“Biz Osmanlı İmparatorluğu’nun son çocuklarıyız. Biraz büyüyüp kendimize geldiğimiz zaman memleket sınırlarının bir ucu Adriyatik, bir ucu Fars Körfezi kıyılarındaydı. Rüştiye Mektebi’nde okuduğumuz coğrafya kitabına göre ülkemiz daha da büyüktü. Mısır ve Sudan, BUlgristan Prensliğ, Bosna ve Hersek sınırlarımız içindeydi. Henüz Tuna’lar, Nil’ler ve Fırat’lar Türkiye’siydik. Şimdiki Doğu petrollerinin bütün kaynakları topraklarımızdaydı.”
“Bu sayfalarda çocukluğumun ve ilk gençliğimin ve ilk gençliğimin havasını teneffüs ettirmek üzere sizleri gerilere görütrmek istiyorum. 1918’e kadar geçmişin hatıralarını, durmadan ve son dakikaya kadar uslanmadan ve ayılmadan ödeyen bir nesil olduk. Hiçbirini kendi işlemediğimiz günahların acı ve ağır azaplarını biz çektik. Bugün ve yarın için faydalı dersle verebilecek ölüm kalım imtihanlarından geçtik.
Maksadım, bugünün ve yarının gençlerine Osmanlı’nın batış ve dağılış yıllarının hikâyelerini anlatmak ve onları Türkiye’nin geleceği üzerine daha uyanık tutmaktan ibaret.”
Hasan Ağa
Kendime ilk defa ne zaman Türk dediğimi pek hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda Türk “kaba ve yabani” demekti. İslam ümmetinden ve “Osmanlı” idik. İlmihallerde baş dersimiz din ile milliyetin bir olduğunu öğrenmekti.
Vatan sözü yasaktı.Onu ben büyüyüp mde Namık Kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm. Kulağımla ancak Meşrutiyet’te duydum. Padişah kullarıydık. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer,
“Padişahım çok yaşa!” (diye) bağırırdık.Padişah resmi yasaktı. Oturduğu Yıldız tepesinin adı da yasak. Göktekinin şiirde ve nesirde Arapça ve Farsçası kullanmalıydı. Nüfus tezkerelerindeki “Hamid” adları benim küçüklüğümde “Hâmid”e değişti. Nasıl ki Reşad, veliahdın da adı olduğu için kardeşiminkinin sonradan Neşet’e çevrildiğini biliyorum. Semtimizden biri(nin) veliaht Reşad Efendi’ye mürekkep sattığı için uzaklara sürülmüş olduğunu fısıltılardan sezmiştim.
Açık ve renk renk döşeli faytonlardan uzun kara fesli, oksijenli saçları yandan yukarıya doğru kıvrık, yine açık ve alıcı renkte esvapları ve arabacılarının yanında ellerini kavuşturmuş zenci uşakları ile arabacılarının yanında ellerini kavuşturmuş zenci uşakları ile şehzadelere rastladığımız olurdu. Bunlarla eski savaşların Fatih’leri ve Yavuz’ları arasında bir benzeyiş bulamazdık.
İkide bir büyüklerimizin bir “Hasan Ağa”dan yanıp yakındıklarını dinlerdik. Kimdi bu Hasan Ağa? Sormak da olmazdı. Neden sonra anladığıma göre Hasan Ağa bizimkilerin ve dostlarının çevresinde padişah rumuzuydu. Hiç kimse ondan, daha doğrusu onu kötü yola götüren yanındakilerden hoşnut değildi.
… ..
… ..
Vesikaların Işığı:
Prince de Bülow ’un hatıralarında pek iyi anlattığı üzere İngiltere kralı VII. Eduard ile Rusya Çarı Nikola 8-9 Temmuz 1908 tarihinde Reval’de buluştular. Uzakdoğu’da Japonya’ya karşı harbi kaybeden Rusya, oradan ümidi keserek Yakındoğu’ya dönmüştür. Halk efkârının parolası: Çargrad (istanbul) ve Ayasofya!
Reval’de pazarlık İran ve Türkiye üzerinedir. Makedonya ve Boğazlar meselesi ele alınmıştır.
Rusya Kırım Savaşı’nı Avusturya yüzünden kaybettiğini unutmamıştır. 1854’te I. Nikola ordularını Bulgaristan'a sokmak üzereydi. Avusturya Galiçya üzerine asker yığınca Balkanlar’dan çekilmek zorunda kaldı. Türklere karşı 1877 seferinden sonra Avusturyalıların Bosna-Hersek vilayetlerini işgalleri altına almasını onlara taviz olarak tanımıştır.
Balkan Yarımadası’nda İslav ve Cermen ihtirasları çarpışıyordu.
Reval’de Ruslar Boğazlar meselesini ele aldıkları için, Avusturyalılara da yine taviz olarak, Bosn-Hersek vilayetlerini dilediği zaman topraklarına katabilmek tavizni verdiler.
Prince de Bülow diyor ki: “1908 Türk devrimi havayı biraz bora gibi temizlemiştir. Bu devrim Makedonya’da reform projelerini durdurmuştur. Çünkü liberallerin Avam Kamarası’nda kuvvetli bir çoğunlukları vardı ve genç Türklere karşı hiçbir baskı yapılmasını istemiyorlardı.
1908 Devrimi’nden sonra Avusturyalıların Bosna-Hersek vilayetlerini kendi topraklarına katmaları bir yıldırım tesiri yaptı. Sırplar kudurmuşa döndüler. Aynı zamanda Bulgaristan Prensi Ferdinand da Çarlık tacı giydi.”
O sırada Rusya Hariciye Nazırı İswolsky, başkent başkent dolaşarak bu katmaya karşı olarak Boğazler meselesinin helledilmesini ister. İngiltere de, Fransa da razı olmaz. Lİberal İngiliz kabinesi Partinin sol kanadını düşünerek Boğazlar üzerindeki Rus istekleri yüzünden genç Türkleri gücendirmekten çekinmektedir.
İslowsky Alman başbakanına demiştir ki:
-İngilizler Türk’ten fazla Türk olmuşlar!
İster istemez o da boyun eğer.
… ..
… ..
1911
İnsan Osmanlı İmparatorluğu'nun 1911 yılını ve sonrasını bir kuşbakışı altına alabilse ürker İki eli ile gözlerini kapatmak ister. Kargaşa denen şeyin daha öğtretiiici bir örneği bulunmaz.
Adriyatik kıyılarında Arnavutluk, bütün Makedonya, Akdeniz’de Girit, Kızıldeniz’de Yemen, Suriye’de Havran, bütün saltanat haritası yanardağ ağızlarının kızıl ışığı altında. Orta ve Doğu Anadolu’yu sormayın. Dağ başı devletsiz.
İktidar yine bir “fersudesi çıkmış” (* eskimiş, yıpranmış, aşınmış.) Hamid devri vezirinin maskesi ile ittihatçı nüfuzu altında. Hükûmetin başlıca işi gücü borç peşinde koşup aybaşında aylık vemek! İtalyanlar da Trablus meselesini çıkarmışlar. Afrika’daki son Osmanlı topraklarını onlar alacaklar. Rusya ile büyük devletler arasında Boğazlar ve Anadolu’yu paylaşma davaları, Balkan devletleri arasında Türkleri Rumeli’den kovmak için birleşme ve anlaşma denemeleri.
İttihatçılar iyi niyetli. Henüz bir fikir yönleri yok, ama büyük vatanseverlikleri var. Hiçbiri için yolsuzluk rivayetti bile duyulmaz. Valileri ve kaymakamları dürüst ve çalışlkan. Fakat karşılarında Rum, Ermeni, Ulah, Bulgar suikastçılar ile el ele veren Araplar ve Arnavutlar ve bütün gericiler!
Bu muhalefeti sürükleyenler içinde yeni ve eski hürriyetçi Türkler de var. Öylesine bir düşmanlık havası var ki ha ittihatçı ha Moskof! Hırstan, öçten göz gözü görmez. İttihatçıların fedai takımının da asla affetmedikleri bunlar. Güçlerinin yettiği ise yalnız gazeteciler. Fener Patrikhanesi evinin yolunda öldürülmüştür. ile politika birliği ettikleri için bir akşamkaranlığında Sada-yi Millet’çi Ahmet Samim Karaköy fırınının önünde, bir gece Mizan’cı Zeki Bey Makriköy’deki (*Bakırköy) evinin yolunda öldürülmüştür. Birincisinin katili yakalanamamıştır. İkincininkiler ise her nasılsa gaflete gelir, ele geçer. Onları adaletin elinden kurtama çabaları devrin iskandallarından biri.
İttihat ve Terakki’nin Makedonya komitacılığını andıran davranışları ve bazı gazetelerin korkunç ve çirkin edebiyatı Osmanlı aydınları arasında onu bir hayli itibardan düşürür. Benim çok sonradan öğrendiğime göre İsmail Mahit Paşa’yı öldüren Enver Paşa’nın amcasıydı. Hasan Fehmi ve Samim’i öldürenlerin kimler olduğunu duymadım. Zeki Bey’i öldürenler de Birinci Dünya Savaşı’ındaki Ermeni vakaları sırasında Suriye’de Cemal Paşa tarafından yakalanmışlar, eşyaları arasında boğazladıkları kadınların yüzükleri ve mücevherleri bulunduğu için Harp Divanı’na verilerek asılmışlardır. Atatürk bu fedailer için “kasap” deyimini kullanmıştı: Önceden polisle pazarlık edecekler. Sokak köşelerini tutturacaklar. Tabancaları ile nişan talimi yapar gibi adam öldürecekler ve kahraman olacaklar! Atatürk:
-Yalnız iki fedai vardı ki onlara kahraman denebilir: Biri Meşrutiyet’ten önce cemiyetin emri ile Serez müftüsünü öldüren Topçu Hamdi, öteki de Sultan Hamid’in Meşrutiyet ihtilalini bastırmak üzere yolladığı Şemsi Paşa’yı vuran Atıf’tır, derdi
Daha dün sokaklarda resimlerini parçaladığımız Bulgaristan prensi Çar tacı ile İstanbul’a padişahı ziyarete gelir. Arkasından Sırbistan kralını selamlarız. Her istenileni yahut alınanı sonradan verir, verilmesini de tabii buluruz. Ama bu yüzden güçlerimizi toparlayıp ufukta beliren vatan parçalanma tehlikesini önlemeye çalışmayız. Girit’i uzatıp dururuz.
Afrika’da Libya’ya çıkan İtalyanlara karşı cephe kurma paşindeyiz. İttihatçı subaylar Enver, Mustafa Kemal, Fethi ve arkadaşları Trablus’a ve Bingazi’ye gitmişlerdir. Ordunun içinde ve başında Rumeli savunmasını hazırlayacak olanlar Afrika çöllerindedirler. Ordu eski kadronun elindedir.
Daha sonra iç anlaşmazlık o kadar kızışacak ki ayrışılık orduya da geçecek. “Halaskârân“ denen subayların dağa çıktıklarını bile işiteceğiz.
Yine 1911 yılında İttihatçıların Rumeli’de tutunmak için başvurdukları çare, ihtiyar padişahı uzun bir yolculuğa çıkarmak ve Kosova meydanında namaz kıldırmak.!
Hey gidi I. Murad’ın Kosovası.
… ..
… ..
Balkan Savaşı
… ..
İmparatorluğun Batış Yılları & Falih Rıfkı Atay
Pozitif Yayınevi
Baskı: Kasım 2020
*Bernhard von Bülow - Vikipedi
*Prens Bernhard Heinrich Karl Martin von Bülow (3 Mayıs 1849 - 28 Ekim 1929), Alman İmparatorluğu şansölyesi ve 1900-1909 arasında Prusya başbakanı. I. Dünya Savaşı öncesinde İmparator II. Wilhelm ile birlikte Almanya'yı genişletme politikası izlemiştir.
.. ..
*Reval Görüşmeleri ya da Reval Mülakatı 9 Haziran 1908 tarihinde Finlandiya Körfezi'nin Baltık kıyısında bulunan, günümüzde Estonya'nın başkenti olan Reval'de İngiltere Kralı VII. Edward ile Rus İmparatoru II. Nikolay'ın yaptığı görüşme.[1]
Arka plan:
Rus Çarlığı'nın Britanya sömürgesi olan Hindistan üzerinde hak iddia etmesi, İngilizlerin ise Kırım'da imtiyaz talep etmeleri sonucu iki ülke ortak bir noktada buluşmak için Reval'de bir araya geldi. Öte yandan İngiltere'nin Çarlık Rusyası ile masaya oturması, Balkanlar'daki Panslavizm politikasını da güçlendirmiştir.
İngiliz ve Rusların muhtemel Osmanlı karşıtlığında birleşeceğini düşünen Osmanlı, istihbarat teşkilatını devreye sokarak görüşmeyi engellemeye çalışmış ancak başarılı olamamıştır.
Görüşme:
6 Kasım 1908'de o zamanlar Rus Çarlığı'na bağlı Reval'de bir araya gelen İngiliz ve Rus heyetleri özellikle "hasta adam" olarak görülen Osmanlı İmparatorluğu'nu zayıflatma konusunda fikir birliğine vardı. Bunun için Balkanlar'da ıslahat yapılması amacıyla baskı yapılmasına karar verildi.
Sonuçları:
II. Meşrutiyet ilan edildi.
Rusya, Balkanlar ve Boğazlar çevresinde rakipsiz kaldı.
İngiltere, denizaşırı sömürgelerini güvence altına aldı.
İran ve Afganistan bölgelerindeki sınırlar belirlendi.
Makedonya'da ıslahat yapılması kararlaştırıldı.
Almanlar üzerindeki baskı arttırıldı.
Mısır, Güney Sudan ve Irak bölgelerinde İngiltere rahat bırakıldı.
Jön Türkler'in popülerliği arttı.[2]
Osmanlı, Almanya ile yakınlaştı.
Haberin Makedonya'daki subaylar arasında duyulması üzerine Jön Türkler çalışmalarını hızlandırdı ve Jön Türk Devrimi gerçekleşti.[3]
*Halâskâr Zâbitân (Türkçe: Kurtarıcı Subaylar) ya da Halâskâran (Türkçe: Kurtarıcılar), 1912 yılının mayıs ayında örgütlenen Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlısı silahlı örgüt. İttihat ve Terakki muhalifi olan örgüt kurulduğu günden Bâb-ı Âli Baskını'nın gerçekleştiği tarihe kadar birçok eylem gerçekleştirmiştir.
Gazetelerde sert bildiriler yayınlayan ve Askerî Şura'ya muhtıra veren Halâskâr Zâbitân, Sadrazam Mehmed Said Paşa'nın istifa etmesine neden olmuştur.[1] Meclis-i Mebûsan Başkanı Halil Bey'e tehdit mektubu göndererek İttihat ve Terakki çoğunluklu meclisin dağılmasını istemiş,[2] bu istekleri meclis tarafından kınansa da[3] Ahmed Muhtar Paşa'nın girişimleri sonrası meclis dağıtılmıştır.[4]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder