8 Eylül 2016 Perşembe

Değirmenimden Mektuplar *

-Fransız yazar Alphonse Daudet’’in ilk baskısı 1869 yılında yapılan eseri; Fransız taşrasında bir değirmende yazılan, her biri ayrı bir yerleştilimiş anı-mektuplardan oluşmakta....  Fransa ve Fransızca’ya aşina olanlar için ilgi çekici olabilecek içine hayali sahnelerin yerleştirildiği öyküler sürükleyici bir dille kaleme alınmış. Paris'in yoğunluğundan kaçıp doğa ile baş başa kalan yazar; doğa ile iç içe kaldığı değirmeninde tabiatın insanoğlunu sunduğu zenginlikleri satırlarına yansıtmaya çalışmış. Bardağın dolu tarafını anlatırken günlük hayatımızda bizlerinde yaşadığı güxellikleri ifade etmeye çalışmış.
Kitabın ön kapağında “Dünya çocuk Klasikeri” vurgu yapılmış olmakla birlikte yetişkinlerin algılayabileceği  o dönemim hayat tarzını yansıtan seviyedeki/detaylar öyküleri oluşturuyor....  Kısa alıntıları paylaşalım:
-... .. Pariste ikamet eden ve orada hazır bulunan Şair Bay AlphonseDaudet’ye ve orada hazır bulunan Rhöne vadisinde , Provennce’in  göbeğinde, yemyeşil çam ve meşe  ağaçları ile örtülü bir yamaç üzerinde bulunan bir babun ve yel değirmeni , bütün huklukî ve fiilî güvence altında ve her türlü borç, imtiyaz ve ipotekten ayrı olarak sattığını ve teslim ettiğini... ...
-... .. İşte size oradan yazıyorum.Kapım ardına kadar açık, etraf güneşlik... Işık içinde, pırl pırıl, güzel bir çam korusu, karşımda, yamacın eteklerine uzanıyor... Ufukta küçük Alplerin zarif tepeleri beliriyor... Çıt yok... Ancak uzaktan azağa bir kaval sesi, lavanta çiçekleri arasında bir kurlinin ötüşü, yoldan da bir katırın çıngırağı... Bütün bu güzel Provence manzarası ancak ışıkla can buluyor. ... ..
-Ertafımda ne kadar güzeş şeyler var! ... ..
Beaucaire dilijansı
Cornille Ustanın esrarı
-... .. Eskiden burada değirmencilik öyle işlek bir zenaattı ki... .. Köyü saran cepheler yeldeğirmenleriyle kaplı idi. ... ..
-Değirmenciler, bizim memleketin şenliği ve zenginliğiydi. ... .. Nihayet bir gün, elediye bu harabeleriyıktırdı ve yerlerine asma ile zeytin ağacı dikildi. Ama bu bozgun havası içinde tek bir değirmen kafa tutuyor. ve tepenin üstünde, fabrikacılara inat sürekli dönüp duruyor. Bu Cornille Ustanın değirmeni idi, işte bu anda
içinde bulunduğumuz değirmen. ... ..
Mösyö Seguin’in keçisi
Yıldızlar
-Az sonra da, bizim matmazel çıkageldi. Deminki gibi güler yüzlü değildi; sırılsıklam olmuş, soğuktan ve korkudan tir tir titriyordu.Yaöacın eteğine inince, Sorgue ırmağının sellerle kabarmış olduğunu görümüş, zorla geçmekisterken, az kalsın boğulacakmış. işin kötüsü , gecenin bu saatinde artık çiftliğe gitmeyi akıldan çıkarması gerekiyordu. ... ..
-Sorgue ırmağında ıslanan fistanıyla ayaklarını kurutmak için hemen büyükçe bir ateş yaktım. Sonra kendisine süt, peynir getirdim. Ama zavallı kızın ne yemekte, ne de ısınmaktagözü vardı. ... ..
-Artık adamakıllı gece olmuştu. ... ... Hanımımızın ağıla girip istirahat etmesini istedim. Tertemiz samanın üsütüne, temiz, yepyeni bir post sererek, hayırlı geceler temenni ettim ve dışarıya çıkıp kapının önüne oturdum.... Allah bilir,içimiğ yakan aşk ateşine rağmen, aklıma hiçbir kötülik gelmedi. ... ..
-Hiç gökyüzü bu kadar derin, yıldızları bu kadar parlak olmamıştı. ... ..Stephanette ateşin yanına gelmek isitiyordu. Bunu görünce omuzlarına benim postu attım, ateşi  hiç konuşmadan yan yana oturup kaldık. Geceyi açıkta geçirmişseniz bilirsiniz ki, herkesin uyuduğu saatlerde yanlızlığın ve sessziliğin içinden esararlı bir âlem uyanır. ... .. Gündüz, canlıların alemidir, ama gece eşyanın cümbüşü... Eğer alışık değilseniz, bu sizi korkutur.
