26 Aralık 2014 Cuma

Bir Komutanın Not Defteri *

Komplo davaları perspektifinden Silahlı Kuvvetler ve sivil asker ilişkileri
Hava Harp Okulu’ndan 1982 yılında mezun olan ve tümgeneral rütbesindeyken 2013 yılında emekliye ayrılan yazar yakın tarihimizdeki olaylara ve arka plana ilişkin değerlendirmelerini paylaşıyor. Balyoz Davası kapsamında 16 yıl hapis cezası alan yazar son dönemde yaşanan olayların geçmişten kaynaklanan nedenlerini ve bugün yaşananların analizini yapıyor. Devlet hayatı ve sivil-asker ilişkilerindeki sancılı sürece değişik bir pencereden bakıyor. Sivil ve askeri akademik ortamlarda incelenmesinde yarar olan kitap 93 sayfa.
-Kitabı, bir emeğin ve düşüncenin eseri olarak değerli bulmamız gerekiyor.
-Kitabın bazı bölümlerini okuduğunuzda “Samuel P. Huntington’un Asker ve Siyaset” kitabını çağrıştıran bir duyguya kapılıyorsunuz. Huntington adı zikredilmemekle birlikte Sun Tzu, Clausewitz, Tocqueville ve Lidell Hart’a atıf yapıldığını görüyoruz.
-Sivil-asker ilişkileri ve Yalçın Ergül’ün kitabı konusunda çalışma yapacakların Huntington’u, Doğan Akyaz’ın ‘Askeri müdahalelerin orduya etkisi’ kitabını  ve konu kapsamında isim yapmış diğer yazarları da okumalarında yarar var.
-Dikkat çeken bölümleri ve akla gelen soruları paylaşmaya çalışalım:
-... .. strateji sanatının denge yönü burada devreye girer. Bir ulus-devletin kurumlarının denge içerisinde ve birbirini kontrol ederek milli güvenlik stratejilerini oluşturması tabiidir. Bu dengenin nasıl olacağına dair evrensel kurallar dizisi yoktur.
Diğer bir deyimle, milli güvenlik stratejilerinin oluşturulmasında, yollar, amaçlar ve araçlar arasındaki denge ile birlikte; kurumlar arasındaki dengenin ne şekilde olması gerektiğini ortaya koyan, fizik kanunları gibi, matematiksel kesinlik yoktur. Aksine, stratejinin sanat yönünü de olanca ağırlığınca destekleyecek şekilde, her ulus-devletin kendi tarihi, coğrafyası ve kültüründen gelen ve yine kendisine ait güvenlik gerekçelerinin gerektirdiği, kendine özgü şekillenmeler, bir ampirik gerekçe

Askeri Müdahalelerin Orduya Etkisi – Doğan Akyaz *

.Dört yüz kırk dört sayfadan oluşan kitabın kapağındaki resimle ilginç bir mesaj veriliyor. Kapak fotoğrafında; 27 Mayıs sonrası Beyazıt’taki mitingde bir onbaşı konuşurken görülüyor.
Kitabın önsözünde, Türkiye’de demokrasinin çok partili hayatın başından 1980’e kadar beş kez askeri müdahale ile karşı karşıya kaldığı vurgusu yapan yazar yakın tarihimize bakarak günümüzde gündem oluşturan gelişmeleri de anlamamızı sağlıyor. Doğan Akyaz yine kendi ifadesiyle
 Ordu-siyaset/politika ilişkileri kapsamında yapılan araştırmaların çoğunluğunun daha çok askeri müdahalelerin siyaset üzerine etkileri üzerinde durulmuşken; bu kitap ile denklemin müdahaleci tarafı, yani ordu üzerindeki etkilerine ışık tutulmaya çalışılmıştır. Diğer taraftan 60 ve 70’li yılların Türk siyasi hayatını şekillendiren çok partili hayat, yasal sendikalaşma hareketleri ve  silahlı-silahsız mücadeleyi esas alan yasa dışı örgüt faaliyetleri özetleniyor.  Anlayana dersle dolu bir kitap.
Askerliğin temeli olan disiplini yok sayarak, hukuk dışı yöntemlerle, çeşitli isimler altında meydana getirilmeye çalışılan oluşumlar; kişisel hırslar için hukuk dışı kılıf uydurma girişimleri olarak ortaya çıkmışlardır. Hem Silâhlı Kuvvetlerin hem de ülkemizin itibarını zedeleyen ve muz cumhuriyeti algısı oluşturan bu girişimler ülke gelişimi üzerinde yıkıcı etki yaratmıştır. Kendilerine emanet olarak verilen
silahları hukuk içinde kullanmak yerine millete doğrultanlar; her defasında aziz millet(Çarıklı Erkan-ı Harp)’in verdiği derslerle yalnız kalmışlardır.
Durumdan memnun olmayarak siyasi alanda hizmet vermek ve daha iyisini yapmak niyetinde olanların millete silah doğrultmaları değil, hukuk içinde kurulacak siyasi oluşumlarla ortaya çıkmaları beklenir. Bu konuda mesafe alındı mı?

Türk Ordusuna Balyoz

Emekli Orgeneral Ergin Saygun’nun kaleme aldığı kitap 414 sayfa. İki ana başlık halinde değerlendirmeler yapıldığını ifade edebiliriz. Ana konulardan ilki; ülkemizde eski Genel Kurmay Başkanı da dâhil yüksek rütbeli subayların topluca yargılanması ve uzun süreli hapis cezalarıyla sonuçlanmasına ilişkin süreçler anlatılıyor. İkinci ana başlık olarak uluslar arası ilişkiler ve terörle mücadele konularına değiniliyor.
Emekli komutanın yaşadıkları yazıya dökülürken, kızgınlıklarının satırlara yansımasını izliyoruz. Kızmakla sonuç alınabilir mi? Kitapta yargılama sonuçlarına neden olduğu ileri sürülen olayları aydınlatacak yeni bilgiler verildiğini söylemek pek mümkün değil. Basında çıkan haberler arasında yer alan, eski Genel Kurmay Başkanı E. Org. Işık Koşaner’in ses kayıtları ile örtüşmeyen açıklamalar tereddüt uyandırıcı. Örneğin Işık Koşaner’in ”birinci orduda her şeyimizi çaldırmışız. … ne konuşuyorsak var adamların elinde …. maalesef namerdin eline malzeme verdik.. …Balyoz’un günahı vebali Birinci Ordu’ya ait. Karargâhtan böyle plânlar nasıl dışarı çıkar İzahı yok. Kim verdi. Biz verdik. Hiç kimseyi suçlayamayız. Bunların günahı vebali, hatası koskoca Birinci Orduda. Bir plân semineri yapılıyor, tüm planlar tüm teferruatıyla milletin elinde şimdi. ….. ” ifadeleri ve geçmişte yaşanan olayların ikna edici biçimde açıklanması gerekirdi. İnternette kolayca ulaşılan ses kayıtlarında söylenenler da havada bırakılmış. Ses kayıtlarında vurgu yapılan; “…Komutanım son olarak İstanbul’da bütün dinî irticaî faaliyetlerin merkezi kanaatimce Fatih, Çarşamba, Aksaray, Edirnekapı bölgesidir. Bütün tekke Eyüp bölgesidir. Tekkeler zaviyeler efendim hepsi buradadır. İşte semtin adı bile Hırka-i Şerif’tir. Aksaray Fatih arası adı Sofular’dır. Onun için buranın öncelikle kontrol altına alınması buranın kontrol altına alınmasıyla da işte Ümraniye, Sultanbeyli vesaire gibi diğer taraflara dahi daha rahat müdahale edilebileceğini düşünüyorum ..” şeklindeki konuşmalar için okuyucuların ikna edilmesi gerekmez mi? Şimdiye kadar yaşanan gelişmeler dikkate alındığında; Silahlı Kuvvetlerimizin bağrından çıktığı gururla vurgulanan “aziz

