16 Kasım 2017 Perşembe

Osmanlı ve Modern Türkiye *

-Milletleri Millet yapan tarihleri ve kültürleridir.
-Tarihsiz bir millet, kişiliğini kaybetmiş bir bireye benzer.
-“16. Yüzyılda Osmanlı dünya gücü. Avrupa siyasi coğrafyasını ve ekonomisini belirleyen başlıca etkenlerden biriydi.”
-“Osmanlı Devleti’nin son iki yüz yıllık değişim ve dönüşümü 1923’te Cumhuriyet’in ilanı ile noktalanmıştır.”
-“Atatürk, yalnız büyük bir askeri stratejist değil, aynı zamanda usta bir siyaset stratejistidir.”
-“Türk devriminin en derin etki yaptığı memleket Hindisten’dır. Bu geniş memlekette gerek Müslümanlar gerek Hindular, İngiliz koloni idaresine karşı özerklik ve bağımsızlık hareketlerinde Türkiye’de gelişen olaylardan ilhâm almışlardı.”
Osmanlı
Türkler ve Balkanlar
Kuzeyden gelen Türkler
Anadolu Türkleri Balkanlarda
Balkan yarımadası ve Osmanlı  yayılışı
-Osmanlıların, imparatorluklarını kurarken karşılarında iki büyük gücü, güneyde Venedik, kuzeyde Macaristan’ı bulmaları bir rastlantı değildir ve Balkan jeopolitiğinin değişmez bir sonucudur. Venedik ve Macaristan daima beraber hareket etmişler ve Avrupa’yı, papa yolu ile bu mücadelede Haçlı ideolojisiyle yanlarına almaya

3 Kasım 2017 Cuma

On Bir Dakika *

-... .. Bir ressam karşısına bir model çıktığında anlar. Müzisyen, çalgısının akordunun düzgün olduğunu bilir. Burada, günlüğümdeki bazı cümlelerin benim değil, ‘ışık’ dolu bir başka benim , reddettiğim kadının elinden çıktığını biliyorum. ... ..
-... .. Ralf kalkıp rafa gitti, oradan bir şey alıp Maria’ya uzattı: “Çocukluğumdaki elektrikli trenin bir vagonu bu. Tek başıma oynamama izin vermezlerdi; babama sorarsan Amerika’dan ithal edilmiş ve çok pahalıymış. Dolayısıyla bana da , babamın keyfinin gelmesini, trenin salonun ortasına kurmasını
beklemek kalırdı, ama o da pazar günlerini genellikle opera dinleyerek geçirirdi. Böylece tren, bana hiçbir mutluluk veremeden bütün çocukluğum boyunca sağlam kaldı. Rayları, lokomotifi, evleri hatta kullanma klavuzunu tavan arasına kaldırdım; çünkü bana ait olmayan, oynayamadığım bir trendi o. Keşke o da bana verilen ve hatırlamadığım bütün öbür oyuncaklar gibi kırılıp dökülmüş olsaydı! Kırıp dökme tutkusu, bir çocuğun dünyayı kavrayışının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu sapasağlam tren ise, bana çocukluğumu yaşamadığımın bir bölümünü hatırlatır hep; gerekçe de trenin pahalılığı ya da babamın başka işi olmasıydı. Ya da belki de, her kurulduğunda, bana olan sevgisini kanıtlamaktan korkuyordu.
-Maria gözlerini şöminedeki alevlere dikti. Bir şeyler olup bitmekteydi ve bunun nedeni şarap ya da insana kucak açan dekor değil, karşılıklı armağanlar verilmesiydi.
-Ralf ateşe doğru döndü. Alevlerin çıtırtısını dinlediler sessizce. Konuşmak gereksizmiş gibi, şarap içtiler. Orada , birlikte, aynı yöne bakmaktaydılar; ve başka hiç birşeyin önemi yoktu.”Hayatımda pek çok sağlam tren var,” dedi Maria. “Bunlardan biri yüreğim. Ben de onunla ancak başka biirileri rayları kurduğunda oynardım ve hiçbir zaman doğru anda gelmezlerdi.”

2 Kasım 2017 Perşembe

Osmanlı Tarihinde İslâmiyet ve Devlet *

-İslâmiyetle 9. yüzyılda tanışan Türkler, kendi devlet anlayışlarını İslâm dünyasına taşıdı. Böylece devlet ve hukuk kavramlarında, bağımsız sivil otorite ve onun kanun koyucu gücü lehine büyük bir değişiklik ortaya çıktı.Şerîat ile yan yana bir sivilhukuk alanı gelişti. 11. Yüzyılda El-Mâverdi ve Ebu Mansur el-Bağdadî başta, büyük fakihler İslâm toplumlarında bu ayrımın gerekliliği üzerine yazdılar, tartıştılar.
-Osmanlı Devleti bu geleneğin bir parçasıydı. Yaygın popüler kanının aksine, her devlet gibi belli bir kalıpla kurulmuş, çöküşüne dek de bu kalıba harfiyyen uymuş değildi. Halil İnalcık, Osmanlı tarihinin geçmişe uzanan köklerini de göz ardı etmeden, 600 yıl boyunca devlet ve İslâmiyet arasındaki değişken ilişkinin bir dökümünü bu kitapta sunuyor.

-Kutadgu Bilig’deki devlet anlayışından başlayarak, Uc’larda bir yanda gâzî beylerle, bir yanda dervişlerle başlayan kuruluş öyküsünü anlatıyor. Devlet kurumsallaştıkça Uc’ların, gâzîlerin ve dervişlerin önemlerini kaybedişini, bu arada yeni kurumların ve anlayışların yükselişini gözler önüne seriyor. Fatih Kanûnnamesi’yle örfün hukuk alanına resmen girişinin, ulemanın devlet yapısındaki diğer unsurlardan giderek ayrışmasının uzun zamana yayılmış öyküsünü ayrıntılarıyla sunuyor. 17. Yüzyılda Avrupa2daki tasfiyeci akımlarla aynı sıralarda ortaya çıkan selefî Kadızâdelilerin hem toplum hem de devlet ve İslâmiyet üzerindeki etkilerini mercek altına alıyor. 18. yüzyılda başlayan Batılılaşma eksenli modernleşme hareketinin Cumhuriyet’in kuruluşuna dek uzanan seyrini yekip ediyor. Osmanlıların kuruluş yıllarından beri süren Hristiyanlık-İslâm tartışmalarını da bu çerçevede

30 Ekim 2017 Pazartesi

Sosyal Fobi *

-Sosyal fobi, insanların kendini ifade etmesine, toplumdan gittikçe uzaklaşmasına ve hayatı ertelemesine neden olan psikolojik bir rahatsızlık. Dahası, bu sorunun görünen ve görünmeyen tarafları olduğu gibi, kimi durumlarda depresif bozukluk ve obsesif kompulsif bozukluk gibi psikiyatrik sorunlara neden olabilecek yönleri de bulunuyor.
-Gençlik yıllarını sosyal fobiden kaynaklanan sorunlarla ve özgüven eksikliğiyle geçiren Uzman Psikolog Yıldız Burkovik, kendi yaşadıklarından da faydalanarak konuya hem  bir hasta hem de bir uzman gözüyle yaklaşıyor.
-Meseleyi örnekleriyle ele alıyor ve enine boyuna inceliyor. Psikoloji ile ilgilenen okurlara ve sosyal fobiden mustarip olanlara rehberlik eden bu kitabın en güçlü mesajı ise şu: “Artık geri çekilme değil, ortaya çıkma zamanı.”
Sosyal fobi ilk kez Isaac Marks tarafından 1966 yılında tanımlanan psikiyatrik bir rahatsızlıktır. Temelde, başka insanların bulunduğu ortamlarda hata yapma, diğer kişiler karşısında küçük düşme korkusudur. Yani sosyal çevre içinde yaşarken açığa çıkan korku halidir. Korku, gerçek bir tahlikenin veya bir tehlike düşüncesinin uyandırdığı endişe duygusudur. Fobi ise, belirli durumlar karşısında bazı hastaların kapıldıkları baskılı, endişeli, mantıkdışı korku olarak tanımlanır. ... ..
-Tüm bu tanımlara bakarak korkunun gerçek bir tehlike ile karşılaşıldığında ortaya çıkan bir duygu, fobinin ise gerçekçi olmayan ancak belirli bir baskı hissi sonucunda açığa çıkan bir duygu olduğunu söyleyebiliriz. ... ..
-Bir sosyal fobiğin düşünce zinciri olumsuz düşüncelerle harekete geçer. Kişi kendisini büyük bir zincire bağlar ve o zincirin gidebildiği yere kadar gider. Yani durmadan kendi içine döner, hareket edemez. Yalnızca endişe duyar ve tedirgin olur. Elbette ki bu hissiyatın içindeki kişi performans göstermesi gereken

27 Ekim 2017 Cuma

Veronika Ölmek İstiyor *

Brezilyalı yazar Paulo Coelho’nun ...romanı. ... .. romanın konusugünümüzde, hem de oldukça yakınımızda geçiyor. Bosna ile sınırkomşusu olan Slovenya’da. Veronika, görünüşte, her istediğine sahip bir genç kadındır, renkli bir yaşam sürer, yakışıklı erkeklerle gezip tozar, ama mutlu değildir. Yaşamında bir şeylerin eksikliğini hissetmektedir. Bir gün ölmeye karar verir. Aşırı dozda ilaç alınca hastaneye kaldırılır. Orada kendisine birkaç günlük ömrü kaldığı söylenir. Akıl hastanaesinde kaldığı sürece çeşitli insanlarla tanışan Veronika, yabancısı olduğu yeni duyguları keşfeder: Kin, korku, aşk... Ölümü beklerken, çevresindeki insanları gözlemlerken, Veroni,ka, varoluşunun her dakikasının yaşamla ölüm arasında bir seçim olduğunun farkına varır. Paulo Coelho, bu ... kitabında, çağımız insanını rahat bırakmayan delilik olgusunu işliyor; toplumun normal kabul ettiği kalıpların dışına düşen insanları anlatıyor. Veronika Ölmek İstiyor, farklı düşünceleri yüzünden sık sık başka insanların önyargılarını göğüslemek zorunda kalanlar için değişik bir yaşam tarzı bulma ihtiyacını irdelerken, insanlığın temel sorunlarından birini içeriden bir yaklaşımla ortaya koyuyor.
-Bir kez daha yaşamak istemediği tek şey vardı: Vildet’e kaldırılmasına neden olan şey.
-Depresyon.

-Hekimlerin dediğine göre, yeni keşfedilen bir madde olan seretonin, insanların duygularını yöneten öğelerden biriymiş. Serotonin azlığı insanın iş yaşamında dikkatinin dağılmasına, uykusuzluğa, iştahsızlığa, yaşamdan yeterince zevk alınmamasına yol açıyormuş. Bu madde bedende hiç bulunmadığında ise kişi derin umutsuzluk, kötümserlik, bir gereksizlik duygusu, korkunç yorgunluk, endişeye kapılma, karar verme güçlüğü gibi belirtiler gösteriyormuş, bu da zamanla sürekli bir karabasana dönüşüyormuş ki sonu ya tam uyumsuzluk ya da intiharmış. ... ..

22 Ekim 2017 Pazar

Bilinmeyen Kadın *

-Niçin “Bilinmeyen kadın?”
-Çünkü kadın bilinmiyor.
-Kadın bilinmediği için lâyık olduğu hürmeti görmemekle kalmıyor, çile çekiyor.
-Peki, sadece kadın mı çilekeş? “Onun” çile çekmesiyle aslında tüm toplum, tüm insanlık kelimenin tam manasıyla bunalım geçiriyor.
-Çünkü toplumun çekirdeği olan “ail”nin anası, yerine göre babası, en önemliisi de “ilk öğretmen”i kadın...
-Maden öyle, güzel nesiller, dolayısıyla güzel yarınlar için”kadın”ı iyi anlamalı ve anlatmalıyız. ... ..
-... ..
-Kadın uysal davranmaya mecburdur çünkü “Erkek ekonomik bakımdan evin reisidir. Kadın, onun soyadını taşır, onun dilini kabul eder; onun çevresine,sınıfına katılır. Onun ailesine girer, onun yarısı olur. Bütün bunlardan çıkan neticeye göre, kadına toplum içinde hayat kazandıran, erkeğidir. Kadın, erkeğine bağlanmak zorundadır; çünkü o, kendisini kızlık dünyasından kadınlık dünyasına çekip götürmüştür.”
-“Bütün gününü çocuklarını ve evini idare etmeklegeçiren kadın, erkeği geldikten sonra ikinci dereceye düşmüştür. Üstünlük, erkek kapıdan adımını atar atmaz yer değiştirmiştir. Kadın ise bu durumdan mutludur. Güveneceği, her türlü problemini çözeceği insan gelmiştir.
-Kadın her şeyi ile yuvasına, erkeğine bağlanmıştır. O, kocasının diğer yarısından başka bir şey değildir; tıpkı bütün bir elmanın iki parçası gibi...

20 Ekim 2017 Cuma

Savunma / Socrates *

-Felsefe tarihinin bir dönüm noktası olan Socrates hakkındaki her şeyi Platon’dan öğrenmekteyiz.  ... .. Mistik gizemli bir yapıya sahip olan Socrates, sık sık kendisinden geçer, saatlerce kıpırdamadan dururdu. Evine pek bağlı olmayan, gelişigüzel giyinen, her çeşit insala ahbaplık kurabilen, kendi evinden çok başkalarının evinde yiyen içen ve yaşayan Sokrates, günler boyu çevresindeki insanlarla devlet, hayatı tartşırdı. “Tek bildiğim şey, bilmediğimi bilmektir.” Ve “Kendini tanı.” diyerek hayata ve felsefeye derinlik kazandırmıştır.
-Öğrencilerinin en tanınmışlarından olan Platon, Sokrates’in ölümünden sonra, onun düşüncelerini; Beşyüzler Meclisi’ndeki yargılanmasını ve yargılama sonrası yaşanan olayları , birçok ayrıntılarıyla yazarak tarihe belge olarak bırakmıştır. Farklı kaynaklarda, yargılamasırasında Platon’un isminden söz edilmektedir. Bu durum, Platon’un duruşma salonunda olduğunu göstermektedir.
-Aslında Sokrates’in kimliği konusu, tam bir karmaşadır. Tarihçiler Sokratres konusunda farklı değerlendirmeler yaparlar. Birçok tarihçi , kendisine göre farklı bir Sokrates kimliği oluşturur. Ancak tarihçilerin ortak görüşü , Sokrates’in felsefi kimliği ve Beşyüzler Meclisi’ndeki  ünlü savunmasıdır.
-Düşünce tarihinin en ünlü ahlak filozoflarından Sokrates’e bakılırsa, her türlü erdemsizliğin , yalnış davranışın kaynağı bilgisizliktir.”Eğer,  “ der; “İnsanlar, kavramların anlamları üzerinde  doğru bir bilgide uzlaşıp anlaşabilselerdi, hiçbir problem yaşanmazdı.” Bu yüzden Sokrates, düşünce tarihinde bilgi ile  erdemi aynı şey olarak kabul eden filozof olarak tanınmaktadır. Ona göre düşmanlığın kaynağı, bilgisizliktir.
-Tarihçilere göre dünya tarihinde Sokrates’in Savunması bir ilktir. O, kendisine dayandırılan bir suçlama

17 Ekim 2017 Salı

Devrimin Çoban Yıldızı *

-“Genç öğretmenim! Yarınki yaşam sizin güçlü elleriniz arasında doğacaktır. Geleceği elde etmek için devamlı ağır görevler yüklenerek yürüyeceksiniz. Var olan yaşama, yıldan yıla artan bir güç ve gittikçe çoğalan bir hızla ilerleyeceksiniz. Bu yükselme yolunuzda  sayısız zorluklarla karşılaşacaksınız.Bu zorluklar, sizin azminizi çğaltmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
-Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, Millet Meektepleri açılış törenleri için yazdı. Özellikle köy kadınlarına okuryazarlığı bir an önce öğretmek gerekiyordu. Köy anaları okuryazar olursa, onların çocukları da okuryazar olurdu. Üç yılda bir milyon kişi hedeflenmişti. Üç yıl bittiğinde okuryazarlığını sürdürebilecek durumdaki yurttaş sayısı bir milyon iki yüz kişi oldu. Ama hiçbir  bakanlık görevlisi hedefi aşan bu sayıyı Necati Bey’e söyleyemedi.
-Mustafa Kemal Paşa’nın onayıyla ilk meclise seçilmiştir  Mustafa Necati. Kurtuluş Savaşı’ında Müdafaayı Hukukçu ve gerektiğinde Kuzey Ege dağlarında Kuvayı Milliye Müfreze Komutanıdır...
-Milli Eğitim Bakanlığı süresinde yeni harf, yeni rakam, yeni ölçü birimler kanun tasarılarını hazırlayan, planlayan, kanunlaşması ve Millet Mektepleri’yle  uygulanmasına öncülük eden , devrimci bir devlet adamı... Lozan Anlaşması’nın kabulünden hemen sonraki uygulamalrda zorunlu göçle ilgili esasları koyan, ilk Mübadele, İmar ve İskân Bakanı... Hilafetin kaldırılmasından sonra İslami Hukuk döneminin sona ermesine emek veren, bir Adalet Bakanı...
-Mustafa Necati, Köy Mektepleri ve Köy Enstitüleri’nin düşünsel temellerini attı. Türkiye’de öğretmenlik onun döneminde itibarlı bir meslek oldu.
-Millet Mektepleri’nin açılacağı gün , 1 Ocak 1929’da otuz beş yaşında öldü.
-Vakitsiz ölüm haberini alan Atatürk’ün ağladığı aktarılır.
-Cumhur Utku, “Devrimin Çoban Yıldızı Mustafa Necati”de Türkiye Cubhuriyeti’nin temellerini atan

13 Ekim 2017 Cuma

Hilâl ve Yıldız *

Stephen Kinzer Boston Üniversitesi Tarih Bölümünden mezun oldu. Dört kıtaya yayılmış 50’den fazla ülkede dış haberler temsilciliği yaptı. 1966’da New York Times’ın ilk büro şefi olarak Türkiye’de geçirdiği yıllar boyunca yüzlerce makale yayımladı ve ülkenin her yerini dolaştı. Şu anda The New York Times muhabiri olarak Chicago’da yaşıyor.
-İlk baskısı 2002’de yapılan kitap 301 sayfa.
-Kitabın arka kapağında, Orhan Pamuk tarafından kaleme alınan tanıtımda; “Stephen Kinzer ... .. bize dışardan nasıl gözüktüğümüzü  sevgi ve anlayışla gösteriyor. Bu çok rahat okunan kitapTürkiye’yi, imkanlarını ve dertlerini yeniden düşünmek, tartışmak için iyi bir fırsat...” deniyor.
-Kitaptan alıntıları paylaşalım:
-Bir kraliyet habercisi, efendisi Venedik Dükü’nün diğer Venedikli Lordlarla toplantı halinde olduğunu ve derhal kendisini görmek istediğini söylemek üzere Othello’yu evlilik yatağından kaldırdığında gecenin geç bir saatidir. Othello hızla saraya doğru yürürken bu “en güçlü, ciddi ve saygı değer beyleri” böyle olağandışı bir satte bir araya getirecek kadar acil ne olabileceğini merak eder. Saraya ulaştığında onları kendisini beklerken bulur. Daha sorunun ne olduğunu sorma fırsatını bile bulamadan Dük konuşur: “Cesur Othello, hemen görevlendirmek zorundayız seni / Ortak düşmanmız Osmanlılara karşı.”
-Shakespearte’nin zamanında ve onraki yüzyıllarda, Avrupalı Hristiyanlar bundan daha acil bir çağrıyla karşılaşamazlardı. Kuşaklar boyunca Hristiyanlar, daha çok sadece “Türk” diye bilinen “ortak düşmanımız” Osmanlı’yı uygarlığın başındaki bela olarak gördü. Önde gelen özelliklerinin yalancılık, kontrolsüz şehvet, ani şiddet ve mantıksız zalimliğe karşı düşkünlük olduğu düşünülürdü. Din, bu klişenin temelini oluşturuyordu. Çok az Avrupalı İslâm hakkında herhangi bir şey bilir, ama neredeyse hepsi İslâmı, bir Hristiyanın kutsal bildiği her şeye karşı şeytanca bir hakaret olarak kabul ederdi.

12 Ekim 2017 Perşembe

Zarif Bir Cinayet Gecesi *

-Stonygates’teki genç suçluların islah edildiği bir vakfın sahibi olan arkadaşı Carrie Louise’i ziyaret eden Miss Marple tehlikenin yaklaşmakta olduğunu hisseder.
-Bir gece suçlu gençlerden biri, vakfın yöneticisini silahla öldürmeye çalışınca korkuları gerçekleşir. Yönetici, yara almadan kurtulur ama malikhanenin diğer tarafındaki beklenmeyen ziyaretçi, onun kadar şanslı değildir.
-Bu bir rastlantı mıdır? Miss Marple’a göre değildir. Miss Marple, kurbanın esrarengiz ziyaretinin altında yatan sırrı ve cinayeti çözmek için tüm becerisini kullanır...











30 Eylül 2017 Cumartesi

Elveda Güzel Vatanım *

-1926 yılının o hüzünlü sonbaharı. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, genç Cumhuriyet ayaklarının üzerinde durmaya çalışıyor. O büyük alt üst oluşun içinde bir adam: Şehsuvar Sami ... Bir zamanlar İttihat ve Terakki fedaisi, şimdilerin yorgun komitacısı. Şehsuvar Sami’nin etrafında dönen amansız bir entrika. Bir yanda kaybettiği ama hiçbir zaman yüreğinden çıkarmadığı sevgilisi Ester, bir yanda yaşanılan talihsiz bozgun... Kaybedilen bir ülke, kaybedilen bir şehir, kaybedilen bir hayat. Ve aklında hep aynı soru: Devlet mi kutsaldır, yoksa insan mı?
-“Ölüm , şehirlerimizi kaybetmekle başlar.” Kim söylemişti bu cümleyi hatırlamıyorum, ne yazık ki doğru... Doğru, lakin eksik. Ölüm, şehirlerimizi kaybetmekle başlar, vatanımızı kaybetmekle neticelenir.
-Sahi nedir vatan? Bir toprak parçası mı, uçsuz bucaksız denizler, derin göller, yalçın dağlar, verimli ovalar, yemyeşil ormanlar, kalabalık şehirler, tenha köyler mi? Hayır, bütün bunların ötesinde bir anlam taşır vatan. Ne sadece toprak parçası, ne su havzaları, ne ağaç ssilsilesi... Annemizin şefkati, babamızın saçlarına düşen ak, ilk aşkımız, doğan çocuğumuz, dedelerimizin mezarlarıdır vatan... Vatanı olmayan insanın hayatı da olmaz. Evet, bir vakitler zihnim, kalbim bu fikirlerle doluydu. Şimdi bilmiyorum...

-Peşimdeler Ester... Eski ittihatçıların hiçbirine hayat hakkı tanımayacaklar. İzmir Suikastı bir bahane. Nihai hesaplaşma başladı. İzmir’de kurulan darağaçları yetmedi. Ankara’da da astılar bizimkileri. Suçlu suçsuz ayırt etmiyorlar. Kara Kemal ki, asla bulaşmamıştır bu suikasta, onu bile ortadan kaldırdılar. Güya intihar etmiş, hem de bir kümeste. Olacak iş mi bu? Kendini öldürdüğü yetmiyormuş giibi bir de kümeste yapıyor. Düpedüz

Fareler ve İnsanlar *

-Fareler ve İnsanlar, birbirine zıt karakterdeki iki mevsimlik tarım işçisinin, zeki George Milton ve onun güçlü kuvvetli ama akli dengesi bozuk yoldaşı Lennie Small’un öyküsünü anlatır. Küçük bir toprak satın alıp insanca bir hayat yaşamanın hayalini kuran bu ikilinin öyküsünde dostluk ve dayanışma duygusu önemli bir yer tutar. Steinberg insanın insanla ilişkisini anlatmakla kalmaz, insanın doğayla ve toplumla kurduğu ilişkileri de konu eder bu destansı romanında.











13 Eylül 2017 Çarşamba

Havva’nın Üç Kızı *

-Arka kapak tanıtımından; “Ben ve annem gibi dindarım, ne babam gibi kâinatın beş duyumla kavradığım şeylerden ibaret olduğuna kaniyim. Öyleyse ben neredeyim? Ne mutlak dindarlığa,
 ne de mutlak akılcılığa dahil omak isteyenler için bir başka yaklaşım, yeni bir varoluş şekli yok mu acaba? Bir üçüncü yol mesela? Kim bilir?
-Şirin, Mona ve Peri... Günahkâr, İnanan ve Şaşkın. Münkir, Mümin ve Mütereddit... Böylesine farklı üç kadın nasıl bir araya gelebilir? Arkadaş olabilirler mi sahi? Hatta kız kardeş?
-Tanrı, bilim, kimlik, aidiyet, Doğu-Batı tartışmalarının tam ortasında hiç kimselere benzemeyen, karizmatik bir adam, sarsıcı bir skandal ve sıra dışı bir aşk... yarım kalan... seneler sonra yeniden canlanan...
-Havva’nın üç kızı Türkiye ile Avrupa, dün ile bugün arasında gidip gelen güncel bir hikâye... "

29 Ağustos 2017 Salı

Beyin *

Senin Hikâyen
Kitap, beyin fonksiyonları hakkında tahmin edilebileceklerin de ötesinde özellikler olduğunu anlatıyor. Sıradan okuyucunun anlayabileceği sade ve sürükleyici bir dil kullanılan kitaptan kısa bir alıntı;
Beyin , çekişmeler üzerine kurulu bir makinedir
-Karar verme sürecinde sahne arkasında olup bitenlere biraz daha yakından bakalım. Farz edin ki bir dondurma dükkânının önünde duruyor ve aynı derecede sevdiğiniz iki çeşit arasında karar vermeye çalışıyorsunuz; diyelim ki naneli ve limonlu. Dışarıdan bakıldığında öyle pek bir şey yapıyor gibi değilsiniz: Yaptığınız tek şey, orada dikilip gözlerinizle iki seçenek arasında gidip gelmek.Ama bu ölçüde basit bir seçim bile, beyninizde bir etkinlik fırtınası başlatmaya yetti de arttı bile.
-Bir nöron, tek başına anlamlı bir etkiye sahip değildir. Ama her nöron binlerce başka nöron ile, onlarda yine binlercesi ile bağlantılıdır ve bu ilişki devasa, döngüsel ve dallı budaklı bir ağ içinde devam edip gider. Bu arada bütün nöronlar, birbirini uyaran ya da baskılayan kimyasallar salmaktadırlar.
-Ağ içindeki belirli bir grup, naneli dondurmayı temsil eetmektedir.. Bu örüntü, birbişrlerini karşılıklı olarak uyaran nöronlardan oluşmuştur. Nöronların mutlaka yan yana olmaları gerekmez; hatta koku, tat, görme işlevleri ve bunların yanı sıra naneli dondurmayı içeren benzersiz anılar tarihinizle ilgili, birbirinden uzak beyniniz için beyin bölgelerini kapsamaları daha olasıdır. Bu nöronların tek başına hiç birinin, naneli dondurmayla bir ilişkisi olduğu söylenemez. Dahası, her biri farklı zamanlarda, sürekli değişim halindeki farklı ortaklıklara giderek çok çeşitli roller üstlenebilirler. Ama bu düzenleme dahilinde hepsinin birden etkin hele gelmeleri, beyniniz için “naneli dondurma” anlamını taşır. Siz dükkânda sergilenen dondurma çeşitlerinin önünde dururken, bu nöronlar federasyonunun üyeleri de birbirleriyle heyecenlı bir iletişim içine girmişlerdir; tıpkı birbirinden uzak insanların internet üzerinden topluca yaptığı konuşmalar gibi.

2 Ağustos 2017 Çarşamba

Hayvan Çiftliği *

Bir peri masalı
-Kitabın arka kapak tanıtımında; “İngiliz yazar George Orwell, ülkemizde daha çok Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş bir diğer çok ünlü eseridir. 1940’lardaki “reel sosyalizm”in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında yergi türünün başyapıtlarından biri olarak kabul edilir.
-Hayvan Çiftliği’nin başkişileri hayvanlardır. Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele geçirir. Amaçları daha eşitlikçi bir topluluk oluşturmaktır. Aralarında en akıllı olan domuzlar, kısa sürede önder bir takım oluşturur; ama devrimi de yine onlar yolundan saptırır. Ne yazık ki insanlardan daha baskıcı, daha acımasız bir diktatörlük kurulmuştur artık. Georgew Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin’i simgelediği açıktır. Diğer kahramanlar gerçek kişileri çağrıştırmasalar da, bir diktatörlük ortamında olabilecek kişilerdir.
-Altbaşlığı Bir Peri Masalı olan Hayvan Çiftliği, bir masal anlatımıyla yazılmıştır; ama küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değil, çarpıcı bir politik taşlamadır.” deniliyor.
-Roman zamanın ruhunu yansıtıyor...
-Sunuş bölümünden kısa alıntıları paylaşalım: ... .. Artık Hayvan Çiftliği’nde yılgı ve korku kol gezmektedir.  Kitabın başlarında “Bütün hayvanlar eşittir” diyen Koca Reis’in bu sözü garip bir değişikliğe uğramıştır: “Bütün hayvanlar eşittir; ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir.” Bir baskı biçiminin yerini, başka bir baskı biçimi almıştır. Hayvanların eski efendileri insanlar ile yeni efendileri domuzlar, Çiftlik Evi’nde, bir şölen sofrasının başında toplanmışlardır. Çiftliğin ezilen hayvanları, korka korka Çiftlik Evi’ne yaklaşır, yüzlerini cama dayayarak içeride olup biteni

20 Temmuz 2017 Perşembe

İnancın Biyolojisi *

-Kitabın arka kapak tanıtımında; Hücre biyoloğu ve genetik bilimci Profesör Dr. Bruce H. Lipton alanında devrim yaratan çalışmalarıyla uluslararası bir üne sahip. Yeni Biyoloji ilr Kuantum Fiiziği sentezlediği bu kitabında basit bir dil kullanarak gündelik yaşamdan örneklerle bu süreci anlatıyor.
“Hücrele bana bir bütünün parçası oldduğumuzu ve tehlike anında bunu unuttuğumuzu öğretti. Ayrıca her birimizin kendine özgü biyolojik bir kimliğe sahip olduğumuzu fark ettim. Peki, bütün bunların sebebi neydi? Her bir insanın hücresel topluluğunu  kendine özgü hale getiren şey neydi? Hücrelerimizin dış kısmında gruplar halinde ‘kimlik alıcı’ antenleri vardı ve bunlar bir bireyi diğerinden ayırıyorlardı.”
Kitaptan kısa alıntılar; ... Aniden, hücrenin yaşamının genler tarafından değil de fiziksel ve enerjetik çevre tarafından yönetildiğini fark ettim. Genler sadece hücre , doku ve organların oluşumundaki genetik planı oluşturuyorlardı. ... ..
-... .. her bir insan yaklaşık 50 trilyon tek hücreden oluşmaktadır. ... ..
-Tıpkı tek bir hücre gibi , bizim yaşamlarımızın niteliği de genlerimiz tarafından değil ; aksine hayatımıza yön veren çevresel sinyallere verdiğimiz tepkiler tarafından yönetiliyordu. ... ..
-... .. araştırmam genetik determinizm ile ilgili biyolojinin benimsediği temel ilkelerin hatalı olduğuna dair değiştirilemez kanıtlar sunuyordu. ... ..
-... .. ilaç tedavisi yönteminin yanı sıra tamamlayıcı ilâç felsefesi, eski ve yeni inançların manevi bilgeliği gibi yöntemlerin temelini hazırlamıştır..... ..
Hücrelerin büyüsü
-... .. Darwin, Tanrının varlığını yalanlamamıştı, o sadece dünyada ki yaşamın niteliğinin ilahi bir müdahale tarafından değil de tamamen şans eseri ortaya çıkmış olabileceğini ima etmişti. Türlerin Kökeni adını taşıyan 1859 yılında yayımlanmış kitabında, Darwin , kişisel özelliklerin kalıtım yoluyla

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Budala *

-Çarlık Rusyası’nın soylu sınıfları ve saray çevresinin etrafında dönen olayları alaycı bir dille anlatmaktadır.Yazar,romandaki “prens” karakterini budalaca tavırlar içine sokarak okuru güldürmektedir. Fakat bu ironik anlatımı derinden  bir tahlille irdeleyecek okuyucu, aslında gerçek budalaların tüm çevresindeki insanlarolduğunu sezecektir....
-Soyluların yaşam biçimi, geniş halk tabakalarının gözleri önüne seren Dostoyevski, devrim öncesi egemen sınıfı da hafif bir alaycılıkla anlatmaktadır.
-Romandan kısa bir alıntı:
Aglea, ona bakarak safça kolundan çekti.
“Neyiniz var?” diye fısıldadı.
Prens, başını ona doğru çevirip bakınca onun kara gözlerinde o anda anlaşılmayan bir alevin parladığını gördü. Genç kıza gülümsemek için kendini zorladı.
O anda Nastasya Filipovna , genç kızların iskemlelerinin çok yakınından geçiyordu. Canlı hareketlerine bakılırsa, Yevgeniy Pavloviç, Aleksandra İvonovna’ya meraklı ve gülünç öyküler anlatıyor olmalıydı. Prens, daha sonra Aglea’nın ansızın alçak sesle “Hasıl?” dediğini anımsadı.
Ne için söylendiği belirsiz, yrım kalmış bir soruydu bu. Fakat bu sorusu havada asılı kaldı.
Genç kız cümlesini bitirmeden durdu birden. Ama söyledikleri yetiyordu. Kimseyi fark etmeden geçen Nastasya Filipovna ansızın onlardan yana döndü; Yevgeniy Pavloviç’i fark etmiş gibiydi.
“İşte o!” diye bağırdı bişrden durarak. “Gökte ararken yerde bulmak buna denir... Seni amcanın yanında sanıyordum...”
Yevgeniy Pavloviç’in yanakları kıpkırmızı oldu. Nastasya Filipovna’ya öfkeyle baktı, sonra hemen gözlerini başka yana çevirdi.

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Sızıntı *

Wikileaks’te ünlü Türkler
Yakın tarihimizde meydana gelen birçok olayın arka planına pencereler açmaya çalışılan kitaptan kısa bir alıntıyı paylaşalım;
-... .. Unakıtan, daha bakanlığının ilk ayında, 23 Aralık 2002’de, City  Bank ile masaya oturuyor ve bankanın milyar dolara vergi borcunu bir kalemde siliyordu. Bunun karşılıksız olması imkânsızdı. Belli ki söz, Kasım 2002 seçimlerinden önce verilmişti.  Unakıtan’ın oğlunun mısırları da basının gündemine geldi. Unakıtan’ın oğlu 4000 ton ABD kaynaklı mısır ithalatı yapıyor, birkaç gün sonra ise, ithal mısırın gümrük vergisi yüzde 70 yükseliyordu. Unakıtan’ın oğlunun eline sadece bu vergi artışıyla yarım trilyon havadan kâr girdiği tahmin ediliyor. Unakıtan, durumu soran gazetecilere “Oğlum o mısırları tavuklarına yedirecek,” cevabını verdi. ... ..










Aşil’in Topuğu FETÖ’nün “O Gece”si *

Mustafa Önsel’in bir önceki kitabı “TSK’da Şakirtlerin İşgali mi? / Ağacın Kurdu, Fethullah’ın Askerleri” ve son olarak da bu eserinde kaleme aldığı ayrıntılar derslerle dolu. Alçak FETÖ kalkışmasından önce ortaya çıkan emareleri ve uyrıları ilgililer keşke zamanında dikkate alabilselerdi demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Kısa alıntıları paylaşalım;
-... .. İşin doğrusu, o zaman diliminde Fethullah’ın askerlerinin TSK içeerrisindeki güçlerinin bu denli olduğunu bilmiyordum. ... ..
-Aslında herkes bir şeyler biliyor ama hastalığı kimse tam olarak teşhis edemiyordu. Bir nevi herkes fili ilk eline geldiği organına göre tarif etmeye çalışıyordu. ... .
-2011 yılının nemli ve soğuk Şubat ayının15’inde üçüncü kez cezaevine girerken Beşiktaş Adliyesi önünde haykırarak: “ Bu Türk milletine açılan bir savaştır. Sakarya Savaşı’ında, ordunun maalesef yüzde kırkı kaçmıştır. Fakat bunca kaçana rağmen bozulup kaçmayan yüzde 60’tır. Biz, kaçmayıp savaşan dedelerin torunlarıyız. Dün Sakaraya’da dedelerimizle savaşanların ve oradan kaçanların torunlarıyla savaş şimdi başlıyor!” şeklinde öfke içinde ama bilinçle söylediğim sözlerin arkasında durduğumu ortaya koyma adına kolları sıvadım. ... ..

-Bu elinizde tuttuğunuz kitaptan önce ve özgürken kaleme aldığım ilk, yazdığım dördüncü kitap olan  “TSK’da Şakirtlerin İşgali mi? / Ağacın Kurdu, Fethullah’ın Askerleri” (Nisan 2016)  isimli kitabımdır.
-Kitapta FETÖ’nün TSK içindeki yapılanmasını, geldiği noktayı yer, zaman, şahıs isimleri vererek izah etmeye çalıştım.
-Aslında bu kitap bir çığlıktı.

9 Mayıs 2017 Salı

Görgü Tanığı *

Bir gazetecinin sıradışı anıları
-Orhan Karaveli 1930 yılında Ankara’da doğdu. Çeşitli gazete ve dergilerde yazdı. Türk basınına 50 yılı aşkın süre hizmetleri nedeniyle 2004’te Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü’ne değer görüldü. Orhan veli bu eserinde ülkemizin tarihine mal olmuş olayların bir kısmına o dönemin bakış açısıyla ışık tutuyor.
1940’lı yıllarda Türkiye’de kayak sporu
Râbia Hatun rezaletinin perde arkası
“Mareşal’in ölüsü İnönü’yü yeniyor...”
Dumlupınar Faciası ve Paul-Spaak’tan insanlık dersi
Türkiye’de bir Kıbrıs sevdalısı: Nevazat Karagil ve “Yeşilada” dergisi
Nihat Erim’e göre daha 1957’de “Türkiye Kıbrıs için savaşa hazır”dı!
Kıbrıs’ta henüz “patlamayan” bombalar Milliyetin manşetinde nasıl “patladı”?
Prenses Margeret yüzünden Abdi İpekçi’yi kızdırıyorum
VIII. Edward benim için kravat seçiyor
Otomobilim Hindistan başbakanı “çapkın” Nehru’nun yolunu kesiyor
“News Chronicle” gazetesi Kıbrıs konusunda niçin Türkiye’yi destekledi?
Turzimde emekleme yılları ve “Pasaportsuz Avrupa”: Hilton
Suriye ve Lübnan: Dış turzimde ilk basamaklar
1950’nin Fransa’sından 2001’in Fransa’sına
Ankara Palas ve İstanbul Hilton’dan Amerika’ya
Küba’da ilk Batılı gazeteci
Menderes Amerika’da yardım peşinde

Beyaz Kale *

-Kitabın arka kapak tanıtımında; “17. yüzyılda Türk korsanlarınca tutsak edilen bir Venedikli, İstanbul’a getirilir. Astronomiden, fizikten ve resimden anladığına inanan bu köle, aynı ilgileri paylaşan bir Türk tarafından satın alınır. Garip bir benzerlik vardır bu iki insan arasında. Köle sahibi, efendi ile köle, birbirlerini tanımak, anlamak ve anlatmak için, Haliç’e bakan karanlık boş bir evde, aynı masanın iki ucuna oturur, konuşurlar. Hikâyeleri ve serüvenleri, onları, veba salgınının kol gezdiği İstanbul sokaklarına, Çocuk Sultan’ın düşsel bahçelerine ve hayvanlarına, inanılmaz bir silahın yapımına, ‘ben neden benim’ sorusuna götürecektir. Hikâyelerin günden geceye doğru ilerlemesiyle , gölgeler yavaş yavaş yer değiştirirler.” deniliyor.
-Roman padişah IV. Mehmet döneminin İstanbul’u ve döneminin yaşam tarzından kesitlerle kaleme alınmış. Düşler ve gerçeklerin iç içe geçtiği olaylarla sürükleyicilik sağlanmış. Kısa alıntılarla romanda geçenleri paylaşalım:
-... .. bana çoşkuyla anlattığı başka konuları da Padişah’a açıyordu: Boğaz’daki akıntıların nedeni neydi? Karıncaların düzenli hayatlarında öğrenip anlamaya değer ne vardı? Mıknatıs gücünü Allah’tan başka neden alıyordu? Yıldızların şöyle ya da böyle dönmesinin önemi neydi? Gâvurların hayatında gâvurluklarından başka bilinmeye değer bir şey bulunabilir miydi? Onları önümüze katıp kovalayacak bir silah yapmak mümkün müydü? ... ..
-Venedik’e dönmsem ne olacaktı? Bu onbeş yılda annemin öldüğüne , nişanlaımın da evlenip çoluk çocuğa karıştığına aklım çoktan yatmıştı,... ..
-Kösem Sultan denen cadolozun kendisi ve annesini boğmak için dirilip çırılçıplak üzerine geldiğini, At Meydanı’ndaki çınar ağaçlarının yerine biten incir ağaçlarının yerine kanlı cesetler sarktığını; yüzü kendi yüzüne benzeyen kötü adamların onu ellerindeki çuvallara sokup boğmak için kovaladığını, ya da

25 Nisan 2017 Salı

Aşk Biter İnsan Yorulur *

Tüketmeden sevmek ve sevilirken tükenmemek için
-Arka kapak tanıtımında; “Bir çocuğun hemen yanı başına oturup , kan ter içinde oyununu nasıl aşkla oynadığına bakmalı...
-Yaşı geçgince bir sanatkârın atölyesine gidip, aşkla dokunduğu bir ağacın nasıl bir esera döndüğünü seyretmeli...
-Yaşadığımız zamanın, yüreğimizdeki aşkı söküp atma hesaplarına inat, bu kitabın kaleme alınış sürecinin her anına şahit olan biri olarak, rahatlıkla diyebilirim ki; bir türlü kapanmayan yaralara şifa olan reçeteler, tecrübe laboratuvarlarında kelimelere döküldü. Her yeniden ayağa kalkışın, yola devam edişin çekirdeği oldu aşk.
-Yorulduğunuzda bu tatlı reçeteler yetişti imdadımıza. Sevdiklerimizle birlikte büyümenin heyecan dolu dünyasında öğrendik ki, “Ne zaman ki biter aşk, insan o zaman yorulurmuş...!” deniliyor.
Kitaptan kısa alıntıları paylaşalım: ... insanın yaşama sevincini, devam etme aşkını elinden alan esas suçlu çoğu zaman yine kendisidir. En büyük yalanı insan kendine söyler, buna en çok inanan da yine kendisidir. ... ..
-Kendini mağdur ve haksızlığa uğramış olma durumuna sokmanın en patolojik zevklerini yaşar. Hayatın ve yaşadıklarının sorumluluğunu almamak uğruna, mağdur ve haksizlığa uğramış olmayı bir yan kazanç olarak görür. Tekrar deneme ve çabalama cesareti gösteremediğinden dolayı sorumluluktan ve kendine düşen değişme ihtiyacından da vazgeçer. Dertlenmek, şikâyet etmek daha kolay gelir.
-Mutlu olmak ise, kendinle tanışmayı gerektirir. ... ..
Yeter ki sen mutlu olmayı, kadere ve yaşayacaklarına dair iyi niyetli olmayı seç...
-Seni özel kılan, sana has olanı sevmeye çalış, onu küçümseme, kendinden büyük yükler de yükleme

Din Kadın Adalet *

Kuran ne diyor? İnsan ne anlıyor
-İnanç konularında farklı görtüşlerin olduğu günümüz dünyasında “kadın”nın yeri özel bir yere sahip. Sonia Cihangir kitabında, “kadın” merkezli geleneksel İslami görüşler karşısında ortaya çıkan yeni görüşleri Kuran’dan alıntılarla açıklamaya çalışıyor. Yorum okuyucuya bırakılıyor.
-Kadının yaratılışı
-çocukların evlendirilmesi
-Kadının çalışması
-Emzikli ve hamile kadınların orucu
-Kadınların şahitliği
-İslam’da Recm Cezası var mı?
-Kuran’a göre kadınların örtünmesi
-Kadının dövülmesi
-Namazda örtünme
-Adetli kadının namazı
-Kuran meallerinde yanlış kadın algısı
-Çok eşlilik






19 Nisan 2017 Çarşamba

Huzursuzluk *

Merhamet zulmün merhemi olamaz!
-Kitabın arka kapak tanıtımında; “İstanbul’un kargaşası içinde sıradan bir yaşam süren İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölüm haberi üzerine doğduğu kadim kent Mardin’e gider. Onun, önce sevdaya sonra ölüme yazılmış, Mardin’de başlayıp Amerika’da sona ermiş hayatını araştırmaya koyulur. Böylece âdeta bir girdabın içine çekilir, tutkuyla ve hırsla gizemli bir kadının peşine düşer.

-Harese nedir, bilir misin? Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın  tadı dikeninkiyle karşınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz...

-Ortadoğu’nun adeti budur, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.

-Kafası hep ölüm düşünceleri ile dolu Mardin Kızıltepe’li Hüseyin ve Suriyeli mülteci Meleknaz’ın yaşamını anlatan roman 154 sayfa. Irak ve Suriye’de yaşananlara televiyon haberi gözüyle bakmak yerine o bölgedeki insanlık dramına biraz daha yakından bakılıyor. İnsan olmak, bir dine mensup olmak gibi kavramların yok edildiği, acıların zirve yaptığı toprakların sürükleyici öyküsü...

-Daha önce de dünyanın başka yerlerinde, Ortadoğu’da, Kafkaslar’da, Bosna’da olanlara seyirci kalan dünya...

30 Mart 2017 Perşembe

Kadın Gibi Kadın *

-Kitap 163 sayfa. İlk olarak “Önsöz”den kısa alıntıları paylaşalım; ... .. Bu kitabın net bir mesaj vermek gibi bir kaygısı yok. Karmaşa ve rutine koşuşturmacalı hayatlarımızın ortasında bir an durup başımızı kaldırmamızı ve kendimizi bir kadın olarak incelememizi isitiyor bizden.
-Bu kitap kadının iç dünyası hakkındadır. Kadınlığımız hakkındadır. Kaç yaşında olduğumuzun hiç önemi yok. Çünkü nihayetinde kendimizi koruyamazsak er ye de geç benliğimizi başka birine ya da şeye adamış olacağız. ... ..
Kadın kimliğimiz
-Kadın ya da erkek hepimiz bir birey olarak sosyal rollerimizi kabullenmeye, bu gerçekleri öğrenerek hazırlanıyoruz. Toplumun birey olarak bizden beklentisi, başkalarının beklentilerine göre bu rollere uygun davranmamızdır. Bu öyle güçlü bir etkidir ki bizim bir birey olarak davranışlarımızı ve kimliğimizi oluşturur. Başkalarının beklentileri doğrultusunda bu rollere göre davranmaya başlarız. Bir çoğumuz ben kimim sorusunun cevabını toplumun bize verdiği rollerden yola çıkarak veririz. Günlük hayatta da toplumun bir kızdan beklentilerine uygun bir kız gibi davranmaya başlarız. Örneğin “Ben bir anneyim” deriz ama ilginç olan şu ki bu sahte kimliği içselleştirebilmek için sosyal hayatımızda  sürekli olarak başkalarının onayına ihtiyaç duyarız.  Bu onayı alamadığımızdaysa mutsuz olup kendimizi annelikte yetersiz hissederiz. Bu gidişat bizi ağır tırvamalara sürükleyebilir.
-Kimliğimizin en önemli kısmı çocukluk yıllarımızda işlenerek oluşur ve zamanla artık bizim kimliğimiz değil biz dışında bir “şey” olarak ortaya çıkar. Zamanı gelir, artık kimliğimizin insanlar ve toplum tarafından oluşturulduğunu
unutmuş oluruz. Bu kimliğin baskısının altında başkalarının beklentisine ve bize anlatılan kalıplara göre davranmaya özen gösteririz. ... .. 

29 Mart 2017 Çarşamba

Ulusların Düşüşü *

Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun  Kökenleri
-Kitap 496 sayfa. Arka kapak tanıtımında; “Ulusların düşüşü, tarih boyunca ulusların, özellikle de birbirine benzeyen ekonomik ve politik gelişmeleri arasında neden büyük farklılıklar olduğuna dair bir tartışma yürütüyor. Yazarlar kısaca ‘Neden bazı ülkeler zenginken bazıları yoksuldur?’ şeklinde bir soruyu ortaya atıp, köleci toplumlar, sömürgecilik, kapitalizm ve sosyalizm uygulamaları arasında ilginç  veçok öğretici bir yolculuğa çıkıyorlar.
-Sömürgeler, koloniler, devrimler ve kurtuluş hareketlerinin gölgesi, günümüze nasıl düşüyor...
-Sanayi Devrimi neden Moldavya’da değil de İngiltere’de başladı...
-Kara ölüm denilen Veba, kralları, lordları, serfleri nasıl etkiledi...
-Toplumların elitleri ile en alttakiler arasında değişen ve değişmeyen ilişki biçimleri hangileridir...” sorularına cevap arıyor.
-Kitaptan kısa alıntıları paylaşalım; ... .. Mısırlılara göre geri kalmışlıklarının başlıca nedenleri arasında etkisiz ve yozlaşmış bir devlet; yetenek, hırs, beceri ve –alabildikleri kadarıyla- eğitimlerini kullanamadıkları bir toplum yer alıyor. Ayn ı zamanda bu sorunların kökeninde siyasal nedenlerin yattığının da farkındalar. Karşılaştıkları tüm ekonomik engeller, siyasal gücün küçük bir elit tarafından tekelleştirilip tatbik edilmesinden kaynaklanıyor. Bu onlara göre değişmesi gereken ilk şey. ... ..
-Aslında Mısır, halkın büyük çoğunluğunu hiçe sayarak toplumu kendi çıkarları için örgütleyen küçük bir elit tarafından idare edilmiş olduğu için fakir. Siyasal güç dar bir çerçevede toplandı ve eski devlet başkanı Mübarek'in 70 milyar dolarlık serveti örneğinde olduğu gibi, bu güç ona sahip olanlara büyük bir servet kazandırmak için kullanıldı. Kaybeden ise, bu gerçeği çok iyi anlayan Mısır halkı oldu. ... .. İster Kuzey Kore olsun, ister Sierra Leone ya da Zimbabve; yoksul ülkelerin Mısır’la aynı nedenden ötürü yoksul olduklarını

Tek Başına *

Hakikat peşinde koşanlar yorulmazlar
-Kitabın arka kapak tanıtımında; “ Ahmet Zeki Üçok, Fethullah Gülen Cemaati’nin bir “terör örgütü olarak” Türk Silahlı kUvvetleri’nde illegal bir yapı ve kendi emir-komuta sistemini kurduğunu daha 2009 yılında tespit etmiş, ancak sesini kimselere duyuramamış bir askeri savcı. Yaklaşan tehlike konusunda bütün komutanlarını bilgilendiren Üçok, “Oğlum senin işin mi yok? Bu adamlarla bu kadar uğraşırsan başın dertten kurtulmaz” uyarılarıyla karşılaştı. Nitekim hakkında 74 ayrı suçtan, 1.054 yıl hapis istemiyle 27 kovuşturma açıldı. 42 idari soruşturma geçirdi. Bu soruşturma ve davalar kapsamında dört kez tutuklandı, 43 yıl 6 ay kesinleşmiş hapis cezası aldı. 2009-2014 yılları arasında 4 yıl, 9 ay, 14 gün tutuklu kaldı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nden iki kez çıkartıldı. “Birinci sınıf hâkim” unvanı geri alındı. O, tek başınabırakıldığında da “Fethullahçı Terör Örgütü”ne karşı mücadelesinden vazgeçmedi. Yıllarca, hem hapisteyken hem de çıktıktan sonra , önüne çıkan her fırsatta TSK içindeki FETÖ mensuplarını deşifre etti, darbe ihtimalini dile getirdi. 15 Temmuz kanlı darbe girişiminde yer alan isimler , Ahmet Zeki Üçok’un yıllardır dikkat çektiği kişilerden başkası değildi.” deniliyor.
-Kitabın önsözünde kısa alıntıları paylaşalım; ... .. “Madem doğrusunu biliyordun, engellemek için neden bir şeyler yapmadın?” anlamında suçlamak için kullanılır. Oysa hem Ahmet Zeki Üçok olarak ben, hem de FETÖ mağduru olan arkadaşlarımız, bu konuda üzerimize düşeni yaptık. Hem de fazlasıyla. ... ..
-... .. Bu amaçla atılan her adım, herkesin farkında olduğu ve fakat çaresiz bir şekilde izlediği, buz dağının yüzeyde kalan kısmını göstermekten öteye geçmiyordu.
-Ülkemizin 15 Temmuz 2016 gecesi yaşadığı benzersiz şiddette ve kanlı darbe girişimi,  buz dağının bütününü ortaya çıkardı ve o güne kadar yazılıp çizilenlerin, olup bitenleri anlamamıza yetmediğini gözler önüne serdi. ... ..
-... ..  “dinler arası diyalog” ... .. “kandırıldık”... ..   Uzun bir süreye yayılı olarak bugün geldiğimiz süreçte kim

23 Mart 2017 Perşembe

İki Şehrin Hikâyesi *

Fransız ihtilali öncesi ve sonrası dönemin Fransa’sı anlatılıyor. Sürükleyici dille kaleme alınan romandan kısa alıntılar:
-Yeğeni odasına girdikten sonra, Marki’de kendi odasına geeçti. Ülkenin her tarafında olduğı gibi, bu büyük binanın üzerine de zifiri karanlık çökmüştü. Açlar iyi bir yiyeceğin, ıstırap içinde olanlarsa rhat ve huzurlu bir hayatın hayalini kurarak yataklarına girdiler. Sonra güneş, ışınlarını şatoya ve ağaçlara, tarlalara ve köye yollamaya başladı; yenibir gün başlıyordu. Kimi toprağı bellemek, kimi de zayıf ineklerini yolun bir kenarında kazara büyümüş olan otlarla beslemek için, kadınıyla erkeğiyleköy halkı, sabah ayazında evlerindeen dışarı çıktı.
-Şatodakiler daha geç uyandılar; pencereler açıldı ... .. Fakat şatonun o büyük çanı neden çalıyordu? İnsanlar neden merdivenlerden bir aşağı bir yukarı koşuşturuyorlardı? ... ..
Bütün bunların ne anlama geldiğini Marki’nin yatağı açıklıyordu. Yatakta cansız yatan bedene bir bıçak saplıydı... ..
-.... ..
-“O zaman haydi dostlar, haydi yurtseverler!” diye bağırdı Defarge. “Artık hazırız. Haydi Bastille’e, ileri!”
-Bu insan denizi haykırışların uğultusuyla kabardıkça kabardı, dalgalandıkça dalgalandı ve şehirden taşarak Bastille’e yöneldi. Kısa bir süre sonra o koca binanın kalın taş duvarları ve sekiz koca Kulesinin etrafı ateş ve dumanla kaplandı. ... ..
-... ..
-Devrim böyle başlayıp böyle devam etti. Saint Antoinelıların bekledikleri gün gelip çatmıştı ve Saint Antoine öfkeliydi. İnsanları lamba direklerine astılar. Bastille’deki mahkumları serbest bıraktılar, etraflarına  şaşkın şaşkın bakınan bu insanları sokak sokak omuzlarında taşıdılar. Hepsi de acımasızdı, çünkü hepsi keder ateşinde dövüle dövüle sertleşmiş, merhamet damgası tutmaz olmuşlardı.
Şato’nun akıbeti
-Gaspard’ın asıldığı köy yoksuldu. Etraftaki arazi harap olmuştu.Her şey harabe gibiydi –evler,çitler, hayvanlar, erkekler, çocuklar, hatta köylülerin geçimlerini sağladıkları topraklar bile. Öldürülen Marki’nin sülalesi yıllar boyu vergi memuru Mösye Gabelle gibi adamlar aracılığı ile bu insanların varını yoğunu almıştı. Artık ortada alınacak ne bir