-Nitekim  bizim matmazel de ürpermeler içindeydi ve en ufak bir gürültüde , hemen bana sokuluyordu. Bir defasında, aşağıda pırıl pırılbir gölden uzun ve hazin bir çığlık koptu ve kıvrım kıvrım bize doğru yükseldi.  O anda sanki işittiğimiz bu feryat, yanında bir de ışık görüyormuş gibi  başlarmızın üzerinden aynı istikamette bir yıldız aktı.
-Stephane yavaşça sordu:
-Bu ne?
-Cennete giden bir ruh hanımcığım , dedim.
-Bir müddet, başı yukarıda kendi âlemine daldı. Sonra da bana sordu:
-Sizler büyücüymüşsünüz, sahi doğru mu çoban?
-Yalan hanımcığım. Ama biz burada yıldızlara daha yakınız. Gökyüzünde neler olup bittiğini ova halkından daha iyi biliriz.
-O, çenesini eline dayamış, kendisini saran postun içinde semavi bvir çoban gibi hep yukarıya bakıyordu.
-Nekadar da çok ne kadar da güzel!... Hiç bu kadarını görmemiştim. Adlarını bilir misin, çoban?
-Bilirim hanımcığım... Bakın, tam üsütümüzdeki Saint-jaccjues (Samanyolu), Fransa’dan kalkar, dosdoğru İspanya’ya gider. Bunu, Araplara sefer açtığı zaman babayiğit Charlemagne’a yolunu göstersin diye Galice’li Saint-Jacques çizmiştir. >Daha ötede, pırıl pırıl dört dingili ile Ruıhların Arabası’nı (Büyük Ayı) görürsünüz. Önünden giden üç yıldız, üç hayvanlardır, üçüncünün tam karşısında şu küçük yıldız, Arabacı’dır. Bakın, her taraftan  dökülen şu yıldız yağmurunu görüyor musunuz? Biraz daha aşağıda Tırmık  yahut (Orion), bu, bizim gibi çobanların saatidir. Yalnız bir bakıvermekle imdi aatin on ikiyi geçtiğini anlarım. Biraz daha aşağıda hep kuzeye doğru yıldızlar meşalesi, Milanolu Jean parlar (Sirius). Bu yıldız hakkında, bakın çobanlar ne anlatır. Güya bir gece, Milanolu Jean, Üç krallar ile Civciv Kümesi (Ülker), dostlarından bir yıldızın düğününe davet edilmişler. Aceleci olan Civciv Kümesi, hepsinden evvel kalkmış, yukarıdaki yola düzülmüş.
-Bakın, yukarıda gökyüzünün, tâ dibinde... Üç Kırallar, daha aşağıdan gitmişler ama ona yetişmişler. Fakat çok geç uyanan tembel Milanolu Jean, pek geride kalmış, müthiş öfkelenmiş ve durdurmakiçin onlara sopasını fırlatmış. Bunun için Üç Kırallar’a Milanolu Jean’ın sopası da derler. Ama bu yıldızların en güzeli bizimkidir hanımcığım, Çoban Yıldızı’dır. Şafakta sürüyü ağıldan çıkardığımız zaman bizi o aydınlatır. Akşamları dönüşte yolumuzu o gösterir. Ona Maguelonne da deriz. Güzel Maguelonne, Provence’h Pierre’in (Zühal) peşinde dolaşır ve her yedi senede bir onunla evlenir.
-Nasıl? Yıldızlar da evlenir mi  çoban?
-Elbette hanımcığım.
-Kendisine bu düğünlerin ne olduğunu anlatmaya başlarken, taze ve nazik bir şeyin hafifçe omzuma yaslandığını hissettim. Bu, onun uyku ile ağırlaşmıış, kurdele, dantelâ ve dalgalı saçların o güzel hışırtısıyla bana yaslanan başıydı. Böylece, gökyüzünde doğan günün sildiği yıldızlar sararıp soluncaya kadar, hareketsiz kaldı. Ben de onun uyumasına bakıyordum. ... ..
Arles’li kız
Sanguinaires Deniz Feneri
Semilante’ın can çekişmesi
Gümrük kolcuları
Cucugnan papazı
İhtiyarlar
Serbest yazılar
Veliahdın ölümü
Kıra çıkan kaza kaymakamı
Bixiou’nun el çantası
Altın beyinli adam masalı

Şair mistral
İlahisiz üç ayin
Portakallar
Çifte hanlar
Milianah'da gezi notları
Çekirgeler
Pere Gaucher'in iksiri
Camargue'da yola çıkış
Kulübe
PusudaKızıl ve beyaz
Vaccares
Sıla özlemi

*Değirmenimden Mektuplar – Alfonse Daudet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder