19 Nisan 2024 Cuma

İmamların Öcü*


 

… ..

Cemaatlerin askeri okullar çalışması

… ..

Sözde kâr ortaklığı adı altında yüz binlerce insandan para toplamış, bankacılık sektörüne girilmişti. Enver Ören telaşlanmış, askerlerle görüşmek için çabalıyordu. Televizyon kanalında program yapan ünlü kadınlara helikopterlerle tatlı getirip, milyon dolarlık villalar hediye eden Enver Ören’in o günlerden”Sana paşalardan randevu aldım,” diyen bazı gazeteci ve siyasilere büyük paralar ödediğini, dönemin gazetecilerinin çoğu bilir.

… .. Ören çaresiz kalınca aklına mektep yılları gelir. Ne de olsa Kuleli’den sınıf arkadaşlarının bazıları general olmuştur. Muvazzaflara ulaşması zor olunca emekli olanları bulur. Hediyelere boğar çoğunu… 28 Şubat’ın kudretli generali Çevik Bir, Enver Abi’nin Kuleli’den sınıf arkadaşıdır. Ocağına düşmüştür Çevik’in. Türkiye gazetesi ve TGRT 28 Şubat’ın faziletlerinden dem vuran haber ve yorumlarla seyircisini şaşırtır. Ama Enver Abi’nin bir bildiği vardır.

Önce 14 ünlü ismi holding bünyesine alır. Gazetede bazılarına köşe verir, ekranlara çıkarır. Sonra 29 olur sayı. Söylentiye göre Çevik Bir, sınıf arkadaşı Enver’e “Şunları da istihdam et…” diye emir göndermektedir. Holding bünyesinde sayı 40’a ulaşır. Okullar, hastaneler, haber ajansı, bölge müdürlükleri, şoförler, matbaa işçileri, gazete dağıtım ve pazarlamacıları derken, asker yakınlarına açılan kadro binleri bulur.

Çeşitli gazete ve dergilerde “irticacı şirketler”le ilgili birbirinden farklı listeler yayımlanmaktadır. İhlas ismi bazılarında geçse de çoğunda yoktur. Enver Abi’nin kulağına eğilenler “atlattık” derler ama şirkette çatırdama başlamıştır. Başta İhlas Finans olmak üzere şirketler değer kaybeder, para yatıranlar geri alamaz

Enver Ören’e ait İhlas kuruluşlarında askeri okullardan atılan öğrencilerin de yerleştirildiği bir

Matematik Canavarı*


 … ..

Beyin Cimnastikleri (I)

… ..

2. Adam oğlunu arabasıyla okula götürüyor. Yolda bir kaza oluyor ve baba ölüyor. Çocuk ağır yaralı. Ambulans geliyor. Çocuğu hastaneye kaldırıyorlar. Çocuğun hemen ameliyat olması gerekiyor. Ameliyat masasına yatırıyorlar. Çok geçmeden cerrah içeri giriyor ve çocuğu görür görmez,

-Ben bu çocuğu ameliyat edemem, diyor, bu benim oğlum…

Acıklı öykümüz bitti…. Ne olup bitiyor?

Çocuğun İki babası mı var? Hayır, çocuğun iki babası yok…

Babalardan biri üvey mi? Hayır…

Cerrahın oğlu yaralanan çocuğa çok mu benziyor? Hayır…

Yanıt son derece doğal. 

Beynimizin nasıl kalıplara girdiğine çok güzel bir örnektir bu bilmece. Beynimiz öylesine kalıplaşmış  ki, cerrahın kadın olabileceğini, yani çocuğun annesi olabileceğini düşünemiyoruz bile…

Kadı-erkek eşitliğinden yana olabiliriz, ama eşitsizlik biz ayırımına varmadan beynimize işlemiş..


3. Sayı dizileri de çok sık rastlanan beyin jimnastiklerindendir. Örneğin şu sayı dizisini ele alalım:

1,2,4,8,16,28,38,49..

49’dan sonra gelecek sayı kaçtır?

Bu dizinin her sayısı bir önceki sayıdan belli bir yöntemle üretilmiştir. Bu yöntemi anlayıp

Fiyatlandırma Sırları*


 

“Ne kadar çok isterseniz, o kadar çok alırsınız”

2,9 milyon dolarlık bir bardak kahve

1994’te Albuquerque jürisi, üzerine kaynar McDonald’s kahvesi döktükten sonra zarar gören Stella Liebeck’e 2,9 milyon dolar tazminat ödenmesine karar verdi. Bu durum 3. derece yanıklara ve Amerikan halkının tepkisine neden oldu. Gece yarısı COMICS ve trafik saati DJ’leri Stellayı hedef tahtasına oturttu. Uzmanlar, bu davayı “Hukuk Sistemimizle İlgili Yanlış Ne?” sorusunun ibretlik cevabı addettiler. Seinfeld’in bir bölümünde Kramer üzerine dökülen kahve için dava açıyordu ve hukuk sistemindeki çarpıklıklardan yararlananların gösterildiği Stella Ödülleri için web sitesi açıldı.

Liebeck’in yanıkları şaka değildi. Torunu onu Mc Donalds’ın arabaya servis yapan bölümüne götürmüştü. Kahvelerini aldılar, kahve bardağının üstündeki kapağı açtılar ve torunu, Stella L

Liebeck’in kahvesine şeker ve krema ilave edilmesi için arabayı durdurdu. Stella kahve bardağını bacaklarının arasına sabitledi ve bardağına bakmayı bıraktı. Kahve işte tam bu anda döküldü. Kasığında ve kalçasında oluşan yanıklar Liebeck’e 11.000 dolara mal oldu. Bu durumdaki can alıcı soru şudur: Liebeck’in uğradığı zarara ve McDonald’s’ın kusuruna nasıl değer biçersiniz?

Liebeck zararı için McDonald’s’tan 20.000 dolar istedi fakat McDonald’s bunu kabul etmedi ve ona 800 dolar teklif etti.

Liebecek’in New Orleans’lı avukatı S. Reed Morgan daha önce böyle bir tecrübe yaşamıştı. 1986’da Houstonlı bir kadının üzerine dökülen kahveden dolayı oluşan 3. derece yanıkları için McDonald’s’ı dava etmişti . Reed büyüleyici bir güneyli aksanıyla hukuki olarak pek zekice olmayan bir tez öne sürmüştü: McDonald’s’ın kahvesi kusurluydu çünkü çok sıcaktı. McDonald’s’ın kalite kontrol bölümü kahvenin 180-190 fahrenheit sıcaklıkta servis edilmesi gerektiğini belirtti fakat bu bu birçok kahvecinin kahvesinden daha sıcak demek oluyordu. Bu dava 27.500 dolar taznimatla sonuçlandı.

Reed daha sonra benzer kahve davalarını da yakından izledi. 1990 yılında Californialı bir kadın

Çeyiz*


Eşek

… ..

Anneme göre hâlim tembellikti, onun genç kızlığını görseymişim kendimden utanırmışım. Öyle derdi; nerede ben, nerede o imiş. O, evde bir salınırmış, sağdan sola dönene kadar onca işi bir halledermiş de herkes nasıl şaşırırmış. Tüm bu yakınma cümlelerini benim tembelliğimle bitirir, ‘Tembel bu kız tembel! Evveli de böyleydi ahiri de böyle olur bunun’ derdi. Tahmin edebilirsiniz ki tüm çocukluğu ve ilk gençliği anasından babasından ‘Aferin kızım. İyi ki doğmuşsun. İyi ki varsın. Tutmayan elimiz, topal kalmış ayağımızsın’ gibi cümleler duysun diye geçmiş bir insanın bu cümleleri duymaması onu daha da yorgun, daha da hasta, daha da bîtap kılar. Ben de  öyle oldum. On sekizinci yaş günümde evimin masasındaki pastayı yiyerek değil, hastane odasında damarlarımdan serum yiyerek girdim. Annemle babamın şımarıklık ve tembellik dediği şeye doktor ‘depresyon’ dedi. Ağır depresyon… Sonraları öğrendiğime göre, depresyon yaşama dair hiçbir umudumun kalmadığı zaman gelen bir hastalıkmış. Görünen o ki, daha on sekizimde var olabilecek tüm umutlarımı tüketmiş, bir şeylerin düzelebileceğine dair itikadımı yitirmiştim.

Şimdi diyeceksiniz ki, ‘Sen Hikmet Eligüzel’den bahsediyordun. Bunları bize niye anlattın? Eee işte Hikmet’le tam da hastanede yattığım dönemde tanıştım. Hastabakıcıydı Hikmet. Her gün gelir, odamı temizler, tahlil gerektiğinde beni yatağımdan kaldırır, tekerlekli sandalyeye oturtur, o laboratuvardan bu muayeneye ayağımı yere bastırmazdı. Zaten bastırmaması gerekiyordu çünkü işi buydu. Ama benim gibi ilgi açığı yaşayan insanlar için büyük olaylardır bunlar, kıymetli meselelerdir. Zira bir hastabakıcının yatağımı yorganımı değiştirmesini, odamı temizlemesini, tahlillerde bana refakat etmesini ‘ilgi’ zannedecek kadar ilgisiz büyümüştüm. Nitekim ilerleyen günlerde odama girdiğinde günaydın deyip gülümsemesini, bana hadsizce kaş göz etmesini ‘sevgi’ sanacak kadar, kulağıma, ‘Gel kaçırayım seni buradan. Benim gülüm ol, son gülüm ol’ arabesk sözler ettiğinde ‘he’ deyip celladımın elini tutacaktım.

3 Nisan 2024 Çarşamba

Gülün Adı*


 

Doğal olarak bir el yazması

16 Ağustos 1968’de Vallet diye bir rahip tarafından kaleme alınmış bir kitap geçti elime: Melk’li Dom Adso’nun  J. Mabillon’un baskısından Fransızcaya çevrilmiş el yazması (Presses de L’ Abbaye de la Source, Paris, 1842). Gerçekten oldukça yoksul tarihsel  bilgilerin eklendiği bu kitabın, Benedikten tarikatının tarihine ilişkin  çok şey borçlu olduğumuz, XVI. yüzyılda yaşamış büyük bilgin tarafından bulunmuş olan, XIV. yüzyıla ait bir el yazmasının tıpkısı olduğu öne sürülüyordu. Bu bulgu (kronolojik sıraya göre üçüncü olan kendi buluşumdan söz ediyorum), sevdiğim birisini beklemek üzere Prag’da bulunduğum sırada beni neşelendirdi. Altı gün sonra Sovyet birlikleri talihsiz kenti istila ettiler. Şansım yolunda gitti: Linz’de Avusturya sınırına ulaştım; oradan Viyana’ya gidip beklediğim kimseyle buluştum ve birlikte Tuna boyunca yukarı çıktık.

Büyük bir düşünsel coşkuyla, büyülenmiş, Melk’li Adso’nun korkunç öyküsünü okuyordum; kendimi kitaba öylesine kaptırmıştım ki, yumuşak bir kalemle üstüne yazması çok zevkli olan Papeterie Gilbert’den alınma o büyük defterlerden birkaçını  bir çırpıda kitabın çevirisiyle doldurdum. Böylece Melk yakınlarına geldik; ırmağın dirsek çevirdiği bir yerde, bir tepe üstünde, yüzyıllar boyunca birçok kez restore edilmiş olan güzelim Stift hâlâ ayakta duruyordu. Okurun tahmin edebileceği gibi, manastırın kitaplığında Adso’nun el yazmasının izine rastlamadım.

Salzburg’a varmadan önce, Mondsee kıyısında küçük bir otelde, trajik bir gecenin ardından, yol arkadaşlığımız birden sona erdi ve kendisiyle birlikte yolculuk etmekte olduğum kişi, Abbe Vallet’in kitabını alarak ansızın yok oldu; kötülüğünden değil, ilişkimizin plansız ve ansızın bitmesinden ötürü. Böylece, elimde el yazmasıyla yazdığım defterler, yüreğimde kocaman bir boşluk kaldı.

Birkaç ay sonra, Paris’te, araştırmamı derinleştirmeye karar verdim. Fransızca kitaptan çıkardığım birkaç nottan, kaynağa, olağanüstü ayrıntılı ve kesin bir yollama kalmıştı elimde:

30 Mart 2024 Cumartesi

Rönesanslar*


 

… … Doğu uygarlıklarının kültürel kazanımlarının üzerinde durmamın sebebi, alışılmış Avrupa anlatılarında bunların “geri kalmışlığının” çokça vurgulanmasıdır. Bu, sanayileşmiş Batı’nın 19. yüzyıla özgü bakışı olsa gerek. Bugün bu “geri kalmışlığın” (tıpkı ortaçağ başlarındaki Avrupa’nınn geri kalmışlığı gibi) açkıkça geçici olduğu görülüyor. İbrahimi dinlerin zaman zaman oynadıkları olumsuz rolün, Rönesans’ın ve Yahudi Özgürleşmesi’nin etkilerini olduğu kadar İslam birikimine yönelik çoğunlukla tutucu bir yaklaşımı açıklamak açısından da can alıcı olduğu kanısındayız. Ancak, bu noktaya parmak basarken birinin kazanımlarını biraz vurgulamış, diğerininkileriyse hafifsemiş olabilirim. Şayet böyle yapmışsam, yalnızca Batı sosyal biliminde değil , sosyal bilimlerin genelinde süregelen eğilim göz önünde tutulduğunda, buna ıslah edici bir tedbir gözüyle bakılabilir.

… ..

… .. figütarif temsil üzerindeki İbrahimi yasağın görsel alanahâkim olduğu bir dönemde, Abbasilerin bilimdeki ve(ve çevirideki) başarıları için de yeterli bir görsel simge bulamıyoruz. Burada İslam konusunda sergilediklerim daha çok İran ve Afganistan’a ya da Babürlülere dayanıyor. Hepsi Çin resminin büyük etkisi altında kalmıştır. Batı İslamiyeti daha anikonikti. … ..

..


Rönesans Düşüncesi

… ..

… .. Kanımca, bu rönesansın kaynağını çok  daha geniş bir alanda bulmak; yalnızca Arap birikiminde değil Hindistan ve Çin‘den gelen etkili aktarımlarda bulmak gerekirdi. Kapitalizm olarak sözünü ettiğimiz şeyin kaynağında Tunç Çağı’ndan itibaren mal ve malumat alışverişinde bulunarak hızla gelişmiş yaygın bir Avrasya okuryazar kültürü vardı. Okuryazarlık önemliydi, çünkü bilginin gelişiminin

Uygarlık Tarihi*


 

Uygarlık Ne Demektir?

BATI DÜNYASI


Batı Uygarlığının Kaynakları

… ..


Eski Yunan’ın Mirası


Batı uygarlığının ilk çağdaki en önemli kaynaklarından biri, Yunan uygarlığıdır. 

Batı’yı iki yönden etkiledi bu uygarlık:

-Önce, Romalılar yoluyla. Çünkü Yunan uygarlığı, -Helenistik hükümdarlıklar aracılığı ile- Roma İmparatorluğu derinden derine etkilemişti. Yunan kültürünü özümseyen Romalılar, onu aynı zamanda Batı’ya geçirmişlerdir.

Ne var ki, Yunan uygarlığı asıl etkilemesini sonraki yüzyıllarda, özellikle Rönesans’ta yaptı. Gerçi Ortadoğu’da da Aristoteles’in eserleri -en azından özetleri- bilinirdi. 12. yüzyılın sonlarında Araplar sayesinde, Yunan kültürünün metinleri yeni yeni Batı’ya sokulmuş ve büyük yankılar uyandırmıştı. Ama asıl Rönesans’tadır ki, Yunan uygarlığının eserleri sanki yeniden keşfedilir. Yunan uygarlığının Batı’yı doğrudan  doğruya etkilemesi de, işte o tarihlerde başlar.

Yunan uygarlığı, hangi tarihlerde etkiledi Batı’yı?

Başta felsefe, sanat ve edebiyat geliyor.

Ama hepsi bu değil.


15 Mart 2024 Cuma

Dünyanın En Yalnız Beyni*


 Nihayet Mavi. O kadar uzun zamandır seninle tanışmayı bekliyorum ki şu an yaşadığım heyecanı sana anlatamam. Hakkında çok fazla şey öğrendim ve bunları acilen seninle paylaşmam gerekiyor. Tüm yetişkinlerin seni basitçe “ergen” diye tanımlasa da anlatılması gereken müthiş bir hikâyen var. Öncelikle şunu bil ki benim için çok değerlisin, çünkü etrafımızdaki karanlıktan ancak senin sayende kurtulabiliriz. Konuşacağımız her şey seninle ilgili Mavi. Bizimle ilgili. Beraber başlatacağımız isyanla ilgili. Çevrene her baktığında iliklerine kadar hissettiğin o derin yalnızlığınla ilgili.

Öncelikle ısrarla sana neden Mavi dediğimi açıklamam gerek. Türkçede muhtemelen senin de çok az duymuş olduğun ilginç bir kelime var: Büluğ. Söylemeye kalktığında, seni bir anda İngilizce blue (mavi) kelimesini Fransız aksanıyla dile getirmeye çalışan bir çemçük ağızlıya dönüştüren garip bir kelime. Arapça blğ kökünden gelen büluğ ”ulaşma, yetişme, yetişkin olma” gibi anlamlara sahiptir. Günlük dilde “ergenlik” dönemini ifade eden bu kelimenin ikimiz için anlamı çok daha derin zira gerçekleştirmek yani “ulaşmak, yetişmek” istediğimiz devrimin adı “Büluğ” olacak.


Sendan bahsederken büluğ diye sürekli dudaklarımı büzüştürmek istemediğimden Mavi adını taktım. Tabi burada mavi rengin çok önemli fiziksel bir özelliği de etkili oldu. Belki bir yerlerde duymuşsundur. Işık bir objeye çarptığında bir kısmı emilir diğer kısmı ise saçılarak etraf yansır. Çevremizdeki nesnelere ait renklerin oluşmasında bu emilme-saçılma dengesi önemli rol oynar. Doğaya baktığında diğer renklere göre en fazla saçılım gösteren mavidir. Mesela uzaklardan masmavi gözüken denizi düşün. Eğer deniz suyunu avuçlarının arasına alırsan normal su gibi olduğunu görürsün. Aynı şey gökyüzü için de geçerlidir. Renksiz olmasına rağmen mavi gözükür çünkü mavi, hiçbir şeyin kolay kolay emilip hapsedemeyeceği en özgür renktir. İşte biraz da bu yüzden benim için Mavi’sin.

10 Mart 2024 Pazar

bir sovyet diplomatının anıları*


 

… ..

İtilaf Devletleri, Türkiye ve Sovyet Rusya


Belgeleri ve materyalleri ayrıntılı olarak incelemem bana, İtilaf emperyalistlerinin Sovyet Rusya’ya, Kemalist Türkiye’ye ve bunların arasında kurulan dostluk ilişkilerine karşı yönelttikleri askeri ve diplomatik savaşın tam bir tablosunu çizme olanağını sağladı.

Kayzer Almanyası Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’yi askeri uydusu haline getirdiyse, savaştan sonra, Mondros Mütarekesi ve Sevr antlaşması sonucunda İtilaf Devletleri de Türkiye’yi parçalamaya, politik ve ekonomik bakımdan büyük emperyalist devletlerin tam anlamıyla egemenliği altına girmeye mahkûm etmişlerdi. Padişah hükümetinin ihanetine; Türkiye’nin Türkiye’nin birçok bölgesinin Fransızlar, İtalyanlar, İngilizler ve Yunanlılar tarafından işgal edilmesine; Padişah taraftarlarının birçok bölgede körükledikleri hgerici isyanlara rağmen, dört yıllık bir savaşın bitkin bir hale getirdiği Türk halkı , özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumak için istilacılara ve kendisini ezen yerli derebeylerine karşı başkaldırdı. Türk feodalleri, halkı aldatmak ve genç Türkiye’nin birliğini bozmak için, Mustafa Kemal Paşa’nın deyimiyle şeytanca tertiplere başvurmuşlardır. Yine bunlar, Batılı emperyalistlerin isteğine boyun eğerek, Türkiye ile Sovyet Rusya arasında dostça ilişkilerin kurulmasına da engel olmuşlardır.

Gerçi İngiltere ile Fransa arasında çok ciddi ekonomik ve toprak anlaşmazlıkları, daha başka anlaşmazlıklar, Türkiye ile ilgili çıkar çatışmaları yok değildi. Ama yine de Sovyet Rusya’ya karşı ortaklaşa, düşmanca bir politika gütmekteydiler. İngiltere, Küçük ve Orta Asya’da )İran, Afganistan, Buhara, Türkiye) Sovyet Rusya’ya karşı birleşik bir gerici cepheyi kurmaya çalışıyordu. İngiltere, Türk-Sovyet yakınlaşmasın ı baltalamak için, ajanlarıyla -panislamistler ve pantürkistler aracılığıyla- Türkiye’de ve doğunun başka ülkelerinde az emek harcamamıştır.

… ..


Güney Kafkasya komünistlerinin Sovyet iktidarı için mücadelesi

… ..

Ama müsavatçılar yatışmadılar, 1920 yılı Mayıs ve Haziran aylarında, yukarıda sözünü ettiğimiz Nuri Paşa (Enver Paşa’nın kardeşi) ile birlikte Gence’de (Kİrovabad) isyan ettiler. Şİddetli mücadeleden sonra isyan bastırıldı. Nuri Paşa ve öteki elebaşılar, İran’a kaçtılar. 

… ..

7 Mart 2024 Perşembe

Ölüm Çığlığı*


 

… ..

Griselda güldü. “Kendimi o zaman öyle güçlü hissettim ki ,” diye mırıldandı. “Diğerleri benim olağanüstü bir kız olduğumu düşünüyorlardı. Tabii benimle evlenmek onlar için çok hoş olacaktı. Öte yandan ben senin hoşlanmadığın onaylamadığın her şeyin sembolü gibiydim. Buna rağmen bensiz olamıyordun. Kendimle öylesine gurur duyuyordum ki buna karşı duramadım. Birinin gizli günahı olmanın zevki inan bana her şeyin üstünde, zaferin de ötesinde bir duygu. Canını sıkıyor, sinirlerini bozuyorum. Yine de bana tapıyorsun. Benim için deli oluyorsun, öyle değil mi Len?” 

“Tabii ki seni çok seviyorum canım.”

“Ah! Len, sen bana tapıyorsun. Londra’dan geç döndüğüm o günü anımsıyor musun? Hani, sana Londra’da kalacağımı bildiren bir telgraf çektiğim ama her nedense  o telgrafın saba bir türlü ulaşmadığı  o günü… Posta müdürünün kız kardeşi o gün ikizlerini doğurmuş, adam da telgrafı yollamayı unutmuştu. Meraktan çıldırmış, Scotland Yard’a telefon etmiş, ortalığı birbirine katmıştın.”

… ..

“Ben her fikre saygıyla karşılarım, tabii kabul görmüş fikirleri yıkmak amaçlı olmamak kaydıyla.”

“Evet, bizler dar kafalı, bağnaz, kendini beğenmiş yaratıklarız, hiçbir şey bilmediğimiz konularda hüküm vermeye o kadar hevesliyiz ki. Hepimiz, ama hepimiz böyleyiz. Neyse, yine asıl konuya dönelim. Açıkçası ben suçun polisten de rahiplerden de çok doktorları ilgilendiren bir konu olduğu kanısındayım. Gelecekte kim bilir, belki de böyle bir şey olmayacak bile.”

… ..

… .. Sözlerinizin beni çok etkilediğini de anımsıyorum. Zamanı gelince Tanrı’nın da ona merhamet değil, sadece adalet göstereceğinden söz ettiniz.”

… .. 

Bayan Marple’la yaptığım sıkıcı konuşma sırasında kulağıma bir kaç kez adamın, “Bu köye

Matematik Canavarı*


 

20 Şubat 2024 Salı

Endülüs Tarihi*


 

ı. İslam Fethi

1.Arap Genişleme Siyasetinin Bir Safhası Olarak Fetih

… ..

Kutsal savaşın Müslümanların, rakiplerini “İslam ve kılıç” arasında bir seçim yapmak zorunda bırakmaları anlamına geldiği yaygın ve yanlış bir kanaattir.Bazen görülen bu hal, sadece rakiplerin müşrikler ve puta tapanlar olduğu durumlar için geçerlidir. Yahudiler, Hıri

tiyanlar ve diğer ehl-i Kitab, yani kutsal kitapları olan monoteistler için ise iç işlerinde özerk olmakla birlikte Müslümanlara cizye ve haraç ödemek karşılığında “himaye edilen” grup olabilme gibi üçüncü bir ihtimal vardı. Bu tür bir topluluk üyesi zimmî olarak bilinmekteydi. Arap yarımadası’ndaki bedevî kabilelerin tamamına yakını putperestti ve bundan dolayı Müslüman olmaya zorlandılar.   … .. …

.. .. Arapların … .. 670 senesinde Tunus’ta Kayravan şehrini kurabildiler. Esasen Berberî kabilelerinin direnişi nedeniyle ilerlene, burada yeniden durdu; gerçi Kartaca şehri dahahâlâ Bizans’ın elindeydi. BerberÎ kabileler ve özellikle de göçebe ve yerleşik kabileler arasındaki rekabetten yararlanan Araplar, en sonunda Tunus’taki varlıklarını güvenli bir şekilde sağlayabildiler. Bu süreçte pek çok Berberî de İslam’ı kabul etti. 698 senesinde Bizanslılar nihayet Kartaca’dan tamamıyla çıkarıldılar ve 700 senesinin hemen akabinde Araplar ve Müslüman (muhtemelen göçebe) Berberîler, düzenledikleri akınlar sayesinde Cezayir’i aşarak Fas ve Atlas Okyanusu kıyılarını nüfuz etmeye başladılar.Bu bölgelerdeki yerleşik Berberîlerin direnci kırıldı ve ssonunda Arap hakimiyetini tanımak zorunda kaldılar. … ..

… ..

… .. Arap genişlemesi tabirinden daha ziyade İslamî genişleme tabirini kullanmak daha doğru olacaktır. Bununla beraber, Araplarla Berberiler arasındaki rütbe farkı , ikincilerin İslam’ı kabul etmelerine rağmen bile ortadan kalkmadı; aksine bu olgu, Müslüman İspanya'daki iç gerilimin ciddi bir kaynağını teşkil etti.

15 Şubat 2024 Perşembe

Harry Potter & Lanetli Çocuk*


 

… ..

John

Peki, senaryonun yazarı olarak, henüz prodüksiyonu görememiş olanlar oyunu okurken zihinlerinde neler olup bitti istersin?


Jack

Bence cevaplaması zor bir soru bu. Açılıştan önceki gün bir tweet yazdım, “İnsanların oyunun görmesini çok isterim, görmesi okumasından daha güzel, oyunlar tıpkı söylenmek üzere yazılmış müzik notaları gibidir, üstelik kadromuz ve ekibimiz de tam Beyonce bir kadro” dedim. Belki de cevap budur o zaman: Oyunculuk dünyasının Beyonce’lerini, her bir repliğin hakkını incelikle ve zarafetle sonuna kadar  veren, duygusal ve empatik açıdan birer dev olan kişileri (çünkü işin doğrusu bu, kadromuz hakikaten olağanüstü) ve muhteşem bir sahneleme, hareket, kostüm, ışık ve video işini kafalarında canlandırmaları.

Ya da belki de tam da benim yazdığım şekilde okuyabilmelerini umuyorumdur: Bir omzumda Jo, diğerindeyse sen yani John ile, Harry Potter kitaplarında baştan sona kendini gösteren duygusal hakikati ve dürüstlüğü her bir satırda vermek için elimden geleni yapmıştım. Elbette işin zor tarafı satırların arasındaki alt metin, bakışların nasıl duygu taşıyabildiği ve bir senaryoda hakikaten iç monoloğu yakalamanın imkânsızlığı. Düzyazıda birinin kendini nasıl hissettiğini yazabilirsiniz, oyunda da oyuncular iç monoloğu yüzleriyle verirler.. Ayrıca sahnede bir sürü sihirli şey ver ki bunları açıklayamam, yoksa gösteriyi izlemenin heyecanının kaçırır ve Jamie Harrison’ı (İllüzyon ve Sihir) Sihirli Çember dışı bırakır! Belki kendi kafalarında oynayabilirler? Belki benim gibi delilik edip bir kafede oturur ve tüm rolleri oynarlar? Sence nasıl okumalı insanlar?