusya'nın
İtalya Krallığını tanıması üzerine Avusturya'yı kendisine cephe almış oldu. Bu yıllardaysa Prusya kendi içinde ve gelecek için çok önemli olacak bir bunalım yaşamaktaydı. Kardeşinin ölümüyle tahta geçen
I. Wilhelm kısa zamanda restorasyon yanlısı eğilimler göstermeye başlamıştı. İlk Prusya kralı gibi Königsberg'de
halkın yerine tanrının inayetiyle taç giymek istiyordu. Elbetteki tanrının inayetiyle kral olan bir kişinin anayasaya
gevşek bile olsa bağlı olması söz konusu değildi. İtalyan olaylarından etkilenilerek parlamentoda bir muhalefet
ortamı meydana geldi. Parlamentonun büyük bir askeri reform için para onaylaması gündeme geldiğinde ortada
anlaşmazlıklar baş gösterdi. Liberal yanlıları bu teklifi bir defa onaylamakla askeri reform üzerindeki kontrolün
kaybedileceğini düşünüyorlardı. Daha sonra yapılan seçimlerle liberaller zaferi kazandılar. Buna rağmen kral
parlamentoya karşı olan mücadelesine devam etti. Parlamentoyu feshederek bir iç savaş oluşturma hazırlığına
giren kral 1848 deneyiminin verdiği güvenle askeri reformunu gerekirse parlamentosuz uygulamak istemekteydi.
Kralın bu direnişine karşı liberaller anayasa için bir mücadeleye girişmeye cesaret edemediler. Diğer taraftan
kral da artık ileri gidip gitmediğini kestiremediği için istifa etmeyi düşünüyordu. İşte tam bu bu esnada
parlamentoya karşı verdiği mücadelede kendisini destekleyen kişiyi buldu. Bu kişi Otto von Bismarck'tı.
*II. Wilhelm (Friedrich Wilhelm Viktor Albert von Preußen; 27 Ocak 1859 – 4 Haziran 1941), son Alman İmparatoru (Kaiser) ve Prusya Kralı'ydı. 15 Haziran 1888'den 9 Kasım 1918'deki feragatına kadar hüküm sürdü.
Annesi İngiltere Kraliçesi Kraliçe Victoria'nın büyük kızı, III. Friedrich'in karısı, Alman İmparatoriçesi ve Prusya Kraliçesi Victoria'dır. II. Wilhelm, böylelikle, İngiltere Kraliçesi'nin torunu, Victoria'dan sonraki İngiltere Kralı VII. Edward'ın yeğeni, Edward'ın oğlu Kral V. George'un da birinci dereceden kuzenidir.
İlk yılları:
I. Dünya Savaşı'na hazırlığı
Ülkeyi terketmesi:
Sürgündeki Yaşamı:
Mal varlığı:
Nazizm üzerine ɡörüşleri:
İngiltere karşıtı, Yahudi karşıtı ve Mason karşıtı görüşleri:
Ölümü:
İlk evliliği ve çocukları:
Hohenzollern Hanedanı:
Unvanları:
Kitabın son sayfalarında; artık geride kalan büyük savaşın kahramanlıkları değil; henüz sonuçlanmış savaş alanına gömülmüş iki tarafın askerlerinin taze mezarları arasında, kendi çocuklarını arayan anne babaların duygularını hissetmemek mümkün değil. Savaşın gerekliliği mi yoksa, insanlığın bitmek tükenmek bilmeyen hırslarının ortaya çıkardığı vahşet mi?; ikilemi arasında net bir anlam vermemenin acısını hissederken; yazarın anlatım ustalığının hakkını da vermek gerekiyor….
YanıtlaSilSavaş sonrası, hayatta kalan aile yakınları ve diğerlerinin çaresizliğin tek ilacı “dualar”; yaraların sarılmasını sağlıyor gibiydi…
YanıtlaSilAynı sahne içinde: Öfkesi uyananların kadere karşı gelen duygu patlamaları çaresizliği... .. , kaderin diğer bir yansıması olarak hafızalardaki yerini buluyor…
YanıtlaSilYaşanan hazin tablonun bir diğer kenarında ise; yazarın kendi ifadesi ile:
YanıtlaSil“ Adalet diye bir şey yoktu, dünya rastlantının ürünüydü; hepsi yalandı , insanoğlu içinde yaşadığı çaresizliği korkmadan taşıyabilsin diye uydurulmuş avuntu sözleriydi.”
Roman kahramanı Don Marcelo'nu gözler önünde ise: “Uzaklarda, insanları çiğneyip geçen mahşerin dört atlısının nal seslerini duyar gibi oldu. Savaş kılıcını kavramış koca pazılı hayvansı genç irisini gördü; sadağında veba oklarıyla iğrenç iğrenç sırıtan okçuyu; açlık terazisiyle kel kafalı cimriyi; atının üstünde ecelin tırpanı ile ilerleyen cesedi gördü. varlıklarını duyuran tek alışılmış ve dehşetengiz ilahlar olarak tanıdı onları. Geriye kalan her şey düşten ibaretti. Gerçek olan mahşerin dört atlısıydı…
YanıtlaSilA
YanıtlaSilDiğer taraftan geleceği görenler de vardı: … .. canavar saklansa bile bir kaç yıl sonra yeniden canlanacaktı, insanlara sonsuza değin eşlik edecekti…. dünya yok olup gidecekti. Kendi de dinlenecekti..