24 Ocak 2023 Salı

İki Şehrin Hikâyesi*

Charles Dickens’ın Fransız İhtilali yıllarını kaleme aldığı; dram, heyecan, gizem ve korku dolu sahnelerle okuru kitaba bağlayan bir roman. … .. 


Magna Carta ile iktidarın yetkilerinin sınırlandığı, ekonomik ve sosyal refah içindeki İngiltere….

Sonsuz yetkilerle donanmış krallığı ile ekonomik ve sosyal patlamanın eşiğine gelmiş, ihtilal öncesi Fransa…


Doktor Manette, on sekiz yıllık mahkûmiyetinin sonunda nihayet serbest kalır ve İngiltere’deki kızı Lucie’ye kavuşur. Sürgündeki Fransız aristokrat Charles Darnay ile gözden düşmüş, parlak İngiliz avukat Sydney Carton’ın yolları ise Lucie’ye duydukları aşk dolayısıyla kesişir. Bu aşk hikâyesi, ihtilâl ateşiyle yanan Paris ve huzurlu Londra sokaklarında nasıl yankılanacaktır?.


Çağ

Zamanların en iyisiydi hem de en kötüsü. Akıl çağıydı, hem de budalalık çağı. İnanç çağıydı aynı zamanda, hem de inkâr çağı. Bir taraftan aydınlık, bir taraftanda karanlık bir mevsim yaşanıyordu. Umudun baharıydı, yeisin kışı. Her şeyimiz vardı ama hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz doğruca cennete gidiyorduk, hem de cehennem. Kısaca o çağ bu devre öyle benziyordu ki sesi en çok çıkan otoriteler iyisiylekötüsüyle ikisinin mukayesesinin, sadece üstünlük bağlamında yapılmasında ısrar ediyorlardı.


İngiltere tahtında koca çeneli bir kralla çirkin smzlı bir kraliçe oturuyordu. Fransa tahtında ise yine koca çeneli bir kralla güzel yüzlü bir kraliçe oturuyordu. Her iki ülkede de gününü zevk ve sefa içinde geçiren, bir elleri yağda bir elleri balda devlet adamlarına göre, her şeyin ilelebet böyle gideceği gün gibi aşikârdı. 1775 yılıydı. O ayrıcalıklı zamanda da manevi esintiler İngiltere’de şimdiki gibi kabul görmekteydi. Bayan Southcott de geçenlerde yirmi beşinci yaş gününü kutlamıştı. Muhafız

Orlando*

Virginia Woolf’un, yakın arkadaşı, karizmatik, biseksüel yazar Vita Sackville-West için yazdığı Orlando, eğlenceli, fantastik ve ‘sahte biyografi’. Canı istediğinde bukalemun gibi biçim, daha doğrusu cinsiyet ve kimlik değiştiren  tarihi bir karakterdir. Orlando. Erkek olarak başladığı hayatını kadın olarak sürdürür, on altıncı yüzyılda soylu bir aileye doğar, birkaç yüzyılı hızla yaşar, bir gecede cinsiyet değiştirir, yirminci yüzyılın ilk yarısına bir kadın yazar kimliğiyle ulaşır. Delikanlılığında Kraliçe’nin sevgilisi olur, İngiltere Kralı tarafından İstanbul’a büyükelçi olarak gönderilir; Çingenelerin arasında da yaşar, saraylarda da; edebiyat sevdalısı, melankolik bir şairdir; çeşitli kimliklerde çıkar karşımıza Orlando ve değişken ruh halleriyle, yaptıklarıyla hep şaşırtır. Viktorya Dönemi değerlerini eleştiren ve cinsiyet, özgüven,hakikat, kimlik, kişinin toplumdaki yeri, edebiyat gibi konulara şiirsel bir üslupla dokunan Woolf’un kendi deyişiyle Orlando, yazarlık yaşamında tasasız bir tatil,; kafaları karıştırıyor, ne yana döneceği belli olmuyor ve bu yüzden de keyifli. … ..


