20 Şubat 2022 Pazar

Kısa Türkiye Tarihi*

Osmanlı Devleti‘ne kadar Türkler


Türklerin Üç Yurdu

Türklerin ilk tarih sahnesine çıkmaları Hun Hükümdarlığı ile olmuştur. Bu kuruluş için verilen ortaya çıkış tarihleri M.Ö. 220 ile M.S. 216’dır. Bu tarihlerden ortaya çıkan bir şey var. O da Türklerin tarih sahnesine “geç” çıkmış olduklarıdır. Yani Türkler bu bakımdan görece ”genç” bir 

halktır. Şu tarihlere bakarsak bunu daha iyi anlarız: 

M.Ö 9000-8000: Tarımın başlaması, hayvanın evcilleştirilmesi;

M.Ö. 6250: Anadolu’da Çatalhöyük kenti kuruluyor;

M.Ö. 3300: Mezopotamya’da eski Yunan uygarlığının dönüştürdüğü İskender İmparatorluğu son bulmuştu, Roma İmparatorluğu ise 3. yüzyılını yaşıyordu.

Hun Hükümdarlığı’nın ortaya çıktığı bölgeye (1. anayurt) bizde “Orta Asya” denirse de aslında burası Çin’in kuzeyindeki bölgedir. Hun halkı göçebe hayvancılık yapıyordu. Yani, yurt denen çadırlarda yaşıyor, hayvanlarını mevsimine göre otun bol olduğu yerlere götürüyorlardı. Yazın yaylalara ve dağlara gidiliyor, kışın düzlere iniliyordu. Hun boylarının göçebe hayvancılık yapmalarının nedeni, bulundukları bölgede topraklarının tarıma elverişsiz oluşuydu. Yani, göçebe hayvancılık bir zorunluluktu. Tarıma elverişli topraklar güneyde, Çin’deydi. Ama göçebelerin oraya geçmesi kolay değildi, zira Çinliler verimli toprakların bittiği yerde Çin Seddi adı verilen 6.000 kilometrelik bir savunma hattı kurmuşlardı. Çin Seddi basit bir sur değildi. Belirli aralıklarla burçları olan, üstünde araba yolu bulunan hay li karmaşık bir yapıydı. Uzunluğu konusunda bir fikir vermek için Edirne’den Ardahan’a Türkiye’nin uzunluğunun 1.500 km. dolayında olduğunu hatırlayalım. Yani Çin Seddi 4 Türkiye uzunluğundadır.

Hunlar göçebe hayvancı oldukları için kent hayatları yoktu. Yazıları da yoktu. Bu durumda kimi tarihçiler Hun Hükümdarlığı’nın devlet sayılamayacağını, buna ancak kabile (boy) konfederasyonu

denilebileceğini söylemektedirler.

Hun Hükümdarlığı’nın dağılmasından sonra Türk boyları uzun bir süre üst örgütlenmeye gitmediler. M.S. 552’de Türklerin 1. anayurdu olan bölgede Göktürk Hükümdarlığı kuruldu ve 1. anayurdu olan bölgede 745’e değin sürdü. Göktürkleri Hunlardan ayıran önemli bir özellik, Göktürkler döneminin sonlarına doğru çok yakın bir tarihte, yazının ortaya çıkmasıdır. (Ötüken, 730) Ama, genelde, Hunlar için söylediklerimiz Göktürkler için de geçerlidir. ... ..

... ..

            ... ..

Osmanlı-Türk Kültür Hayatının Bazı Sorunları

..

… ..

Osmanlı kültür hayatındaki önemli bir başka aksaklık mahalle (cami) mekteb-medrese sisteminde göze çarpmaktadır. Müslüman Türk çocuklarının gittikleri mahalle okullarında genellikle durum şuydu:

Arapça bilmeyen çocuklara, Arapça bilmeyen bir hoca Kuran okumasını, duaları ve biraz aritmetik öğretiyor, din bilgileri veriyordu. Bu okullardaTürkçe okuma yazma öğretilmiyordu. Öğretilecekse başka yerlerde (evde, devleti dairelerinde usta-çırak  ilişkisi içinde) öğretiliyordu. Mahalle mektepleri ile medrese arasında bir ortaöğretim basamağı yoktu. İlk dönemlerde kimi medreselerde matematik, tıp, astronomi gibi fen bilimleri okutuluyor idiyse de, sonradan bu da kalmadı. Medreseler artık hemen yalnız din bilimleri okutuluyordu. Burada da öğretim dili Arapçaydı. Medreselerde de Türk olan öğrenci ve müderrisler arasında Arapça bilgisinin ileri düzeyde olmadığı ve en çok da ezber bilgilele yetinildiği anlaşılıyor.

Medresenin bu durumuna karşılık Topkapı Sarayı’ndaki Enderun Mektebi’nde ve diğer bazı saraylarda verilen eğitim çok daha verimliydi. Zira burada din bilimleri yanında Arapça, Farsça, edebiyat, tarih, coğrafya, müzik, askerlik gibi çok çeşitli konular öğretiliyor ve öğretim dili olara da Türkçe kullanılıyordu. 19. yüzyıl öncesinin düşüncesinin iki doruğu Kâtip Çelebi ve Evliya Çelebi’nin Enderun’da öğrenim görmeleri dikkati çekiyor.

... ..

... ..

… ..

Niyazi Berkes, Ziya Gökalp’in bir sözü üzerinde duruyor. Gökalp devşirme çocukların yüksek yönetici olmak için devam ettikleri Topkapı Sarayı’ndaki Enderun Mektebi’yle medreseleri karşılaştırırken, birincisinin Türk olmayanı Türk yaptığını, ikincisinin Türk’ü alıp Türk olmayan (Arap) haline getirdiğine işaret ediyor. Gerçekten de yönetim ve Enderun Mektebi’nde dil Türkçe iken, ilim ve medrese dili  Arapçaydı. Bizim bakımımızdan gariplikler bununla bitmiyor. Dine dayalı olduğunu ilan eden bir ülkede cedbeced Müslüman olanlar askerlik ve yönetim işlerine karıştırılmıyorlar, fakat Hıristiyan olan bir ailenin çocuğu o ülkenin yazgısını yönetiyordu. 

… ..

Yunan İhtilali, Mısır Sorunu

… .. Bu gelişmeler Yeniçeri Ocağının sonunu getirdi. yeni bir talimli ordu kurma girişimi oldu. Yeniçeriler tekrar isyan edince buna hazırlıklı olan hükümet, öbür askerlerin  ve halkın katıldığı kanlı bir harkâtla ocağa saldırdı (Vaka-i Hayriye). Kaçıp gizlenemeyenler öldürüldüler. Yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adlı talimli bir ordu kuruldu. Vaka-i Hayriye ile ıslahat yolu açılmış oldu. Bu hususta Mısır’daki ıslahat örnek alındı. 1827’de Avrupa’ya ilk öğrenciler gönderildi ve Tıbbiye (Batı örneğinde ilk yüksekokul) kuruldu. 1831’de ilk gazete, Takvim-i Vekayi, çıkmaya başladı. 1833’te Babıâli Tercüme Odası kuruldu.  Yunan ihtilaline kadar Türkler yabancı dil olarak yalnız (ilim dili) ve Farsça (edebiyat dili) öğrenirlerdi. Devletin Batı ülkeleriyle olan ilişkilerinde, o ülkelerin dillerini bilen Fenerli Rumlar çevirmenlik yaparlardı. Ne var ki, Yunan ihtilali Rumlara güveni sarstığından çevirmenliği Müslümanlar üstlenmeye başladılar (1821). Tercüme Odası’nın kurulması, Fransızca öğrenme işinin usta-çırak ilişkisi içinde örgütlü bir hale getirildiğini gösteriyordu.

1843’te Harbiye (Harp Okulu) kuruldu. Daha sonra 1859’da Batı örneğindeki üçüncü yüksek okul, Mülkiye kurulacaktı. Bu üç okul ve onu izleyen diğerlerinden mezun olanlar, Osmanlı-Türk çağdaşlaşmasının önderliğini yapacak , ‘taban’ını oluşturacaklardı. II. Meşrutiyet devrimini bu gibi okul mezunlarının (mekteplilerin) siyasal örgütü olan İttihat ve Terakki gerçekleştirilecekti. Müslüman Osmanlı eğitiminin  yetersizliğini belirtmek bakımından ilginçtir ki, yeni yüksekokullarda okuyabilecek yeterlikte gençler bulunamadığı için, bu okullar kendi orta , hatta ilköğretim birimlerini oluşturmak durumunda kalmışlardır. Öyle ki, 1834’te kurulan Harbiye ilk mezunlarını ancak 14 yıl sonra, 1848’de verebilmiştir.

Yunan İhtilali’nin bastırılmasından sonra Osmanlı-Mısır sürtüşmesi başladı. Sonuç olarak 1831’de Mehmet Ali isyan ederek ordusunu Filistin’e gönderdi. Mısır ordusu Osmanlı ile yaptığı üç meydan muharebesinden muzaffer çıktı. Bu sırada Kütahya’ya gelmişler (1833), kışı Bursa’da geçirmeye hazırlanıyorlardı. II. Mahmut bu durumda ya Mehmet Ali ile uzlaşacak ya da yabancı yardımına başvuracaktı. II. Mahmut ikinci yolu seçti. O sırada İngiltere ve Fransa birbirleriyle uğraştıkları için bu olup bitenlerle ilgilenmiyorlardı. Bu yüzden tuttu, Rusları yardıma çağırdı. Hem de ünlü atasözünü söyleyerek: “Denize düşen yılana sarılır.” Oysa “yılan”a sarılacak yede Mehmet Ali’ye sarılabilirdi… Ruslar büyük bir hevesle geldiler, Boğaziçi’ne yerleştiler. Olay Batı’da büyük telâş uyandırdı. Fransız ve İngilizlerin araya girmesiyle Kütahya’da bir anlaşma sağlandı. Mehmet Ali’nin oğlu İbrahim Cidde valiliğinin yanında Şam, Halep valilikleriyle Adana muhassallığını elde etti. (1833).

… ..




*Kısa Türkiye Tarihi & Sina Akşin

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım Eylül 2007


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder