… …1910’larda II. Meşrutiyetle Başlayan -daha öncesinde de var gerçi; ama çok müphemdir- , sonra gittikçe kalınlaşan bir havada karşımıza çıkar bu anlayış. Bunun da en müstesnâ resmini çizen Tevfik Fikret’tir. 1924’ten itibâren, yâni İstiklâl harbi kazanılıp Cumhuriyet ilân edildikten sonraki gibi bir karşı çıkış ve düşmanlık şeklinde açıktan açığa değil. Bir direniş ve istememe hali tezâhür ediyor. Diğerindeyse bütün yenilgilerin , o aşağılamaların müsebbibi olarak İslâm gösterilmiştir.
Cumhuriyetin ilânıundan önce Mustafa Kemâl Paşa, bütün işlerine dâhil ediyor. Meclisin açılışında kurbanlar kesiliyor, Hacı Bayrama cumaya gidiliyor, namaz kılınıyor. Hattâ bazı kumandanlar “aşırıya gidiyorsunuz” diyorlar Musatafa kemâl’e. Meselâ Kâzım Karabekir Paşa dinibütün bir adam olmasına rağmen “her bir Konuda mevlüt okutuyorsunuz, namaz kıldırıyorsunuz, kurban kestiriyorsunuz, lüzum yok bu kadarına” dese de aynı şekilde devam ediyor. Halifeliğe bağlı olduğunu beyân ederek işleri yürütüyor, hânedânı ortadan kaldıracağından bahsetmiyor. Ne zaman zafer kazanılıyor, esâs yüz ortaya çıkıyor.
Bu anlamda Mustafa Kemal Paşa bir dâhi. Askeri huucuma kaldıracağı sırada “hattı müdâfaa yoktur, sathı müdâfaa vardır, o satıh da vatandır” diyor ve yurt anlamında kullanıyor bunu. Çünkü sathı müdâfaa bilinci yok. Balığa yem atılırken halife kullanılıyor. Stalin de Rus milletini Alman işğâline karşı ayaklandırırken müdhiş bir yurt bilinci var. Bu yüzden günâhları kadar sevmedikleri Stalin’in peşine takılıp yurt savunmasına geçiyorlar.
Burada da “halifemiz büyük tehlikede, kâfirlerin elinde, onu kurtarmamız lâzım” propagandasıyla Anadolu’nun dört bir köşesine adamlar gönderiliyor. Halk halifeyi kurtarmak üzere silaha sarılıyor; başka bir sâikle hareket etmiyor. Bu çok ilgi çekici bir olay. Tarihten gelen tavrımıza bakarsak, yurt sevgisi diye bir şeyin olmadığının görürüz. Asya’nın kuzey doğusundan kalkıp Avrupa’nın ortasına, Afrika’nın
kuzeyine, Asya’nın güneyine değin göçmüşüz. Evet, bunun yanında birçok yerde devlet kurmuşuz. Devlet toprağına vatan denir, yurt değil. Yurt, atalarının atalarına kalan kutsal topraklardır. Mezarlarımız bile ancak o çok yakın bir dönemde ortaya çıkmıştır. Doğduğumuz yerde kalmamışız ki hep yürümüşüz. Bu sebeple bir yurt sevgisinden, “aman yurdumuzu kurtaralım, yurdumuz elden gidiyor” gibi bir bilinçten söz edemeyiz. Yakın bir geçmişe değin “nerelisin” dendiğinde “Türküm, Türkiye’den geldim” diye cevap verilmezdi. “Trabzonluyum, Merzifonluyum, Elâzığlıyım” denir, memleket söylenirdi.Bu mücâdeleyi esâs yürütenler Türkler. Onların yanında, nüfusları oranında Çerkesler önemli bir yer tutuyor. Çünkü Kürtlerin yaşadığı bölgeler daha önce Birinci Dünya savaşı sırasında Ermeniler tarafından müdhiş bir tehdit altında kalmıştır. Ermeni mezâliminin baş oyuncuları arasında Kürtler zikredilir. Bunu hep işitirdim. İşin içinde hem soygun hem de bir de intikam olayı var. Öc alma, yapılanı mazur göstermez, ama bir duygu durumunu tahlil etme bâbında önemli. … ..
* Öyle Geçer ki Zaman & Teoman Duralı Söyleşi Ali Değirmenci - Ayşe Yılmaz
Turkuaz Kitap
Birinci Baskı: Ocak 2020
Teoman Duralının (satın aldığım iki kitaptan kitaplardan ilki olan) “Öyle Geçer ki Zaman”ı bir hafta kadar bir sürede hemen bitirdim. Çok ilginç, bilgilendirici ve düşündürücü buldum…. hatt hem Osmanlı'nın son dönemlerini hem de Cumhuriyetin özellikle ilk ve sonraki dönemlerine ilişkin bölümleri kendime mal etmek için bazen tekrar tekrar okumaya çalıştış... ülkemizin çalkantılarla dolu yıllarında geçen ve ele avuca sığmayan çocukluk ve gençlik, hatta evliliğinin ilk yıllarındaki ilginç yaşam tarzı ve sonrasındaki olgunluk dönemini sürükleyici bir roman gibi okuduğumu ifade edebilirim….
YanıtlaSil