31 Mart 2016 Perşembe

Ya Bizdensin Ya Da... *

Persona Non Grata
“İstenmeyen Kişi”
Patronundan muhabirine,
medyadaki hâkim gücün yanında
olmamanın bedelini ödeyenler...
-Kitabın ilk sayfasına ” T.C. Anayasası 26. Madde” konulmuş. “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim, veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”
-“Önsöz”ün son bölümüne konulan Not’da ise “Feedom House, Küresel Basın Özgürlüğü 2015 haritasında Türkiye’yi “Özgür Olmayan “ülkeler arasında konumlandırdı. Bir yılyıl “Kısmen Özgür” kategorisinde yer alan Türkiye, 14 sıra gerileyerek basın özgürlüğü sıralamasındab Kenya, Tanzanya, Mozambik gibi ülkelerin gerisinde kaldı ve 197 ülkenin bulunduğu listede 134. sıraya yerleşti” açıklaması yapılıyor.
-Kitapta tanıdık isimlere ve son dönemin sürekli haber konusu olan yaşanmışlıklarına yer verilmiş.
-Bir anlamda tarihe bir kez daha not düşülmüş. içinde bulunulan dönemin fotoğrafı ve ortaya çıkan tablonun duygularda yarattığı arka plana da yer verilmiş.-... savaşta he şey mübahtır anlayışı ile hareket edenlerin,
-İçine battığı ahlâki çöküntünün içinde yuvarlanıp arkalarında kirli izler bırakanların,
-Her yaptıklarını, kendi adanmışlıkları için kutsallaştıranların yüzlerine tutulacak ışık bugün okuduğunuz eserin satırlarına gömülüyor... .. okurken; “gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü  bir huyu” olduğunu düşünüp acı acı tebessüm ediyorsunuz...
-Beğenelim ya da beğenmeyelim; işinden olmuş, hasızlığa uğramış, acı çeken habercilerin tecrübelerini okurken derin düşüncelere dalıyorsunuz...
-Daha 18. yüzyılda “Seninle aynı fikirde değilim ancak senin fikrini özgürce söyleme hakkını ölümüne savunurum” diyen Voltaire’in veciz sözü hatırlatılıyor...

24 Mart 2016 Perşembe

Küçük Kırmızı Aşk Kitabı *

-Kitabın arka yüzündeki tanıtım bölümünde “Nasıl bir geçmişiniz olursa olsun, kalbiniz ne çok kırılmış olursa olsuni size tümüyle uygun  sevgi dolu bir eş, birâşık, bir hyat arkadaşı bulabilirsiniz. İnanın ve hatırlayın: Yağmur belirli koşullar oluştuğunda yağar. Ağaçlar belirli koşullarda çiçek açar. Doğada her şeyin kşulları, yasalar var; sevgiyi bulmanın ve korumanın da. Şu anda ister hayatınıza, ruhunuza uygun bir sevgiliyi, eşi çekmeyi arzu edin, ister ilişkinizi kurmayı ve geliştirmeyi; bu Küçük Kırmızı Aşk Kitabı sizin için.” açıklaması yapılıyor.
-Biliyoruz ki günlük hayatımızın akışını düzenleyen, mutlu olmamızı sağlayan temel kavram çevremizle kurduğumuz ilişkilerimizdir.
-Kalabalıklar içinde tek başımıza kalmamız bizi mutlu eder mi?
-Ya da çevremizde bulunan insanlara rağmen içinde “sevgi”  bulunmayan ilişkilerimiz gönül dünyamızda bir anlam taşır mı?
-Sevmek ve sevilmek temel ihtiyaçlarımızdan birisidir.  Her konuda olduğu gibi “sevgi” için de emek vermesini becerebilmeliyiz. Emek vermeden olur mu?  Sevmeyi başarabilen sevilmeyi de hak edecektir. Söylemesi kolay....  “Sevmek” ve “sevilmeyi” hayata geçirmenin “sihirli formulü” insanın kendisinde var. Sihirl formulü bulmak için okumak, zorlandığımızda ise destek almak durumundayız.
-Küçük Kırmız Aşk Kitabı” adı il de vurgu yapıldığı üzere el kitabı sayılır. Diğer taraftan verdiği mesajlar anlamlı. “Sevgi” ve “sevgiliyi” ararken bizi yönlendirenin; sadece günümüzdeki duygularımızın olmadığını aynı zamanda pek de hatırlayamadığımız çocukluktaki yaşanmışlıklarımızın bu günümüzü de etkilemeye devam ettiğini anlıyoruz.
-Çözümün her zaman var olduğu, sevgiyi yakalamanın ayrıntıları veriliyor.
-Bir solukta okunabilecek bir kitap...

22 Mart 2016 Salı

50’sinde Erkek *

Yola Girmek mi, Yoldan Çıkmak mı?
-Yazar eserinin önsözünde; “... .. “50! İktidarın zirvesi: Erkek güç, kariyer, hayat tecrübesi anlamında kendi zirvesinde bayrağı eline alırken, bir yandan da o güne kadar tanımadığı rahatsız bir duyguyla yüz yüze gelmeye başlıyor... Bu satırları okumak için “yakın gözlüğü” takmak zorunda olması gibi. Veya mekik çekmeyi alışkanlık haline getirmiş biriyse bile karın kaslarının gevşemeye yüz tuttuğunu anlaması gibi... İlk 50 yaş chech-up’ına girdiğinde o ana kadar sadece “erkek şakalarında” adı geçen prostat muayenesiyle karşılaşması gibi... Son otuz yılında pek de düşünmeden tadına vardığı cinsel gücünün yavaş yavaş elinden gideceği korkusuna kapılması gibi...” vurgusu yapıyor. Kitap 160 sayfa. Önsözün devamından ve sonraki bölümlerinden kısa alıntıları paylaşalım:
-“50 yaşına kadar ne öğrendiniz?” sorduğum bir erkek, “Hayatı kadınların yönettiğini öğrendim,” cevabını veriyordu. “Tahterevallinin iki tarafında da kadın oturur. Anne ve eş. Erkek bu tahterevllinin taraflarından biri değildir, ortada bir o yana bir bu yana kaykılır durur...”
-Tahterevellinin dengesinde duran erkeklerden bir kısmı, 50’sinden sonra o tahterevalliden inecek cesareti kendinde bulabiliyor.

-... ..”Erkekleri konuşturmanın kadınları konuşturmaktan farkı neydi?” diye soranlara cevabım bu sayfalara sığmaz.... Gördüm ki, erkekler parçalı parçalı düşünüyor, bir konudan diğerine daha hızlı atlıyorlar. Bu yüzden “50’sinde Erkek” filminin kurgusu epey zamanımızı aldı. Ne tuhaf ki, erkekler konuşurken bir açılıyor bir kapanıyorlardı. ... ..

15 Mart 2016 Salı

Büyü Dükkânı’nda iki Çınar *

İlk kitabın (Büyü Dükkânı) devamı sayılabilir. Öncekinden farklı olarak kısa öyküler yerine roman tadında kaleme alınmış. Müşterilerine ikinci defa kapısını açarken, dükkân sahibi yaşlı adam , yazarı ve okuyucuyu 237 sayfalık eserin derinliklerine çekiyor. Kendi hayatınızdan kesitleri birlikte sorgulamaya başlıyorsunuz. Okumamıza gerkçe oluşturabilecek alıntıları paylaşalım:
-... .. İlk günlerde birbirini anlamak ve memnun etmek için gösterilen karşılıklı özen, giderek ikisinin de hoşnutluklarını ve hoşnutsuzluklarını daha kolay belli ettikleri doğal bir yakınlığa dönüşmeye başlamıştı. ... ..
-... .. Dedelerin, zaman zaman torunlarına benzemelerine şaşmamak gerekirdi. Yaşlılık ile çocukluk arasındaki çizgi, aradaki uzun yıllara rağmen ince bir çizgiydi ve bir çocukla yaşamaya başladığınızda daha da inceliyordu sanki. ... .. “Sence neden?” ... ..”İzin veriyorsun. Kendine çocuk olma izni veriyorsun.” ... .. Büyümek, çocukluğu terk etmek anlamına geliyordu. İnsan genç iken, arkada bıraktığı çocuklukla olan bağını rahatça koparabiliyordu. Belki de bundandı; çocuklar daha önce hiç büyük olmadıkları halde büyükleri anlayabiliyorken, büyüklerin hepsinin daha önce çocuk oldukları halde; çocukları anlamakta güçlük çekmeleri...  ... .. İnsan çocuksu özeelliklerinden uzaklaşırsa, hayatı daha bir ciddiye almış, dünyadaki yerini sağlamlaştırmış oluyordu.”Sorumluluk sahibi olmak”, “başarılı olmak”. “ebeveyn olmak”, “olgun olmak” çocuklukla araya mesafe koymayı gerektiriyordu yetişkinler dünyasında. Ancak yaşlandıkça bu durum tersine dönüyorduYaşlı bir insanın kendi çocuğuyla olan bağının canlanması, hayata olan bağının güçlenmesine de yarıyordu. ... .. İşte o zaman, ipleri biraz daha kolay gevşetebiliyor ve kulak verebiliyordunuz sizi içerden dürten çocukşuluklara... .. Çocukla çocuk olma garip gelmiyordu hiç. Dede ile torun, büyük bir ciddiyet içinde inatlaşabiliyorlardı birbiriyle. Bazen annler ve babalar da çocukları ile inatlaşabilirlerdi ama bunu huzursuzlukla karşılarlar, çoğu zaman tuhaf bulurlardı. Yaşlılar ise çocuklarla olan benzerliklerinden gocunmazlardı hiç. ... ..-... .. Göz sahibine göre hareket eder ve özel olarak eğitilmezse gerçeğin kendisini değil, kendi arşivindekileri görür. Yani geçmiş deneyimlerinizin size öğrettiği kadarını görmeye devam edersiniz. Oysa baktığınız her yerde yepyeni bir gerçek vardır. Tıpkı göremeyen ve yürüyemeyen müşterimin, kendine özgü gerçeği gibi... Oysa ben ona ilk baktığımda en büyük eksiğinin gözleri ve yürüme

Büyü Dükkânı *

Kitabın sonundaki okuyucu mektuplarından birinde; “... .. Büyü Dükkânı, bir psikodrama tekniği olan Magic Shop’un şirin bir öykülemesi. Aslında insanların kendileriyle yaptıkları pazarlıklar anlatılıyor. Edebiyat endişesi taşımadan, basit bir anlatımla yazılmış .... Herkes kendine ait bir şeyler bulacak. ... Sizin de hikâyeniz var bu kitapta. Ne istediğinizi biliyorsunuz ama bir de bu açıdan bakın. ...
Okunması için gerekçe oluşturabilecek kısa alıntıları paylaşalım:
-... .. “Şöyle düşünün: Otomobil kullanıyorsunuz ve gaza bastıkça hızınız artıyor. Hızdan hem zevk alıyor, hem de biraz ürküyorsunuz. Aldığınız zevk, korkunuzdan baskın olduğu müddetçe gaza basmaya devam edersiniz. Ama diyelim ki yolunuzun üzerinde bir tehlike belirdi. O zaman, korkunuz ön plana çıkar ve gazdan ayağınızı çekersiniz. ... .. tehlikeyi baştan hayal edebilirseniz, korkunuza daha erken kulak verir ona göre davranırsınız. Tehlikenin karşınıza çıkmasını beklerseniz, o zaman da korkunuz, ayağınızı gazdan çekmenize yarar. Ama hiç korkunuz yoksa, ayağınızı gazdan çekme şansınız da yoktur. ... ..
-“Bir insanın akıllı davrnaması için üç yol vardır: Birincisi iyi düşünmektir. Bu en soylusudur. İkincisi, taklit etmektir. Bu en kolayıdır. Üçüncüsü, denemiş olmaktır. Bu en acısıdır.” (Konfüçyüs)
-... .. İnsanlık tarihi, isteklerin korkuya yenik düşmesinin ve garanti arayışlarına feda edilmesinin örnekleriyle doludur. Oysa işstek ve korku hep var olmuş, garanti ise hiç olmamıştır. ... ..
-... .. İlkbahar tıpkı kadın gibiydi ona göre. Önce, çok özlediğiniz ve karşı koyamadığınız bir sıcaklıkla sarıyordu sizi. Tam buna alışıp kendinizi bırakmışken, aniden terk edip gidiyor ve sizi tek başınıza bırakıyordu. Üşüyor, titriyordunuz. Sonra bir gün, hiçbir şey olmamış gibi yeniden çıkageliyordu. Bu kez, korkudan daha tedbirli davranıyordunuz.  Hemen bırakmıyordunuz kendinizi kollarına. Bir melek gibi verici, ama şeytanla işbirliği yaparcasına güvenilmez ve bunların bir araya gelişiyle son derece cazibeli bir mevsimdi ilkbahar.
... .. “Olmaz mı, tabii ki çok mutlu günler geçirdik birlikte. ... .. Eşim, aslında iyi bir insandır. Ama... ..  Ama yıllar geçtikçe hiçbir şeyin değişmediğini gördüm. Hayatınıza renkler katmazsanız, ister istemez  monotonlaşıyor. ... ..
-... .. Meğerse mutlu olduğum anlar ne kadar çokmuş. ... ..

3 Mart 2016 Perşembe

Sofi’nin Dünyası *

Felsefe tarihi üzerine bir roman
Kitabın ilk sayfalarında “Goethe”den yapılan alıntı okuacaklarınıza ilişkin ip uçları veriyor. “Üç bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır.”
Yazar Jostein Gaarder (1952) Norveçli bir felsefe öğretmeni. Kitap 592 sayfa. Kısa alıntıları paylaşalım:
-Kimsin? ...
-Sen bensin, dedi.
Cevap alamayınca cümleyi tersine çevirip:
-Ben senim, dedi. ... ..
-... .. Kim olduğunu bilmemesi garip değil miydi?  Dış görünüşünü kendinin belirleyememesi de akıl alır şey değildi? Kendi oluvermişti işte. Arkadaşlarını seçmek elindeydi ama kendi kendisini seçememişti. İnsan olmak bile onun fikri değildi!
-İnsan neydi?
-... .. sanki aslında bir kuklaymış da birisi bir büyü yapmış, böylelikle yaşayan bir canlı olmuş gibi hissetti endini.
-Şu an dünyadaydı işte ve garip değil miydi, böyle mthiş bir masalda yaşıyor olması? ... ..
-Sofi varolduğunu düşünürken aklına hep de böyle varolmayacağı geldi. .. ..
-Ölümden sonra hayat var mıydı? Kedinin bundan da haberi yoktu herhalde. ... ..
-... .. birgün gelip yok olacağını düşündüğünde, yaşamın ne kadar değerli olduğunu anlıyordu. Madeni bir paranın bir ön bir arka yüzünü döndürüp duruyordu sanki. Bir taraf ne kadar büyük ve belirginse, öbür taraf da o kadar büyük ve belirgin oluyordu. Yaşam ve ölüm madalyonun iki yüzüydü.
-... .. Yaşamanın ne güzel bir şey olduğunu anlamak için hasta olmanın gerekmesi ne üzücü bir şeydi! ... ..
-... .. Kâğıtta, Dünya nasıl meydana geldi? diye yazıyordu. ... ..
-... .. Ah, bir bilseydi! Dünya’nın koca evrende küçük bir gezegen olduğunu biliyordu. Ama ya evrenin kendisi nasıl meydana gelmişti?