Baba Evi
Annemin karnı ağrıyormuş, kalkmadı yataktan. Babam işe gitmedi. “Dükkânı açsın diye haber gönderdi Osman abiye. Kardeşim durmadan ağlıyor. Babama dedim, “Annemi doktora götürsene.” Başını kaldırdı, gözlerimin içine baktı, “Götürdük ya kızım.” dedi. Doktor diyesiymiş ki “Annem eve gitsin.” Öyle doktor mu olur? “Başka doktora götür sen de .” dedim babama. Yengemler geldi. Kimse konuşmuyor, gülmüyor, çay, kahve içmiyor, kardeşim durmadan ağlıyor, babam annemi doktora götürmüyor. Sonra dayım geldi. Kardeşimle beni götürmeye gelmiş. Bizi giydirdiler, kocaman bir çantaya eşyalarımızı koydular. Annemin yanına uğradık önce. Seslendiler. Gözlerini açtı. Ne kadar uzaktı annemin gözleri. Kuyunun dibi gibi. Bembeyaz dudaklarıyla öptü, oklava gibi kollarıyla sarıldı bize. Her hareketinde şıkır şıkır sesler çıkaran bilezikleri yoktu kollarında. Saçlarımızı kokladı. Gözlerini kapatıp başını öteye çevirdi. Dayım ikimizin elinden tutup evden çıkardı bizi. Köy arabasına binmek için garaja kadar yürüdük. Kardeşim sızlanınca onu kucağına aldı dayım. Babam neden arabasıyla götürmedi bizi köye? Dayıma sordum, “Babanın biraz işi var.” dedi. “İşe gitmedi ki, Osman abiye haber saldı dükkânı açsın diye.” dedim. Dayım bir şeyler dedi ama hiç anlamadım ne dediğini.
Dayımgillerin köydeki evi kocaman. İki katlı. Dayımın oğlu benden biraz daha büyük. Kardeşi yok. Sofrada babasının yanına oturuyor, misafir gelince erkeklerle beraber çıkmalı odaya bir tek o girebiliyor, köyün içinde bir yerden bir yere gideceğimiz vakit biz arkadan o dayımla önden yürüyor. Kasım kasım kasılıyor. Hatta evin içinde annesine emirler bile veriyor. Bizim kardeşimiz yok. Babam misafirlerle yalnız
oturuyor, yolda önden tek başına yürüyor, bir işi olduğunda Osman abimi çağırıyor.Köyde ne kadar kaldık bilmiyorum. Her gün dayıma ne zaman eve gideceğimizi, annemle babamın neden gelmediğini soruyorum, yine anlamadığım şeyler geveliyor. Hem cevap veriyor hem vermiyor. Israr etmiyorum. Bir gün dayımın oğlu koşa koşa eve geldi. Babasının kulağına bir şeyler söyledi. Dayım hızlıca hazırlanıp gitti. Giderken arkasına dönüp evi Ferhat abime emanet etti.
Yaz bitti. Sular soğudu. Yengem, tuşu küplerini doldurdu, yün yorganları çıkardı. Bir sabah kulağıma gelen tıkırtılarla gözlerimi açtım. Sofadan babamın sesi geliyordu. Kalbim küt küt atmaya başladı. Annem de gelmiş miydi? Gecelik entarimle dışarı çıkamazdım. Neyi, nereye giydiğimi anlamadan hızlıca giyindim, kapının mandalını çevirdim, ayağını eşikten dışarı attım, annem yoktu. Babamın elini öptüm. Annemi soramadım. Başımdan öptü. “Kardeşini de uyandır, hazırlanın bakalım.” dedi. Acelesi varmış babamın, hemen yola çıktık. … ….
… ..
Sesler
“Birisinin hatasını affedecek kadar iyi olun ama hatayı hiç işlenmemiş sayacak kadar aptal olmayın.”
Sır
“İşlemeyeceğim bir suç duymadım.”
Goethe
Arada aklıma gelir. “Herkesten sakladığı, hatırladıkça içini utançla dolduran bir sırrı olmayan var mıdır?” diye düşünürüm. O kadar eminimdir ki olmadığına “Benim öyle bir sırrım yok.” diyenlerin ya utanılacak şeyler hakkında geniş düşündüklerine ya da kendileriyle ilgili hatıralarında oynamalar yaptıklarına kail (*1 razı olmak 2 . inanmak. ) olurum…. ..
… .. Bu kadar pürüzsüzlüğün insanın doğasına aykırı olduğunu bildiğimden utanılacak hiçbir hatırası olmadığını söyleyenler hakkında ister istemez soru işareti taşırım. Zihinleri böyle çalışan insanlarda gözlemlediğim bir davranış da başlarına ne gelirse gelsin hep imtihan olduğunu düşünmeleridir. Bir hataları yoktur ki yaşananları bir nevi ceza olarak görsünler. Çektikleri sıkıntıları hiç kefaret olarak görmeyip hep imtihan olarak görenler kendi pürüzlerinden bihaber bir kavrayış bozukluğunun konforunu, kendine karşı da olmanın getireceği vicdani rahatsızlığı tercih etmekte ve giderek akılları da onlara bu oyunda yardım etmektedir. Bu katmanlı adaletsizlik zihnin geri döndürülemez şekilde bozulmasına yol açar. Oysa o zarif ölçü, kusursuz görüntümüzün altında, hem de çok derinde değil, yüzeyin hemen altında nice kapanmamış yaralar iltihaplanmakta, nice biriktirilmiş çöpler kokuşmakta. İnsanların sırlarını dinledikçe bu düşüncem pekişiyor.
… ..
… .. Tarih kitaplarını okurken bie “gördün mü bak? derdim, “O asil, ahlaklı maneviyat sahibi insanlar bile kardeş savaşları yapmışlar, birbirlerini boğazlamışlar. Demek ki bugün dünden o kadar da kötü olmadığı gibi biz de tarihin en kötü insanları değiliz.” diye teselli olurdum. Sonra sonra başkalarının hatalarını kendimi rahatlamak için kullanmayı giderek azalttım. Bunda en büyük pay Yaratıcı’nın huzuruna vardığımda “İyi de ey Rabbim onlar da yapmış aynısını.” demenin benim mazur görünmeme yetmeyeceğini, bu açıklamanın çocukça bir mazeret olduğunu aklıma getirmemdedir.
Bir davranış kötüyse kötüdür. İyi bilinen birinin o davranışı yapması kötülüğü iyiliğe çevirmez, iyi bildiğimiz kişinin kusursuz olmadığını gösterir. Teoride bunu biliyor olmam bir hatamı fark ettiğimde -eskiye göre daha az yapsamda- “Aman herkes yapıyor, çok da dert etmeye gerek yok.” gibilerinden sefilce tesellilerden korunmama yetmiyor. Başkalarının kötülüğünü kendi iyiliğim için bir kriter olarak görme düşüncesi derinlerde işe yaramaya devam ediyor.
Bunu fark etmek beni şu noktaya getirdi: İnsan içine çıkaramayacağımız sırlarımız varsa belki de yapmamız gereken şey bunları zihnimizde büyüterek hatırladıkça bizi aşağı çekmelerine izin vermek yerine “İnsanlık hâli.” deyip geçmektir. Mümin hatalarını hatırladıkça tövbeye devam eder, kendini aşağılamak yerine Allah’ın affının yüceliğine sığınır. Bu sığınışın feyziyle geçmişe üzülüp durmanın bugünü gölgelemesine izin vermeden o utan. sırları elimizden tutup yükseltebilir bile bizi. Böyle baktığımızda görürüz ki yaşadığımız her şey, onu nasıl kullandığımıza bağlı olarak bir yükselme vesilesine dönüşebilir. İnancını kaybedenlerin kimi gerekçelerinin benim inancımı pekiştirmeye yardım etmesi gibi
Bir Vaizenin Notu
… ..
İnsanın küçük büyük fark etmeksizin hatalarını hatırlayıp durması aslında bizi Allah’a yaklaştırmak için bir fırsattır. Bu hatalar kişi haklarıyla ilgiliyse helalleşir hallederiz, O’na sığınırız. Beni asıl düşündüren bu telafileri yapmaya devam etsek de o hatamızı rasyonel dünyada sonuçlarını yaşamaya devam edecek olduğumuzdur. Hakkını helal etse de o arkadaşımızla artık o hatadan önceki gibi olmamız beklenemez. Çok yemeye tövbe etmiş olsam da fazla kiloların bedenime verdiği hasar devam eder ya hani.
İşte bu düşünceler içindeyken elimden tutan bir Peygamber duası var. Meşhur adıyla seyyidül istiğfar (tövbenin efendisi) duası. Orada geçen bir cümle tövbe ve telafiden sonraki kaygıların ilacı. Şöyle ki: “Allahım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ibadete layık ilah yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Ezelden sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden sana sığınırım. Bana lütfettiğin nimetleri yüce huzurunda minnetle anar, günahımı itiraf ederim. Beni affet, şüphe yok ki günahları senden başka affedecek yoktur.”
Bu duayı sevabına ve faziletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okuyanın o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olacağını, gece okuyanın da sabah olmadan ölürse cennetlik olacağını buyurmuş Peygamberimiz. (Buhârî, Deavât, 2, 16; Ebû Dâvûd, Edep, 100-101) daha ne olsun. Yanlışımın affını dilemekle kalmayıp o yanlışın sebep olabileceği bütün kötü sonuçlardan da Allah’a sığınıp güne veya geceye girmenin huzuru yanlışı yokmuş da başına gelenler hep sınavmış gibi düşünmenin sahteliğiyle kıyaslanmaz.
… ..
Perakende Yazılar & Fatma Bayram
Türk Diyanet Vakfı Yayınları
1.Baskı, Kasım 2014
Fatma Bayram'ı diğer kitapları gibi bunu da beğeni ile okudum. Kendi ilgi alanıyla ilgili yazdıkları; konu uzmanı olmanın etkili ve ikna ediciliği kadar kendi özel ilgi alanına ilişkin olarak kalem aldığı eserlerinde kendinizi de bulabileceğiniz yaşanmışlıkları, sorular, acabalar dolu tereddütlerinize değinildiğini, olan bitenlerin sadece sizin kişisel dünyanız dışında bir vaizenin de hayatında yer tutuğunu; bütün bunlar karşısındaki edindiği tecrübeler ve gelişmelere bakış açısından kendinize de pay çıkarmanın doyuruculuğunu hissedebiliyorsunuz....
YanıtlaSilYazar olarak duygularını samimiyetle satırlara yansıtması kadar; aynı zamanda bir edebiyatçı olmanın yanı sıra "sanatçı" sıfatını da hak ettiğini düşündüğüm Fatma Bayram Hoca'nın düşünceleri arasında; en azından yurdum insanları için "aydınlanma yaşayabilecekleri" değerli ayrıntılarla karşılaşabileceklerini ifade etmek gerekiyor.
YanıtlaSil