… … Asyanın en doğusu ile güney doğusunda Beşinci bine doğru yer almağa başlayan pirinç tarımı dolayındaki, ‘Doğu medeniyetleri câmiası’nın beşiği olmuştur. Asyanın güney batısında yine Beşinci bin dolaylarında buğday ile arpa ekiminin vukû bulduğu havalilerdeyse, bu defa ‘Batı câmiası’nın öncüsü Sümer kültürünün biçimlendiğini görüyoruz. Şu son andığımız mahalden peyderpey Mosopotamya, Mısır, Doğu Akdeniz -Finike-, Filistin ile İsrail- , Hırıtiyan ile İslâm ve nihâyet Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetleri çıkıp serpilmişlerdir. 1400lerin sonlarından itibaren Hırıstiyan medeniyetinden türeyen, 1600’lerin ikinci yarısından sonra ona yeğinlikle karşı çıkarak biçimlenmeğe koyulan ‘Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti’ , kendi devamı sayılabilecek birini de bilkuvve bağrında taşımaktaydı.
Avrasyanın doğu yakasındaki Doğu medeniyetleri pek uzun soluklu olmuşlardır. Batıdakilere gelince; bunlar Doğululara oranla daha kısa ömürlüdürler. İlkçağ Mesepotamya, Mısır ile Akdeniz medeniyetlerinden itibâren çeşitlilik öylesine artmıştır ki birbirleri ardısıra oluşan medeniyetlerin benzerliklerinden ziyade , zıtlıklar ortaya çıkmıştır.
Vahdet–dini ile felsefe-bilim sisteminin neşvünemâ bulduğu zemin olması itibârıyla Batı medeniyetleri câmiası, tarihte eşsiz benzeri olmayan bir mevki işgâl etmektedir. Bunlardan birincisini Sâmi kavimlere, ikinciniyse, Arîlere borçluyuz. Vahdet-vahiy dinlerinin ilki Yahudiliktir.; ana-örneğiniyse İslâm teşkil eder. İslâmın temsil ettiği ve vucut verdiği ölçüde vahdet-vahiy dini ile Eskiçağ Ege Medeniyetinde biçimlenmiş felsefe-bilim sistem geleneği, müteâkip medeniyetler üzerinde çeşitli etkiler icra etmişlerdir.
Yapısal özellikleri yüzünden Katolikliğe yaslanmış Hırıstiyan Ortaçağ Avrupa medeniyeti kendi toplumsal ile sıyâsal bünyesinde benzersiz çalkantılar işle çatışmalara, tam manasıyla, bir cedel sürecine sahne olmuştur. Mücâdelenin en şiddetlisi, ruban ile ruhban olmayan zümreler arasında cereyân etmiştir. Bunu yanısıra dindışı, dünyevî zümrenin kendisi de, Ortaçağın erken devirlerinden, yaklaşık onuncu yüzyıldan itibâren kendi içerisinde yeğin çıkar çatışmaların tanık olmuştur: Hükümdar-
asilzâdeler – derebeği-toprak zâdeganı. Bu durumsa, Ortaçağın sonları ile Yeniçağın başlarında, demekki 1400lerle birlikte kendisini belirgince gösterecek sınıf farklılaşmasının kaynağını oluşturmuştur.Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti, Hırısitiyan Ortaçağ medeniyetinin tabii uzvî uzantısı, devamı yahut türevi değil, öncelik ve özellikle ruhban ile ruhban olmayan zümreler arasındaki yeğin çekişmenin sonucunda , ona tepki şeklinde vuku bulmuştur. Elbette anılan medeniyetlerin birincisine değerler intikâl etmiştir. Ne var ki, Ortaçağdan Yeniçağa etki, daha ziyâde, olumsuz anlamda olmuştur. Fransa hâriç, Germen dillerini konuşan Yeniçağın Batı ile Orta Avrupası, Latin dillerini kullanan Ortaçağın Roman, Güney Avrupasının din esâslı değerler manzumesini alaşağı ederek, devirerek ilkece, Tanrı çıkışlı dini gündem dışı kılıp onun yerine insan dimâğının ürünü felsefi temeller üstünde kendisini inşâ etmiştir.
… ..
... .. Önceleri sadeleştirme, millîleştirme, daha sonralarıysa özelleştirme sanlarıyla anılan kisveler altında,
İngiliz-Yahudi kültür imperyalismi, Türkceyi evvelemirde, gerek din gerekse medeniyet bakımından İslâmın kazandırmış olduğu dil değerleri ile özelliklerinden yoksun kılmanın mücâdelesini yürütmüştür. Bu genel bir İslâmsızlaştırma hareketinin ilk köklü, can alıcı adımını teşkil etmiştir. Türkçenin İslâmsızlaştırılması, yazı devrimiyle işe koyulunmuş, çağlar boyu
el emeği göz nuruyla dokunmuş değerler ve tasavvurlarla yüklü yerleşik sözlerin, tamlamalar ile terimlerin, içsiz, nesebi gayrısahîh, uyduruk olanlarla değiştirilmeleriyle de, tabiatından inhırâf etmişl hilkat garibesi, yeni sözümona bir dilin imâliyle sonuca ulaştırılmıştır. Bundan sonraki nıhâî merhale, Türkcenin, toptan tasfiye olunup yerini İngiliz-Yahudi medeniyetinin ana bildirişme aracı İngilizceye bırakmasıdır.
... ..
... ..
… .. Medeniyetleri de, ulaştıkları siyâsî ile iktisadî teşkilâtlanmalarındaki karmaşıklık seviyesi, bilgelikteki açıklama gücü ve zanaatlarındaki vukûf ile çeşitlilik bakımından da başlıca iki öbek halinde sınıflandırabiliriz. Yüksek gelişmişlik seviyesine erişmiş olan ile olmayan medeniyetleri Yüksek bir gelişmişlik gösteren medeniyetleri tarihte Avrasya denilen kıtalar blokunda görüyoruz. Buradaki medeniyetleriyse , iki ana kümede öbeklendirebiliriz. Sulu pirinç tarımına geçen ‘Doğu ile Güney doğu Asya medeniyet beşiği’nden neşet etmiş ‘Doğu medeniyetleri câmiası’ ile Mesopotamyanın güneyinde Zagros dağlarının güney batı etekleri ile Basra Körfezi arasında kalan ve onun bitişiğinde dümdüz uzanan Şattülarabın münbit arazilerinde buğday ile arpa eken ‘Güney batı Asya medeniyet beşiği’inden çıkıp Mesopotamyanın tamamına, Mısıra, Anadoluya, Arabistana, Akdeniz ve Adalardenizi (Ege) havzalarına ve bütün Avrupaya yayılmış ’Batı medeniyetleri câmiası’ .
Bahsettiğimiz medeniyetlerin oluşturdukları câmialarda özgün biçim ile yön verici olanlara ‘yıldız, bunları izleyerek biçimlenenlereyse ‘uydu medeniyetler’ yahut ‘uydu kültürler’ diyoruz.
Bu cümleden olmak üzre, Doğu medeniyetleri câmiasında başlıca üç yıldız –merkezî-- medeniyette, yâni İlkçağ Çin, Hint (Vedanta) ile İslâmöncesi İran (Akhamenit) medeniyetlerinden söz edilenebilir.
Bunların yörüngesindeyse, Japon ile Kore gibi, Doğu Asya; Moğol, Tibet ile İslâmözncesi Türk (Göktürk - Uygur) örneklerinde gördüğümüz ‘İç Asya’ Vietnam, Kimer (Khmer), Siyam (Thay), Miyanmar (Burma) ile İslamöncesi Malay çeşidinden ‘Güney doğu Asya’ ile ‘Güney Aya’ kültürleri yahut medeniyetleri yer alır.
Batı medeniyetleri câmiasına gelince; bunlar da, belli başlı onbir tânedir:
(1) İlkçağ Mesopotamya –Sümer, Babil, Akad, Asur–
(2) Doğu Akdeniz –Filistin, Fenike, –Kartaca, İsrail -Yaahudi-İbran, Gİrit-Miken
(3) Mısır
(4) Anadolu –Çatalhöyük, Hatti, Hitit, Urartu, Lidya, Frigya…
(5) Doğunun yanısıra, Batının da parçası olan İran (Pehlevî - Sasanî)
(6) Eskiçağ Ege –Atina, Isparta, Iyonya, Güney İtalya, Sicilya, Makedonya, Helenistik
(Efes, Bergama, İskenderiye, Urfa -Harran)
(7) Roma
(8) Hırıstiyan –Ortodoks Bizans, Gregoryenlik, Gnostiklik, Nasturulik, Süryanilik… –ile
Ortaçağ Hırıstiyan Avrupa –Katoliklik–
(9) İslâm –Arap (Dört Halife Devri, Emeviler, Abbasiler), İran (Acem),Türk (Karahanlı
--Selçuklu -Osmanlı), Hint (Moğul), Mağrip (Kuzey batı Afrika), Endülüs (Ispanya),
Malay aralı (Açe, Cava)--
(10) Yeniçağ dindışı Batı Avrupa –Yeniden diriliş İtalyası Aydınlanmacı pozitivist
Fransası Felemenk ile İngiltere, dinî ıslahatçı Almanya –;ve Çağdaş kültürel
İngiliz-Yahudi medeniyetleri.
Aralarındaki derin görüş ile yapılanma farklılıkları ve gösterdikleri muazzam çeşitliliklere rağmen, paylaştıkları medeniyet beşiğinin yanında, Batı câmiasında sıralanan medeniyetlerin, pek önemli ortak özellik Yahudilik, Hristiyanlık ile Müslümanlığın dile getirdikleri vahdet-vahiy dini ile felsefe-bilim kurumlarının meydana gelmesidir. Bu kurumlarıyla bahse konu câmia, tarihte, eski zamanlara has doğa güçlerinin efsâneye dayalı yorumlama çabalarını, dairevî zaman anlayışı ile örf-adet çerçevesinde yol alan toplum hayatını geride bırakmıştır. Doğa güçlerini akla –neden– etki ilkesine dayanarak felsefe biliminin giriştiği açıklama denemeleriyle; kaynağını vahdet-vahiy dininden alan edebe, dolayısıyla da hukuka yaslanmış toplum nişzâmı ve düz çizgi zaman kavrayışıyla mücehhez olmağı temsil eden Yeni zamanlar, Batı medeniyetleri câmaıda başgöstermiştir.
İşte burada, incelememizin odağını oluşturan Çağdaş Küresel İngiliz-Yahudi medeniyeti, görüldüğü gibi Batı medeniyetleri câmiasının bir mensûbu ve elân son halkasıdır.
… ..Mamul maddenin üretilmesi için elzem olan hammaddenin temin edildiği tabii-sıyasÎ bölgeye sömürge (FR. colonie) adı verilir. Mamûl maddenin, para karşılığında elden çıkarıldığı yere de pazar (Fr. marche) denir. Çoğu kere sömürge ile pazar, aynı yörede buluşmuştur. Bunun temini için genellikle silâhlı kuvvetleri yahut gayrıresmî birlikler işe koşulmuşlardır.
Bundan böyle, en az masrafla en büyük kazancı elde etmek için –kâr– ana hedeftir. Taş, toprak, maden, ağaç, insan, istisnâsız her şey maddi ve manevî bütün birimler ile değerler, az önce bahsettiğimiz gâyeye yönelik araçlardır. Gâyeye ulşamak çabasında olan birey hâliyle beşerdir. Başka bir anlatışla, Allahın tebliğinde bildirilmiş tekmil değerleri temelden red ve inkâr edip kendini bunlardan bağımsız ilân eden ve yeni yükselen medeniyette başrolü oynayan bireylilik durumundaki beşerdir. Bundan önceki bütün medeniyetlerde esâs, câmiayken (FR. communiaute), burada merkeze kayan, tek başına oluşuyla bireydir. O, artık dünyanın odağı durumundadır. Maddî-mâlî menfaatine erişmek amacıyla ona bütün araçlar, gereçler ile yollar mubahtır. Tek başına altından kalkamayacağı güçlükleri yenmek için başka bireylerle mukâvele yahut ittfâk akdedebilir. Bu yeni medeniyetin en önde gelen fikir babalarından Thomas Hobbes, toplumun (Fr. societe) bireyler arasında akdedilmiş mukâvelelerden vucut bulduğunu öne sürmüştür. ”Herkesin herkesle savaşı” durumunda bulunduğu bir dünyada “beşer beşerin kurdudur”. Mukâvele veya ittifâk aktları, bu sürekli mücâdele ile rekâbet ortamındaki sürekli ateşkeslerdir. ‘Dikduran –artık, ‘başıboş’ anlamında— ‘serbest beşer’, kibirlidir ve dünyaya menfaatları açısından yukarıdan bakar. Mukâveleler veya ittifâklar, iler ikmâl olunur olunmaz sona ererler. Bu, ailenin esâsı olan evlilikten tutunuz da, toplumun en üst karmaşık teşkilâlanışını ifade eden devlet yapılanışına dek uzanan bir durumdur. Mukâvele veya ittifâk süreleri geçici barış zamanlarıdır.
… ..
… ..
Bu ‘nevzuhur tragique insan’ın ilişkilerinde gördüğümüz hercâîliği, avamî söyleyişle, ‘“öküz öldü, ortaklı bitti” atasözüyle de özetleyebiliriz. Buna karşılık ’eski’ inanmış insan’ınkilerini yine Mevlânâ Celâleeddin Rûmî’den bir mısrayla dile getirelim:
“Canım canına karışmıştır; seni inciten her şey, beni de incitir”.
Atasözümüz, confederatif, faydacı ilişkileri ele verirken, Melânâ’nın mısraı bize ‘İçten bütünlüklü’ olanları yansıtmaktadır.
Confederatif, faydacı ilişkilerden doğan ittifâkların esâsı, daha önce bahsi geçen ‘menfaat izdivâcı’dır. Böylesi ‘izdivâç’lardan tarihte yepyeni bir sayfa açacak boyuttakiniyse, ‘İngiliz-Yahudi’ ittifâkı’ olarak adlandırıyoruz. Sözkonusu ittifâk, 26* çenber çenber, daire daire yükselen yahut genişleyen çeşitli alt birimlerin veyahut ortaklıkların meydana getirdikleri bir karma yapıdır. Birbirlerine karşıtmış gibi gözüken sıyasî, fıkrî hareketler ile akımların, aslında belirli bir çekirdek teşkilâttan, kuruluştan türeyip yönlendirildikleri ilk bakışta göze çarpmaz.
Sözünü ettiğimiz, bilindik anlamda resme, şeklen ve simen bir teşkilât değildir. ‘Teşkilât’ çağrıştırdığı aklîlikle iş gören ve gözlerden ırak bir ‘çekirdek’ topluluktur. İngiliz-Yahudi dünyasının İngiltere – A.B.D. merkez ekseninin iktisadi– sıyasî–askerî–istihbarî meşru ile gayrimeşru, kanunî ile kanundışı, tekellerden, farmasonluktan tutunuz da mafyaya dek uzanan cümle güç odaklarının iplerini doğrudan doğruya yahut dolaylı olarak, son çözümlemede, ellerinde tutan ‘hânedân’ boyutunda, Mellon, Cernegy, Rothsschild, Rockefeller, Guggenheim, Van Duyn, Duke, McDonad, Disney gibi kentsoylu onüç ailenin, sözü edilen ‘Çekirdek topluluğ’un iskeletini oluşturduğu rivâyet olunur. Bu hânedân mesâbesindeki ailelerin önde gelen bireylerinden teşekkül etmiş, adına da ‘aydınlanmışlar’ (L illuminati) veya ‘Akîl Adamlar Dünya Encümeni’ (İng. World Concil of Wise Persons) denmiş bu ‘çekirdek topluluk’, Başta İngiltere– A.B.D. ekseni olmak üzre, insanlık ile onun yurdu sayılan yeryüzünün kaderini çizip belirleyen kararların ya arkasındadır ya da bunlar onun bilgisi dâhilinde alınırlar. Bir çeşit dünya merkez kurulu niteliği taşıyan çekirdek topluluğun gözetiminde yer yer ve zaman zaman, Bildeberg 28* ile Davos türünden , ‘dünya danışma meclisleri’ toplanır. Buralarda dâvet olunmuş ‘ehlivukûf sır ortakları’ yeryüzünün sıyasî, iktisadî ve güvenlik meselelerini ele alıp tartışır, görünüşte bağlayıcılığı olmayan hükümlere varırlar. Tavsiye niteliği taşıyan görünüşte bağlayıcılığı olmayan hükümleri, Dünya Bankası, IMF, UNESCO, NATO cinsinden milletlerarası kuruluşlar ile tabaa-devletlerin sıyâsî kadroları ‘vicâhî’ye çevirirler.
... ..
... ..
Farmasonların kurduğu meslek birliklerinden dördü Londrada 24 haziran 1717de birleşmiştir. Bu birleşme sonucu ortaya çıkan ‘Büyük Londra Locası’, teşkilâtesâsîye düsturunu Iskoç rahip James Anderson başkanlığındaki heyetin çalışmalarıyla telif etmiştir. Örf, âdet, âdâbı muâşeret kuralları remzilerini seleflerinden devralan farmasonlar, bunları benimseyen meslek erbâbı yanında, sahasında sivrilmiş, öncelikle de varlıklı makam mevki, sâhibi kimseleri saflarına kabul eder olmuşlardır.
Farmasonlar, kendilerine tarihi öncü olarak Hz. Süleyman’ın mabedini inşâ etmiş Hiram ustayı almışlardır. Uluğ Ustaysa, âlemin yaradanı Tanrıdır. Evren, Onun mimarî şahaseridir. Daha önce de belirttiğimiz üzre, örfleri, âdetleri, âdâbımuâşeret kuralları, silsileimerâtipleri, remzileri, âyîn ile merâsim usulleri, kısmen Ahdiatîkten, kısmen kadîm kilise ile Hırıstıyanlıktan sapmış meheplerden, kısmen de İngiliz gelenek ile göreneklerinden neşet etmiştir. Söz konusu usuller, eğretilmeler yoluyla esrârengîz ve peçeli tarzda izhâr edilir (İng. a peculiar system of morality, veiled in allegory and illustrated be symbols). Evrenin mimarî yapısının da, insanlık âleminde ahlâk kılığına bürünmüş olduğu kanısındadırlar.
Cihanşumûl ve beynelminelci oldukları iddiasını güden farmasonlar, birbirleriyle “kardeşlik” —”biraderlik” — bağıyla ilintilenmiş olduklarını öne sürerler. İmdi, Yahudilik ile Hırıstıyanlıktan gelen nazarî ve tatbîkî unsurların yanında, İslâm inancı ile medeniyetinde özellikle de Onbirinci ile Onilinci yüzyılların Bâtınî Müslüman cemaatlerden Haşhaşin tekilâtında ortay çıkmış pek çok itikâdî, fıkrî ve amelî hususu, Tapınakçılık gibi farmasonluk da dağarına katmıştır. Bu, hem müntesiplerinin sıkı eğitimine hem de kurumu dışarıdan gelen bozucu etkilere karşı diri ve taze tutmağa yarar. Tabii, zamanla sıyâsî oyunların tertibinde de önemli yeri olmuştur. Hazırlıklarınızı nice gizli tutabilirseniz, oyununuzu akîm kılmak da o denli zorlaşır. Bugün bile, gerek dünyanın tümünü gerekse tek tek ülkeleri düzenleyenleri, kişiler esâsında tanımıyoruz. Zâten farmasonluğun,, teşkilât düzleminde, insanlığa nizâm verdiğini belgeleyecek açık ve doğrudan delillerden yoksunuz. Nıhâyet yapabildiğimiz tek iş, karinelerden hareketle el yordamıyla yürümektir. Teşkilâtın muazzam gücü de buradan gelmektedir. Ülke özeli ile dünya genelinde kamuoyunun gözetimi ve denetiminden, böylelikle, masûndur.
Farmasonluk, belirli bir şeriattan bağımsız, dindışı bir mahfil olarak temâyüz etmiştir. Bu yüzden de, Onsekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibâren başta Katolik kilisesi olmak üzre, teşkilâtlı yahut gayrıresmî biçimdeki çevrelerce hasım olarak görülmüştür. Nitekim Papa XII: Clemens, 28 nisan 1738’de”In Eminenti” ‘fetvâsı’yla, Katolik Kilisesi tarafından dinsiz ve putperest ilân edilen farmasonluğu yasaklamıştır. Clemens yine, sözü edilen fetvâ ile masonluğu benimseyen Katoliklerin aforoz edileceğini bildirmiştir.
… ..
… ..
Farmasonların kurduğu meslek birliklerinden dördü Londrada 24 haziran 1717de birleşmiştir. Bu birleşme sonucu ortaya çıkan ‘Büyük Londra Locası’, teşkilâtıesâsîye düsturunu Iskoç rahip James Anderson başkanlığındaki heyetin çalışmalarıyla telif etmiştir. Örf, âdet, âdâbımuâşeret kuralları remzilerini seleflerinden devralan farömasonlar, bunları benimseyen meslek erbâbı yanında, sahasında sivrilmiş, öncelikle de varlıklı makam mevki sâhibi kimseleri saflarına kabul eder olmuşlardır.
Farmasonlar, kendilerine tarihi öncü olarak Hz. Süleyman’ın mabedini inşâ etmiş Hiram ustayı almışlardır. Uluğ Ustaysa, âlemin yaradanı Tanrıdır. Evren, Onun mimarî şahaseridir.Daha önce de belirttiğimiz üzre, örfleri, âdetleri, âdâbımuâşeret kuralları, silsileimerâtipleri, remizleri, âyîn ile mewrâsim usulleri, kısmen Ahdiatîkten, kısmen kadîm kilise ile Hırıstıyanlıktan sapmış mezheplerden, kısmen de İngiliz gelenek ile göreneklerinden neşet etmiştir. Söz konusu usuller, eğretilmeler yoluyla esârengîz ve peçeli tarzda izhâr edilir (İng. a peculiar system of morality, veiled in allegory and illustrated be symbols). Evrenin mimarî yapısının da, insanlık âleminde ahlâk kılığına bürünmüş olduğu kanısındadırlar.
Cihanşumûl ve beynelmilelci oldukları iddiasını güden farmasonlar, birbirleriyle “kardeşlik” —”biraderlik” — bağıyla ilintilenmiş olduklarını öne sürerler. İmdi, Yahudilik ile Hırıstıyanlıktan gelen nazarî ve tatbîkî unsurların yanında, İslâm inancı ile medeniyetinde özellikle de Onbirinci ile Onilinci yüzyılların Bâtınî Müslüman cemaatlerden Haşhaşin tekilâtında ortay çıkmış pek çok itikâdî, fıkrî ve amelî hususu, Tapınakçılık gibi farmasonluk da dağarına katmıştır. Bu, hem müntesiplerinin sıkı eğitimine hem de kurumu dışarıdan gelen bozucu etkilere karşı diri ve taze tutmağa yarar. Tabii, zamanla sıyâsî oyunların tertibinde de önemli yeri olmuştur. Hazırlıklarınızı nice gizli tutabilirseniz, oyununuzu akîm kılmak da o denli zorlaşır. Bugün bile, gerek dünyanın tümünü gerekse tek tek ülkeleri düzenleyenleri, kişiler esâsında tanımıyoruz. Zâten farmasonluğun,, teşkilât düzleminde, insanlığa nizâm verdiğini belgeleyecek açık ve doğrudan delillerden yoksunuz. Nıhâyet yapabildiğimiz tek iş, karinelerden hareketle el yordamıyla yürümektir. Teşkilâtın muazzam gücü de buradan gelmektedir. Ülke özeli ile dünya genelinde kamuoyunun gözetimi ve denetiminden, böylelikle, masûndur.
