23 Eylül 2021 Perşembe

Prusya Tarihi*


 … .. Prusya Krallığının Alman tarihi oldukça önemli bir yeri vardır. Bu eserde “Prusya” isminin kökeninden itibaren Orta Çağ’da, Reformasyon döneminde, Otuz Yıl Savaşları  dönemlerindeki Prusya’nın tarihi ayrıntılı bir şekilde işlenmiştir. Prusya’nın tarihi anlatılırken, sadece Prusyalılar değil, diğer Germen haklarının ve genel olarak Almanya’nın, başta Avusturya olmak üzere Fransa, İngiltere, Polonya, Rusya gibi diğer Avrupa ülkeleriyle olan ilişkileri de ele alınmıştır.

1806 yılında Prusya ile birlikte diğer Alman devletlerinin ve en önemlisi Kutsal Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla dağılan ve küçüklü büyüklü onlarca devlete ayrılan Almanya’da, 1871 yılına kadar yaşanan bir nevi fetret devri devrinden sonra, 1871’de Alman İmparatorluğu, Prusya Krallığı’nın etrafında teşekkül etmiştir. Dolayısıyla Alman İmparatorluğu’nun kurulmasından sonra Prusya Krallığı’nın çok önemli bir rolü vardır. … ..  bu kitapta da 1871 yılı sonrası ele alınan esas konular, yani 1918 yılına kadarki Alman İmparatorluğu, İmparatorluk yıkıldıktan sonraki Wienmar Cumhuriyeti, Nasyonal Sosyalizm ve Hitler Dönemi, 2. Dünya Savaşı ve savaş sonrası dönemler, sadece Prusya’nın değil, genel olarak Almanya’nın da tarihidir. … ..




10 Eylül 2021 Cuma

Cendere*

… .. Oysa gün aydınlığa, mevsim bahara döndüğünde, tarihinevresi kendisini tamamladığında, yarından bakan gözler bu günü sonuçlarıyla izleyecek. İşte biz gelecekte bizi bekleyen o okura da ulaşmaya çalışıyoruz.

Sancı, sıkışma buhran, cendere…

ABD’de, bir polisin diz kapağının altında “nefes alamıyorum” diyen siyahi, sanki dünyanın tüm altta kalanlarının halini anlatıyordu. Krizi, salgını, çıkışsızlığı fırsat bilenler şimdiki düzeni, geçmiş çağın araçlarıyla yeniden tanımladı. Zor; yalnız savaş kazanmanın değil, tarih yazmanın da aracı olarak belirdi.

Uzaktan bakınca sopa hep devletin elinde gibi görünüyor. Aslında biraz da öyle. Zira devlet, ordu ve bürokrasi olarak ne kadar somutsa, oldukça soyut da. Kimi zaman bir yardım paketine, kimi zaman bir yargıç cübbesine “devlet” diyoruz.

Yakından bakılan nesnelerin sınırlarının belirsizleşmesi gibi, “devlet”e yaklaştıkça başka formlar görüyoruz. Kimi zaman polis kıyafetiyle iş tutan tarikatçi, kimi zaman tutuklananı yumruklayan gardiyan, kimi zaman adliyede hukuk satan üniformalı gardiyan, kendisini “ben devletim” diye tanıtıyor. Küçük örgütünü hepimizin aklında beliren “devlet”in içinde saklarken, aynı zamanda yaşayan devleti içeriden çürütüyor.

Devletin, sınırlarında daha büyük bir otorite tanımayan güç olduğunu biliyoruz. Aksi olsa, bu varlığın nedenini inkârı nolurdu. Haliyle kendisine devlet gücü atfedenler, devleti kendisinde toplayanlar, devleti kendisiyle tanımlayanlar fiilen devletin sonunu getiriyor.

Bu kitap; çetelerin, tarikatların, hiziplerin, paralel örgütlerin elbirliğiyle odun taşıdığı cehennemi tarif etmeye çalışıyor. Kendisini yükseltirken dizini yurttaşların boğazına basanlar açık ki ülkeyi nefessiz bırakıyor. Adaletsiz, hürriyetsiz, eşitsiz hukuksuz, ekmeksiz bir düzen ülkeyi cendereye sokuyor. ...





Baronlar Savaşı*

… .. Europol verilerine göre; Avrupa’da uyuşturucu pazarı yıllık en az 30 milyar avro. Bir iddiaya göre; eroinin üretildiği Afganistan’da bu zehir ticaretinin 700-800 milyon doları kalıyor. En çok kullanılan güzergâh olan Türkiye ve İran’da suç örgütlerinin yıllık geliri en az 5 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. ,

Yakalanan uyuşturucu miktarları da Türkiye’nin Türkiye’nin bu güzergâhtaki önemini ortaya koyuyor. Türkiye'de her yıl tüm Avrupa Birliği ülkelerinde yakalanan uyuşturucunun 3 katından fazlası ele geçiriliyor. Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (EMCDDA) verilerine göre; 2017 yılında 28 Avrupa ülkesinde yakalanan uyuşturucu miktarı 5,4 tondu. Aynı yıl Türkiye'de yakalanan  miktar 17,4 ton oldu. 2018 yılında Türkiye’de tamamı Afganistan kaynaklı 18,5 ton eroin ele geçirildi. 2019’da bu miktar 19 tona ulaştı ve bu Türkiye’yi en fazla uyuşturucu yakalanan ikinci ülke yaptı. Birinci sırada ise 25 ton ile İran vardı. Türkiye’de 2019 yılında 347 kişi aşırı dozdan ölürken bu sayı İran’da 3 bin. İran’da yaklaşık 3 milyon kişinin uyuşturucu kullandığı tahmin ediliyor.

Türkiye’de her yıl eroin üretiminde kullanılan tonlarca kimyasal da yakalanıyor. 2018’de 38 ton asetik anhidrit ele geçirildi. Avrupa’dan gelen bu kimyasal Irak ve İran’a götürülmeye çalışılıyordu.


Türk Mafyası Avrupa’da Etkili

Europol raporlarına göre; Türkiye merkezli suç örgütleri Avrupa’ya yönelik uyuşturucu kaçakçılığının büyük kısmını elinde tutuyor. Balkanlar’da özellikle Arnavut mafyası ile işbirliği yapan Türk mafya grupları, Batı Avrupa’da ‘malın’ dağıtımı konusunda da çok etkili.

Sonuç olarak; binlerce kişinin dahil olduğu dev yeraltı organizasyonu her yıl tonlarca eroini Batı Avrupa pazarına ulaştırıyor. Yolculuğunda çok büyük rüşvetler, kirli polisler, siyasiler, hakimler, cinayetler ve bolca aşırı dozdan ölüm var. Güzergâhın ilk duraklarından İran’da  son yıllarda çok büyük artış gösteriyor. 

Saf eroin Balkanlar’da ve diğer Avrupa kentlerindeki gizli yerlerde seyreltilerek çoğaltılıyor. 2 tonluk bir eroin Avrupa’da dağıtıma hazır hale geldiğinde 8 tona ulaşıyor. Şehirde ‘malı’ teslim alan suç örgütleri kısa süre içerisinde palazlanıyor. Altın kaplama silahlı, şatafatlı hayatlarını sergileyerek çetelerini büyütüyorlar.

8 Eylül 2021 Çarşamba

Perili Köşk*

Sermet Bey döndü,arkasındaki bekçiye: “İşte boş bir köşk daha!” dedi.

Küçük bir çam ormanının önünde beyaz, şık bir bina, mermerdenmiş gibi göz kamaştıracak derecede parlıyordu. Tarhlarını yabani otlar bürümüş, bahçesinin demir kapısında büyük bir “Kiralıktır” levhası asılıydı. Bekçi başını salladı.

“Geç efendim, geç! Orası size gelmez.”

“Niçin canım?”

“Demin gösterdiğim evi tutunuz! Küçük ama çok  uğurludur. Kim oturursa senesinde erkek çocuğu dünyaya gelir.”

“On iki kişi nasıl sığarız beş odaya? Buraya bakalım, buraya… Tam bize göre…”

Bekçi tekrar kati bir işaretle:

“Burada oturamazsınız, efendim! dedi.

SErmet Bey, gözünü köşkten alamıyordu. Her tarafında geniş balkonları vardı. Temellerinin üzerine yaslanmış sanılacaktı. Kuluçka yatan beyaz bir Nemse tavuğu gibi yayvandı. Yirmi senedir, çolupa-çocuğa kavuşalıdan beri hep böyle bir yuva tahayyül ederdi. Asabi bir acelecilik ile:

“Niçin oturamayız?” diye sordu.

“Efendim, bu köşkte peri vardır.”

“Ne perisi?”

“Bayağı peri… Gece çıkar. Evdekilere rahat vermez.”

Sermet Bey, gözüyle gördüğüne, kulağıyla işittiğine inananlardan değildi. Eliyle sıkı sıkıya tutup hissetmeyince bir şeyin varlığına hükmetmezdi. Gözle kulak onca birer yalan kovuğuydu. Yalanlar hep bize bu dört kapıdan girerdi. Fakat el? Fakat dokunma duyusu, hiç dolma yutmazdı. Bütün hurafeler, batıl itikatlar dimağımıza hücum için gözle kulağa koşardı. Güldü:

“Perinin bize zararı dokunmaz!” dedi.

Bekçi küfür işitmiş gibi Sermet Beyin yüzüne baktı. 

“Her giren evvela böyle söyler, ama bir ay oturamaz.”

Yüksek Ökçeler



         
Hatice Hanım, pek genç dul kalmış zengin bir hanımcağızdı. On üç yaşında iken altmış altı yaşında bir kocaya vardığın için “evlilik” denen şeyden nefret etmişti. İşte hemen hemen on sene vardı ki, erkeğin hayali zihnine romatizma, balgam, pamuk, vantuz, tentürdiyot yığınlarından yapılmış pis, asık çehreli lenet bir heyula şekline gelirdi. “Gençler başkadır” diyenlere:

“Aman, aman! Onlar da bir gün olup ihtiyarlamazlar mı? Sonra dertlerini kim çeker?” diye haykırırdı.

Başlıca merakı temizlikle namusluluktu. Göztepe’deki köşkünü hizmetçi Eleni ile evlatlığı Gülter’le her sabah beraber temizler, aşçısı Mehmet’i her gün traş ettirir, zavallı Bolulu oğlanı tepeden tırnağa kadar beyazlar giymeye mecbur ederdi. Eleni de, Gülter de son derece namusluydular. Kileri kilitlemezdi, paraları meydanda dururdu. Hele Mehmet’in namusuna diyecek yoktu. Konuşurken gözlerini kaldırıp insanın yüzüne bile bakmazdı. Hatice Hanım, köşkten hiç bir yere çıkmadığı için işi gücü adamlarını teftişti. Habire odaları dolaşır, tavan arasına çıkar, mutfağa inerdi. Derdi ki:

“Benim gibi olun! Ben kimse ile görüşüyor muyum? Sakın siz de komşuların hizmetçileriyle, uşaklarıyla konuşmayın! El, insanı azdırır!” 

Mehmet bile bu nasihati noktası noktasına tutmuştu. Arka bahçedeki mutfağı değil misafir, hemşeri filan, hatta yabancı bir kedi bile girmiyordu. Hatice Hanım, belik günde on defa iner, onu yapayalnız tenceresinin başında bulurdu. Hatice Hanımın temizlik, namus merakından başka bir de yüksek ökçe merakı vardı. Fakat boyu çok kısa olduğu için evin içinde dahi bir karışa yakın ökçeli iskarpin giyerdi. âdeta bir cambaza dönmüştü.

Bu yüksek ökçelerle merdivenleri takır takır bir hamlede iner, ayağı burkulmadan bir aşağı, bir yukarı

İkinci Eş Serüveni*

… .. Leyla açıklamaya çabaladı. “Türkiye'de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabilirsiniz, ama Türk olmak için, en azından genel kullanım açısından anadilinizin Türkçe olması ve Müslüman olmanız gerekir. Bir Rum, Türk Ermeni’si ya da Yahudi’si  Türk sayılmaz- Türkiye’de bu kadar az sayıda kalmalarının nedeni de bu zaten. Kürtler ise sınırda; onlara iltifat olsun diye Türk diyorlar ama çoğu bunun tam tersinden yorumluyor.”

“Valla ben İngiliz’im”, dedim. Annem İngiliz’di, babam da öyle, ama Manş Denizi'nin öbür yanında doğmuş ve  hayata Belçikalı molarak başlamıştı. Annesi onu Katolik yetiştirmişti, ama babası Hintliydi, Hindu değil, bundan epey emin değilim. Onu hiç tanımadım. Birinci Dünya Savaşı’nda ölmüştü.

… ..

“Ragıp Paşa, sanıyorum. Sultan’ın özel sekreteriydi. Mesele o değil. Görmüyor musunuz? Sütkardeşi İsmet’in birka. gece artarda ona hikâyeyi okuduğunu varsaynalıyız, öyle ki Abdülhamid iyice meraklanıp bir kez de kendisi yeniden okumuş. Bunu neden yaptığı naçık değil. Kendi kendine şun u söylüyor; Sherlock Holmes Ormstein Hanedanlığı’ndan tahta talip biri için kendini alçaltabiliyorsa, çok daha şanlı olan Osmanlı Hanedanlığı’nın başına mutlaka hizmet verecektir. 

“Ne demek bu?” 

“Bohemya’da Skandal’ Abdülhamid’e İngiltere’nin en önde gelen ve en büyük dedektifini işe almayı ilham etmiş.” “İmkansız bu.” Yüzüm kızarmaya başladı. “Biliyorum… ben … rol yapıyorum. Bunların hepsi Oyun’un bir parçası. Ama Abdülhamid gerçekten inadı mı ki?..”

“Abdülhamid bir hayal dünyasında mı yaşıyordu? Eleştirenler onu paranoyak saplantıları olmakla itham ediyorlardı. Ama yok, eminim Sherlock Holmes’ün etten kemikten bir insan değil bir kurgu kahramanı olduğunu anlamıştı. Bu gerçek neden kontrolsüz kudreti olan bir hükümdarı uygun gördüğü bir şeyi yapmaktan alıkoysun. Abdülhamid Sherlock Holmes’ü gayet özel bir nedenle görevlendirmeye karar vermişti. Bundan kesinlikle eminim. Bu kararı ikimizin ailesi için de çok ciddi

Dedektif Auguste Dupin Öyküleri*

… .. “Gözlerini yere dikmiştin -canı sıkkın bir halde, kaldırımdaki çukurlara, oyuklara bakıyordun (hâlâ taşları düşünmekte olduğunu bundan anladım); Lamartine Pasajı’nın oraya gelene kadar bu böyle devam etti; orada bir deneme olarak, kaldırımı tahtadan, küçük taşlar biçiminde kesilmiş, düzgün tahtalardan yapmışlardı. Onları görünce yüzün aydınlandı, dudakların kıpırdadı, ‘stereotomy’ kelimesini mırıldandın, buna kuşkum yok; kesme, biçme verme anlamına gelen bu kelime ile kaldırımın tahtadan oluşu arasında kolayca görülen bir ilgi vardı. ‘Stereotomy’ kelimesini ise, atomları düşünmeden söylemeyeceğini biliyordum; atomları düşününce de, Epicurus teorilerini hatırladın; bir zaman önce bu konuyu tartıştığımızda, Kozmoğrafya biliminin ileri  ileri sürdüğü son nebülöz teorileri ile bu değerli Yunanlının tahminleri arasındaki benzerliğe dokunmuştum; son buluşlarla o tahminlerin doğrulanmakta olduğunu söylemiştim; bunları hatırlayacağın için gözlerini Orion yıldızlarının oradaki büyük nebülöze doğru kaldıracağını umuyoırdum, bu hareketi yapacağına emindim.Gerçekten de, başını kaldırıp yukarı baktın, böylece düşüncelerinin akışını doğru olarak takip ettiğimi anladım. ‘Musee’nin dünkü sayısında çıkan o acı yerme yazısında yazar, Chantill’nin ayakkabıcı oluşuna dokunan birtakım terbiyesizce sözler söylerken, seninle üzerinde sık sık konuştuğumuz; Latince bir dizeyi aktarmıştı. Hani şu dize:


Perdit antiquum litera prima sonum.


Bunun önce Urion diye yazılan Orion ile ilgili olduğunu ta ne zaman anlatmıştım sana; o açıklamayı yaptığım sırada beni öyle dinliyordun ki, sözlerimi hiç unutmayacağını anlamıştım. Bu yüzden de Orion ile Chantilly kelimelerinin kafanda birbirini kovalayacağı açıktı. Böyle bir çağrışımın olup bittiğini dudaklarında oluşan gülümseme belli etti. Zavallı kundura tamircisinin harcanışını düşünüyordum. O ana kadar kendini bırakmış bir halde yürümekteydin; birden doğrulup dikleştiğini gördüm. bunu gördükten sonra, artık, Chantilly’nin ufak tefekliğini düşündüğünden kuşkum kalmadı. İşte tam o noktada, düşüncelerini keserek, onun -Chantilly’nin- gerçekten ufak tefek bir adam olduğunu, Theâtre des Varietes’ye daha yakışacağını söyledim.

6 Eylül 2021 Pazartesi

Genetikten Kuantuma Genç Bilimcilerimiz Anlatıyor*

    İtiraf ediyorum, kitabın yazarlarının yürüttükleri faaliyetlerin ve bahsettikleri konuların bir kısmından daha önce haberdar değildim. Bundan dolayı kitabın “içindekiler” bölümü bile yeterince heyecan vericiydi benim için. Zira MİT, Harvard, Oxford, Cambridge ve isimleri sizleri de heyecanlandıracak diğerleri gibi dünyanın en prestijli üniversitelerinde akademik çalışmalarını yürüten bilim insanlarımız ne kadar da “ileri” bir noktada olduklarını görme fırsatı buldum.

Kitabı okurken, bugüne kadar kimilerini dar çerçevede değerlendirdiğimi fark ettiğim kavramlar üzerine de uzunca düşünme fırsatı buldum. Mesela evrim. Bunun sadece biyolojiyi ilgilendiren bir kavram olduğunu düşünüyorsanız, ilk bölüme bir göz atın.

DNA hakkında ne biliyoruz ve bilgimiz nasıl şekillendi, hiç düşünmüş müydünüz? Genom mühendisliği birçok hastalığı ortadan kaldırarak dünyayı nasıl değiştiriyor diye sorsam? Hiç aklınıza gelmiş miydi? bağırsağınızda olanların beyninizi ve ruh halinizi derinden etkileyebileceği? Ya hasar gören bir organınızın yerine sentetik olarak üretilmiş bir organoid yerleştirsek ve bozulan her organınız için aynı işlemi yapabilecek olsak? Bugün üzerinde en çok konuşulan teknolojilerin başında gelen yapay zekânın felsefe ile ilgili nasıl bir ilgisi olabilir? Neden yeni nesil savaşlar, toplarla ve tüfeklerle değil de yazılım ve donanımlarla tasarlanıyor?

Okurken tüm bu sorulara vr çok daha fazlasına cevap bulabileceğiniz ve bir taraftan da yeni sorular sormaya başlayacağınız, özgün yazılarla hazırlanmış bu nefis kitap , umarım bilim ve teknolojiye hevesli herkesin kütüphanesinde yerini alır. Dr. Sertaç Doğanay.

İçindekiler

1  Bilimi Anlamanın Temel Prensibi: Evrim

    Dr. Çağrı Mert Bakırcı, Evrim Ağacı Kurucusu, Bilim Yazarı

2   Canlılığı Görmek ve Anlamak

     DR. Erdinç Sezgin

     Karolinska Enstitüsü ve Oxford Üniversitesi

1 Eylül 2021 Çarşamba

Talebe*

… ..   Üçüncü gün biraz kendine gelmiş, etrafında olup biteni fark eder olmuş; gözlerini halıya dikip boş boş bakmak yerine, akşam yemeği sohbetlerimize kulak kabartır hale gelmişti. O akşam yemekten sonra nine, çoğunluğu hatır soran komşulardan gelen telefon mesajlarını dinledi. Bir kadın sesi hoparlörden nineye, ertesi günkü doktor randevusunu hatırlatıyordu. O mesaj Babamın üstünde dramatik bir etki yarattı.

Babam önce nineye sorular sordu: Randevu ne içindi, kiminleydi, Anne ona tentürler verebilecekken ne diye doktora gitmesi gerekiyordu. 

Babamın Annenin bitkilerine olan inancı her zaman tamdı ama o geceki hali bir başkaydı. İçinde bir şeyler yer değiştiriyordu, yeni bir inanç kök salıyordu sanki. Bitkisel tedavinin buğdayı daradan, inançlıyı inançsızdan ayıran manevi bir öğreti olduğunu söyledi.Sonra da hiç duymadığım bir kelimeyi kullandı: İlluminati. Her  neyse kulağa egzotik ve etkileyici geliyordu. Ninenin ne yaptığından habersiz bir İlluminati ajanı olduğunu söyledi.

Rab inançsızlığa müsamaha göstermez, dedi. İşte bu yüzden en nefret verici günahkârlar bir türlü karar veremeyip hem bitkileri hem ilaçları kullanan , çarşambaları Anneye, cumaları doktora giden  ya da Babamın deyişiyle, “Bir gün Rab’bin mihrabında ibadet edip ertesi gün Şaytan’a kurban sunarlardı”. Bu insanlar eski zamanların İsrailoğulları gibiydi çünkü kendilerine hakiki bir din verildiği halde hâlâ sahte putların peşindeydiler.

“Doktorla ve haplar,” dedi Babam adeta bağırarak. “İşte onların tanrısı bu ve işte bunun orospusu olmuşlar.”

Anne gözlerini yemeğe dikmiş, duruyordu. “Orospu” kelimesini duyduğu anda Babama kızgın bir bakış atıp odasına gitti ve kapıyı çarparak kapadı. Anne, Babamla her zaman aynı fikirde olmazdı. Babam etrafta yokken, onun -ya da en azından Babamın yeni cisim bulmuş halini- kutsallığa saygısızlık addedeceği şeyler söylerdi. “Bitkiler bir takviyedir. Ciddi durumlar için doktora gitmek gerekir “ gibi şeyler.

Babam Annenin boş sandalyesini dikkate almadı. “O doktorlar kurtarmaya çalışmıyor seni,” dedi nineye. “Öldürmeye çalışıyor.”  ... ..