-Fransız yazar Alphonse Daudet’’in ilk baskısı 1869
yılında yapılan eseri; Fransız taşrasında bir değirmende yazılan, her biri ayrı
bir yerleştilimiş anı-mektuplardan oluşmakta.... Fransa ve Fransızca’ya aşina olanlar için
ilgi çekici olabilecek içine hayali sahnelerin yerleştirildiği öyküler
sürükleyici bir dille kaleme alınmış. Paris'in yoğunluğundan kaçıp doğa ile baş başa kalan yazar; doğa ile iç içe kaldığı değirmeninde tabiatın insanoğlunu sunduğu zenginlikleri satırlarına yansıtmaya çalışmış. Bardağın dolu tarafını anlatırken günlük hayatımızda bizlerinde yaşadığı güxellikleri ifade etmeye çalışmış.
Kitabın ön kapağında “Dünya çocuk Klasikeri” vurgu yapılmış olmakla birlikte yetişkinlerin algılayabileceği o dönemim hayat tarzını yansıtan seviyedeki/detaylar öyküleri oluşturuyor.... Kısa alıntıları paylaşalım:
Kitabın ön kapağında “Dünya çocuk Klasikeri” vurgu yapılmış olmakla birlikte yetişkinlerin algılayabileceği o dönemim hayat tarzını yansıtan seviyedeki/detaylar öyküleri oluşturuyor.... Kısa alıntıları paylaşalım:
-... .. Pariste
ikamet eden ve orada hazır bulunan Şair Bay AlphonseDaudet’ye ve orada hazır
bulunan Rhöne vadisinde , Provennce’in göbeğinde,
yemyeşil çam ve meşe ağaçları ile örtülü
bir yamaç üzerinde bulunan bir babun ve yel değirmeni , bütün huklukî ve fiilî
güvence altında ve her türlü borç, imtiyaz ve ipotekten ayrı olarak sattığını
ve teslim ettiğini... ...
-... .. İşte size oradan yazıyorum.Kapım ardına kadar
açık, etraf güneşlik... Işık içinde, pırl pırıl, güzel bir çam korusu, karşımda,
yamacın eteklerine uzanıyor... Ufukta küçük Alplerin zarif tepeleri
beliriyor... Çıt yok... Ancak uzaktan azağa bir kaval sesi, lavanta çiçekleri
arasında bir kurlinin ötüşü, yoldan da bir katırın çıngırağı... Bütün bu güzel
Provence manzarası ancak ışıkla can buluyor. ... ..
-Ertafımda ne kadar güzeş şeyler var!
... ..
Beaucaire
dilijansı
Cornille
Ustanın esrarı
-... .. Eskiden burada değirmencilik
öyle işlek bir zenaattı ki... .. Köyü saran cepheler yeldeğirmenleriyle kaplı
idi. ... ..
-Değirmenciler, bizim memleketin
şenliği ve zenginliğiydi. ... .. Nihayet bir gün, elediye bu harabeleriyıktırdı
ve yerlerine asma ile zeytin ağacı dikildi. Ama bu bozgun havası içinde tek bir
değirmen kafa tutuyor. ve tepenin üstünde, fabrikacılara inat sürekli dönüp
duruyor. Bu Cornille Ustanın değirmeni idi, işte bu anda
içinde bulunduğumuz değirmen. ... ..
içinde bulunduğumuz değirmen. ... ..
Mösyö
Seguin’in keçisi
Yıldızlar
-Az sonra
da, bizim matmazel çıkageldi. Deminki gibi güler yüzlü değildi; sırılsıklam
olmuş, soğuktan ve korkudan tir tir titriyordu.Yaöacın eteğine inince, Sorgue
ırmağının sellerle kabarmış olduğunu görümüş, zorla geçmekisterken, az kalsın
boğulacakmış. işin kötüsü , gecenin bu saatinde artık çiftliğe gitmeyi akıldan
çıkarması gerekiyordu. ... ..
-Sorgue
ırmağında ıslanan fistanıyla ayaklarını kurutmak için hemen büyükçe bir ateş
yaktım. Sonra kendisine süt, peynir getirdim. Ama zavallı kızın ne yemekte, ne
de ısınmaktagözü vardı. ... ..
-Artık
adamakıllı gece olmuştu. ... ... Hanımımızın ağıla girip istirahat etmesini
istedim. Tertemiz samanın üsütüne, temiz, yepyeni bir post sererek, hayırlı
geceler temenni ettim ve dışarıya çıkıp kapının önüne oturdum.... Allah
bilir,içimiğ yakan aşk ateşine rağmen, aklıma hiçbir kötülik gelmedi. ... ..
-Hiç
gökyüzü bu kadar derin, yıldızları bu kadar parlak olmamıştı. ... ..Stephanette
ateşin yanına gelmek isitiyordu. Bunu görünce omuzlarına benim postu attım,
ateşi hiç konuşmadan yan yana oturup
kaldık. Geceyi açıkta geçirmişseniz bilirsiniz ki, herkesin uyuduğu saatlerde
yanlızlığın ve sessziliğin içinden esararlı bir âlem uyanır. ... .. Gündüz,
canlıların alemidir, ama gece eşyanın cümbüşü... Eğer alışık değilseniz, bu
sizi korkutur.
-Nitekim bizim matmazel de ürpermeler içindeydi ve en
ufak bir gürültüde , hemen bana sokuluyordu. Bir defasında, aşağıda pırıl pırılbir
gölden uzun ve hazin bir çığlık koptu ve kıvrım kıvrım bize doğru
yükseldi. O anda sanki işittiğimiz bu
feryat, yanında bir de ışık görüyormuş gibi
başlarmızın üzerinden aynı istikamette bir yıldız aktı.
-Stephane
yavaşça sordu:
-Bu ne?
-Cennete
giden bir ruh hanımcığım , dedim.
-Bir
müddet, başı yukarıda kendi âlemine daldı. Sonra da bana sordu:
-Sizler
büyücüymüşsünüz, sahi doğru mu çoban?
-Yalan
hanımcığım. Ama biz burada yıldızlara daha yakınız. Gökyüzünde neler olup
bittiğini ova halkından daha iyi biliriz.
-O,
çenesini eline dayamış, kendisini saran postun içinde semavi bvir çoban gibi
hep yukarıya bakıyordu.
-Nekadar
da çok ne kadar da güzel!... Hiç bu kadarını görmemiştim. Adlarını bilir misin,
çoban?
-Bilirim
hanımcığım... Bakın, tam üsütümüzdeki Saint-jaccjues (Samanyolu), Fransa’dan kalkar, dosdoğru
İspanya’ya gider. Bunu, Araplara sefer açtığı zaman babayiğit Charlemagne’a
yolunu göstersin diye Galice’li Saint-Jacques çizmiştir. >Daha ötede, pırıl
pırıl dört dingili ile Ruıhların Arabası’nı (Büyük Ayı) görürsünüz. Önünden giden üç yıldız,
üç hayvanlardır, üçüncünün tam karşısında şu küçük yıldız, Arabacı’dır. Bakın,
her taraftan dökülen şu yıldız yağmurunu
görüyor musunuz? Biraz daha aşağıda Tırmık
yahut (Orion),
bu, bizim gibi çobanların saatidir. Yalnız bir bakıvermekle imdi aatin on ikiyi
geçtiğini anlarım. Biraz daha aşağıda hep kuzeye doğru yıldızlar meşalesi,
Milanolu Jean parlar (Sirius).
Bu yıldız hakkında, bakın çobanlar ne anlatır. Güya bir gece, Milanolu Jean, Üç
krallar ile Civciv Kümesi (Ülker),
dostlarından bir yıldızın düğününe davet edilmişler. Aceleci olan Civciv
Kümesi, hepsinden evvel kalkmış, yukarıdaki yola düzülmüş.
-Bakın,
yukarıda gökyüzünün, tâ dibinde... Üç Kırallar, daha aşağıdan gitmişler ama ona yetişmişler. Fakat
çok geç uyanan tembel Milanolu Jean, pek geride kalmış, müthiş öfkelenmiş ve
durdurmakiçin onlara sopasını fırlatmış. Bunun için Üç Kırallar’a Milanolu
Jean’ın sopası da derler. Ama bu yıldızların en güzeli bizimkidir hanımcığım, Çoban Yıldızı’dır. Şafakta
sürüyü ağıldan çıkardığımız zaman bizi o aydınlatır. Akşamları dönüşte yolumuzu
o gösterir. Ona Maguelonne da deriz. Güzel Maguelonne, Provence’h Pierre’in (Zühal) peşinde dolaşır
ve her yedi senede bir onunla evlenir.
-Nasıl?
Yıldızlar da evlenir mi çoban?
-Elbette
hanımcığım.
-Kendisine bu
düğünlerin ne olduğunu anlatmaya başlarken, taze ve nazik bir şeyin hafifçe
omzuma yaslandığını hissettim. Bu, onun uyku ile ağırlaşmıış, kurdele, dantelâ
ve dalgalı saçların o güzel hışırtısıyla bana yaslanan başıydı. Böylece,
gökyüzünde doğan günün sildiği yıldızlar sararıp soluncaya kadar, hareketsiz
kaldı. Ben de onun uyumasına bakıyordum. ... ..
Arles’li kız
Sanguinaires Deniz Feneri
Semilante’ın can çekişmesi
Gümrük kolcuları
Cucugnan papazı
İhtiyarlar
Serbest yazılar
Veliahdın ölümü
Kıra çıkan kaza kaymakamı
Bixiou’nun el çantası
Altın beyinli adam masalı
Şair mistral
İlahisiz üç ayin
Portakallar
Çifte hanlar
Milianah'da gezi notları
Çekirgeler
Pere Gaucher'in iksiri
Camargue'da yola çıkış
Kulübe
PusudaKızıl ve beyaz
Vaccares
Sıla özlemi
İlahisiz üç ayin
Portakallar
Çifte hanlar
Milianah'da gezi notları
Çekirgeler
Pere Gaucher'in iksiri
Camargue'da yola çıkış
Kulübe
PusudaKızıl ve beyaz
Vaccares
Sıla özlemi
*Değirmenimden Mektuplar – Alfonse Daudet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder