29 Ocak 2021 Cuma

yeşil kiraz 2

“Yoo, abartmıyorum! Siz benim hayatımı kurtardınız . Bu nedenle sızın kulunuzum. Eski Çin efsanelerine göre bu böyledir. Gerçekten hayatım sizindir.

Kiraz kaşlarını çattı:

“Lütfen masallarda kalmış görüşler.”

“Masalları küçümsemeyin, Bayan Kiraz. İnsanlar önce olayları yaşadılar, sonra o masallar söylendi. Ben masallardaki gerçek payına hep inanmışımdır. Keşke biz de dillerden düşmeyecek gizemli masalların kahramanları olabilsek! Bence bu olanaksız değil. Çünkü bu masalın giriş bölümü yaşandı bile.”

Kiraz gülümsemeye başladı:

“Nasıl yaşandı, anlayamadım?”

“Siz, Everest yamaçlarında beni Azrail’in elinden çekip alan, dünya güzeli bir masal kahramanısınız. Sonra da tıpkı masallardaki periler gib oldunuz”

“Ben yok olmadım. Oralarda yaşayıp duruyordum.”

“Ama, benden ayrılırken ne adınızı söylediniz, ne de adınızı  söylerdiniz, ne de kimliğinizi  belirttiniz.”

“Siz ölümle pençeleşiyordunuz. Bense, Everest’e tırmanma kursunu bitirmek çabasındayım. Dakikalarım saylıydı.”… ..

… .. Kiraz gözlerini ondan kaçırarak, bir an düşündü. Sonra gülerek:

en iyi arkadaş






































26 Ocak 2021 Salı

kitap & kahve

Tutsak Güneş *

… .. ..  Uykusuzluğum. Nedenini bılmedığım tuhaf bir korkunun çıkmaz sokağında yürüdüğümü fark ettığım günlerde başladı, giderek kötüleştı. Bu yüzden yaklaşık bır yıldır aşırı dikkat gerektiren ışlerımı hakkıyla yapamıyorum. Ancak yine de Merkez benden vazgeçmiyor, yerımı dolduracak bırı henüz yetişmedi çünkü. O kışı bulunup yetiştirilene kadar, beni ıhtımamla tedavi ettirmeye çalışıyorlar. Kafamın tamamı tarandı. Habis veya ıyı huylu bir ura rastlanmadı….

            Merkez’in alametifarikasıdır, Büyük Saray.

Iki yıldan beri Yüce Ram’ın rahmetinde uyuyan Uluhan'ımız, sağlığında Merkez Meydanı’ndaki Büyük Saray’ın sağ kanadında ikamet ederdi. Başkanı olduğu hükümet ise, binanın orta bölümünde çalışırdı. İkametgâh olarak inşa devasa binanın sol kanadı, inşaat bittikten sonra, beş yüz  iki odasıyla işlevsiz kalınca, yine Uluhan’ın emriyle üstün zekâlı çocukları yetiştirmeyhedefleyen Saray Akademisi’ne dönüştürüştü. Bu fedakârlığı karşısında liderimize bir kere daha minnet duymuştuk.

… .. Uluhan’ımızın, tüm vatandaşlarının  iyiliğini isteyen adıl bir lider olduğundan şüphemiz yoktu. Dünyaya geliş anımızdan itibaren,   emdimiz sütten  yıyıp ıçtığımıze , eğıtımımızden hayırlı evlilikler yapmamıza, hatta çocuklarımızın sayısına kadar her şeyimizle meşgul olurdu. … ..

… ..Kadınların görevi kutsal analık ve eşlik vazifesini ifa etmekti. Beşinci çocuğunu doğuranlara som altından Uluhan Yıldızı ve yüklü para veriliyordu.

… ..Regan’ı doğurduktan sonra, yanlış teşhis sonucu rahmim alınıp doğurganlık yıldızı alma umudum kalmayınca, kafayı yıldızın yanı sıra verilen yüklü paraya takmış olan kocam, karısı doğurmayan erkeklere tanınan yasadan yararlanarak boşamıştı beni.   … .. yoksa

20 Ocak 2021 Çarşamba

Elif *

… .. Monica imkânsıza inanmış ve tam da bu sebeple, ben dahil herkesin kaybedilmiş gözüyle baktığı savaştan zaferle çıkmıştı. Savaşçıyı savaşçı yapan budur işte: İrade ve cesaretin aynı şey olmadığını anlamak. Cesaret korku ve hayranlık uyandırır, irade gücüyse sabır ve azım demektir. İradeleri çok güçlü olan kadınlar ve erkekler yalnızdırlar, çünkü dışarıdan soğuk görünürler. … ..

… .. İntikamla elimize tek geçenin düşmanımızla aynı seviyeye inmek olduğunu buna karşılık affetmenin büyüklük olduğunu zahmet edip anlatmaya değmezdi. Himalayalar’daki keşişlerle çöllerdeki azizler bir yana bırakılırsa, bence hepimizin içinde böyle duygular mevcuttur, çünkü bu insanlığın özünde vardır. Bunun için kimse kimseyi yargılamamalıdır.

“… .. Kader tarafından özel bir görev için seçilen ikkişinin doğru yerde karşılaşmasıyla tesadüfen ortaya çıkabilir.

“Doğru yer derken neyi kastediyorsun,” diye sordum.

“Demek istiyorum kiiki insan bir ömür boyu birlikte yaşayabilir, ya da hayatlarında tek bir kez karşılaşıp ebediyen ayrılabilirler, çünkü onları bu dünyada bir araya getirecek şeyin doludizgin gittiği fiziksel mekâna yolları düşmemiştir. Bazen de onları neyin yaklaştırdığını anlamadan kendi yollarına giderler.  … ..

Bazen hâlâ çözülmemiş şeyler olduğu için karşılaşır insanlar, yarım kalanların hakkını verebilmek için yeniden hayata gelmemiz gerekebilir. … …

… ..”Sevdiklerimizi asla, asla kaybetmeyiz, “ dedim ısrarla. “Onlar bizimledir, hep hayatımızdadırlar, sadece başka odalardayız. Öndeki vagonda kimler var göremiyoruz, ama bizimle, sizinle, herkesle aynı anda seyahat eden insanlar var. Belki konuşamıyoruz, vagonda ne olup bittiğini göremiyoruz, ama ne önemi var; sonuçta onlar

Kazım Karabekir Hayatım *

… .. Babam… ..

Babamın okuyup yazması olduğundan bölük emini yapmışlar. Evvela Silistre’de Serdar Ömer Paşa ordusuna sevk olunmuş. Orada omuzundan yaralanmış.

… ...Sonra ordu ile Kırım’a geçmiş. Gözleve muharebesinde ve Kırım muhasarasında bulunmuş, Gümüş Kırım madalyası ve İngilizlerde de yine Kırım madalyası şile taltif olunmuş…. ..

Kırım’da ayağının birkaç  parmağı donmuş. Harpten sonra İstanbul’daki kıtaata başçavuş olarak tayin olunmuş ve Sultan Mecid’in Mısır seyahatine muhafız olarak iştirak etmiş. … ..

… ... Babam da bu arada  mülâzımlıkla nizamiyeden zaptiyeye geçmiş ve Zaptiye Nazırı Mustafa Asım Paşa’ya yaver olmuş.

Annemle, mülâzım yaver iken evlenmiş. Yüzbaşılığında, Boğaziçi’nde, Yeniköy’de zaptiye bölük kumandanıymış. … .. üç aylık yüzbaşı iken binbaşılığa terfi etmiş.

Bir sene sonra vilayetlerde dahi zaptiye teşkilatı yapıldığından babam alay beyliğine terfi ve Kastamonu zaptiye alay kumandanlığına tayin olunmuş, 1285’te.

Bir müddet sonra Zaptiye Alayları lağvedildiğinden Mülkiye Kaymakamlığı’yla İskilip’e tayin olunmuş. … ..

Dört ay sonra yine Zaptiye Alayları ihya olunduğundan babam tekrar Kastamonu’ya gelmiş. … .. Kastamonu’da bulundukları 7 sene zarfında (1285-1291) pek mesut yaşamışlar. … ..

…..Rüşvet ve irtikaba müthiş düşman olduğundan zamanın ricaliyle çatışmış. Usulen haksız çıkartılarak açığa

15 Ocak 2021 Cuma

Zehra *

… .. ..   İşte bu güçle demin ki soruya cevap omak üzere, temiz kalplilikle dedi ki:

            -Evlendirseniz…

            Bu saf sözden memnun olan Şevket sorgulayan bir tavırla:

            -Korkarım ki kocasını üzer.

Suphi bu söze sakince şu cevabı verdi:

-Kızınızı mutlu etmekle mutlu olacak birisini bulmak mümkün değil mi?

Şevket sorgulayıcı tavrını devam ettirerek dedi ki:

-Kimi bulayım bilmem ki?

Gözlerini delikanlıya dikmişti. Suphi bu anlamlı bakışlardan sıkıldı. Artık her şey anlaşılmıştı. Şevket ansızın:

-Kızımı sana teklif etsem?

Suphi bu sorunun anlamını anlamamış gibi şaşırıp kaldı. Bu ses kulağı içinde çok uzaklardan gelen ilahi bir nağme gibi çınlamaktaydı. Ne yaptığını bilmeden Şevket’in ayaklarına kapanmıştı.

Şu Hâlden etkilenen adamcağız bir eliyle çocuğun saçlarını okşuyor bir taraftan da “Kalk oğlum kalk! İnşallah ikiniz de mutlu olursunuz.” diyordu.

Zehra henüz on altı, on yedi yaşında yani hislerinin tam ilkbaharında bulunmaktaydı. Yukarıda anlattığım gibi

Mucize *

August (Auggie) Pullman; yüzünde fiziksel bir bozuklukla doğduğu için normal bir okula gidemiyordu… şimdiye kadar. Yakında Beecher Ortaokulu’nda beşinci sınıfa başlayacak ve ömrünüzde bir kere bile “yeni çocuk” olduysanız, bunun ne kadar zorlu olduğunu tahmin edebilirsiniz. Dondurma yemek ve Xbox’ına oyun oynamak gibi sıradan şeyleri seven Auggie aslından sadece sıra dışı yüzü olan bir çocuk. Peki, yeni sınıf arkadaşlarını, görüşünün ardında kendisinin de onlar gibi olduğuna ikna edebilecek mi?

… ..

“Tamam, haklısın, “dedim. ” Ama bu kimin günlerinin daha rezil olduğuyla ilgili bir yarışma değil, Agguie. Mesele şu ki hepimiz kötü günlere dayanmak zorundayız. Hayatın boyunca bir bebek ya da özel ihtiyaçları olan bir çocuk muamelesi  görmek istemiyorsan, bunu aşıp yoluna devam etmelisin.”

Hiçbir şey söylemedi ama som sözlerimin onu etkilediğini düşünüyordum.

“O çocuklara bir şey söylemek zorunda değilsin,” diye devam ettim. ”Aslına bakarsan, onların ne dediğini bilmen ama onların ne dediklerini bildiğini bilmemeleri gayet iyi bir şey, biliyorsun değil mi?”

“Ne diyorsun ya?”

Ne demek istediğimi biliyorsun? İstemiyorsan onlarla bir daha konuşmak zorunda değilsin. Ve bunun nedenini hiçbir zaman bilmeyecekler. Anladın mı? Ya da onlarla arkadaşmış gibi davranabilir ama içten içe öyle olmadığını bilebilirsin.”

“Miranda ile sen öyle mi yapıyorsunuz?” diye sordu.

“Hayır” diye cevapladım çabucak, kendimi savunurcasına. “Miranda’ya karşı hislerimde hiçbir zaman rol yapmadım.

“O zaman benim yapmamı neden söylüyorsun?”

beyaz gemi *

Isık-Göl'ün kıyısından başlayan, taşlarla çukurlarla dolu bir yol ve sel yatağından geçip Sarı-Taş'a kadar çıkardı. Böyle bir yolda araba sürmek hiç de kolay değildi. Yol, Karavul dağının eteğine gelince dar geçitten ayrılır, dağın bir memesine tırmanır, onu da aşar, sonra, sarp ve çıplak olan öbür yamaçtan usul usul inerek ormancıların evlerine ulaşırdı. Karavul dağı çok yakındaydı. Küçük çocuk, yaz mevsiminde hemen hemen her gün, dürbününü kaptığı gibi gölü seyretmeye gelirdi buralara. Tepeden bakınca her şeyi görürdü. Yaya da, atlı da ve tabiî  araba da çok iyi görünürdü.

… ..Yeryüzünün tâ öbür ucunda, görülebilen yerin en uzağında, kumlu sahilin ötesinde, ortası kabarık gibi duran bir göl görünüyordu. Isık-Göl idi bu. Yer ve gök orada birleşiyordu. Ondan ötede hiçbir şey yoktu. Göl, pırıl pırıl parlıyordu. Kımıltısız ve ıssızdı. Yalnız sahilde, dalgaların ak köpükleri güçlükle fark ediliyordu. … ..

Okula uzun uzun baktıktan sonra dürbünü göle çevirdi. Değişen bir şey yoktu orada. Beyaz Gemi hâlâ görünmüyordu. Göle sırtını döndü, dürbünü bir kenara koydu ve bu defa çıplak gözle yamacın aşağılarını seyre daldı. Dağın hemen dibinde, gümüş dere vadi boyunca gürül gürül akıyordu.. Onu yanında ve onun gibi kıvrıla kıvrıla bir yol uzanıyor, bir dağın arkasında çayla birlikte bu yol da kayboluyordu. Karşı kıyı dik ve ormanlıktı. San Taş ormanları hemen oradan başlıyor ve dağların karlı tepelerine  kadar uzanıyordu. En yüksek yerlere kadar çıkan ağaçlar çam ağaçlarıydı. Karların ve kayaların arasından yükselen uçları küçük kara fırçalar gibi duruyordu tepelerin doruğunda. … ..

Onun masal  anlatacak durumda olmadığını anlıyordu. “Başka bir zaman dinleriz” dedi çantasına. “Şimdi onu sana ben anlatayım. Dedemin anlattıklarını kelimesi kelimesine söylerim sana. Öyle yavaş anlatacağım ki başka kimse duymayacak. Ama sen iyi dinle. Ben, sinemadaki gibi her şeyi gözümde canlandırarak anlatmayı seçerim. Dedem, bu masalda anlatılan her şeyin gerçek olduğunu söylüyor. Hepsi olmuş bunların.”

Çok eskiden olmuş bu olay. Çok, çok eski zamanlarda, yeryüzünde ormanların otlardan ve bizim ülkemizde de suların karalardan çok olduğu çağlarda, derin ve serin suyu olan bir nehir kıyısında, bir Kırgız kabilesi yaşarmış. Bu

9 Ocak 2021 Cumartesi

efendi ile uşağı *

… .. Vasili Andreyiç’in konuk olduğu ev kasabanın en zengin ailelerinden birinin eviydi. Ailenin kasabada dört parsel arsanın yanı sıra bir de kiraladıkları bir tarlaları vardı. Ahırlarında atları, üç inekleri, iki buzağıları ve yirmi kadar koyunları duruyordu. Bu zengin aileye mensup yirmi iki akraba birlikte yaşıyordu. Ailenin dördü de evli   olan oğulları, altı tane  torun –torunlardan biri Petruşka’ydı, o da evliydi- iki torun ve çoluk çocuklara bakan dört gelin vardı. Dağılmadan birlikte yaşamaya devam eden ailelerin son görülen örneklerinden biriydiler. Yine de aile içinde her zaman  yaşanan kadınların kendi içinde yaşadıkları anlaşmazlıklar ufak tefek dağılma sinyallerinin başladığına işaret ediyordu. Ailenin iki oğlu Moskova’da su satıcılığı yapıyordu, diğer biriyse ordudaydı. Evin işlerini yaşlı adamla karısı yürütüyordu. Bir de Moskova’dan bayram için dönen en büyük oğulları ve gelinlerle çocuklar elbette… Bu kişilerin yanı sıra aile üyelerinden sayılacak kişiyse çocuklarının vaftiz babalığını yapan komşularıydı. 

Odanın tam ortasındaki avizeden yansıyan ışık, masanın üzerinde duran çay takımlarını, bir şişe votkayı ve birkaç tabak atıştırmalığı aydınlatıyordu. Kiremit duvarlarının üzerindeki ikonalara vuruyordu. Üzerinde siyah koyun derisi ceketiyle Vasili Andreyiç, masanın başındaki sandalyeye oturmuş; bir yandan buz tutmuş bıyıklarını düzeltiyordu. Öte yandan da şahin bakışlı gözleriyle odayı, içeridekileri inceliyordu. Yanına oturan beyaz sakallı ev sahibinin üzerinde beyaz dokuma kumaştan bir gömlek vardı. Öbür köşede yan yana oturan iki erkek kardeşin Moskova’dan dönmüş olanıysa ince basmadan bir gömlek giyiyordu. İkisi de geniş omuzlu, güçlü kuvvetli adamlardı. Kızıl saçlı komşularıysa masanın diğer ucunda oturuyordu.

Bir şeyler yiyip bir kadeh votka içtikten sonra çay vakti geldiğinde kiremit duvarın yanındaki semaverin kaynayan suyu ötmeye başlamıştı bile. Ocağın olduğu yerin kenarlarındaki sedirlerde çocuklar oyun oynuyordu. Sedirin ucundaki beşiğin başında bir kadın oturmuştu. Evin yaşlı ev sahibesi, Vasili Andreyiç’i ağırlamakla meşguldü. Kadının bütün suratı, hatta dudakları bile yaşlılıktan kırışmıştı.

Kadın misafirerine kalın camlı bir bardakla votka uzatırken içeri Nikita girmişti.

2 Ocak 2021 Cumartesi

akşam yıldızı *

… .. Sarıca duyduklarına bir anlam veremedi. Önce sırtgün ile yüzgünü bilmek istedi. Düzburun’un işaretlerinden bu kelimeleri yön tarifi için kullandığını kestirdi. Kuzgun Obası’nda güneşin doğduğu yere “doğ’u”, battığı yere “bat’ı”, ışığının geldiği yere ”gün-ey” ve ışığının erişmediği kısımlara da “kuz-ey” derlerdi; suların çekilip yerin kuruduğu Yılan Obası’na  ise bunu ”gündoğdu, günbattı, sırtgün ve yüzgün” kelimeleriyle ifade etmişlerdi. Sarıca’nın içinden “Akşam Yıldızı’na ne diyorsunuz pekiş? Diye sormak geçti. Asıl öğrenmek istediği şey bir avcının, üstelik de açlıktan karnı kemiklerine yapışacak derecede mecalsiz iken, yapmayacağı şeyi söylemesiydi. Mamut, avlanabilir bir hayvan değildi. Hangi avcının gücü yetip bir mamut avlayabilirdi? Düzburun’un çoğul ifade ile “avlayacağız” dediğini sonradan fark etti. Buradaki insanların farklı hayat ve av biçimlerinin kendisinden ileride olduğunu düşündü. Düzburun onun şaşırdığını görünce açıklama yaptı. Meğer Fırat’ın Çor vadilerindeki mamutları avlamak için yayıldıkları çimenlerin arasına yaktıkları sarı taşın (kükürt) tozlarını dört gün boyunca serpiyorlarmış. Koklaşarak anlaşan mamutlar da tozu soluyunca koku alma yeteneklerini yitiriyor, reis sürüyü yönetmez oluyor, sürü dağılıyormuş. Çimenleri yutan mamutlar aynı toz yüzünden idrarlarında bozulma hissettikleri için koşmakta zorlanıyor ve kolay ava dönüşüyorlarmış.  Har-an’daki avcılar bütün  bunları nasıl ve nereden biliyorlardı? Sarıca Kuzgun Obası’nın bu tecrübeyi edinmek için edinmek için kaç nesil daha yaşaması gerektiğini hesap ederken Düzburun son cümleyi gururla telaffuz etti:

“Böylece aralarından yorgun ayaklı üç tanesini sürüden ayırıp avlayabiliriz.”

“En yaşlı olanlar… Bedenini yeni bir ruh için terk etme sırası gelenler.”

“Peki, nasıl bir av?”

Onu da yarın görürüsün. Yeter ki sen kavalını yanına al. Et yemek istiyorsan bıçağın da belin de olsun. Sarıca üç akşamdır Fırat’ın sesini dinleyebildiği Dirsektepe’nin yamacında oturtmuş bir yandan kıtlık ve kuraklık