31 Aralık 2019 Salı

Son Kullanma Tarihi 2019*

20. yüzyıldan Küçük kareler
... .. Türkiye 20. Yüzyılın son on yılını resmen ıskaladı. Dünyadaki çok önemli değişikliklerin farkına varmadan veya varıp da ne olduğunu anlayamadan geçirdi bu on yılı .. . Bu kayıp on yıl, kaybettiğimiz ve halen kaybetmekte olduğumuz yılların da sebebi oldu. Bu on yılda neler olmuştu dünyada, hafızalarımızı tazeleyelim. Berlin duvarı yıkıldı, Almanya birleşti. Sovyetler Birliği çöktü... Beş tanesi, Rusya Federasyonu, Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan Karadeniz ve Kafkaslarda komşumuz olmak üzere on beş bağımsız devlet oluştu. ABD, Irak’ı Kuveyt’i işgal etmesi için yüreklendirdi, sonra bu işgali bahane ederek Birinci Körfez Harekâtı ile Irak Operasyonu’nu gerçekleştirdi. “Irak’ın toprak bütünlüğünden yanayız sloganları eşliğinde Irak resmen üçe bölündü. Kuzey Irak’ta bağımsız Kürt Devletinin temelleri atıldı. Varşova Paktı dağıldı. Rusya’nın Balkanlar ve Doğu Avrupa’daki hegemonyası kalktı, etkisi sıfırlandı. Bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin peyki olan devletler, NATO ve Avrupa Birliği’na katılmak için Batı’nın kapısına dayandı Doğu Blokunda olan bu değişiklikler NATO’yu tartışılır hale getirdi. “Tehdit ortadan kalktığına göre NATO Hâlâ gerekli mi? suali sorulmaya başlandı. “Acaba NATO’nunda sonu geldi mi? diye tartışılırkenNATO bu süreçtren büyüyerek, genişleyerek çıktı; hem sorumluluk ve etki alanı hem de üye sayısı olarak. Tekditin yerini belirsizlikler ve riskler aldı, hatta riskler yazıldı. NATO, sorumluluk, ilgi ve etki sahasını Barış İçin Ortaklık (BİO) “ projesiyle hemen hemen tüm Avrupa ve Asya’yı kapsayacak şekilde genişletti.Dünün düşmanbları, bu projelerle aynı masa etrafında toplandılar. BİO ülkeleri NATO karargâhlarında temsil edilmeye başlandılar. Rusya’nın itirazları bir şey değiştirmedi. “NATO artı Rusya” özel taoplantıları ileirazların etkisi azaltıldı. Aynı tarihlerde, altı federe devletten oluşan Yugoslaya’nın esasında 1980 yılında Tito’nun ölümü ile başlayan parçalanma süreci hızlandı. ABD,İngiltere ve Fransa’nın söylemleriyle bu ülke kanlı bir iç savaş sonucu parçalandı. Ülkede çtışmalar başladığında; Birleşmiş Milletler ve Avrupalılar önlemey çalıştı. Onların bir şey yapamayacağını kanıtlamak istercesine ABD, seyirci kaldı. On binlerce insam öldükten sonra, ABD önderliğinde NATO devreye girdi ve 1995 yılı sonunda Dayton Anlaşması ile savaş sona erdi. ABD, Irak Harekâtından sonra Yugoslavya müdahalesi ile de dünyada tek süper güç olduğunu bir kere daha kanıtlamış oldu. Bu olaylara paralel olarak NATO, stratejisini ve komuta yapısını değiştirdi.

25 Aralık 2019 Çarşamba

bensiz biz olmaz*


 Eşim el iyisi ama neden ev iyisi değil?
Gerek alkış peşinde koşanlar, gerek bağımlı kişilik özellikleri olanlar, esas mutluluğun başkalarının onay veya takdirinden geçtiğine inanır.
            Evdekileri (evliyse eşi+çocukları değilse anne+baba+kardeş ve diğer akrabaları) kendi uzantısı gibi görür. Onlar, aynı zamanda onun güvenli alanıdır. Onları değersizleştirebilir, onlara bağırabilir. Yok sayabilir ama dışarıdakilere müthiş ilgili ve saygılı davranabilir.
            *Koşullu sevgi ile büyüyenler,
*Yetersiz ilgi ve sevgi ile büyüyenler,
*Bağımlı veya narsistik ebeveynler ile büyüyenler,
dış onaya fazlaca takılır.
            Bahsettiğim üç kategoride de kişinin temel dinamiği değersizlik hissidir. Kişi kendini değersiz hissettiği için, değerli olmak adına sürekli birilerinin  onayına, alkışına veya teşekkürüne ihtiyaç duyar.
Derinden gelen değersizlik hissi nedeniyle Benim gibi değersiz biriyle ancak değersiz birileri beraber olur, “diye düşünür ve kendi uzantısı gibi gördüğü eşini, ailesini küçünsemeye başlar. Bu bir aktarımdır. Kendi içinde hissettiği rahatsızlık hissini başkalarına akıtarak gevşer, rahatlar.
            Bir süre sonra, evini ailesini akrabalarını önemsememeye başlar. Hatta arkadaşları için de aynı şeyi düşünür.Ulaşılmaz gördüğü kişilerin sevgisini kazandıktan sonra listeye ekler. Sürekli sevene ve ilgi gösterene değil ilgiyi göstermeyene ya da gıdım gıdım verene odakjlanır. Zanneder i onların azı, yanındakilerin çoğundan daha büyüktür.
            Diğer yandan dış onaylı anne baba ile büyüyenler
 Elâlemin dediğine göre yaşayanlar, uyum ve onay ile kendini değerli hissedenler, daha fazla “el iyisi” olurlar. Mutlu ve değerli hissetmenin başkasının memnuniyeti ile mümkün olduğunu düşünenler, ancak başkaları üzerinden bu

15 Aralık 2019 Pazar

karı koca masalı*

Efendim, karı bir saat evvel senden bütün bütün ayrı, başkaca bir vücutken bir dakika sonra seni kabul etmekle senin mutyluğuna ortak olmuş, seni de kendi mutluluğuna ortak etmiş. Seni sevmek, kendisini sana sevdirmek vazifsei altına girmiş. Vücudunu senin faydalanmana terk ve teslim etmiş. O da senin vücudunu kendi faydalanmasına almak hakkını kazanmış. Sen onun malı, o senin malın olmuş. Keni vücudunu senin vücuduna ve senin vücudunu kendi vücuduna katmış. Kaynatmış. Kabulden önce senden ayrıyken ve şimdi de dıştan ayrı göründüğü helde hakikatte seninle bütünleşmiş. Yani seninle bir likte iki kafalı, dört kollu, dört ayaklı bir vücüt meydana getirmiş. Lâkin bu birleşme tarafından korunmak şartıyla bir birleşme olup bu emri korumada senin, yani erkeğin vazifesi ise âlemde en nazik vazifedendir. Zira karı, koruma konusunda kuvvet ve kararını da sana terk etmiş olduğundan sen o birleşmeyi hem kendi tarafından hem de karı yönünden korumaya çalışacak ve dikkat edeceksin. Nasıl? Aferin mi dediniz? Esttağfurullah!  Âcizane!
İşte karıya bu açıdan bakılmak şartıyla artık onun karakaşından, kara gözünden, uzun boyundan, mini ağzından, burnundan, balıketinden, filânından, festekizinden bahse gerek kalmaz. Yemek pişirmesi, çamaşır yıkaması, dikiş dikmesi, filânı da şu saydığım asıl konuların dışında kalır. Yani bir dişi mahluk bulunabilir ki kara kaşlı, kara gözlü, filânlı olur da seni karın olmaz. Hâlbuki yine bir dişi mahluk bulunur ki kara kaşlıi uzun boylu, düzgün vücutlu filân olmaz da senin karın olabilir. Ayrıca bir karı bulunur ki yemek pişirir, dikiş diker, çamaşır yıkar ama senin karın değildir. Yine de bir karı bulunur ki yemek pişirmez, dikiş dikmez, çamaşır yıkamaz ama senin karındır.
Fakat rica ederim beni doktor Zeyfus’tan ders almış zannetme! Doktor Zeyfus ekellerle karılar arasında eşitlik aramak yolunda beyin patlatıyor. Eşitlik birbirinden ayrı olan iki şeyde aranır. Bense karı ile erkeği bir vücüt saydıktan sonra bir vücut üzerinde nasıl eşitlik arayabilirim? Bunu akıl ve mantık kabul eder mi?

Rumeli'ye Elveda*

            Geçmiş yüzyıllarda çokuluslu imparatorluklarda, bu arada Osmanlı’da kendi hallerinde ve belirli haklara sahip olarak yaşayan etnik ve dinsel nüfusların 19. yüzyılda uluslaşma sürecine girmeleri ve buna bağlı olarak çokuluslu Osmanlı’nın trajik çöküşü, bizim yaşadığımız “uzun yüzyıl”ın özetidir.
Kafkasya, Balkanlar ve Anadolu’da 19. yüzyıl ve 20 yüzyılın ilk çeyreğinde, etnik-disel kimliklere dayalı dayalı irredantist (diyelim, saldırgan) politikalar egemendir. Balkan devletleri ve ÇarlıkRusyası, ele geçirmek istedikleri çokuluslu Osmanlı topraklarında yaşayan Hristiyan, Slav ve Grek kökenli nüfuslara ilişkin abartılı istatistikler ürettiler. Adından buna dayanarak “ırkdaşlarını, dindaşlarını” ve o toprakları kemdi ülkelerine katmak için askeri politikalar geliştirdiler. Balkan Savaşı’nın özeti budur.
Trajik Ermeni meselesi de bu tarihi zaminde oluştu.
20. yüzyılın başında Balkanlar’da görülen etnik ve dinsel hareketlenme, 21. Yüzyılın başında Ortadoğu’da kendini göstermeye başladı. Tarihten alınacak ders, bu sorunları kan dökmeden çözmeyi gerektirir.
Tarihimizde üç facia
Nüfusumuzun yaklaşık yarısının Kafkasya, Kırım ve Balkanlar’dan geldiğini biliyor muydunuz? Cumhuriyet’in kuruluşuna kadarki 150 yıl içinde Kafkasya, Kırım ve Balkanlar’dan 5 milyon Müslüman Türkiye’ye sürüldü, tehcir edildi veya mubadeleyle Anadolı’ya geldi. Buna karşılık 1 milyon 900 bin Hristiyan da göçle, tehçir ve mubadeleyle Anadolu’dan ayrıldı.
Ulus-devletler bu süreçlerin sonucu olarak kuruldu.
Roma’dan Osmanlı’ya tarihteki çokuluslu imparatorluklarda etnik temizlik, tehcir, homojenleşme gibi politikalar yoktu, klasik imparatorluklar böyle bir ihtiyaç hissetmemişti. Ama modern çağ etnik temizlik ve tehcirlerle doludur. Neden acaba?
 Şükrü Hanioğlu: Burada en önemli etki milliyetçilik. Roma İmparatorluğu’nun olduğu çağda milliyetçilik yok. Ortaçağ’da da milliyetçi,lik yok. Ama Balkan Savaşı’nın yaşandığı çağda ya da 19. yüzyılda daha doğrusu Fransız İhtilali’nin sonrasında milliyetçilik var ve savaşlar da artık sadece böyle bir yeri almak veya vermek değil, milliyetçilik

Tepedelenli Ali Paşa İsyanı*

Osmanlı İmparatorluğu için 19.yüzyılın başlangıcında, taşrada nüfuzu giderek artan yerel güç odaklarıyla merkezi iktidarını yeniden pekiştirmeye çalışan saltanat arasındaki mücadele damgasını vurmuştur. Âyân ve eşraf olarak anılan bu güç odaklarından biri de III. Selim ve II. Mahmud döneminde yaşayan Tepedelenli Ali Paşa’dır. Ali Paşa ve ailesi,1787-1822 yılları arasından günümüzdeki Arnavutluk ile Yunanistan’ın güney ve batı topraklarını oluşturan yörede tam 35 yıl etkili bir yerel iktidar ortağı olmuştur.
            Arnavutluk’taki aile içi kavgalar ve iadreciler arasındaki nüfuz mücadeleleri arasında yetişen Ali Paşa, yerel iktidarını pekiştirdikten sonra hem merkezi otoritenin zayıflığından hem de yöredeki Rum isyanlarından yararlanarak hâkimiyetini ilan etmek ister. İsyanı sert bir şekilde bastırılır ve Ali Paşa 1822’de idam edilir. Osmanlı Avrupası’nda silinmez izler bırakan Tepedelenli Ali Paşa isyanı, 19.yüzyılda Balkanlar’daki pek çok isyana esin kaynağı olur.
            Ali Paşa isyanı sırasında Mora’da da ayaklanma çıkacak ve isyan bütün bölgeye yayılarak sonuçta bağımsız Yunanistan’ın kurulmasına yol açacaktır.
Arnavutluk Osmanlıların eline geçtikten sonra 1415/1417 yıllarında başşehri Ergiri Kasrı olmak üzere sancak haline getirilip Rumeli Eyaleti’ne bağlandı. Bu sancak bütün orta ve güney Arnavutluk’u kapsamaktaydı. Fakat zaman içinde bölgede  Delvine, Avlonya, İşkodra gibi değişik sancaklar oluşturuldu.
            Osmanlı Devleti XV. Yüzyılın ilk yarısında idri yöndenRumeli ve Anadolu Beylerbeyliği’nden oluşmaktaydı. Rumeli Eyaleti, Avrupa topraklarında ilk kurulan eyelet olup alınan topraklar sancak iadri bölümü olarak Rumeli Eyaleti’ne bağlandı. Sınırlar genişledikçe yeni eyaletler oluşturuldu. Özi Eyaleti 1593’te kurulmuş, Rumeli Eyaletin’nden  Silistre, Akkerman, Bender, Çirmen, Kırkkilise, Niğbolu, Vize sancakları XVI. yüzyıldan itibaren bu eyalete bağlanmıştır. XVII. yüzyılda ise Osmanlı İmparatorluğu’nun eyalet sayısı daha da artmıştır. Avrupa’da Rumeli, Mora, Özi, Bosna, Budin, Varad, Eğri, Kanije, Kefe, Uyvar eyaletleri, Girit Muhafızlığı, Kırım Hanlığı, Eflak-Boğdan Voyvadalıkları, Erdel (Transilvanya) Krallığı bulunuyordu. İkinci Viyana kuşatmasından sonra Budin, Temeşvar, Eğri, Kanije, Varad eyaletleri Temeşvar hariç Avusturyalılar tarafından işgal edildi, Mora Yarımadası da elden çıktı. 1716’da Osmanlı Devleti Mora’yı geri aldı. Ancak Pasorofça Anlaşması’yla Temeşvar ve Belgrad’ı

14 Aralık 2019 Cumartesi

itiraflarım*

Dalan, Çiller için Fisunoğlu’na neler anlattı?
Muhittin Fisunoğu ise Bedrettin Dalan’dan dinlediklerinden hareketle Tansu Çiller’e ateş püskürterek Başbakan olmasına ısrarla hayır diyordu.
Bir başka ayrıntı , eski MİT Müsteşarı olan Orgeneral Teoman Koman’ın Cavit Çağlar’cı olmasıydı.
Peki, sonuç mu?
Muhittin Fisunoğlu Tansu Çiller’in Başbakan olmasını engelleyemedi ama Mehmet Gazioğlu’nu İçişleri Bakanı yaptırdı.
Soru şudur:
Böylesine hayati bir konuda ortadan bölünen bir devlet yapılanmasında derinlik olabilir mi?
Devam edelim:
Tansu Çiller, Başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz ilk YAŞ toplantısında Doğan Güreş’in görev süresini uzatarak Fisunoğlu’nu emekli edip Genelkurmay Başkanı olmasını engelledi.
Keza Muhittin Paşa’nın İç İşleri Bakanı olmasını sağladığı Mehmet Gazioğlu ilk seçimde Çiller tarafından listeye alınmadı.
Daha ötesi var.
Muhittim Fisunoğlu emeklilği sonrası Hayyam garipoğlu tarafından satın alınan Sümerbank’a Yönetim Kurulu üyesi oldu.
Paşa, mafya denilen Hayyam Garipoğlu’nun banksında yönetici
Kim miydi Hayyam Garipoğlu?
MİT’in mafya mensubu diye rapor verdiği kişidir ki böyle bir raporun verildiğini, dönemin BaşbakanıMesut Yılmaz’dan dinlemiş ve bunu o dönem haber yapmıştım.
Evet, bu ülkede hakkında bu tür rapor olan Hayyam Garipoğlu gibi isimlere özelleştirme adıyla banka satıldı.

Olağan İşler*

“Emanet edilmiş gücün, özel çıkarları için kötüye kulanımı”na yolsuzluk deniyor.
Bu kısa tanım Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nden. Daha öncesinde yolsuzluk için uzun süre Dünya Bankası’nın tanımı kabul gördü: “Kamu gücünün özel mefaatler için kötüye kullanılması.”
Dikkatinizi çekmiştir. Dünya Bankası “kamu gücü” derken , Şeffaflık Örgütü “emanet edilen güç”ten söz ediyor.
“Emanet edilen güç ”daha kapsayıcı bir ifade.
Diyelim ki iyi bilinen bir şirket yöneticisi, şirket kaynaklarını kişisel hesabına geçirdi. Ya da altın madeciliğiyle uğraşan yabancı sermayeli bir şirket, on binlerce ağaç keserek maden sahası açtı. Sıra, siyanürle ayrıştırarak çıkardığuı altını ihraç etmeye geldiğinde, yük gemisine resmi makamlara bildirdiğinden daha yüksek miktarda altın yükledi. Yolsuzluk demeyecek miyiz bu işlemlere?
Bu yanıyla”emanet edilen gücün kötüye kullanımı”, siyasetçiler, kamu görevlilerinin yanında “özel sektörü de kapsıyor. Sermaye şirketlerinin yani. Zaten yolsuzluktek başına kalkışılacak bir eylem değil. Bir ilişki, bir süreç. Kaçınılmaz olarak sermaye sınıfı ile bağlantılı.
Yolsuzluk ile israf aynı değil.
Siyaset gündeminde son zamanlarda yolsuzluk yerine israf kavramının yeğlendiğini gözlüyoruz. Kamusal kötülüğü güçlü yansıtan gerçek karşılığı duururken  yolsuzluk kelimesi pek madir kullanılıyor. By eğilim yerel seçim kampanyalarında başladı. Halen de sürüyor.
AKP’nin 17 yıl önce iktidara 3Y’yi, “yolsuzluk, yoksulluk ve yasakları bitirme” vaadiyle geldiğini hatırlayan kalmamış gibi. Sanki yıllardır ödünsüz bir mücadele verilmiş

11 Aralık 2019 Çarşamba

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat*

Zweig bu novellasında bir kadını  yaşamını bütünüyle değiştiren yirmi dört saatlik deneyimini anlatırken, insanda içkin saplantılarınve dayanılmaz arzuların sınırlarında gezinir. Özgürce ve tutkuyla içgüdülerinin peşine takılan bir kadının bu kısa ve yoğun hikâyesi, kadın kalbinin sırlarına ermiş ustanın kaleminde olağanüstü bir alıntıya dönüşür. Yapııtı için mekân olrak muhteşem atmosfeiyle Fransız Rivierası’nı seçen Zweig, 1920’li yılların sonlarında Avrupa’nın “kibar” tabakasının ikiyüzlü ahlak anlayışına yönelik eleştirel tavrıyla dikkat çeker.
Savaştan on yıl kadar önce Riiiviera kıyısında kaldığım küçük bir pansiyonda, yemekte aniden şiddetli bir tartışma çıkmış; bşrden öfkeli bir kavgaya, hatta nefret ve kırgınlığa yol açabilecek boyuta ulaşmıştı. İnsanların çoğı sınırlı bir hayal gücüne sahiptir. Duyumlarını uyaracak ölçüde yakınlarında gerçekleşmeyen bir olaya ilgi göstermek pek içlerinden gelmez; ama ayn ı şey gözlerinin önünde, doğrudan duygularına dokunma mesafesinde gerçekleşirse, bu olay önemsiz bile olsa, hemen aşırı bir duyarlılk gösterirler.Böylelikle normalde nadiren görülen tepkilerini ölçüsüz ve abartılı denebilecek bir sertlikte telafi etmiş olurlar.
İstisnasız hekesin burjuva olduğu grubumuzda bu kez aynı böyle bir davranış sergilendi, oysa genelde herkes sakin sakin kendi arasında havadan sudan konuşur;  yüzeysel, küçük şakalar yapar, çoğunlukla yemek bittikten hemen sonra dağılırlardı: Alman çift günübirlik geziye çıkıp amatör fotoğraf çekmeye gider, keyfine düşkün Danimarkalı tekdüze balık avına çıkar, soylu İngiliz kadın kitaplarına gömülür, İtalyan çift Monte Carlo’ya kaçamak yapmaya gider, bense şezlongda tembellik yapar ya da çalışırdım. Oysa bu kez hepimiz o öfkeli tartışma yüzünden oturduğumuz yere çakılıp kaldık; içimizden birinin birden ayağa fırlamasının nedeni her zamanki gibi nazik bir hoşça kalın demek için değil; aksine az önce söylediğim gibi, deyim yerindeyse saygsızlığa varan hararetli kızgınlığı dışa vurmak içindi.
Beraber yemek yediğimiz küçük grubumuzu alt üst eden olay elbette oldukça sıra dışıydı. Benim de aralarında bulunduğum yedi kişinin kaldığı pansiyon, dışarıdan bakınca bağımsız bir villa görünümünde olsa da, -ah, zikzaklar çizen kayaların bulunduğu sahile peencerelerden bakmak öyle muhteşemdi ki!- aslında büyük Palace Hotel’in daha ekonomik sınıftan ek binasından başka bir şey değildi; aradaki bahçe bu iki binayı doğrudan birbirine bağlıyordu, bu sayede ek binada kalan bizler otelde konaklayanlarla sürekli karşılaşıyorduk. İşte burası bir gün önceki gün tam bir skandala sahne

Mutluluğun Sırları*

EvlilikteMutluluğun Sırları*
Evlenmek kadar evliliği korumak, evliliği korumak kadar eeşimizle mutlu olmak da şarttır. ... .. bir başka ayet-i kerime şöyle ifade etmektedir:”Onlar (kadınlarınız) sizin için bir libastır. Siz de onlar için bir libassınız.
Libas... yani elbise... erkek ve kadın; biri diğerinin örüsü. Her biri diğerini kötü yola düşmekten koruyan bir engel.
Aynı durumu bir İslam alimi de şöyle tespit etmiştir: İnsanın ihtiyacı ı en fazla tatmin eden kelbine karşı bir kalbin bulunmasıdır ki her iki taraf  sevgilerini, aşklarını, şevklerini birbirleriyle paylaşsınlar. Birbirlerine; lezzetlerde ortak, gam ve kederli şeylerde de yardımcı olsunlar. ... .. Ve eşler, ölüm onları ayırana kadar birbirlerinin “en önemli değerleri” olmalıdır.
Ayrıca Yüce Rabbimiz Kuran-ı Kerim’de “Mü’min erkek ve kadınlar birbirinin dostları ve yardımcılarıdır. (Tevbe-71) buyurmaktadır. Demek ki eşler birbiri için, en önemli, en değerli iki insandır. Yani birbirinin kusurunu arayan, ayıbını ortaya döken, küçük düşüren değil, birbirinin kusurunu örten, birbirini yükselten iki insandır. Birbirini tüketen deği, destekleyen, güçlendiren, yaşama sevinci veren iki insandır.Çiftlerin ortak ilgileri, ortak zevkleri olmalıdır. Onlar birbirlerine hakaret etmeden, bağırıp çağırıp küfretmeden farklı düşündüklerikonuları insanca konuşup, ortak bir paydada buluşabilmelidirler.
Monotonlaşmış İlişkileri Canladırın
Su dolu kazanda canlı canlı haşlanarak direnmeden ölen kurbağaların hikayesini hepimiz biliriz. Normal olarak kaynar suya atılan kurbağalar hemen dışarı atlayacak ve kurtulacaklardır. Ama bu kurbağalar atlamazlar ve direnmezler bile. Neden mi?Çünkü kazana atıldıklarında su ılktı, her şey güzeldi. Sonra sıcaklık yavaş yavaş yükselir. Su ısınır ... ısınır... ve kaynar. Tabiiki kurbağa, hayatından memnun bir şekilde ölür. İlişkilerimizin geldiği noktada aynı tavır ve davranışlar; monotonlaşmış, heyecanını kaybetmiş ilişlkileri beraberinde getiriyor. Mutlaka ilişkilere renk getirecek katkılara ve bizi kendimize getirecek şoklamalara ihtiyacımız var. Bu konuda neler yapılabilir:
Beklenmedik küçük sürprizler ve hediyeler.

Bizans'ın Fethi*

“Bu noktada Mehmet’in aklına harikulade bir plan gelir.Konstantiniye önünde hiçbir işe yaramadan öylece duran kadırgalarını karadan yarımadayı aşırtıp, Haliç körfezine sokacaktır. Çok cüretkar ve soluk kesici bir girişim olan yüzlerce geminin yarımadanın tepelerinden taşınmasını Bizanslılar, bir zamanlar Anibal ve Napoleon’un Alp Dağları’nı geçebilmesinin olanaksız olduğuna inanmış Romalılarla Avusturyalılar gibi, daha ilk günden saçma bulurlar. İnsanoğlunun deneyimlerine göre gemiler sadece denizde hareket edebilir. Bir donanmanın tepeleri aşması mümkün değildir. Ancak mümkün olmayanı gerçekleştirmek çılgın istençlerin simgesidir. Askeri dâhi savaş kurallarını önemsemez, gerektiğinde denenmiş yöntemleri değil, kendi yaratıcı düşlemini uygular.”
... .. 
5 Şubat 1451 günü bir ulak Sultan Murat’ın ölüm haberini en büyük oğlu 21 yaşındaki Mehemet’e babsının ölüm haberini getirir. Kurnaz olduğu kadar güçlü de olan şehzade, vezirlerine ve danışmanlarına haber vermeden, en iyi atına atlayıp kamçıyı bastığı gibi, bir soluktayüz yimi mil ötedeki Çanakkale Boğazı’na varır. Oradan da hiç durmadan Gelibolu’ya geçer. Babasının ölüm haberini kendisine en sadık adamlarına ancak orada verir. Başkalarının tahta sahip çıkmasını önlemek içinde çok seçme askerlerden bir güç oluşturup Edirne’ye yürür. Orada herhengi bir dirençle karşılaşmayan genç Mehmet, Osmanlı İmparatorluğu’nun yeni padişahı olarak kabul edilir. Başa geçer geçmez ilk eylemi, genç Mehmet’in ne kadar acımasız ve kararlı biri olduğunu gösterir. Daha ilk günden  aile içinde kendisine karşı çıkanları yok etmeye niyetli olduğunu ortaya koymak için reşit olmayan kerdeşini hamamda öldürtür. Hemen ardından da bu cinayeti işlemekle görevlendirdiği katili ölüme gönderir.
Daha temkinli bir padişah olan Murat’ın yerine bu genç, tutkulu ve şöhret düşkünü Mehmet’in Türklerin padişahı olduğu haberi Bizans’ta korku yaratır. Yüzlerce casusu aracılığı ile Bizans, çok hırslı padişahın, dünyanın bir zamanki başkentini ele geçirmek için ant içtiğini bilmektedir. Bütün gençliğine karşın büyük amacına ulaşmak için gece gündüz düşünüp taşınmakta, planlar yapmaktadır. Ancak bu haberlerin yanı sıra,yeni padişahın olağanüstü askeri ve diplomatik yeteneklere sahip biri olduğundan da söz edilir.Mehmet hem dindar hem de acımasızdır, hem de her fırsatta hırslı ve sinsidir. O bir yandan oluk gibi kan akıtan, öte yandan Sezar’ı ve

Kara Kutu*

... .. Başbakan Bülent Ecevit ile Atatürk Orman Çiftliği’nde bulunan Atatürk Evi’nde gerçekleştirdikleri görüşmeyi komisyon üyelerine anlatan Hasan Fehmi Güneş, “Mümkün değil, bu MİT bize istihbarat vermiyor, alamayacağız” dedim. Ne yapalım?’  dedi başbakan . Bir kişi getirmişti, Batı’da istihbarat eğitimi görmüş, sanıyorum ismi Mehet’ti, onu MİT’te görevlendirmek istiyordu başbakan. MİT’in amiri sayılan yer, o Mehmet’i MİT’te görevlendiremedi. Dedim ki: ‘Böyle yürütmemiz mümkün değil, yani devletin ne kadarını biz yönetiyoruz, egemenliğin ne kadarını ben kullanıyorum? Bunu bilmemiz lazım efendim!’ Bana, ‘Ne yapalım?’ diye sordu. ‘Değiştirelim’ dedim. MİT’i feshedelim, aynı kararnameyle yeni bir haber alma örgütü kuralım, ‘Bunu hiç konuşmamış olalım’ dedi. Olay budur...
... ..
Neler oluyordu?
... .. Anne sütü yerine süttozu kullanılması gibi... Süttozu 10 milyar dolarlık pazardı. Özellikle az gelişmiş ülkelerde anne sütü bırakılır ve bebeklerin süttozu alması sağlanırsa bu Pazar daha da genişleyecekti...
Burada parantez açamalıyım: Türk çocuklarının yakından bildiği ABD’nin süttozunun ne gibi yan etkilere sebep olduğu hiç ortaya çıkarılmadı. Bu konu gündeme bile gelmedi! Oysa... O dönem  ABD, Afrika’ya bedava süttozu gönderdi. Anneler, hem kolaylarına geldiğinden hem de daha sağlıklı olduğu empoze edildiğindenbebeklerini, emzirmeyi kesti. Ancak, ABD şirketleri zamanla süttozunu parayla satmaya başladı.
Daha kötüsü ise hiç açıklanmadı: Anne sütü alamayan bebekler yetersiz beslenme nedeniyle bağışıklık sistemi gelişmediinden hastalıklardan ölmeye başladı. Bu kez aşı dayatıldı! ABD’nin süttozu tuzağı çok ülke tarafından protesto edildi, etkin kampanyalar düzenlendi.Dünya Sağlık Örgütü açaıklama yapmak zorundabırakıldı: bebeklerin ilk altı ay sadece anne sütüyle beslenmesi şarttır!”
... ..Mesele sadece süttozuyla sınırlı değildi. Aslında bu, sağlığı iyileştirmek isteyen ülkelerle, sağlığı bozup ilaç satmak isteyenülkeler arasındaki kıyasıya mücadeleydi.
Sonuçta... Alma Ata’daki 1sermayenin tıbbına karşı, emeğin tıbbını öne çıkaran halkçı sağlık” bildirgesi ABD’nin hoşuna gitmedi.

paris'te bir osmanlı sefiri*

Haziran 1721... Paris sosyetesi, kralı ve saraylıları bir kenera bırakıp yeni bir meraka düşmüştür. Elçi Yirmisekiz Mehmet Çelebi ve heyeti bu ilgiye yabancı değildir. Fransa’ya ayak bastıkları andan itibaren, halk onları seyretmek için geçtikleri yerlere akın etmektedir.
Çelebi, Fransızların savaş meydanlarındaki izlenimler üzerinden yarattıkları Türk imgesisinialt üst eder: Kültürü, yaşam tarzı, edebi bilgisi bu imgeenin eksik kalan taraflarını bütünler.
Ülkemizde Batı kültürüyle tanışmada öncü kabul edilen Çelebi Avrupa’da Turquerie’nin yolunu açmış; bu akımla modadan mimariye, müzikten resme pek çok alanda Türk tarzı ürünler verilmiştir.
Neredeyse üç asır önceki Fransa’nın gördüğü kısımlarını anlatan bu sefaretnemede Çelebi, itiraf etmek lâzımdır ki, iyi bir gazeteci kadar dikkatlidir. Karşılaştıklarını, sadece dış görünüşleriyle değil, mahiyetlerini de öğrennmeye çalışarak anlatmaya bilhassa ehemiyet verdiği sezinlenmektedir. En güzel tarafı da Avrupa’yı asırlar boyunca baskısı altında tutmuş muhteşem Osmanlı İmparatorluğu’nun  mümessili olarak Fransa’ya ayak basan Çelebi’nin önüne çıkan bütün yenilikler, Türkiye’de eşi olmayan gösterişli eserler karşısında ağır başlılığını muhafaza etmesi, bunların yapılabilir şeyler olarak sadece takdirle karşılanmasıdır.Kendine gösterilen büyük m isafirperverliği temsi,l ettiği devletin şanına lâyık bulduğu için hiç yadırgamayan, ömürlerinde Osmanlıgörmemiş olduklarını itiraf eden kimselerin tecessüs merakından gelen sıkıcı davranışlarına karşı da hoşgörülülüğü elden bırakmayan çelebi bu seyehatta gördüğü yenilikleri meleketine duyurmakla vazifeli aklı başında bir Türk’ün ruh halleri içindedir. Kendisine gezdirilen muhteşem saraylar, süslü bahçeler, emsalsiz havuzlar çocuk yaştaki Fransa kralının debdebesi onun gözlerini kamaştırmamış, hiçbir aşağılık duygusuna kapılmadan bunları sade bir üslup içinde anlatmıştır.  O kadar ki, kendisini en fazla tesiri altına bırakan, hayatında ilk defa gördüğü opera bile onu fazla şaşırtmış değildir. Bin yüz otuz iki senesi zilhiccesinin dördüncü Pazartesi (7 Ekim 1720) İstanbul’dan ... .. tüccar kalyonuna binip,  bin yüz otuz üç senesinin .. .. yirminci günü (21 Kasım 1720) .. ..Tulon şehri denilen mahalle dahil olduk. ... .. Bizim vardığımız esnada Allah’ın emriyle Marsilya’da büyük hastalık zuhur edüp, mazaallah seksen bin kadar nüfus telef olmuş; belki daha ziade olmak ihtimali de ola. ... ..

Fevzi Çakmak & Batı Rumeli'yi Nasıl Kaybettik*

“19 Haziran sabahı Karadeniz gemisi, akşama doğru da Gülcemal vapuru Seman iskelesinden hareket ettiler. Ben de Gülcemal vapurundaydım. Batı Rumeli’inde beş yüz yıllık Türk hâkimiyetine veda ettik. Güneş batarken Arnavutluk kıyıları da gözümüzün önünden siliniyordu. Atalarımızın asırlar boyunca kanlarıyla suladığı , eski ve yeni şehitlerimizin gömüldüğüvatan parçasının terk edilmesi kalplerimizde giderilemeyecek acılar, hasretler meydana getiriyordu...”
Balkan coğrafyası tarihinin dönüm noktalarından Balkan Harbi, Osmanlı Devleti’nin bölgedeki beş asırlık egemenliğinin de sonuydu. Balkan Harbi’nde neler yaşanmıştı? Mareşal Fevzi Çakma, sonuçları yeni bir devri açan Balkan Harbi’nin üzerinden on yıl geçtikten sonra 1925’te, Türkiye Cumhuriyeti’nin henüz ikinci yılında, Harp Akademileri’nde bölgedeki muharebeleri ayrıntılarıyla anlatır...
Balkan Harbi konferansı, ordunun nitelik ve nicelik kimliği hakkında ipuçları sunar. Ordunun temel disiplin ilkesinin, bireysel siyasi tercihlerin öne çıkmasyla bnasıl bozulduğun anlatırken üslubu, ilgi çekici değerlendirmeleri ve sert özeleştirileri ile Balkan Harbi konusundaki soruları yanıtlar.
Bölgenin nüfusu, askerlerin niceliği ve teçhizatı hakkındaki çizelgeler, muharebe alanlarını gösteren krokileriyle Garbi Rumeli’nin Sûret-i Ziyaı ve Balkan Harbi’nde Garp Cephesi”...
Mustafa Fevzi Çakmak (1876-1950)
İstanbul’da doğdu. 1898’de Harp Akademisi’nden mezun oldu. 3.Ordu 18. Teğmen (Metroviçe Kurmaylığı’na atandı. Balkan Harbi’nde Taşlıca Mutasarraflığı, 35. Tugay Komutablığı, Mürettep Kosova Kolordusu, Mürettep İşkodra Kolordusu Kurmay Başkanlıkları ile Genelkurmay 5.Şube Müdürlüğü, Batı Ordusu ve Vardar Ordusu Komutanlığı yaptı.1915’te Anafartalar Grubu Komutan Vekili olarak görevlendirildi.1916’da Doğu Cephesi 3. Mıntıka komutanı, Kafkas Kolordu Komutanı, 2. Ordu(Diyarbakır) Komutanı, 7. Ordu (Filistin) Komutanı olarak Birinci Dünya Harbi’nin birçok cephesinde görev aldı.1920’de Harbiye Nazırı olarak atandı. Ancak aynı sene Anadolu’ya geçerek Büyük Millet Meclisi Genelkurmay Başkanı oldu. 1922’de Batı Cephesi Komutanı olarak görevine cephede devam eden Fevzi Çakmak, kazanılan Büyük Zafer’in ardından Mareşal rütbesine hak kazandı.

Osmanlı’da Neft ve Petrol*


... .. çalışma, yalnızca bir petrol tarihi değil aynı zamanda  enerji kaynaklarının tarihi niteliğindedir.

            Osmanlı, neft ve petrol sözcüklerini sık sık birlikte kullandığından, bu uygulamayı, yani neft ve petrol sözcüklerini petrol gibi Batı kökenli bir sözcüğün birlikte kullanılması uygulamasını kitabın adına da yansıtan yazar, böylece Osmanlı’nın bu iki medeniyet arasında kaldığını ama her ikisinden de belirli ölçülerde yararlanmaya çalıştığını vurgulamak istemiştir. Diğer birçok alanda olduğu gibi, enerji konularındaki tüketim trendlerini de başarıyla yakalayan Osmanlı İmparatorluğu’nun, üretim teknolojilerinde çağına ayak uyduramaması yüzünden yaşadığı sıkıntılar onun yok olmasına kadar uzanan nedenler zincirinin önemli bir halkasını oluşturmaktadır.
            Eski Osmanlı topraklarında günümüzde uygulanmaya çalışılan uluslararası enerji politikalarının genleri binlerce yıl geriye gitmektedir. Bu genetik şifreyi çözmeden bölgenin ve ülkemizin bugününü kavramaya çalışılması, yanlış değerlendirmeler yapılmasına yol açabilecektir. Osmanlı’da Neft ve Petrol bu açıdan önemli bir kaynak eser işlevini görecektir.

İmparatorluğun İlk Günlerinden Sultan Abdülâziz Dönemine kadar (1299-1868)
Babil’in Sönmeye Ateşi
Odun ve Kömür Katranından Neft’e
Neft bir Ma’den mi?
Yarde Biter Madenlerden
Âteş’i Nemrûd’dan Âteş’i Neftê
Kömür Çıkarılsın, Güzel Şeydir
Fransa,de Tott ve Jeoloji
Tanzimât ve Abdülmecid’in Kömürleri
Albay Drake’den Rockefeller ve Nobel Kardeşlere

Bağırmayan Karı Koca Olmak

... belki de en önemlisi, gerçekten de acı çekiyorsunuzdur. En kötü evliliği yaşadığınızda ya da en azından sizinkinin şimdiye kadarkilerin en kötüsü  olduğuna inanıyorsunuzdur. Bu yüzden biraz rehberlik ve umut arıyor olabilirsiniz.
... .. Hiç iletişim kurmamaktansa, yanlış bile olsa iletişim kurmak iyidir. Çünkü birebir çatışmalar, gerçek bir yakınlık için soğuk ve mesafeli davranmaktan her zaman daha iyidir, özellikle de hakiki ve kalpten bir ilişki deneyimi (hatta muhtemelen aklınızı alan, çığlık dolu bir sevişme) yaşamak istiyorsanız.... ..
Deli olmadığınıza, yalnız olmadığınıza –evliliğinizin zor ama  çok zor olduğuna ve sizi evli pek çok insana benzettiğin dair küçük de olsa duyduğunuz inanca sıkı tutunun. ... ..
... ormanın en geçilmez yerinde saplanıp kalmış yorgun bir gezgin gibi hissediyorsanız, sakinlik ve keyif verecek düzlükler zannettiğinizden de yakın olabilir.
Kişisel bütünlüğünüz, siz sessiz olduğunuzda en yüksek sesle konuşan, size hayatınızın en tutkulu hayallerini ve en derin prensiplerini gösteren parçanızdır. ... .. Kişisel bütünlüğünüz sevgiyi onaylayan , yaşamı değiştiren etkili kararlar verme potansiyeli en yüksek parçanızdır ve ben bu yüzden çok açık bir şekilde onunla konuşmaya çalışıyorum. ... ..
            Kişisel bütünlüğünüz aynı zamanda en çok istediğiniz şeyi biliyor ve bu kitabı okuyor olmanız da en derin hayalinizin ne olduğunu gösteriyor. Siz sıcaklık, olgunluk, huzur, bağlılık ve yakınlık  sunan daha önce yaşadığınız ya da tadını çıkardığınız hiçbir şeye benzemeyen harika bir evlilik deneyimi yaşamak istiyorsunuz.
Sorun sen değilsin, benim
Evliliğiniz için en iyi yapabileceğin şey kendinize daha fazla odaklanmayı öğrenmenizdir. Evet, daha ben merkezli olmanız gerektiğine inanıyorum.  Bunun delilik olduğunu söylemeden önce  beni bir dnleyin. Her harika evlilik ben odaklı bir evliliktir., çünkü tüm harika evliliklerde iki adet kendine odaklı ben gerektirir. Her harika evlilik iki tam ve kendine odaklı insanın arasındaki bağdır. Bu iki güçlü birey, diğer tarafın iyiliği için aktif bir şekilde kandilerini geliştirmeye çalışırken illa ki diğer tarafında aynısını yapmasını beklemez. Bu iki kişi ne ayrılıktan ne de birlikte olmaktan korkar, ikisinin dengesini bulmaya çalışırlar. İkisi de şükürler olsun ki eşlerinin kontrolleri dışındaki

3 Aralık 2019 Salı

Ortadoğu’da Diktatörler*

... bu ülkelerin sultan, emir, cumhurbaşkanı ve yöneticilerinin büyük bölümünü tanıdım. Ayrıca bu ülkelerde çok sayıda insanla tanıştım ve konuştum. Bu ülkelerin hemen hemen herşeyini bilyorum: Tarihini, bugününü, siyasetini,ekonomisini, sosyolojisini, kültürünü, psikolojisini, ... Çünkü dillerini de biliyorum, dinlerini de... İşte bu nedenle kitabı yazarken daha çok kendi  yaşadığım olayların hikâyelerini anlatmaya çalıştım. Yani insan boyutunu.
Ama özetle...
Nasıl olsa hepsi birbirine benziyor; özellikle siyasal yaşamları... Batı ise büyük ölçüde kendisinin neden olduğu bu durumu herkesten daha iyi biliyor ve ona göre plan yapıyor. Örneğin Batılı ülkeler “Arap Baharı” öncesinde demokrasi, özgürlük ve insan hakları düşmanı ikjtidarları çok seviyor ve destekliyorlardı.
Arap Baharı^’nda tersi oldu.
1917 Belfour Deklerasyonu ve SykesDevamında Sevr. Sonrasında dinsel ve etnik kavgalar ve siyasal İslam’la bitmek bilmeyen bir tarih.Mesut Barzani’nin referandum ve bağımsızlık çabası bir ekstra... Yaz yaz bitmez... Grekler, Truva’yı almak için insanları atla kandırdılar ama şimdi ABD herkesi eşekle kandırıyor.
8-10 Haziran 2004’te ABD’nin Sea Island kasabasında toplanan G-8 zirvesinde Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ilan edildi.Toplantıya katılan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Tayyip Erddoğan, dönemim İtalya Başbakanı Silvio Berluskoni ve Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’le birlikte Demojrasi Grubunun eş başkanları olarak seçildi. Proje yirmi ikisi Arap toplam yirmi altı Müslüman ülkede demokrasi ve insan hakları geliştirilmesinden söz ediyor ve bu amaçla hızlı adınlar  atılmasını öngörğüyordu. Arap olmayan ülkeler:
İran, Pakistan, Afganistan ve Türkiye.
nemin ABD Başkanı george W. Bush, BOP’un hayata geçirilmesi için hızlı ve önemli adımlar attı. 14 Şubat 2005’te Lübnan eski başbakanı Refik Hariri öldürüldü.  ABD ve müttefikleri Esad’ı suçlayarak 20 Mart 2003’teAmerikalıların işgal ettiği Irak’a komşu ve işgal sonrası 4 milyon Iraklıyı barındıran Suriye’yi skıştırdı. Birleşmiş Milletler (BM), Suriye alyhinde birçok karar aldı ve sürekli içsavaş yaşayan Lübnan’da bulunan Suriye Ordusu bu ülkeden çıkarıldı.
Bundan iki ay sonra İsrail’i ziyeret eden dönemin ABD Dışileri Bakanı Condelizza Rice, “yeni bir Ortadoğu’nun