9 Mayıs 2017 Salı

Beyaz Kale *

-Kitabın arka kapak tanıtımında; “17. yüzyılda Türk korsanlarınca tutsak edilen bir Venedikli, İstanbul’a getirilir. Astronomiden, fizikten ve resimden anladığına inanan bu köle, aynı ilgileri paylaşan bir Türk tarafından satın alınır. Garip bir benzerlik vardır bu iki insan arasında. Köle sahibi, efendi ile köle, birbirlerini tanımak, anlamak ve anlatmak için, Haliç’e bakan karanlık boş bir evde, aynı masanın iki ucuna oturur, konuşurlar. Hikâyeleri ve serüvenleri, onları, veba salgınının kol gezdiği İstanbul sokaklarına, Çocuk Sultan’ın düşsel bahçelerine ve hayvanlarına, inanılmaz bir silahın yapımına, ‘ben neden benim’ sorusuna götürecektir. Hikâyelerin günden geceye doğru ilerlemesiyle , gölgeler yavaş yavaş yer değiştirirler.” deniliyor.
-Roman padişah IV. Mehmet döneminin İstanbul’u ve döneminin yaşam tarzından kesitlerle kaleme alınmış. Düşler ve gerçeklerin iç içe geçtiği olaylarla sürükleyicilik sağlanmış. Kısa alıntılarla romanda geçenleri paylaşalım:
-... .. bana çoşkuyla anlattığı başka konuları da Padişah’a açıyordu: Boğaz’daki akıntıların nedeni neydi? Karıncaların düzenli hayatlarında öğrenip anlamaya değer ne vardı? Mıknatıs gücünü Allah’tan başka neden alıyordu? Yıldızların şöyle ya da böyle dönmesinin önemi neydi? Gâvurların hayatında gâvurluklarından başka bilinmeye değer bir şey bulunabilir miydi? Onları önümüze katıp kovalayacak bir silah yapmak mümkün müydü? ... ..
-Venedik’e dönmsem ne olacaktı? Bu onbeş yılda annemin öldüğüne , nişanlaımın da evlenip çoluk çocuğa karıştığına aklım çoktan yatmıştı,... ..
-Kösem Sultan denen cadolozun kendisi ve annesini boğmak için dirilip çırılçıplak üzerine geldiğini, At Meydanı’ndaki çınar ağaçlarının yerine biten incir ağaçlarının yerine kanlı cesetler sarktığını; yüzü kendi yüzüne benzeyen kötü adamların onu ellerindeki çuvallara sokup boğmak için kovaladığını, ya da
Üsküdar’dan denize giren bir kaplumbağa ordusunun sırtlarındaki mumların rüzgârdan bir türlü sönmeyen alevleriyle saraya doğru yürüdüğünü, Padişah düşlediğinde, biz, onun devlet işlerini bıraktığını, avdan ve hayvanlardan başka kafasında bir şey olmadığını söyleyenlerin ne kadar haksız olduğunu düşünür, benim sabır ve keyifle bir deftere yazarak sınıflandırdığım bu rüyaları da, bilimin ve yapılması gereken inanılmaz bir silahın yararlarına yormaya çalışırdık. ... ..
-Vebadan bir yıl sonra, Köprülü ölünce , Hoca umutlanmak için bir bahane daha buldu... ..
-Padişah şimdi bir şey yapamıyordu, çünkü, ordu Macaristan’a sefere çıkmıştı; ertesi yıl da Almanlar’a karşı bir saldırıya geçtikleri için bekliyorduk; sonra bitirilmesi için büyük paralar harcanan ve Turhan Sultan ve Padişah’la birlikte Hoca’nın da sık sık gittiği, Haliç kıyısındaki o yeni Valide Camii’nin inşası vardı daha, benim katılmadığım o bitmez tükenmez av seferleri vardı sonra. Ben, Hoca’nın avdan dönüşünü evde beklerken öğüdünü tutmaya çalışır, “büyük tasarı”, ya da “bilim” dediği o şey için parlak düşünceler arar , tembel tembel pinekleyerek sayfalar çevirirdim. ... .. 


*Beyaz Kale & Orhan Pamuk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder