15 Mart 2016 Salı

Büyü Dükkânı’nda iki Çınar *

İlk kitabın (Büyü Dükkânı) devamı sayılabilir. Öncekinden farklı olarak kısa öyküler yerine roman tadında kaleme alınmış. Müşterilerine ikinci defa kapısını açarken, dükkân sahibi yaşlı adam , yazarı ve okuyucuyu 237 sayfalık eserin derinliklerine çekiyor. Kendi hayatınızdan kesitleri birlikte sorgulamaya başlıyorsunuz. Okumamıza gerkçe oluşturabilecek alıntıları paylaşalım:
-... .. İlk günlerde birbirini anlamak ve memnun etmek için gösterilen karşılıklı özen, giderek ikisinin de hoşnutluklarını ve hoşnutsuzluklarını daha kolay belli ettikleri doğal bir yakınlığa dönüşmeye başlamıştı. ... ..
-... .. Dedelerin, zaman zaman torunlarına benzemelerine şaşmamak gerekirdi. Yaşlılık ile çocukluk arasındaki çizgi, aradaki uzun yıllara rağmen ince bir çizgiydi ve bir çocukla yaşamaya başladığınızda daha da inceliyordu sanki. ... .. “Sence neden?” ... ..”İzin veriyorsun. Kendine çocuk olma izni veriyorsun.” ... .. Büyümek, çocukluğu terk etmek anlamına geliyordu. İnsan genç iken, arkada bıraktığı çocuklukla olan bağını rahatça koparabiliyordu. Belki de bundandı; çocuklar daha önce hiç büyük olmadıkları halde büyükleri anlayabiliyorken, büyüklerin hepsinin daha önce çocuk oldukları halde; çocukları anlamakta güçlük çekmeleri...  ... .. İnsan çocuksu özeelliklerinden uzaklaşırsa, hayatı daha bir ciddiye almış, dünyadaki yerini sağlamlaştırmış oluyordu.”Sorumluluk sahibi olmak”, “başarılı olmak”. “ebeveyn olmak”, “olgun olmak” çocuklukla araya mesafe koymayı gerektiriyordu yetişkinler dünyasında. Ancak yaşlandıkça bu durum tersine dönüyorduYaşlı bir insanın kendi çocuğuyla olan bağının canlanması, hayata olan bağının güçlenmesine de yarıyordu. ... .. İşte o zaman, ipleri biraz daha kolay gevşetebiliyor ve kulak verebiliyordunuz sizi içerden dürten çocukşuluklara... .. Çocukla çocuk olma garip gelmiyordu hiç. Dede ile torun, büyük bir ciddiyet içinde inatlaşabiliyorlardı birbiriyle. Bazen annler ve babalar da çocukları ile inatlaşabilirlerdi ama bunu huzursuzlukla karşılarlar, çoğu zaman tuhaf bulurlardı. Yaşlılar ise çocuklarla olan benzerliklerinden gocunmazlardı hiç. ... ..-... .. Göz sahibine göre hareket eder ve özel olarak eğitilmezse gerçeğin kendisini değil, kendi arşivindekileri görür. Yani geçmiş deneyimlerinizin size öğrettiği kadarını görmeye devam edersiniz. Oysa baktığınız her yerde yepyeni bir gerçek vardır. Tıpkı göremeyen ve yürüyemeyen müşterimin, kendine özgü gerçeği gibi... Oysa ben ona ilk baktığımda en büyük eksiğinin gözleri ve yürüme
yeteneği olduğunu düşünmüştüm. Meğer ne kadar yanılmışım. İşte onun için, zamanla gözlerimi kendimden uzaklaştırmayı ve yanlızca baktığım yere daha iyi bakmayı, bildiklerimi unutarak bakmayı öğrenmeye başladım. Tıpkı bebekler gibi... Bebekler ilk gördüklere şeylere çok dikkatli ve uzun uzun bakarlar. Çünkü zihinlerinde onunla ilgili hiçbir bilgi yoktur ve öğrenmek için bakmaları gerekmektedir ... ..

-... .. “Yıllardır hep bunu yapıyorum ben. İsteklerimi önce hak etmem, sonra da hak ettiğime karşımdakini inandırmam gerektiğini düşünüyorum. Ama inandırmaya çalışmak aynı zamanda onu rahatsız eetmek demektir. Onun için bu iş başlı başına bir işkenceye dönüşür. Kendini uzun uzun anlatmak, bir şey istemek ya da en azından anlaşılmak için uğraşmak sinir bozucu bir kıvranmadır ki bunu yapacağıma hiçbir şey istememeyi hatta konuşmamayı tercih ettiğim çok olmuştur. Belki de bu yğüzden size geldim. ... ..
-... .. “Bildiklerimizin gücü, hissetmeye alıştığımız duyguları değiştirmekte çoğu zaman yetersiz kalır. Bunun için ezber bozan yeni deneyimler ararız.”  ... ..
-... .. Anılarınızın hep içinizde olduğunu bilseniz de onlarla karşılaşmak, bilmektençok ama çok farklı bir şeydir. Tıpkı yağmurun ıslatacağını bilmek ile yağmurda iliklerinize kadar ıslanmak arasındaki fark gibi...

-... .. “.. Başkaları sizin aynanızdır. Aynaya en çok ihtiyaç duyduğunuz anlar ise kendinizi iyi görmek istediğiniz anlardır.”


*Büyü Dükkânı’nda iki Çınar – Yeşim Türköz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder