22 Şubat 2022 Salı

Bugün Değilse Ne Zaman?


 

… .. İnsan bazen unutmada, sadece arkada bırakmayı deneyerek de affedebilir. Kendi yoluna odaklanıp, önüne bakmaya niyet ederek…

Ona de ki “Sen, seni sürekli düşünmeme değmezsin..” Sonra da gönder gitsin. Sürekli ağırlaşan bu yükü daha fazla taşıma, olmaz mı? Onu arkanda bırak. Yoluna devam et. Aklını, kalbini, hayatını işgal etmesine ve sana daha fazla zarar vermesine izin verme….


Eğer anlaşılıyorsan, uzaktaki çok yakındır. Eğer anlaşılamıyorsan, yanı başındaki çok ama çok uzaktadır. .. Yakınlık ne mesafedir, ne akrabalıkta ne arkadaşlıkta, ne de eş olmakta. Yakınlık sadece anlaşılmaktadır, anlaşılmakta…


Karşımızdaki  Biz Söylemeden Anlayamayabilir

Ne yazık ki insan, en büyük kötülüğü her zaman kendine yapıyor. Gerçek duygularımızı söylemediğimizde ya da söyleyemediğimizde kendi gerçekliğimizi mutlak gerçeklik sanıyoruz. Kendimize algılarımızdan oluşan bir dünya kuruyor, orada kendimize acımaya başlıyoruz. Bu da yetmiyor dünyayı ve içindeki herkesi karşımızda zannediyoruz.


İnsanız… Başka türlüsünü yapamadığımızda, en azından karşımızdakilerin de insan olduğunu vr hissettiklerimizi biz söylemeden anlayamayabileceklerini hatırlamalıyız…


Düşündüğümüzü söylemek isteğiniz ile sandığınız şeyler farklı olabileceği gibi söylediğiniz şeyi karşınızdakinin duyduğu da çok farklı olabilir. Hatta bazen anlamak istediği, anladığını sandığı ve

20 Şubat 2022 Pazar

Kısa Türkiye Tarihi*

Osmanlı Devleti‘ne kadar Türkler


Türklerin Üç Yurdu

Türklerin ilk tarih sahnesine çıkmaları Hun Hükümdarlığı ile olmuştur. Bu kuruluş için verilen ortaya çıkış tarihleri M.Ö. 220 ile M.S. 216’dır. Bu tarihlerden ortaya çıkan bir şey var. O da Türklerin tarih sahnesine “geç” çıkmış olduklarıdır. Yani Türkler bu bakımdan görece ”genç” bir 

halktır. Şu tarihlere bakarsak bunu daha iyi anlarız: 

M.Ö 9000-8000: Tarımın başlaması, hayvanın evcilleştirilmesi;

M.Ö. 6250: Anadolu’da Çatalhöyük kenti kuruluyor;

M.Ö. 3300: Mezopotamya’da eski Yunan uygarlığının dönüştürdüğü İskender İmparatorluğu son bulmuştu, Roma İmparatorluğu ise 3. yüzyılını yaşıyordu.

Hun Hükümdarlığı’nın ortaya çıktığı bölgeye (1. anayurt) bizde “Orta Asya” denirse de aslında burası Çin’in kuzeyindeki bölgedir. Hun halkı göçebe hayvancılık yapıyordu. Yani, yurt denen çadırlarda yaşıyor, hayvanlarını mevsimine göre otun bol olduğu yerlere götürüyorlardı. Yazın yaylalara ve dağlara gidiliyor, kışın düzlere iniliyordu. Hun boylarının göçebe hayvancılık yapmalarının nedeni, bulundukları bölgede topraklarının tarıma elverişsiz oluşuydu. Yani, göçebe hayvancılık bir zorunluluktu. Tarıma elverişli topraklar güneyde, Çin’deydi. Ama göçebelerin oraya geçmesi kolay değildi, zira Çinliler verimli toprakların bittiği yerde Çin Seddi adı verilen 6.000 kilometrelik bir savunma hattı kurmuşlardı. Çin Seddi basit bir sur değildi. Belirli aralıklarla burçları olan, üstünde araba yolu bulunan hay li karmaşık bir yapıydı. Uzunluğu konusunda bir fikir vermek için Edirne’den Ardahan’a Türkiye’nin uzunluğunun 1.500 km. dolayında olduğunu hatırlayalım. Yani Çin Seddi 4 Türkiye uzunluğundadır.

Hunlar göçebe hayvancı oldukları için kent hayatları yoktu. Yazıları da yoktu. Bu durumda kimi tarihçiler Hun Hükümdarlığı’nın devlet sayılamayacağını, buna ancak kabile (boy) konfederasyonu

19 Şubat 2022 Cumartesi

Kızıl Elma *

… .. Asıl adı Mehmet Ziya Gökalp olan yazar, 23 Mart 1876 tarihinde Diyarbakır’da doğdu. Babası yerel bir gazetede çalışan Gökalp, İslam hukukuna vakıf olanamcasından geleneksel İslam ilimlerini öğrendi. Eğitimine Diyarbakır’da başlası. 189’te İstanbul’a gitti ve Baytar Mektebi’ne kaydını yaptırdı. Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. Muhalif olan Ziya Gökalp, katıldığı eylemler sebebiyle 1898 yılında tutuklandı, bir yıl cezaevinde kaldı. Serbest bırakıldıktan sonra sürüldüğü Diyarbakır’da 1908’e kadar küçük memuriyetler yaptı. 1910 yılında kurulmasına öncülük ettiği İttihat ve Terakki İdadisi’nde  sosyoloji dersleri verdi. Bir yandan da Genç Kalemler dergisini çıkardı. Diyarbakır Ergani’den Meclis-i Mebusan’a seçildi, İstanbul’a taşındı. Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı Türk Yurdu başta olmak üzere Halka Doğru, İsl’am Mecmuası, Milli Tetebbular, İktisadiyat Mecmuası ve Yeni Mecmua’da yazılar yazdı. Bir yandan da Darülfünun-u Osmani’de (İstanbul Üniversitesi) sosyoloji dersleri verdi. 

Birinci Dünya Savaşı’nı Osmanlı Devleti’nin kaybetmesinin ardından bütün görevlerinden alındı. İngilizler tarafından 1919’da Malta Adası’na sürgüne gönderildi. İki yıllık sürgün dönemi sonrası Diyarbakır’da Küçük Mecmua’yı çıkardı. 19123’te gittiği Ankara’da Marif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı’na atandı. Aynı yıl İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Diyarbakır milletvekili olarak girdi. Kısa süren bir hastalığın sonrasında, 25 Ekim 1924’te İstanbul’da vefat etti.


Ziya Gökalp, çağının en büyük fikir ve ilim adamlarından biridir. Birçok çağdaşı gibi Osmanlı Devleti’nin yıkılma sürecinde ulusal kimlik arayışına girdi. Gökalp, çağının bütün modern, pozitif bilimlerini bilimsel bir disiplinle okuyup irdeledi ve Türk toplumuna uyarladı. Sosyoloji, kültür ve medeniyet tarihi gibi bilimlere öncülük etti. Ulusal kültürü, uluslararası kültürün yapıcı öğesi olarak kabul etti. Saray edebiyatına karşı halk edebiyatını ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasından yardımcı bir öpe olarak değerlendirdi. Toplumsal ve siyasi görüşlerini anlattığı sayısız makalesi bulunan Ziya Gökalp, “Türkçülük

Inferis *


 

… .. Mahfi Eğilmez bu romanında kamu ihalelerindeki yolsuzlukları araştıran bir maliye müfettişini, o yolsuzluklarla bağlantılı görünen cinayeti aydınlatmaya çalışan bir polis komiserini, aynı konuyu farklı açıdan soruşturan savcıyı ve olayların peşinden koşan bir gazeteciyi nefes nefese bir takip içinde buluşturuyor. 

… ..

… .. Sayfanın üstüne, altına iyice baktı, bir tarih aradı ama bulamadı. Üstü karalanmış yazının altında Latince üç cümle yer alıyordu: ‘Estuans interius’ ‘Liberrate tute me ex inferis’ ‘Dies irae.’ Bunların Türkçe karşılığını internette buldu. ‘Estuansinterius’ içi yanmak, ‘Dies irae’ kıyamet günü anlamına geliyordu. ‘Libarate tute me inferis’in çevirisi olarak karşısına çıkan ‘kendini cehennemden kurtar’ hakkında tereddüte düştü. Hatırladığı kadarıyla cehennemin Latincedeki karşılığı inferis değil inferno idi. Kısa bir araştırma yaptığında cehennem sözcüğü karşılığında Latincede infernum ve infernus sözcüklerinin kullanıldığını,u görmüştü. Inferis tek başına alındığında ‘altında’ ya da ‘aşağıda’ anlamına gelse de bu cümlenin içinde cehennem anlamı taşıyordu. Sonuçta ‘kendini cehennemden kurtar’ şeklinde yapılacak çevirinin doğru olduğuna karar verdi.

Mehmet H. belli ki Latince sözlere merak sarmıştı. Defterin Latince-İngilizce sözlüğünün yer alması tesadüf değildi anlaşılan. Acaba bu son üç cümle de bir önceki sayfadaki şiir sözleri gibi Carmina Burana’nın İngilizce sözlerini buldu ve defterdeki cümlelerle karşılaştırdı. Yalnızca ‘Estuans interius’ Carmina Burana’dan alınmaydı, ötekiler şarkı sözleri arasında yoktu. Kim bilir onları nereden almıştı Mehmet h.? Aklına Dante Alighieri’nin İlahi Komedya’sı geldi. İlahi Komedya’nın ilk bölümü Inferno’ya (cehennem) ayrılmıştı. Hafızasını biraz daha yokladığında Dante’nin İlahi Komedya’yı İtalyanca olarak yazdığını, buna karşılık eserin Latincesinin daha çok bilindiğine ilişkin bir şeyler okuduğunu hatırladı. Murat bunları düşününce köşkteki kitaplıkta Dante’nin İlahi Komedya’sının bulunup bulunmadığını

Asılı Dağ'ın Kâhini *


… .. Asılı Dağ, gerçekte “asılı” değildi ama öyleymiş gibi duruyordu. Yetmiş beş derecelik bir eğimle yatık duran devasa kütle, kasabanın dışında yeni inşa edilen 100. Yıl Parkı ‘nın tamamını gölgesiyle kaplayarak onu sıcak yaz günlerinin öğle sonrası güneşinden koruyordu.Bu o kadar çarpıcı bir doğa harikasıydı ki, televizyon belgesellerine, National Geograhic ve Canadian Geographic  dergilerine ve sayısız gezi yayınına konu olmuştu. Dünyanın dört bir yanından insanların Tory’ye akın etmesinin nedeni işte buydu. .. ..
... .. 

… .. Çocuklara matematiği sevdiren Kraliçeyi Kurtarmak romanının yazarı Vladimir Tumanov, bu kez tarihten gerçek bir serüvenin kapısını aralıyor. Batı Anadolu mitolojisindeki “sözüne inanılmayan kâhin” Kassaandra karakterinden esnlendiği soluksuz macerada, insanın doğaya verdiği zararların sonuçlarını düşündürüyor.

Coğrafyaya merak uyandıran ikinci romanı Haritada Kaybolmak gibi, yazarın bu romanı da dünyada ilk kez Türkiye’de yayımlandı.


Kassandra, on ikinci doğum gününe uyandığı sabah, yıllar sonra gelen gizemli bir mektup bulur. Kendi el yazısıyla yazılmıştır ve büyük felaketi haber vermektedir, üstelik günü ve saatiyle! Dehşete düşer, kendisi dışında herkesin yaşamın ı kaybetmesine neden olacak bu felaketi engellemek için çırpınır. Ancak, Jay dışında kimse ona inanmaz ve ailesinin hayatı da kâbusa döner. Felaketin yaşanacağı saat hızla yaklaşmaktadır….

… ..

Rollins’liler, kimseye zarar vermediği ve kasabanın ikinci turistik ilgi odağı olduğu için, bayraklı kadından rahatsız olmuyordu. Turistleri ben çok çeken şey Tory Heyelanı ve Tory Heyelanı Müzesi’ydi.

Kırgızlar














Gölge Ordu

2020 yılının başında Tanrıverdi, hem başdanışmanlık hem de Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politika Kurulu üyeliğinden istifa etti.

ASSAM ve Üsküdar Üniversitesi’nin işbirliğiyle “ASRİKA Ortak Savunma Sanayi Üretimi” temasıyla İstanbul’da düzenlenen 3. Uluslararası ASSSAM İslam İşbirliği Kongresi’ne katılan Tanrıverdi, kendisini istifaya götüren şu açıklamaları yaptı:

… ..

Bu konuşma gündem yaratırken ilk ve sert tepkilerden biri eski AKP Milletvekili Mehmet Metiner’den gelmişti. Metiner, “Cumhurbaşkanımızın askeri başdanışmanı sıfatını taşıyan biri oturup böyle konuşuyorsa oturup dizimizi dövelim! Düşmanlarımızın arayıp da bulamadığı şeyi kendi ağzından sunuyor! Şimdi o birileri kalkıp bu laflar üzerinden Cumhurbaşkanımızı hedef tahtasına otururlarsa ne diyeceğiz?” demişti.

Tepkilerin ardından Adnan Tanrıverdi’nin koltuğu hakkında karar Beştepe’de verildi.

… ..

28 Şubat 2012.

Rastgele seçilmiş bir tarih değildi.

28 Şubat 2012’de, 28 Şubat müdahalesinden tam 15 yıl sonra emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi ve 23 emekli / eski subay ve astsubay tarafından SADAT kuruldu.

SADAT…

… ..

Arapçada “seyyitler” anlamına geliyor

… ..

SADAT kurucularının büyük çoğunluğu 28 Şubat’a giden süreçte ve 28 Şubat döneminde çeşitli gerekçelerle ordudan tasfiye edilmişti.

Ordudan tasfiye edilenler ASDER isimli bir dernek kurdu. Tanrıverdi SADAT’ı ASDER üyeleriyle istişare ederek kurduklarını anlatıyordu. 

Kısa İngiltere Tarihi *


 Üzerinde güneş batmayan imparatorluğun kalbi; Britanya.

Kıta Avrupa’sının küçük kardeşi Britanya Adası, en baştan beri bereketli topraklarıyla ona sığınanlara kucak açmıştır. BU bereketli topraklar, yalnızca yerleşimcilerinin değil aynı zamanda komşularının da övgüsüne mazhar olmuş ve uzak diyarlardaki gözleri de üzerine çekmeyi başarmıştır.Öteden beridir, Roma İmparatorluğu, Vikingler, Keltler, Britonlar ve daha niceleri kendisine sahip olmak istemiş fakat tam manasıyla başarılı olamamışlardır. Nihayetinde ise öz evlatları, kendisine sahip çıkarak günümüzdeki konumuna ulaştırmıştır.

Roma İmparatorluğu’nca işgalinden Noadicea’nın özgürlük mücadelesine, merkezi krallığın kuruluşundan Magna Carta’ya, Güller Savaşı’ndan Amerikan bağımsızlığına, Doğu Hindistan Şirketi’nden Kraliçe Victorya’ya İngiltere’nin tarihin başlangıcından beri geçirdiği evreler, Amerikalı tarihçi Mary Parmele’nin anlatımıyla okurun beğenisine sunuluyor.


Antik Britanya - Sezar İşgali - Britanya’nın Roma Eyaleti Oluşu - Boadicea - Lyndin yahut Londra - Roma Lejyonlarının Geri Çekilmesi - Angıllar ve Saksonlar - Cerdic - Töton İstilası - İngiliz Krallıklarının Birleşmesi


Augustine Edwin Caedmon - Baeda - Alfred - Canute - Günah Çıkarıcı Edward - Harold - Fatih William


Loncalar ve Kentler - II. William - Haçlı Seferleri - I. Henry Becket’in Ölümü - I.Richard - John - Magna

Öyle Geçer ki Zaman *


 … …1910’larda II. Meşrutiyetle Başlayan -daha öncesinde de var gerçi; ama çok müphemdir- , sonra gittikçe kalınlaşan bir havada karşımıza çıkar bu anlayış. Bunun da en müstesnâ resmini çizen Tevfik Fikret’tir. 1924’ten itibâren, yâni İstiklâl harbi kazanılıp Cumhuriyet ilân edildikten sonraki gibi bir karşı çıkış ve düşmanlık şeklinde açıktan açığa değil. Bir direniş ve istememe hali tezâhür ediyor. Diğerindeyse bütün yenilgilerin , o aşağılamaların müsebbibi olarak İslâm gösterilmiştir.

Cumhuriyetin ilânıundan önce Mustafa Kemâl Paşa, bütün işlerine dâhil ediyor. Meclisin açılışında kurbanlar kesiliyor, Hacı Bayrama cumaya gidiliyor, namaz kılınıyor. Hattâ bazı kumandanlar “aşırıya gidiyorsunuz” diyorlar Musatafa kemâl’e. Meselâ Kâzım Karabekir Paşa dinibütün bir adam olmasına rağmen “her bir Konuda mevlüt okutuyorsunuz, namaz kıldırıyorsunuz, kurban kestiriyorsunuz, lüzum yok bu kadarına” dese de aynı şekilde devam ediyor. Halifeliğe bağlı olduğunu beyân ederek işleri yürütüyor, hânedânı ortadan kaldıracağından bahsetmiyor. Ne zaman zafer kazanılıyor, esâs yüz ortaya çıkıyor.

Bu anlamda Mustafa Kemal Paşa bir dâhi. Askeri huucuma kaldıracağı sırada “hattı müdâfaa yoktur, sathı müdâfaa vardır, o satıh da vatandır” diyor ve yurt anlamında kullanıyor bunu. Çünkü sathı müdâfaa bilinci yok. Balığa yem atılırken halife kullanılıyor. Stalin de Rus milletini Alman işğâline karşı ayaklandırırken müdhiş bir yurt bilinci var. Bu yüzden günâhları kadar sevmedikleri Stalin’in peşine takılıp yurt savunmasına geçiyorlar.

Burada da “halifemiz büyük tehlikede, kâfirlerin elinde, onu kurtarmamız lâzım” propagandasıyla Anadolu’nun dört bir köşesine adamlar gönderiliyor. Halk halifeyi kurtarmak üzere silaha sarılıyor; başka bir sâikle hareket etmiyor. Bu çok ilgi çekici bir olay. Tarihten gelen tavrımıza bakarsak, yurt sevgisi diye bir şeyin olmadığının  görürüz. Asya’nın kuzey doğusundan kalkıp Avrupa’nın ortasına, Afrika’nın

8 Şubat 2022 Salı

Çağdaş İngiliz-Yahudi Küresel Medeniyeti *


… … Asyanın en doğusu ile güney doğusunda Beşinci bine doğru yer almağa başlayan pirinç tarımı dolayındaki, ‘Doğu medeniyetleri câmiası’nın beşiği olmuştur. Asyanın güney batısında yine Beşinci bin dolaylarında buğday ile arpa ekiminin vukû bulduğu havalilerdeyse, bu defa ‘Batı câmiası’nın öncüsü Sümer kültürünün biçimlendiğini görüyoruz. Şu son andığımız mahalden peyderpey Mosopotamya, Mısır, Doğu Akdeniz -Finike-, Filistin ile İsrail- , Hırıtiyan ile İslâm ve nihâyet Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetleri çıkıp serpilmişlerdir. 1400lerin sonlarından itibaren Hırıstiyan medeniyetinden türeyen, 1600’lerin ikinci yarısından sonra ona yeğinlikle karşı çıkarak biçimlenmeğe koyulan ‘Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti’ , kendi devamı sayılabilecek birini de bilkuvve bağrında taşımaktaydı.

Avrasyanın doğu yakasındaki Doğu medeniyetleri pek uzun soluklu olmuşlardır. Batıdakilere gelince; bunlar Doğululara oranla daha kısa ömürlüdürler. İlkçağ Mesepotamya, Mısır ile Akdeniz medeniyetlerinden itibâren çeşitlilik öylesine artmıştır ki birbirleri ardısıra oluşan medeniyetlerin benzerliklerinden ziyade , zıtlıklar ortaya çıkmıştır.

Vahdet–dini ile felsefe-bilim sisteminin neşvünemâ bulduğu zemin olması itibârıyla Batı medeniyetleri câmiası, tarihte eşsiz benzeri olmayan bir mevki işgâl etmektedir. Bunlardan  birincisini Sâmi kavimlere, ikinciniyse, Arîlere borçluyuz. Vahdet-vahiy dinlerinin ilki Yahudiliktir.; ana-örneğiniyse İslâm teşkil eder. İslâmın temsil ettiği ve vucut verdiği ölçüde vahdet-vahiy dini ile Eskiçağ Ege Medeniyetinde biçimlenmiş felsefe-bilim sistem geleneği, müteâkip medeniyetler üzerinde çeşitli etkiler icra etmişlerdir.

Yapısal özellikleri yüzünden Katolikliğe yaslanmış Hırıstiyan Ortaçağ Avrupa medeniyeti kendi toplumsal ile sıyâsal bünyesinde benzersiz çalkantılar işle çatışmalara, tam manasıyla, bir cedel sürecine sahne olmuştur. Mücâdelenin en şiddetlisi, ruban ile ruhban olmayan zümreler arasında cereyân etmiştir. Bunu yanısıra dindışı, dünyevî zümrenin kendisi de, Ortaçağın erken devirlerinden, yaklaşık onuncu yüzyıldan itibâren kendi içerisinde yeğin çıkar çatışmaların tanık olmuştur: Hükümdar-