Çevirmenin Sunuşu

Kraliçe Victoria’nın ölümünden sonra büyük bir değişim geçiren İngiliz toplumunda eski ve yeni yaşam tarzları ve toplumsal değerler arasında hatırı sayılır bir fark oluşmuştu; bir kısım insanlar Viktorya devrinin (1837-1901) geleneksel değerlerine bağlı kalırken bazıları daha çağdaş ve liberal bir yaşam tarzını seçtiler. Ailevi değerlere saygı, ama bunun  sonucunda zaman zaman ikiyüzlü davranma zorunluluğu, bireyin toplumsal durumundan memnun olup karşı çıkmaması, soylularla sıradan halk arasındaki sınıf farklılığının öne çıkması, cinsel konularda tutuculuk ve evliliğin ne olursa olsun kutsanması, paranın önemi, dar kafalılık, iffet taslama vb. kavramlar şeklinde özetlenebilecek bir hayata bakış açısına karşı çıktılar. Virginia Woolf’un, kendisi ve eşi gibi düşünen felsefeci, sanatçı, yazar ve entelektüellerle birlikte katıldığı Bloomsbury Grubu mevcut toplumsal ritüeller bu karşı çıkışın yoğunlukla somutlaştığı yerdi. Özellikle feminizm, savaş karşıtlığı ve cinsellik konusundaki farklı görüşleriyle öne çıkan Bloomsbury Grubu’nun felsefesi çerçevesinde ve 20. yüzyıl başı Londrası’nda

21 Ocak 2023 Cumartesi

Çanakkale Mahşeri*


 

Araf*

… .. Her soru bir yenisine yol açarken Ömer yüksek sesle de ifade edebilmek isterdi aklından geçen kuruntuları, tabii eğer Abed’in lafını kesmek mümkün olabilseydi.

“Derken ta-ta-ta… açılış günü gelir Yani bir bar ya da dükkânın ilk olarak halka açılmasına İngilizce de ne denir?”

“Bilmiyorum,” dedi Ömer kızgınlıkla.

Ne vakit bir yabancı bir başka yabancı ile ikisine de yabancı olan ortak dilde sohbet etmeye kalksa, konuşmalarının en iyi tarafı budur işte. İçlerinden biri bir kelimeyi bulamadığında, öteki de bulmaz nasıl olsa.

“Bilmesen de anladın ama neden bahsettiğimi,” diyerek kendinden emin konuşmayı sürdürdü Abed.

Ne vakit bir yabancı bir başka yabancı ile ikisine de yabancı olan ortak bir dilde  sohbet etmeye kalksa, konuşmalarının ikinci en iyi tarafı budur işte. Ne biri ne de öteki bulabilse de belli bir kelimeyi, gene de kabildirler birbirlerini anlamaya.

Etiyle kanıyla burada olmasa da dünya işlerine müdahale eden bir hayalet gibi o asla bulunamayan kelime bizzat sahnede boy göstermeden anlamını ifade etmenin bir yolunu bulur. Ortak bir yabancı dilde konuşan insanlar arasında kelimeler, sessizliklerde konuşmak, yokluklarıyla var olmak gibi muğlak bir yetenek geliştirirler. Bi nevi dilsel hayalet uzuv etkisi. Ameliyattan çok sonra bile kesilmiş uzuvlarını hisseden insanlar gibi, ana dillerinden tüm,yle koparılmış olan ve sonrasında başka bir dilde hayatlarını sürdürmeyi öğrenen insanlar da uzak geçmişlerindeki kaybettikleri kelimeleri bir şekilde hissetmeye devam ederler ve artık sahip olmadıkları o kelimelerle cümleler kurmaya çalıştıklarından eksiklik hissini peşlerisıra sürüklerler. 

“Açılış günü olduğundan ilk içkiler ücretsizdir. Bütün mahallenin orada olmasına şaşmamak lazım. Patron gayet mutlu, gayet meşgul ve muhtemelen gayet sarhoştur. Sonra görüş mesafesindeki tek ayık adam yaklaşır ve sorar: ‘Beyefendi, merakımı mazur görün, ama barınıza niçin Gülen

16 Ocak 2023 Pazartesi

Suriye Hatıraları*

Süveyş Kanalı’na Karşı Bir Teşebbüs

Seferi Kuvvet

Cemal Paşa 4. Ordu Komutanı

Harp Gemileri Müdafaasız Köyleri Bombardıman Ediyor


Von Kress ve von Frankenberg

… ..

Ordu Kurmay Başkanı von Frankenberg de “Deutsche Wehr” dergisinin Mayıs 1928 sayısında şöyle demişti: Alman Başkumandanlığı Türkiye’ye üç ödev vermişti: Çanakkale Boğazı’nı kapatmak; Kafkasya’ya taarruz; Kanal’a Taarruz. Üçüncüsü dile kolaydı. Türk cepheleri ittifak topluluğu içinde ikinci derecede birer cephe olacak iken Kanal, kesin sonuçlu harekât sahnesi oluyordu. Türkler ve biz askeri, fenni ve coğrafi bütün güçlüklere katlanarak Sina Çölü’nü aşacak ve Kanal’a saldıracaktık. Bu çok üstün bir düşmana karşı kuvvet yarışına kalkışmak gibi tehlikeli bir oyundu. Biz, oraya ne kesin sonuç beklenen bir hareketin gerektirdiği vasıtaları verdik ne de bu hareketten vazgeçtik.”

…. ..

… .. 2 Şubat 1915 saat 18.00’de, yani güneş battıktan, yani güneş battıktan yarım saat sonra hücum kıtaları hazırlık mevziine gitmek üzere yürüyüşe başladılar. … ..  ve saat 20.30’da hazırlık yerine geldiler. … .. Fakat tombazlar ve istihkâm taburu yollarını şaşırmış olduklarından, kıtalar onların gelmesini epeyce beklediler. Bu şaşırmalara 20 Ocak günü öğleden sonra çıkan müthiş bir kum fırtınasının önemli etkisi oldu. Kum fırtınası saatlerce sürmüş ve kumsal arazinin şekil ve manzarasını değiştirmişti. … .. Plan gereğince hücum kolları hazırlık yerinden saat 22.30’da Kanal’a doğru harekete başlayacaklar iken tombazların geç gelmesi yüzünden ancak 3 Şubat saat 1.45’te harekete hazır oldular. ve saat 2.00’de yani üç buçuk saat gecikme ile hareket ettiler. Fecir 6.15’te başlayacaktı.

… ..

14 Ocak 2023 Cumartesi

Binbir Gece Masalları cilt4/1*

Yüzlerce yıl boyunca, Çin’den Kuzey Afrika’ya uzanan ve çin, Çin Hindi, İran; Irak, Türkiye, suriye ve Mısır’ı kapsayan bir alanda anlatılan Binbir Gece Masalları, ilk kez Antoine Galland tarafından düzenlenip Fransızcaya çevrilerek (1704-1 12 cilt) dünyaya tanıtıldı. Bugüne  kadar bellibaşlı bütün dillere çevrilen bu masallar, Galland’dan çok daha öncesinden başlayarak, edebiyattan müziğe, sinemadan baleye kadar bütün alanlarda pek çok sanatçıyı derinliğine etkiledi, defalarca işlendi, yeniden yorumlandı, taklid edildi.


Binbir Gece Masalları, sadece insanların düş gücünü ateşlemekle kalmadı; bilinen en eski örneğini oluşturduğu “çevre öykü” tekniğiyle de, hem geçmişte hem de günümüzde, dünya edebiyatını en çok etkileyen kitapların  başındaki yerini korudu.

… ..


On Üçüncü Kitap

İnci Demeti’nin Öyküsü

Ve Şehrazad Şah Şehriyar’a demiş ki:


Bilginlerin salnamelerinde ve geçmişin kitaplarında anlatılır ki, Abbasi hanedanından El-Mütevekkil ile Harun Reşid’in torunlarından altıncı halife Emirü’l-Müminin El-Mutezid Billah yüksek bir ruha sahip olup güzelliklerle, zerafetle, soylulukla, incelikle, yiğitlik, görkemlilik ve de zekâyla donatılmış; güçten ve gözüpeklikten yana arslanlara denk olduğu gibi deha derecesine ulaşan ince düşüncesiyle de zamanın en yüce şairlerinden biri sayılırmış. Büyük imparatorluğunun işlerini görmesine yardımcı olması için hükümet merkezi olan Bağdat’ta halkın yararlarını korumak üzere efendileri kadar büyük çaba gösteren yorulmak bilmez bir gayretle donanmış altmış veziri varmış. Böylece görünürde en önemsiz olay bile saltanatı altında  bulunan Şam’ın çöllerinden

Bir Havva Kızı*

Bolognini Kontesi Vimercati Hanımefendi’ye 


Konuşmalarınızla Milano’da Paris’i yaşattığınız bir yolcuya verdiğiniz zevki hatırlarsınız madam, onun, yanı başınızda geçen zevkli akşamlara duyduğu minnettarlığının ifadesi olarak , eserlerinden birini ayaklarınızın dibine serdiğini ve Milano’da aziz olan isminizle, onu daha önce eski yazar dostlarınızdan birinin hikâyeleri için yaptığınız gibi, himaye etmenizi dilediğini görerek şaşırmayacaksınız.

Sizin de, daha bu çağda güzel, kadınlığın o bütün değerli niteliklerini annesinden kapacağı ince gülümseyişinden okunan ve eminim ki, bedbaht bir nanaın benim Eugenie’me çok gördüğü çocuk mutluluğunu sonuna kadar yaşayacak bir Eugenie’niz var. Fransızları şıpsevdilik ve vefasızlıkla suçlarlar. Bu konuda ben, kararlılığım ve hatıralara bağlılığımla, daha çok bir İtalyana benzerim. Eugenie adını karalarken aklım çok kere Vicccolo dei Capppucini sokağındaki evde, sohbetlerimize ve bu sevgili çocuğun gülmelerine şahit olan geniş mermer salona ve küçük bahçeye gitti.

Corso’dan TreiMonasteri’ye gitmek üzere ayrılmıştınız. Kim bilir şu anda orada nelerle meşgulsünüz? Zaten artık sizi, muhakkak çevrenizi almış olan o güzel şeylerin arasında değil, varlıklarını Carlo Dolci, Raffaello, Tiziano ve Allori’ye borçlu olduğumuz, kendimizden uzaklaştıkça bir bilmeceye dönüşen o güzel tablolardan biri olarak görebileceğim.

Bu kitap, Alpler’i aşıp elinize ulaşabilirse, ize duyduğum içten minnettarlığın ve derin dostluğun bir ispatı olacaktır.

Mütevazı bendeniz

                De Balzac


Neuve-des-Mathurins sokağının en güzel konaklarından biri. Gecenin saat bir buçuğu. Fransız sanayisinin ancak bu son yıllarda imal edebildiği, o göz okşayan, hareli, mavi kadifeyle kaplı, evin hanımına ait özel dairede, şöminenin önünde iki genç kadın oturmakta. Kapılarda, pencerelerde, gerçek sanatkârlar olan

9 Ocak 2023 Pazartesi

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu*

Çocuklar Hastahanesi


Öğleye doğru muayene odasının önü doldu. Sıralarda oturacak yer kalmadığı için yeni gelenler ayakta durdular ve anneler, hasta çocuklarını dizlerine oturtabilmek için duvar diplerine çömeldiler.

Karanlık dehliz. Kapalı kapıların buzlu camlarından gelen soğuk ışıkların buğusu, yüksek ve çıplak duvarlara vurarak donuyor.

Saatlerce bekleyenler var. Fakat buna alışmışlar. Az kımıldanıyorlar, hiç konuşmuyorlar.

Dehlizin sonlarında, görünmeden açılıp kapanan bir kapının gıcırtısı. Muşambalara sürtünen bir ayak sesi. Köpüklenerek uçan ve uzaklarda kaybolan bir beyaz gömlek ve iyot, eter, yağ, ifrazat ve saire kokularından mürekkep, terkibi tamamıyla anlaşılmayan bir hastane kokusu.

… ..

(s.67) Küçük Bir Münakaşa

Paşa bana sordu:

-E… Doktor Ragıb’ı nasıl buldun, bakalım?

Bu sualin ehemmiyetini derhal anladım: Ciddî bir danışma. Ben küçükken bile bazı fikirlerime ehemmiyet veren Paşa’nın artık bugün kü düşüncelerimden amelî neticeler çıkaracağını biliyordum.

_Sevimli adam.

Dedim ve durdum. Sözlerimi tanzim ediyordum.

Başka? Başka? dedi.

Kapıdan çıkmak üzere olan yengemin piyano üstünde Bir şey aramak bahanesiyle odada kaldığına ve benim cevabımı beklediğine dikkat ettim.

-Başka? diye biraz düşünür gibi yaptım. Cevaplarım hazırdı.

Devam ettim:

-Kurnaz bir adam. Hilekâr demiyeceğim, aleyhinde bulunma istemem, fakat  basit bir insan.

6 Ocak 2023 Cuma

Beyaz Kale*


 

Venedik’ten Napoli’ye gidiyorduk, Türk gemileri yolumuzu kesti. Biz topu topu üç gemiydik, onların ise sisin içinden çıkan kadırgalarının arkası gelmiyordu bir türlü.Gemimizde bir anda korku ve telaş başladı; çoğunluğu Türk ve Mağripli olan kürekçilerimiz sevinç çığlıkları atıyordu; sinirlerimiz bozuldu. Gemimiz burnunu öteki iki gemi gibi karaya çevirdi, ama öteki gemiler gibi hızlanmadık biz. Esir düşerse cezalandırılmaktan korkan kaptanımız

 kürek kölelerini şiddetle kırbaçlatmak için bir türlü emir veremiyordu. Sonraları, bütün hayatımın, kaptanın bu korkaklığı yüzünden değiştiğini çok düşündüm.

Şimdiyse,  kaptanımız kısa süren o korkaklığa kapılmasaydı hayatım o zaman değişirdi, diye düşünüyorum. ÖNceden belirlenmiş bir hayat olmadığını, bütün hikâyelerin aslında birer rastlantılar zinciri olduğunu birçokları bilir. Ama gene de, bu gerçeği bilenler bile, hayatlarının bir döneminde, geri dönüp ona baktıklarında , rastlantı olarak yaşadıkları şeylerin birer zorunluluk olduğuna karar verirler. Benim de öyle bir dönemim oldu: Şİmdi, sisin içinde hayalet gibi beliren Türk gemilerinin renklerini düşleyip, eski bir masanın üzerinde kitabımı yazmaya çalışırken, öyle bir dönemin, bir hikâyeye başlayıp onu bitirmek için en uygun zaman olduğunu düşünüyorum.

Öteki iki geminin Türk Gemilerinin arasından sıyrılıp sisin içinde kaybolduğunu görünce kaptanımız umutlandı, bizim de zorumuzla esirleri sıkıştırmaya cesaret edebildi, ama geç kalmıştık artık; üstelik özgürlük tutkusuyla heyecenlenen kölelere kırbaçlar da söz geçiremiyordu. Sisin sinir bozucu duvarınırengârenk aralayan ondan fazla Türk kadırgası bir anda üzerimize geldi. Kaptanımız, bu sefer düşmanı değil, sanırım kendi korkaklığını ve utancını yenmek için savaşmaya karar verdi; esirleri acımasızca kır başlatırken topların hazırlanmasını emretti, ama geç alevlenen savaş tutkusu da kısa sürede söndü gitti. Şİddetli bir bordo ateşine tutulmuştuk, hemen teslim olmazsak gemimiz batacaktı, teslim bayrağı çekmeye karar verdik.

3 Ocak 2023 Salı

Yakın Tarih Dersleri*


 

Avrupa’ya ayak basıp, asimile olmayan tek topluluk Türk Milletidir. Avrupalılar, Türk korkusuyla ilk olarak 1600 yıl önce Avrupa Hunluları’nın hâlâ unutamadıkları hükümdarı Atilla vasıtasıyla tanıştılar. Daha sonra Selçuklular’ın Anadolu'yu fethedip, Bizans’ı sıkıştırmaları üzerine Papa’nın kışkırtmasıyla 1095’ten itibaren üzerimize Haçlı Seferleri başladı. Avrupa ve Anadolu'dan atmak için uğraştı.

18. Yüzyılın sonlarında Avrupa’nın eski Yunan’ı kendi medeniyetinin temeli olarak görmesi sonucu Osmanlı İmparatorluğu’na karşı yeni bir düşmanlık başladı. Osmanlılar, Avrupa medeniyetinin kurulduğu topraklardaki Hristiyanlar’ı idare eden despotlardı. Hristiyanların Müslüman hâkimiyetialtında yaşamaya mecbur olmaları Avrupa için ayıp olarak telakki edildi. Bağımsız olmaları için Yunanlılar’dan başlayarak Osmanlı hâkimiyeti altında yaşayan Hristiyanlara destek verildi.

Batılılar, kendilerine yakın buldukları dini ve etnik gruplara arka çıkıp, silah ve mühimmat verip, Türkiye’nin aleyhine kışkırttılar. Daha sonra da Türkler “Hıristiyanları katlediyor” diye yaygara yapıp, siyasi veya askerî baskı sonucu özerklik elde ettiler. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın baskısı sonucu 19.yüzyılın başlarından itibaren Yunanistan, Sırbistan, Karadağ, BUlgaristan gibi ülkeler Osmanlı İmparatorluğundan birer birer koparıldı. Osmanlı hâkimiyetindeki Hristiyanların özerklik ve bağımsızlığını ise asırlarca beraber yaşadıkları Türklerin katledilmesi takip etti.

Batı’da Türkiye’nin aleyhine faaliyet gösteren terör örgütlerine büyük bir hayranlık var. Avrupa kamuoyu ve aydınları, 200 yıl önce de hayranlıkla Yunan isyanını desteklemişler, Mora’da on binlerce Türk kadın, çoluk, çocuk demeden katledip, mezarlar açılıp, kemikleri bile yakılırken Türkler zalim, Yunanlılar mazlum olarak görülmüştü. Batı’nın Türklere karşı asırlardan beri süregelen önyargıları hâlâ devam ediyor.

Osmanlılar, imparatorluğun dağılmasını önlemek için 19. yüzyılda ardı ardına reformalar yaparak devleti ayakta tutmaya çalıştılar. II. Mahmud’un reformlarını Tanzimat reformları izledi. Yapılan