Farmasonluk, belirli bir şeriattan bağımsız, dindışı bir mahfil olarak temâyüz etmiştir. Bu yüzden de, Onsekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibâren başta Katolik kilisesi olmak üzre, teşkilâtlı yahut gayrıresmî biçimdeki çevrelerce hasım olarak görülmüştür. Nitekim Papa XII: Clemens, 28 nisan 1738’de”In Eminenti” ‘fetvâsı’yla, Katıolik Kilisesi tarafından dinsiz ve putperest ilân edilen farmasonluğu yasaklamıştır. Clemens yine, sözü edilen fetvâ ile masonluğu benimseyen Katoliklerin aforoz edileceğini bildirmiştir.* Çağdaş İngiliz-Yahudi Küresel Medeniyeti & Teoman Duralı
Dergâh Yayınları
1.Baskı: Kasım 2000
12. Baskı: Ekim 2021
26* İngiliz-Yahudi ittifâkının tarihte muhtemelen ilk ve somut senedi, David Earl George’un savaş hükûmetinde Dışişleri bakanı olan Arthur James Balfour’un çabaları sonucunda 2 Kasım 1917’de ilan olunan Balfour bildirisidir. Adı anılan bildiriyle Israil kavmine İngiliz idaresindeki Filistinde Yahudi millî vatanı armağan olunmuştur. Nihâyet, bağımsız Israil devletinin kuruluşu otuz yıl sonra, 1947’de gerçekleştirilmiştir.
27* Latinceden alınmış illimünati sözü, ‘aydınlanmışlar’ yahut ‘ışığı taşıyanlar’ demektir. Bu teşkilâtın kurucusu (1776da) ve ad koyucusu, iddiaya göre Katolikliğe dönmüş Yahudi asıllı aileden gelmiş , bidayette Cizvit olmuş, bilâhare tarıkatı ve hattâ dini terketmiş, Hırıstiyanlığa, hükümdarlık ile çağının aile düzeni anlayışına karşı çıkmış buluna Alman filosofu ve din bilgini Adam Weishauput’tur. (6 şubat 1748, Ingolstadt/Bavyera - 18 kasım 1830, Gotha) Illuminatinin ülküleri, o devrin Alman toplumunun zihniyetine son derece ters düşmüş olduklarından, 1874’te yasaklanmışlardır. Fransada, az sonra İngiltere ile A.B.D.de kök salmış, İhtilâlikebire fikirce öncülük ve önderlik etmiştir. Illuminati, öncelikle Rorhschild ailesinin mâlî desteği mazhar olmuş, Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında farmasonluğun aslî locası haline gelmiştir.
… .. İngilterenin Atlasokyanusaşırı devamı olan İngiltere, yânî A.B.D., henüz devletleşme aşamasında bulunduğu 1700’lerin son çeyreğinden itibaren sahnenin başoyuncularından olamağa soyunmuştur. Bağımsızlığının ilânından yarım yüzyıl geçmemişti ki, Yeni İngiltere’den dinyayıcılar, Osmanlının Batı ile Güney Anadolu, Kuzey Afrika, Lübnan ile Filistin kıyılarına çıkmış, Anadolu ile Kafkasya’nın içlerine doğru keşif gezileri tertipler olmuşlardır. Bu keşif gezilerinin temel amacı, başlıcagörevi Protestant (Fr. evangelisation) etkinliklerini yürütmek olan okulların, nerelerde, hangi şartlar altında açılabileceklerine ilişkin malûmât derlemekti. Okul açmanın yanısıra, Ortodoks ile Katolik Hırıstiyan ahaliyi protestantlaştırmağa yönelik dinî yayım yapılmağa başlanmıştır. Başta Rum Ermeni olmak üzre, bir mıktar Hırıstiyan çocuk A.B.D. ile İngiltere’ye, zamanla Fransa ile Rusya’ya da götürülüp eğitilmiştir. İstanbuldan ta Anadolunun kuş uçmaz kervan geçmez köşe bucaklarına dek dinyayma maksadına yönelik tam kadro eğiticileri öğreticileriyle müzehhez okullar kısa sürede faaliyete geçmişlerdir. Buralarda öncelikle Rum, Ermeni, Nasturî, Süryanî ile Kaldanî gibi yerli Hırıstiyan çocuklar ile gençlere Protestant İngilizamerikan fikriyâtı zerkolunmuştur. Buralardan yetişen nesiller, anne-babalarının inançlarına ters düşmenin yanında, milliyetçilik ile ayrılıkcı eylemlere dahî tevessüln etmişlerdir. Sonuçta, gâye hâsıl olmuş, İngiliz-Yahudi medeniyeti ile imperyalisminin baş hasmı İslâm âlemi ile bunun taşıyıcısı ile hâmisi Osmanlı parçalanacak duruma getirilmiştir. Artık iş öldürücü darbenin ne zaman indirileceğine kalmıştır. Bu darbe sâdece bedene değil, daha önemlisi ruha yönelik olmalıydı. Darbeye maruz kalan canlının bünyesi bozulur. Ne var ki bozulan bünye yeniden onarılabilinir. Ölümse, kimliğin dağılmasıdır. Tarihte baş rollere çıkabilmiş toplumların yahut devletlerin yüksek ülküleri yıkılırsa, kimlikleri de dağılır. Bunun en sağlam ve kestirme yolu, eğitim ile öğretim yapısının baştan aşağı değiştirilmesidir. Bahis konusu maksada yönelik İngiliz-Yahudi odaklar, bir taraftan Osmanlı ülkesinin dörtbir köşe bucağında Protestant dinyayma esâslı okullaşmağı gerçekleştirirlerken, öte yanda Ondukuzuncu yüzyılın başlarından itibâren Devletialiyyenin seçkin askerî ile mülkî zevâtını yetiştirmekel yükümlü Mülkiyeye, Tıbbiyeye, Harbiye ile Mektebisultaniyeye, yerli Yahudi çevrelerin kurup önderlik ettiği farmasonluk marifetiyle Müslümanlık karşıtlığı, pozitivcilik ile kavmî milliyetçilik görüşlerini yerleştirmiştir. Bahsi geçen görüşlerle yetişen zevât, On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Türklüğünün kaderine hükmedebilecek mevkileri tutar olmuştur. ... ..
... ..
Teoman Duralı’nın okumakta olduğum elimdeki ikinci kitabı, “Çağdaş İngiliz-Yahudi Küresel Medeniyeti”, daha önce felsefe ile pek ilgilenmemiş benim gibi birisi için ufuk açıcı olduğunu söyleyebilirim. Henüz kitabın başlarında olmama rağmen, okuduğumu anlayabilmek için emek vermek durumunda kaldığımı da itiraf ediyorum... Teoman Duralı’nın (günümüzde kullandığımız güncel dil bilgisi anlayışının dışında…) dikkat çeken ve kendine has ifadeleri, bazı bölümleri tekrar tekrar okumayı gerektiriyor… Diğer taraftan da böylesi bir felsefe hocasını daha önce tanımamış olmanın, felsefe ile ilgilenmemiş olmanın eksikliğini de hissetmeye başladım.
YanıtlaSil(Teoman Duralı’nın “Öyle Geçer ki Zaman” dahil) kitabı bitirdikten sonra, kendisine bu konuların ilginç geldiği “kitap kurdu” insanlarla, bu kitaplardan seçilecek bölümlerin birlikte okunabileceği ve karşılıklı sohbet konusu edilebileceği bir ortam oluşturmanın keyif verici olduğu kadar farkındalığa katkı sağlayabileceğini düşünüyorum...
KAYNAK-Haim Nahum (Siyonizm İdeali Peşinde Koşan Bir Hahambaşı) Hüseyin Serkan Elönü.sayfa: 12-13
Sil,,,,, mazot 22,8tl ,,,, @kompetan1453 ; Siyonizm'in, Osmanlı Devleti'ne sızması 15. asrın sonunda olmuştur.
YanıtlaSilİspanya'dan Osmanlı Devleti'ne 1492'de büyük bir Yahudi göçü gerçekleşmiştir. Bunun sebebi, İber yarımadasında ki son Müslüman Devlet olan Gırnata Emirliği'ne karşı, Aragon Kralı II. Ferdinand ve Kastilya Kraliçesi I. İsabel'in 1469'da evlenerek bir İspanyol birliği kurmuş olmasıdır. İspanyollar, 1482'de Gırnata Emirliği'ne karşı bir mücadele başlatmıştr. On sene süren bu mücadeleyi Gırnata Emirliği Ocak 1492'de kaybederek tarihe karışmıştır,
gücü olan Osmanlı İmparatorluğu'ndan yardım istemişlerdir. Osmanlı Padişahı Sultan II.Bayezid, Osmanlı toprağına sığınan Yahudileri umumiyetle Selanik'e yerleştirmiştir. Bunun sebebi, M.S. 70 senesinde Roma Kumandanı Titus'un Kudüs'ü işgal etmesi ve sonrasında da Yahudileri Selanik'e göçe zorlamasıdır. Selanik'te hazır bir Yahudi nüfus bulunduğundan Sultan II. Bayezid, İspanya'dan gelen Yahudileri kendi ile birlikte dindaşları Yaşasın diye onları Selanik'e
YanıtlaSilİspanya'dan kovulan Yahudilere "SEFARAD YAHUDİSİ" denilmektedir. İbranicede "Sefarad", "İspanya" manasına gelmektedir. Osmanlı Devleti'ne sığınan Sefaradlar, Bizans Yahudileri olarak bilinen Romaniyotlar İle kaynaşmışlardır. Osmanlı'ya düşmanlık yapan Yahudilerin çoğu SEFARAD YAHUDİSİ'dir. Mesla YASEF NASSİ, SABETAY SEVİ, ABRAHAM SALOMON KAMONDO, EMMANEL KARASO, HAİM NAHUM gibileri SEFARAD YAHUDİSİ' dirler. THEODOR HERZL ise AŞKENAZ YAHUDİSİ'dir.
YanıtlaSilOsmanlı Devleti'ne düşmanlık yapmış ve zarar vermiş Siyonist Yahdilerin sonuncsu Hahambaşı Haim Nahum'dur. Osmanlı'ya ihanet etmiş olan Yahudiler evvelden de mevcut olmuştur, Bunların en önemlileri Toplam 6 kişiden müteşekkildir. Bu altı Siyonist, Osmanlı tarihinde çok kritik roller oynamışlardır. Her Müslümanın bu altı Siyonisti çok iyi tanıması gerekmektedir. Yasef Nassi, Osmanlı'nın en kuvvetli devrinde İşe başlamıştır ve son darbeyi Hilafet'in ilgası ile Hahambaşı Haim Nahum vurmuştur.
YanıtlaSilOsmanlı Devleti'ni zayıflatıp, borçlandırıp en sonunda yok etmişlerdir.
YanıtlaSilBu altı kişiyi tanıyalım:
1- YASEF NASSİ (1524-1579): Siyonizmin ilk öncüsüdür, Galata Bankerliğini açarak Osmanlı'da gizli faizciliği kurmuştur. II. Selim'i bir akrabası ile evlendirerek ona nüfuz etmiştir. Osmanlı Devleti'nin "Yükselme Devri" ni sonlandırmıştır..
2- SABETAY SEVİ (1626-1676): Gizli Yahudiliğin kurucusudur, Müslüman görünüp esasında Yahudiliğini devam ettirenlerin başıdır. Yahudilerin, "Müslümanlık" kılıfı ile Sadrazamlığa kadar yükselmesinin önünü açmıştır..
3- ABRAHAM SALOMON KAMONDO (1781- 1873): Osmanlı Devleti'ne faizle borç vermiştir. Devrin önemli sadrazamlarına mali müşavirlik yapmıştır. Yahudi devlet memurlarını eğitmiştir..
YanıtlaSil4- THEODOR HERZL (1860- 1904): Macar Yahudisidir . Filistin'de Yahudi Devleti kurmak için Sultan II. Abdulhamid Han ile görüşmüştür. Başarısız olunca Osmanlı'yı yıkma kararı almıştır..
5- EMMANUEL KARASO (CARASSO) (1862- 1934): Selanik'te Risorta Mason Locasını kurmuştur. Jön Türk'leri mason yapmıştır. ,,
II. Meşrutiyeti ilân ettirmiştir. II. Abdulhamid'in tahttan indirilmesinde etkili olmuştur.
YanıtlaSil6- HAİM NAHUM (1872- 1960): İstanbul ve Mısır Hahambaşı olarak karşımıza çıkıyor. Hilafet'in kaldırılmasında arabuluculuk yapmıştır. Lozan'da İnönü'nün danışmanı olarak M. Kemal tarafından görevlendirilmiştir. Lozan'da Türkiye'nin İSLÂM'dan uzaklaşıp sekülerleşmesini (Dizsizleşmesini) temin ettirmiştir..
Aşkenaz Yahudileri, Rusya, Polonya, Macaristan gibi Doğu Avrupa ülkelerinde yaşamaktadırlar.
KAYNAK-Haim Nahum (Siyonizm İdeali Peşinde Koşan Bir Hahambaşı) Hüseyin Serkan Elönü.sayfa: 12-13
YanıtlaSil