Gene de aşağılanmamdan gurur duyuyorum ve böyle bir ayrıcalığa makkûm edildiğim için, korkunç bir kurtuluşun tadını çıkarıyorum neredeyse: Sanırım, soyumuUn, insanoğlunun belleğinde, ıssız bir gemide deniz kazasına uğrayan yeâne varlığım.
Böyle yazıyor Robero de la Grive, yola gelmez bir kavram kargaşası içinde, tahminen 1643 yılının Temmuz ile Ağustos ayları arasında.
Bir tahta parçasına bağlı, güneş gözlerini kör etmesin diye gündüz vakti yüzünü güneşten öte çevirmiş, su yutmamak için boyunu doğal olmayan biçimde gerilmiş, teni tuzlu suyla kavrulmuş, hiç kuşkusuz ateş içinde, kaç gündür dalgalar üzerinde dolaşıyordu? Mektuplar bunu belirtmiyor ve sanki en çok iki günlük bir süre söz konusu olmalı, aksi takdirde -kendi betimlemesine göre, onun gibi son derece hastalıklı, doğal bir kusuru nedeniyle ancak gececil bir hayvan olarak- Phobios’un yayı altında hayatta kalamazdı (zengin hayal gücüyle yakındığı gibi.)
Zamanı hesaplayacak durumda değildi, ama sanırım onu Amarilli’nin bordasından fırlatıp atan fırtınadan hemen sonra deniz durulmuş ve denizcinin ona tam yerinde bir uyarısıyla şekil verdigi o bir tür sal, akıntılar onu koya yanaştırıncaya kadar, ekvatorun güneyinde son derece ılıman bir kışın hüküm sürdüğü bir mevsimde, sakin bir deniz üzerinde alizelerin itmesiyle, çok fazla mil yol gitmesine gerek kalmaksızın, onu sürüklemişti.
Geceydi, uyuyakalmıştı ve ta ki sal bir sarsıntıyla Dahne’nin pruvasına çarpıncaya dek, gemiye yaklaşmakta olduğunu fark etmemişti.
Ve -dolunay ışığında- bir cıvadranın altında, çıpa zincirinden uzak olmayan bir noktasından bir ip merdivenin sallandığı (*Peder Caspar, “Yakub'un Merdiveni” (.Yakub, düşünde yeryüzünde bir merdiven dikildiğini ve başının göklere eriştiğini görür. Bu merdiven de Yakub’un Merdiveni olarak geçer. Kutsal Kitap, Eski Ahit, ‘Yaratılış’ 28:12, adını verekti ona!) bir baş