25 Aralık 2014 Perşembe

Kız Gurusu *

-Yazarın televizyon programındaki düşünceleri çok etkileyici gelmişti. Kitabının tanıtımı da yapılmıştı.
-Kitabı okuyunca, kısa bir kaç alıntı ile düşüncelerimizi paylaşmayı düşünüyorduk, ancak telif hakkı bölümünü kısıtlayıcı bulduk.
-Alıntıları paylaşmak yerine düşüncelerimizi paylaşalım.
-Emek verilmiş... , kaleme alınmış olan öyküler uçlardaki hayatları yansıtıyor...
-Her öykünün sonuda yer alan değerlendirmeler ile “insanın önce kendisiyle barışık olması” vurgusu yapılıyor ve de bunun için formüller öneriliyor.

24 Aralık 2014 Çarşamba

Hay Bin Mozzarella...-Geronimo Stilton

Çocuklar için olduğu kadar yetişkinler için de dersler var...
"Bana hiç bir şey yetmiyor, daha fazlasını istiyorum, hepsini istiyorum, hepsini..." krizine tutulanlar... 
Elindekini görmeyenler....
Mutluluğun parayla satın alınamayacağını bilmeyenler...
Saygınlığı AVM'lerde arayanlar...
Ders almak isteyenler ; okumanızda yarar var.

23 Aralık 2014 Salı

çocuk eğitiminde pozitif iletişim *

-Adem Güneş 202 sayfalık kitabında sadece çocuk eğitimi değil, aynı zamanda yetişkinlerin kendi aralarında sağlıklı iletişimlerine ilişikin temel kavramları paylaşıyor. Önsözde yer alan ifadeleriden başlayarak düşünmeye, ben bu işin nersindeyim diye kendiniz sormaya başlıyorsunuz. Kısa alıntıları paylaşalım. Kendimizi sorgulayalım:
-Bir çocuğun ebeveyninden duyacağı tatlı bir söz, o çocuğun çiçek gibi açıp yaşama sevinci olmasına neden olabileceği gibi, ağır bir söz de onu çaresiz bırakıp bütün gününü zehir edebilir.
-Bir eşin bir eşe sevgi dolu hitabı, o evde işlein günlerce yolunda gitmesine neden olabileceği gibi, nefret içeren fısıldaması da kıyametlein kopmasına neden olabilir.
-Söz büyüdür, sırrı ile söylenirse yaşama sevinci oluşturur.
-Bir sözün en büyük destekçisi sesin tonu ve vücudun dilidir.
-Ebeveynler söz söyleme sanatını becerebildiği kadar ebeveyn olabilirler.
-Maalesef söz tesir etmemeye başlayınca da, ebevenylerin baskı ve zorlaması baş gösterir. Kimi zaman şiddet içeren bir ceza da çocuğun arzu ettiği bir şeyi ona verme karşılığında ebeveynler sözlerinde tesir oluşturmaya çalışırlar. Bu ise kısır döngüdür. Zira çocuk ne kadar ceza alırsai o kadar arsızlaşır; ne kadar mükâfat alırsa, o kadar unutkanlaşır...

Yolların Başlangıcı *

-Yazar ailesinin 1860’lara kadar uzanan aile serüvenini kalem almış. Bunu yaparken birçok insanın kendi geçmişine duyduğu özlemi, hayatın akışı içinde gevşeyen, hatta kopan aile bağlarının ortaya çıkardığı duyguları, özlemleri dile getiriyor. Ortadoğu’da bugün yaşanan acıların, geçmişteki köklerinin izlerini bir başka pencereden izleyebiliyoruz. Daha o dönemde ülkemize doğru başlayan mülteci hareketlerinin arka planında olup bitenleri ve Osmanlının son günlerindeki gelişmelerin ortaya çıkardığı izleri görüyoruz.  Günümüzde yaşanan küçük büyük insan hareketlerinin nedenlerini anlayabiliyoruz. Göç etmek, mülteci olmak, yönetimlerin değişmesi  ... ... ..insanlar, aileler, küçük büyük topluluklar, milletler bir diğerinin yaşadıklarından etkileniyor. Kitaptaki satırlardan kısa alıntılarla bu duyguları paylaşmaya çalışalım:
-Uzaklarda olmanın yüreğimize saldığı acılar ... ..
-Büyük amcam Cebrail de dedemle-onun ondokuz yaş küçüğüydü- aynı yolu izleseydi o da göç etmeyecekti ve ailemin küba serüveni ... .. yazılmamış olacaktı. ... .. İki kardeş, büyük olasılıkla hep aynı düşü, günün birinde kalkıp yeni bir ülkeye gitme düşü kurmuşlardı; ama yaradılışları aynı değildi. Küçüğü... ... On sekiz yaşında, Amerika’ya giden bir gemiye binip gitme olmuştu tek yaptığı.
-... .. ne dünyaya geldiği bu ülkenin bir geleceği olduğuna, ne de bu dağ
yamacında
kendisini bir geleceğin beklediğine inanıyordu.
-... .. Demek ki, yüzyıllar süren karanlıkların, yazgısına razı olmaların, onun bunun keyfine boyun eğmelerin ardından,  dedem, benim Osmanlı köylüsü büyük dedem, bir vatandaş gibi tepki vermeye başlıyordu ... ..
-Mustakbel dedem, Beyrut’ta üç yıl kalacak, ... yaşamı boyunca birkaç kez gelip yaşayacaktı burada. O sıralar tam bir yayılma aşamasındaydı Beyrut; 1860 kıyımları, kentin gelişine yardımcı olmuştu.O güne dek Dağ’ın köylerinde tembel

13 Aralık 2014 Cumartesi

Dönüşüm *


-Kitap 78 sayfa.  Sayfa sayısının azlığına rağmen okumakta/bitirmekte zorlandığım nadir romanlar arasına girdi. Böceğe dönüşen oğulları ve ailenin yaşadıklarını “İlginç bulan var mı?” diye kendime soruyorum... 

28 Kasım 2014 Cuma

Kürk Mantolu Madonna *

Sabahattin Ali’nin romanı 160 sayfa. Bir solukta okunabilecek kitapta; yazar Raif Efendi’yi anlatırken kendi hayatını bizlerle paylaşıyor. Bir taraftan 1933 ve sonrasında yaşanan aşk öyküsü diye düşünürken, diğer taraftan kendi hayatınızdan izler buluyorsunuz.
Raif Efendi kendini içine kapanık bir tip olarak tanımlarken; karşılaştığı Maria Puder’in ona bir ruhu olduğunu, âşık olabileceğini göstermesini, hayata karamsar bakan adamın bir kadının gözlerinin içine bakarak şimdiye kadar kimseye söyleyemediklerini, hatta kendisine bile ifade edemediklerini ona anlatabilmesini,
 ellerini avuçlarına alarak yakınlaşması sırasında yaşananları anlatan duygu dünyasının içine giriyorsunuz. Yazar “okşanmış bir kedi gibi gözlerinin içine baktım .. .. ..nasıl olduğunu anlamadığım bir arzu ile bu eli yakaladım ve avucunun içini öptüm. Derhal yumuşak fakat kati bir hareketle kolunu çekti. Bunun üzerine hiçbir şey konuşmadık .. .. Fakat o andaki ciddiliği, bir daha bu
şekilde hislerime kapılmaktan beni men edecek kadar açık ve kuvvetliydi. .. .. .. Eski mahcupluğum ve sıkılganlığım kalmamıştı. .. … Bütün bu karışık hisler, ışığa çıkmaktan korkar gibi, ruhlarımızın en saklı köşelerinde durmaktaydı .. ..” ifadelerinden daha fazlasını romanda buluyorsunuz.

Ticaretin Efsanesi *

İstanbul Ticaret Odası, genç okuyucular için hazırladığı kitapta ticarete yönlendirici kavramları tarihe yapılan bir yolculuk için de vermeye çalışmış. Kitabı okurken:
-Bir tüccar gözüyle kendinizi Makedonya, Doğu Türkistan, Çin, Semerakant, Bağdat, Hindistan,  Venedik gibi yerlerde buluyorsunuz.
-Gezdiğiniz yerlerde karşılaştığınız Makedonya kuru fasulyesi, Gemlik zeytini, İzmit pişmaniyesi, Malatya kayısısı, Amasya elması, Niksar cevizi size kendi özel anlamları yanında ticari mal olarak da hitap ediyor.
-İnsanların kuru fasulye yemek için Süleymaniye’ye geldiklerini,
-İşini iyi yapanların; nerede olurlarsa olsunlar müşteri bulduklarını,
-Bir tüccarın alış veriş için gittiği yerlerin dilini, âdet ve göreneklerini iyi bilmesi gerektiğini,
-Tarihten aşine olduğunuz Evliya Çelebi, İbn-i Batuta, Uluğ Bey, Gubadiyani, Kadızade Rumi, İbni Fadlan, Magellan, Marco Polo hakkında daha fazla bilgiye ihtiyaç duyduğunuzu,
-İpek Yolu üzerinde sadece ticari maların değil; kültürlerin, müziklerin, yemeklerin ve kelimelerin de değiş tokuş edildiğini,
-Ticaret için zekâ ve paylaşım yolu bulmak gerektiğini,
-Ticaretin olduğu yerde zor kullanarak, rahat para kazanmak isteyenlerin de çıkabileceğini,
-Gerçek ticaret insanı alın teri ile para kazanmaya çalışırken; yol kesenlerin, hırsızların, haydutların; tacirlerin mallarına ve bazen de canlarına el koyarak zenginlik elde etmek isteyebileceklerini,
-Bir tüccar için sözünde durmanın önemini akıcı bir serüven içinde buluyorsunuz.

Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler *

Emekli Orgeneral Kemal Yamak’ın kaleme aldığı anılarından oluşan kitap 856 sayfa. Rahmetli komutan Merzifon’da başlayan hayat hikâyesini sıralarken bazı bölümlerde önceki açıklamalarının tekrarlanması çekiciliği ortadan kaldırmış. Askerlik hayatındaki görevleri, Özel Harp Dairesi, Başbakanlık Baş Danışmanı ve sonrasında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevlerinde yaşananların anlatımı sırasında tarihe not düşülmesi yanında gereğinden fazla savunma yapıldığı izlenimi uyandırılmış. Barış Harekâtı öncesinde ve harekât sırasında Kıbrıs’ta Özel Kuvvetlerin oynadığı rol ayrıntılarıyla anlatılıyor. Bir anlamda tarihe ışık tutuluyor. Birleşmiş Milletler(BM)’in tutumu, Rum tarafının Enosis hayali, uluslar arası ilişkilerde yaşananlar, ülkemizin savaşta bulunduğu sırada bile çıkarlarını ön plânda tutan siyasetçilerimizin acınası halleri, kaçırılan fırsatlar anlatılırken dersler veriliyor. Avrupa Birliği ve terörle mücadele konularındaki değerlendirmeler konu ile ilgili olanların incelemesi gereken bilgilerle dolu. Körfez krizi
sırasındaki gelişmeler, zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın o döneme ilişkin düşünceleri aktarılıyor. Günümüzde de gizemini koruyan Turgut Özal’ın ölümü sonrasında ortaya çıkan iddialarla ilgili olarak tatmin edici bilgiler verildiğini söyleyebilir miyiz? Olumlu cevap vermek mümkün değil.
Kitabın sonlarında yer alan; “ Makam ve mevkiler yükseldikçe, sorumluluklar
arttıkça
ve devlet işleri ile yaşam biri birine karıştıkça, her şey yazılamıyor. Yazılabilecekler ile yazılamayacakların ayrılmasında güçlükler başlıyor.  …. .. yazılabilecekler azalıyor.” ifadelerini anlamaya çalışmak gerektiğini düşünüyorum. Kemal Yamak’ın yazamadıklarını belki gelecekte öğrenebileceğiz.
 Özellik arz eden bölümler, başlıklar halinde ve kısmen özetlenerek aşağıda sunulmuştur.
-1920’li yıllarda Merzifon’da “Amerikan Kız Koleji”nin bulunması ve amaçlarının sıralanması,

Yarım Asırlık Asker – cilt ıı *

Son olarak Kara kuvvetleri Komutanı olarak görev yapan E.Orgeneral M.Hikmet Bayar’ın iki ciltten ve toplam 1270 sayfadan oluşan anıları çoğunlukla bir ceride (tarih ve yer vererek yaşananların sıralanması) anlayışı ile kaleme alınmış. Bu anlayışın okuyucuyu sıkabileceği göz ardı edilmiş. Askerlik yaşamına ilgi duyanların bile sabır ve kararlılık göstermeleri halinde ikinci cildin sonunu bulabileceğini ifade edebiliriz.
Anıların yazıldığı 1937-1996 yılları arasındaki döneme ait önemli olayların bilinmeyen arka plânlarını aydınlatıcı ve okuyucuyu bilgilendirici ayrıntı ve değerlendirmelerin verilmesinden kaçınıldığı izlenimi ediniliyor. Çoğunlukla yaşananlar paylaşılmış. Yorum, eleştiri ve geleceğe dönük öneriler yok denecek kadar az.
Ülkenin kaderinde rol oynayan ve son olarak Kara kuvvetleri Komutanı
makamında bulunan bir devlet adamının kırk yedi yıllık uzun askerlik hayatı sırasında edindiği tecrübelerini eleştirel bakış açısıyla kaleme alması ve geleceğe ışık tutması beklenirdi.
Bu beklentiye sadece 1992’de meydana gelen Erzincan
depremi ile ilgili değerlendirmelerle cevap verilmiş. Deprem sonrasında yurtdışından gelen kurtarma ekiplerinin çalışmaları ve kullandıkları malzemeler örnek verilerek kaleme alınan “Edinilen Tecrübe“ başlıklı değerlendirmelerin sadece sivil yaşama ilişkin olması dikkati çekiyor. Kırk yedi yılın sonunda sadece Kızılay’a yönelik eleştiri ve edinilen tecrübelerin yansıtılması “yeterli mi?” diye sormadan edemiyorsunuz.

Yarım Asırlık Asker – cilt ı *

E.Orgeneral M.Hikmet Bayar’ın anıları iki ciltten oluşuyor. Yedi yüz otuz yedi sayfalık ilk ciltte (ikinci cilt 533 sayfa ) askeri öğrencilik ve subaylık dönemini anlatan komutan,  1949 yılında üniforma ile ilk defa tanıştığı günlerden başlayarak 1978 yılında generalliğe terfi etmesine kadar olan dönemi bizlerle paylaşıyor. Asker olmayanların da kolayca anlayacağı bir dille anlatılanlar arasında; aidiyet duygunsunun etkisiyle gerek yurt içi gerekse yurt dışında yaşanılanların çoğu olumlu bir bakış açısıyla yansıtılmaya çalışılmış. Eleştiri anlamındaki değerlendirmelere ise çok az yer verilmiş. Kırk yedi yıl süren uzun askerlik safahatı ile kıyaslandığında, yok
 denecek kadar az yer verilen olumsuzlukların da anlatılması inandırıcılığa daha çok katkı sağlayabilirdi. Dersler çıkarılmasını sağlayıcı eleştirilere de yer verilmemesi konusundaki değerlendirmeyi okuyucuların takdirine bırakıyoruz.
Dikkati çeken bir diğer konu; komutanın askerlik safahatının her adımında müteakip rütbeleri için seçtiği hedeflerine uygun girişimcilik örneği sergilemiş olması. Söz konusu tutumun her meslek için örnek
alınabileceğini söyleyebiliriz. “Ben mesleğimi iyi yaparım, birileri de beni takdir eder ve uygun eğitimlere / uygun görevlere seçer” beklentisi yerine uygun hamleler yapma uyanıklığını göstermiş. “Ağlamayana meme yok” anlayışı başarı kapılarını aralamış. Komutanın mesleğinde iyi olmak kadar, kişisel gelişimi için çıkacak fırsatları da yakından takip ettiğini, insani ilişkilerini medeni cesaret örnekleri göstererek

Kafkasya Gerçeği - Ufuk Tavkul

Prof.Dr. Ufuk Tavkul’un kalem aldığı 515 sayfalık kitap tekrarlardan oluşan akademik bir çalışma olarak özetlenebilir. Yazarın ayrıntılı çalışması konuya ilgi duyanları tatmin edecek bilgilerle zenginleştirilmiş. Aşağıda alıntılarla örnekleri verilecek olan ve Kafkas Halklarına ilişkin tanımlamaların bazı bölümlerinin tartışılır olduğunu ifade edebiliriz:
-Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde etnik kimlik, azınlık diller ve kültürler gibi tartışmalara konu olan unsurlardan biri de, Çarlık Rusyası tarafından 19. yüzyıl ortalarında başlayıp 20.yüzyıl başlarına kadar devam eden süreçte Osmanlı İmparatorluğu’na sürgün edilerek , Anadolu’ya, Balkanlar’a ve Orta Doğu’ya yerleştirilen Kafkasya göçmenleri… ….

-Kesintisiz olarak 270 yıl süren ve 1864 yılında Rusya’nın Kafkasya’yı işgali ve Kafkasya halklarının hürriyetlerini ellerinden almasıyla sonuçlanan Kafkas-Rus savaşlarının ardından, değişik kabilelere mensup bir buçuk milyondan fazla Kafkasyalı göç yollarına düşmüş ve âdeta bir soykırım halini alan bu sürgün hareketi neticesinde Osmanlı İmparatorluğu topraklarına sığınmıştır. ….
-… dış görünüm, giyim-kuşam, âdet-gelenek yönünden
birbirine çok benzeyen Kafkas göçmenleri, Çerkes adı altında tek bir halk veya etnik grup gibi kabul edilmiştir.

Çerkezistan*

*Asya’da Uzaklarda- Kitap134 sayfa. Yazarın 1850’li yıllardaki gezi notlarından derlenen 134 sayfalık kitap bir bölümü günümüzde adları değişmiş olan Ortadoğu, Asya ve Uzakdoğu ülkelerindeki yaşamdan kesitleri yansıtıyor. Anadolu, Kafkaslar, Hindistan gibi çok bilinen coğrafyalar kadar Belucistan, Burma, Siyam, Malaka, Borneo vb. yerler hakkında bilgiler ediniyorsunuz.
Bu arada yazarın kendi inancı dışında kalan dinleri aşağılamasını dikkat çekici buluyorsunuz.
Yazarın Çin’de katıldığı bir yemekte; “yediği etin ne olduğunu anlamak için tabağını göstererek “meee, meee” sesleri çıkarması üzerine, karşısındaki Çinlinin de “havv, havvv” demesi vücut dilinin her yerde geçerli olduğunu teyit ediyorsunuz.
Yazarın gezdiği ülkelerin çoğunluğunda (Çerkezistan hariç) ortak olan bir ayrıntı; kadınların saygı görmedikleri, günümüzde “şiddet ve kötü muamele” ile birlikte gündemde yer tutan olayların tarihte de değişik şekillerde yaşandığını içiniz acıyarak anlıyorsunuz.
Kitap sürükleyicilikten uzak. Her ülke için birkaç sayfadan oluşan bilgiler sunuluyor. İlgi duyanlar için Çerkezlerle ilgili bölüm de yer alan ayrıntılar özetle aşağıdaki gibi:
- İnsanların güzelliklerinin bu ülkenin başına problem olduğu, zalim Türklerin
güzel olan bu kadınları satın alıp evlerine kapattıkları,
-…. Genç Kafkasyalıların küçük kulübelerinde yaşamak yerine Türkiye’ye gidip saraylarda yaşamayı tercih ettikleri,
-Çerkezler kadar yabancılara (misafirlere) karşı kibar olan milletin olmadığı, ne kadar fakir olurlarsa olsun her ailenin bir konuk evi bulunduğu, konuk evlerinin tek odalı olduğu, … ..
-Çerkezlerde masa kullanılmadığı, bunun yerine üç ayaklı sehpa kullanıldığı, sehpaya ortasında et suyu

Tuhaf bir kadın – Leyla Erbil

Gerçekten tuhaf bir roman. Olayları zaten bildiğiniz varsayımı hâkim gibi. Okunması kolay. İlk basımı 1971 basımlı roman 152 sayfa. Sayfa kenarlarının daha koyu ve ışık almayan iç kısımları daha açık renk olan bendeki nüsha gibi; roman baba-kız ve annenin olaylara baktığı yerden kendi dönemini yansıtıyor. Ders alana bugün için dersler de var. Sürükleyici.  Alıntılar ve değerlendirmeler aşağıdaki  gibi sıralanabilir:

“… Benden sıkılıyor ya da utanıyor gibiydi, bu hava bana da sirayet etti. … Bana “oku bakalım reis ne okuyacaksan” dedi. Bu kalabalık karşısında çok bozuldum, … Son olarak “kan”ı okudum. Bu şiiri de ilk genç kız olduğum gün, kapıldığım panik duygusuyla kalem almıştım:
Ey yüce Aşil’in mi topuğu bu
vurulup benim yatağımdaki
Yoksa kartalların göğe bindirdiği yerde
açılan yara mı?
Sızıyor kan durmadan
ciğerine oturan o acıdan
boğuluyor gözleri, denizi, bilekleri,
zincire vurulmuş denizi boğuyor,

Kılıç Yarası Gibi – Ahmet Altan

Osmanlının son tarihini anlatan romana günümüzden baktığınızda bugünü de görebiliyorsunuz. Sürükleyici. Bazı bölümlerde cinsellik sınırları zorlanmış. Kitap 344 sayfa. Yakın tarihimizden aşina olduğumuz olaylara yakından bakma fırsatı buluyoruz. Devamında yazarın “İsyan
 Günlerinde Aşk” romanını da okumaya karar verebilirsiniz. Kitaptan kısa alıntılar ve
değerlendirmeleri  aşağıda paylaşmaya çalışacağım.
Alıntılar ve değerlendirme
Kitabın satırlarını dolaşırken bir yandan tarihteki olayları hatırlamaya çalışabilirsiniz, diğer yandan sanki güncel haberleri okumakta olduğunuzu düşünebilirsiniz.
Hayatı boyunca hep iktidardaki gücün bir parçası olmuş her insan gibi bir gün bir şeylerin değişebileceğini hiç düşünmemiş, gelecekten hiç kuşkuya düşünmemişti; şimdi de çevresine bakmıyordu bile, baksa hatta muhafızları görse bile tevkif edileceğine ihtimal vermezdi. Bahçe kapısına doğru yürürken iki genç zabit de arkalarından yürümeye başlamıştı, …
… …herkes düşmanını ..’nın adamı diye ihbar ediyordu.Tevkif edilen yüksek rütbeli subaylar
Divanı Harbe verildi; yüzlerce küçük rütbeli subayla sivil memur da imparatorluğun en ücra köşelerine, kerpiç duvarlı çöl köylerine, kervanların bile altı ayda bir uğradığı dağ başlarına, karanlık ormanların diplerine unutulmaya gönderildiler…. … .. bu insanların çok azı da evlerine yeniden dönmeyi becerebildi. Dönenler de artık gittikleri gibi değillerdi, sürgün yaşadıkları diyarların ıssızlıkları hepsinin ruhuna işlemiş, onları kendilerine de başkalarına da yabancılaştırmıştı, suskun ve yıkı insanlar olmuşlardı.

Kurt Kanunu – Kemal Tahir

Yakın tarihimizden aşina olduğumuz olaylara ve isimlere daha yakından bakma fırsatı bulduğumuz kitap 312 sayfa. Sürükleyici. Aşk meselelerine de yer verilmiş, verilmeyebilirdi.
Tarihimizin incelenmesi gereken ve dersler çıkarılacak yanları o kadar çok ki …
Okudukça, düşündükçe; tarih yapraklarının bir kısmına bakma ve değerlendirme fırsatı bulabiliyorsunuz. Geçmişe ışık tutulmaya çalışılan satırlar arasında bugünü görebiliyorsunuz. Biz de tarihin derinliklerine
 girmeye çalışalım, bugünü anlayalım:
… … …
… .. ilk defa “Küçük Efendi” sözü üstünde durdu. .. .. Kara Kemal ..  ..
.. .. .. Talat’a “Büyük Efendi” denildiğinden .. .. …
-Vatan millet lafı edenler var. Mübadil mallarını bölüşüyormuş kodamanlar. … . Musul parayla satılmış … Olmaz diyen Lazistan mebusu Şükrü Bey, Topal Osman gibi rezile boğdurulmuş… Hile katılmış son seçimlere… Bununla yetinmeyip Terakkiperver Parti kapatılmış. Şeyh Sait ayaklanmasın bahane edip söz hürriyetini,
yazı hürriyetini ortadan kaldıran Takrir-i Sükûn kanunu çıkarılmış… Gazeteciler İstiklal Mahkemesi’ne verilmiş kanunsuz… Niyetleri terör yoluyla
diktatörlükmüş… Yaşanmaz hale gelmişti memleket … Oysa, cephelerde İttihatçı subayların gayretiyle, cephe gerisinde İttihatçı memurların, İttihatçı eşrafın gücüyle kazanılmış zafer… Hanedanla halifeliğin kaldırılması İngilizlerin işine geliyordu aslında. Bunu böyle düşünenler vatan haini sayılmış.
… Adını, düşmanları kadar dostlarının, kötülüğünü isteyecek kadar iyiliğini de isteyenlerin kullanabileceklerini düşünmeliydi.

26 Kasım 2014 Çarşamba

Dünya Şampiyonu Danny *

-Roald Dahl çocuklar için yazmış. Büyüklerinde keyifle okuyabileceği 242  sayfalık sürükleyici romandan kısa alıntılar aşağıda, kalanı ise kitapta:
-“Biliyor musun , yaşlı babam, aslında, arka bahçede pratik yapmak için horoz sürüsü beslerdi,” dedi babam. “Bildiğin gibi horoz, sülüne çok benzer.. Onun kadar aptaldır ve aynı yiyecekleri sever. Horoz daha evcildir, hepsi o kadar. Böylece babam, ne zaman yeni bir sülün yakalama yöntemi düşünse, işe yarayıp yaramadığını anlamak için ilk önce bunu bir horoz üzerinde denerdi.” ... ..
-“Sülünler,” diye fısıldadı, “kuru üzüm için çıldırırlar.”
-“Bu mu büyük sır?”... ..
-“Bir No’lu yöntem,” dedi yavaşça, “At Kılı Tıkacı olarak bilinir.”... ..
-... ..Ne harika bir fikir, değil mi Danny? Babam buna Yapışkan Şapka derdi.. ..

24 Kasım 2014 Pazartesi

Yüzbaşının Kızı- Puşkin


Puşkin’nin sürükleyici anlatmıyla bir kerede bitirilebilecek sürükleyici bir dile kaleme alınmış roman 1700’lü yılların Rusyası anlatılıyor. Bir kaç alıntıyı paylaşalım:
-“...talimler gösterişten ibaret! dedi.Talim yaptırıyorsun amane askerlerin bir şey öğrendiği var, ne de sen  bu işi becerebiliyorsun.
-Başımdan geçen tuhaf olalara değinmeden önce 1773’lerin Orenburg eyaletinden söz etmek isitiyorum. Rusya’nın en zengin eyaletlerinin başındagelen Orenburg, Rus çarının üstünlüğünü yeni yeni tanıyordu. ... .. Bu geri kalmış barbar kavimler sık sık başkaldırıyor, hüümeti zor durumlara sokuyorlardı. Hükümet bu konuda gereken tedbirleri almakta hiç tereddüt etmiyordu. Bu tedbirlerden biri de sıkça yapılan kalelelrdi. Bu kalelere de cesaretleri ve gözüpeklikleriyle tanınan kazaklar yerleştiriliyordu. ... ..
-Görevim ağır değildi. Tanrı’ya emanet edilen kalemizde ne teftiş, ne talim, ne de nöbet vardı. Komutan canı isterse askerlere talim yaptırırdı. ... ..

-Haydut çeteleri her yede canilik yapıyorlardı. Birliklerin
amirleri kendi başlarına buyruk olmuşlar, istedikleri cezayı veriyor ya da suçluları bağışlıyorlardı. ... ..

20 Kasım 2014 Perşembe

Yaşarken Kaybettiğimiz Hayat *

-Nazlı Özburun; kitabı 254 sayfa. Her sayfası hayatı, okuycuyu, içimizden bizleri anlatıyor. Hayatın akışında önümüze sıkça çıkan sorunlarımızı kelimelere dökmenin yanında çözümler de sunuyor.  Yazar “Aile ve Evliklik Terapisi Derneği” üyesi. Kitabın okunması için gerekçe oluşturacak bölümlerin bir bölümünü sizlerle de paylaşmak isterim. İşte kısaltılmış alıntılar:
Daha iyi, iyinin düşmanıdır
-... .. Daha iyiye vehmettiğimiz her şey bir vehim yalnızca. Gerçekliği yok ve biz de “daha iyi, daha iyi” derken, bir vehme esir ediyoruz kendimizi.
-Elimizden geleni yapmak ve sonrasında olana razı olmak, gerçek kabulün ve mutluluğun tek yolu gibi görünüyor.
-İyi olan iyidir. Eksikliğiyle iyi, iyidir.  ... .. Bize yol arkadaşı olcak bir eş, güzellik yarışmasında dereceye oynayacak bir manken değil. Ayağımızı yerden kesecek bir araba, statü göstergesine dönüşecek bir kriter değil.
-Amaçlar ve ve araçlar birbirine karıştığında, kalbimiz ve aklımız da karışmaya başlıyor. İçimizde ukdeler,
ulaşamadığımız büyüK  hedefler ve yaşanan hayal kırıklıkları; değer mi? ... ..

17 Kasım 2014 Pazartesi

Hayırsever Terörist *

Yasin El Kadı       
Hayırsever iş adamları ve birlikte iş yaptıkları vurgusu yapılan tanıdık isimler ilginç öyküleriyle anlatılıyor. Kitabın yazarı Nedim Şener’in  esere büyük emek verdiği anlaşılıyor. İsimler yabancımız değil; Yasin El Kadı, Wael H. Jelain, Kemal Unakıtan, Cüneyd Zapsu, Korkut Özal, Latif Topbaş, Mehmet Fatih Saraç ve daha onlarcası ... ...
Siyasetten aşina olduğumuz isimlerin aynı zamanda büyük servetlerle birlikte anılan ticari firmaların da sahibi ya da ortakları arasında olması insanı düşündürüyor.
Kitapta anlatılanlarla ilgili yorumu yapacak birileri vardır herhalde ..... ..
Diğer taraftan Usame Bin Ladin ve El Kaide terör örgütünün ortaya çıkışı ve bağlantılarının detaylı olarak alınıyor. Kitaba “El Kaide” ismi de verilebilirdi.
Güncelliğini koruyan yolsuzluk iddialarınada yar verilen kitap 391 sayfa.

Kitap alırken çocukları unutmayın

Sizi izleyen çocuklar var ... ..

4 Kasım 2014 Salı

Aslında Giden Erkek Yoktur – Seda Diker

Dişi Olmanın Unutulan Sırları
-Eda Diker kadın erkek ilişkilerini 230 sayfada kendi pencersinden anlatmaya çalışmış. İlgi çekici ayrıntıları ve günlük hayatta içinde yaşadığımız olayları kelimelere dökmüş. Okudukça yaşantılarımızda şahit olduğumuz, ya da bizzat maruz kaldığımız iyi-kötü davranışar veya karşı tarafı mutlu ettiğimiz-üzdüğümüz ayrıntıları tekrar değerlendirme fırsatı buluyorsunuz. Kitabı okurken; yaşamakta olduğumuz hayat temposu içinde “karşı tarafı mutlu etmek” ya da “birbirimizi üzmek” için yaptıklarımızı yeniden değerlendirebilirsiniz.
Sorunlarımıza çözüm ararken suçu başkalarında aramadan önce kendimizi de sorgulamakta yarar olacağına, güven duygusunun ne kadar önemli olduğuna, karşılıklı ilişkilerde yeri geldiğinde “hayır” diyebilmenin  ve gerektiğinde karşı tarafa sınırlarımızı hissettirebilmenin önemine kitapta vurgu yapıyor.

çocuk & kitap

ZÂHİR – Paula Coelho

“Simyacı”nın da yazarı olan Paulo Coelho “Zâhir”de hayatı anlatıyor. Bazı bölümlerinde yer alan abartılmış fantaziler gereksiz olarak yorumlanabilir. Hayatın akışında herkesin hissedebileceği  duyguları ya da bize gerçekçi gelmeyen
öyküleri yansıtan alıntıları özetlemeye çalışalım:
- İyilik Bankası adında görünmez bir kurum vardı ve bu kurumu daima çok yararlı bulurdum.
-“Bazen evet. Yapacak daha ilginç bir şey yok, kadın heyecan arıyor; bense macera, hepsi bu. Ertesi gün, ger ikiniz hiçbirşey olmamış gibi davranıyorusunuz ve yaşam devam ediyor.
-Ben böyle her şeyle kavga ederken, duydum ki diğer insanlar özgürlükten bahsediyorlar ve bu biricik haklarını savundukça , ailelerinin isteklerine daha fazla boyun eğiyorlar;
yaşamlarının geri kalanını birlikte geçirmeye söz verdikleri insanlarla evliliklerine, ekonomiye, yaptıkları diyetlere, yapmış oldukları diyetlere, yarım kalmış projelere, ‘Hayır’ ya da ‘Bitti’ demeyi birtürlü beceremediklei sevgililerine, hiç sevmedikleri insanlarla öğle yemeği yemeye mecburoldukları hafta sonlarına esir oluyorlar. Lükse, lüksün görüntüsüne, lüksün görüntüsünün görüntüsüne köle olanlar. Kendilerinin seçmediği ancak onlar

16 Ekim 2014 Perşembe

Yaş grupları & kitap seçimi

Her yaş döneminin kitabı kendine özeldir.
Okul öncesi dönemde "siz okuyun çocuk dinlesin", çocuk anlatmak istediğinde "sabırla ve ilgiyle dinleyin" anlayışı hakim olmalı ....

Bir Kadının Penceresinden *

Oktay Rıfat, 1970’li yılların İstanbul’unda yaşanmış  sıra dışı öyküsünü satırlara dökmüş. Kitabın giriş bölümündeki “azgelişmiş toplum analizi” romanın kendisi kadar ilginç. Romanı okurken “Anadolu insanı içinde bunlar da mı var?” diye sorabilirsiniz. Yanıtınız “evet” de olsa “hayır” da olsa; roman kahramanı Filiz’in uç noktalardaki yaşam öyküsü ustalıkla kelimelere yansıtılmış. ... Kitabı okurken; çocukluk yıllarında yaşananların yetişkinlik dönemindeki etkilerini de görebilirisiniz....
-Filiz koltuğa oturdu, ayaklarını uzattı. Açılan eteklerini kapamak gereği duymadı. Bu yarı çıplak haliyle Selim’in hoşuna gideceğini  düşünüyordu belki de. ... Selim başını çevirdi. Bacaklarına bakıyormuş gibi geldi Filiz’e. ... ...  Filiz güldü: “İnsanın Bedri gibi kocası olursa ....
-Olan olmuştu, ... “Öcümü mü alıyorum yoksa!” Öç alınacak biri varsa  o Bedri değildi herhalde. Kimdi öyleyse? Sorular yanıtsız kalıyor, düşünce daldan dala sıçrıyordu. ... Sarhoş gibiydi ... .. bunca engeli göze
alabildiği için. Çocukluğuna dönüyordu sık sık., aşağılanmış çocukluğuna. ...  .. üstüne bu suçluluktan bir gölge düştüğünü sezer gibi olduğu için tedirgindi. Ama ok yaydan çıkmıştı......

-Selim ... birdenbire tökezledi. Biri itmişti sanki ardından, hem de birkaç kez. Bir taşa takıldığını sandı önce, ama ...  anlamakta gecikmedi .. ..

10 Ekim 2014 Cuma

Kitap alırken çocukları unutmayın ...

Çocuklar sizi taklit ediyor, unutmayın .... birlikte, okumaya vakit ayırın.

İskender *

Kitabı okudukça;  günlük hayatta karşılaşılan insanların dış görünüşlerine bakarak anlayamayacağımız farklı yaşanmışlıklarının ve madalyonun ters yüzünü oluşturan  zenginliğin farkına varıyoruz. İnsanoğlu, kendisinin bile tahmin edemeyeceği gelişmelerin içinde kalabiliyor. Ülkeler değiştiriyor, dünyanın uzak köşelerine dağılabiliyor.
Elif Şafak’ın 443 sayfalık romanını bir solukta okumanın sırrı yazarının ortaya çıkardığı eserde gizli.  Bir tarafta “içe dönük gözlemci, sakin tabiatlı, sessiz, bir mağarada yaşayacak kadar münzevi; zenginliği basit şeylerde, güzelliği yağmur damlasında bulacak mutavazı” hayatlar, diğer yandan tam tersi karakterler. Hepsi bir arada sizi peşlerinden sürüklüyor. Roman kahramanlarının yaşadıklarıyla üzülüyor, onlarla mutlu olabiliyorsunuz.  
Bu arada hayat dersleri çıkarmanız da mümkün. Bazı yaşamların “çalışma masası gibi, düzenli, tertipli ve köşeli olmasını tanıdık buluyorsunuz. Ya ‘takdir edilen’  ya da ‘hor görülen’  şeylerden oluşan bakış açıları ... .. hayata bakan gözün her şeyi satranç tahtasının siyah-beyaz kareleri gibi algılamasının zorlukları, aradaki renklerin farkına varamayanların durumu ... diğer tarafta sadeliğin ötesindeki
dünyasında önemsizmiş gibi görünen her cismin içersinde gizlediği zenginliğin farkına varabilenler, derdin olduğu yerde dermanın da bulunabileceğini bilenler, Hak’ın her yarattığının bir görevi/sırrı olduğunu kabullenenler ... bu âlemdeki her parçanın-parçacığın başkasını geliştirmek, iyileştirmek, değiştirmek için yaratıldığını düşünenler .. .. ne
sivrisineğin ateşböceğinden, ne de pirincin altından önemsiz olduğunu bilenler.  Yüce Sarraf’ın tasarladığı kânatı okuyabilenler ...  Ademoğulları ve Havva kızlarının tuhaflıkları ... kurtçuğa benzetsen alınanlar, ipekböceğine benzetildiğinde keyif duyanlar, böceklerden iğrenip, parmağına konan uğurböceğini hayra yoranlar, sıçanlardan tiksinip, sincaplara bayılanlar ....

6 Ekim 2014 Pazartesi

Kitap okuyan çocuklar


"Kitap okuyan çocuklar" için büyükler de okumalı ...

İnanılmaz Tılsım -Bowvayne

Danny Cloke’un Talihsiz Maceraları

Kitabı okurken, başlangıçta anlamakta zorlanıyorsunuz. Geri dönüp kim kimdi soruna cevap aradığınız oluyor. Romanda geçen isimler bile tek başına güçlü hafızayı gerektiriyor; Danny Cloke, Imogene Falconer, Zerafet Teyze, Sırtlan Sarılgan, Uzun Kuyruklu Pembe Benekli Ev Yıkan Guguk Kuşu, Yarma Oburkafa, Cyril Atsineği, Hayalet Musallat, Ucuzcu Alin yeri, Toprağın Altı Yayıncılık, Küçüklere Karşı Kütüphaneciler Kulübü, Mahşerde Manasız Muzırlıklar Mahkemesi, Karanlık’ın ifritleri, bölge komiseri Ninnish, Feciye Atsineği, Sinsigöz Feciye, Kuşları Koruma ve Kurtarma Kulübü, Bezelye Kafa, Bayan Safçim, Parşömen Kopyalayıcısı, Bezelye Kafa, Dokuz Kuyruklu Kedi, Gri Kaz ...  Okurken sizi etkileyen bölümler çocuklar için korkutucu olabilir. Yirmili yaşlara yaklaşanlar için ilgi çekici olabilir. .... okunması için gerekçe oluşturabilecek kıs alıntıları paylaşmaya çalışalım; 
-Kötü hatıraların nerede bitip kabusların nerede başladığını
anlamak zordu, ama uyuyana kadar Danny'nin zihnindeki her şey koyu bir et suyu kıvamında dönüp durdu.  Gün ışığı odaya dolduğunda Danny kendini çok yorgun hissediyordu. Kafası kış uykusuna yatmak üzere olan bir kaplumbağanın hızıyla çalışıyordu. ....
-Zerafet Teyze ..... "Ne olmuş yan?" diye omuz silkti. "Bu konuda yapabileceğin

Kitap okurken çocukları unutmayın

Çocuklarınız sizi takip ediyor.
Kitap okurken de ....

1 Ekim 2014 Çarşamba

Kadının sevi yaşamı, gelişimi ve bozuklukları *

Cinslerin karşılıklı ilişkileri
-Sevi yeteneğindeki sınırlılığa karşılık kadının, gizemselliğe kaçarak, güzelliğine ve işvebazlığına sığınarak, kendini yanına yaklaşılmazlığın mağrur halesiyle kuşatarak, gerek karekter, gerek vücut yapısıyla ilgili diğer pek çok iyi ya da kötü önlemlere başvurarak erkeği cezbetmenin ve kendisine bağlamanın geçmişte olduğu gibi günümüzde de üstesinden
geldiği görülür.
-Cezbetme ve kendine bağlamaya yönelik çaba kadında aşırı bir belirginlikle öne çıkar, gerçek teslimiyet yeteneğindeki eksikliği saklayıp gizleme amacını güder, çünkü yanlızca masalda değil, yaşamda da böyle bir davranış cezalandırılır. Oysa gerçek sevgi cezbetip kendine bağlamaz, sevileni özgür kılar. İster sevi, ister evlilik yaşamının sağlıklı nitelik taşıyabilmesi için kadının cezbetme, açık ya da gizli kıskançlık, depresif-mazoşist tutum, üstünlük taslama gibi zincir ve kelepçelerden vazgeçmesi gerekmektedir. Erkek, tüm karakteri bakımından zincirlere vurulmaktan çok, özgür yaşama eğilimi gösterir. ...

Ben bu dünyaya nasıl geldim? *

-Bir önceki bölümdeki duruma eklenen bir şey daha vardır: Çocuğun kendilerine yönelttiği “Ben bu dünyaya nasıl geldim?” sorusunu yanıtlarken anne ve babaların hâlâ yaygın olarak başvurdukları yalan. Bütün bunlar bir araya gelerek anne ve babaların açıksözlülük ve iyiyürekliliğine karşılık çocuktaki güveni sarsarve dolayısıyla kendilerini büyütüp eğitenlere

Ben bu anne ve babanın çocuğu değilim, çünkü ... *

-Ben bu anne ve babanın çocuğu değilim, onlar beni mutlaka bir başkasından çaldı, ya da bir yerde buldu, belki de satın aldılar, çünkü böyle kötü kalpli, acımasız bir anne ve baba gerçek bir anne ve babasayılmaz. Gerçek anne ve babam da belki beni terketmiştir, ama
belki benim de bu mutsuzluğumda hiçbir suçları yoktur onların.
-... tedavi sürecinde, çocukken bir yaramazlık yaptıklarında anne ve babalarının örneğin: “Git, geldiğin yere git, seni gözüm görmesin artı!”, ya da ; “Kime çekmişsin, bilmem ki! Ama anne  babana çekmediğin kuşkusuz. Senin bu halini gören der ki, ya bir çingenesin ya da sokakta bulunmuş bir çocuk!” gibi sözlerle kendilerini “kapı dışaı” ettiklerini ne sık işitip duyarız.

Ursula ve Kurt *

-Kadınlar vardır, asla doğru dürüst kadın olamazlar. Evlenseler, bir kocaya, bir yuvaya kavuşsalar da yine başaramazlar bunu .....
-Herkes tarafından sevilen “cici kızlar” olarak kalır. Otuzuna, hatta daha ileri yaşlara kadar, .... kırkına, hatta daha yukarı yaşlara dek uzanır “cici yaratıklığın” tümüyle kaybolmamasına özen gösterilir.
-Ama saçlara ilk aklar düşmeye görsün , bu sözde kadınlar balıklama büyükanne

Kül Kedisi *

-Külkedisi ...  .. kötü kalpli üveyanne sahnede görünür. ... ..yazgıgının şamarları birbiri ardınca kızın yüzünde şaklar; yazgı, hain üvey kızkardeşeler çıkarır karşısına; canım giysileri yağmalanıp elinden alınır. Kendisi alay konusu edilir. Çevresinden soyutlanıp mutfakta bir sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakılır. Her türlü angarya işler yığılır üzerine...
-Külkedisinin yazgısı Pamuk Prenses’inkine şaşılacak ölçüde akrabalık

Kendi benliğimizden neden kaçarız? *

-.. Bizler kendi iç dünyamızdan, kendi benliğimizden köşe bucak kaçarız. Nedendir acaba? Hani içimizde hiç hoşa gitmeyecek nesneler taşırız da, onun için değildir pek. Bilinçdışına itilmiş nesnelere karşı kendimizi savunmak sitememizden de pek kaynaklanmaz bu. Nedeni, daha çok, varlığımızın mutluluğuna doğru yaklaşmaya cesaet edemeyişimizdir. Böylece bir girişimi göze alamayız bir türlü. Ayrıca bunu yapmamıza izin de verilmez. İkili bir izin

Pamuk Prenses *

-Tüm masallarda yaşamın en büyük doğruları ve gerçekleri saklı yatar; yanlız dış gerçeğin değil, aynı zamanda ve özellikle iç gerçeğin, yani bilinçdışı yaşamımızın doğruları ve yanlışlarıdır bunlar. Bizi yöneten ne varsa, hepsi bilinçdışımızdadır. ...
-... tıpkı masallardaki gibi kötü hayvanlar ve insanlar, zehirli yılanlar, kurtlar, ürüyen köpekler, kurbağalar, ejderhalar, kötü kalpli üvey anneler, cadılar, gulyabaniler, hepsi de

Modern Bir Uyuyan Prenses *

Yirmi yedi yaşında bir kız; ...  .. günün birinde muayene haneme gelir, düzenli uyku uyuyamamaktan ve karar verme gücünü tamamen yitirmiş olmaktan yakınır... .. işsiz güçsüz oturmuşhep, seki,z yıldır nişanlı bulunduğu erkekle bir gün evleneceğini düşleyip durmuştur. Evlenmek özlemiyle yanıp tutuşmuştur ama bir türlü gerekli adımı atamamıştır. Yüreğini

Uyuyan Prenses *

-Kuşkusuz el bebek gül bebek büyütülmüş ve insan soydaşlarıyla gerçek ilişkilerden soyutlanmış bir kızdı uyuyan Prenses. Ne çok kız vardır, uyuyan prensestir her biri. .... tümü de anne ve babaların tek evladıdır. Evde kalmış ne çok kız, beri yandan evli ne çok kadın vardır, ömür boyu bir uyuyan prenses aşamnı sürdürür. Günlük hayatta, ama özellikle psikotrerapistlerin muayenehanelerinde ....; soğuk kimselerdir. Bazıları, cinsel yaşamları

Kurbağa prens*

-Sahip olmayı amaçlayan sevgi, küçük bir sevgidir. Sevilen kişiyi ileri götürmeyen, onu diriltip şenlendirmeyen, tersine ondan boyuna isteklerde bulunan, onu köstekleyen , onu kendisine bağlayan bir sevgiye sevgi denemez. ...
-Kurbağa Prens masalındaki ...
-.. Diyelim ki, bizim masaldaki “prenses” toplumun üst kesimine mensup bir kızdır. Hayal

Kadın Psikolojisi – Gustav Graber*

-İsviçreli psikolog ve  psikoterapi uzmanı Dr.Gustav Graber 1930’lu yılların anlayışını yansıtan çalışmalarını paylaşırken; aşina olduğumuz masallardaki kadın kahramanların duygu dünyalarını da bizlere açıyor. Kitabın sayfalarında ilerledikçe “Pamuk Prenses”, “Kül Kedisi”, “Kurbağa Prens”  ve  “Kırmızı Başlıklı Kız”ın sıradan birer çocuk masalı olmadığını, günümüz kadınlarında da gözlemlenen davranışların arka planında yaşananların

Kadın & soğukluk *

Kaygı
-Kadının, gelişim yıllarından alıp evliliğe taşıdığı güçlüklerden birisi: Soğukluk.  ... .. bu kadının erkekle ilişkisindeki bir bozukluğun göstergesidir. Kişisel içeriğinde .. ne olursa olsun, soğukluk her zaman erkeğin cinsel olarak yadsıması demektir. ...
-Kendi deneyimlerime dayanarak, ben soğukluğun yumuşak huylu olanlarının, kadınlıkların

Beklentilerin yarattığı çatışmalar *

Kendimizi sorgulayabiliyor muyuz?
-Bu tür iç çelişkilerin kendilerini cinsel alanda daha güçlü olarak ve kolayca dile getirmesi çok doğaldır.  .... Genellikle dümdüz bir çizgi üzerinde yürüyen insanlar bile cinselliği, çelişik fantezilerin oyun alanı yapmaya kolayca özenebilirler. Ve bütün bu değişik beklentilerin, fantezilerin evliliğe de aktarılması çok doğaldır.
-Eğer eşlerden birisinin ötekiyle olan ilişikleri bozulmuşsa, en derin nefret kaynakları işte bu
cinsel ilişki olgusundan çıkabilir. ... .. Dolayısıyla eğer bir başka bir insanı kendimize eş olarak seçseydik, bütün bunların başımıza gelmeyeceğine kolayca inanırız. Oysa karşı cinse yönelik iç tutumumuzun belirleyici etken olduğu gerçeğini, bunun balka eşle kuracağımız ilişkide de benzer bir biçimde dile geleceğini görmezden gelmeye çok yakınız. Başka bir deyişle sık sık- ya da her zaman- evlilikteki güçlüklerin tümünün aslan payının, kendi gelişimimizin bir ürünü olarak, kendimize sunarız evlilik sofrasına. ...
-... erkeklere özgü bazı eğilimleri göstermek için ...  .. karşı cinseyönelik bazı tutumların çocukluk yıllarında kazanılmış olabileceğini ve kaçınılmaz olarak daha sonraki ilişkilerde, özellikle evlilikte kendilerini ortaya vuracaklarını, bu tutumların eşin kişiliğinden nispeten bağımsız olduklarını ....