-Kitabın arka kapak tanıtımında; “17. yüzyılda Türk
korsanlarınca tutsak edilen bir Venedikli, İstanbul’a getirilir. Astronomiden,
fizikten ve resimden anladığına inanan bu köle, aynı ilgileri paylaşan bir Türk
tarafından satın alınır. Garip bir benzerlik vardır bu iki insan arasında. Köle
sahibi, efendi ile köle, birbirlerini tanımak, anlamak ve anlatmak için,
Haliç’e bakan karanlık boş bir evde, aynı masanın iki ucuna oturur, konuşurlar.
Hikâyeleri ve serüvenleri, onları, veba salgınının kol gezdiği İstanbul
sokaklarına, Çocuk Sultan’ın düşsel bahçelerine ve hayvanlarına, inanılmaz bir
silahın yapımına, ‘ben neden benim’ sorusuna götürecektir. Hikâyelerin günden
geceye doğru ilerlemesiyle , gölgeler yavaş yavaş yer değiştirirler.”
deniliyor.
-Roman padişah IV. Mehmet döneminin İstanbul’u ve döneminin
yaşam tarzından kesitlerle kaleme alınmış. Düşler ve gerçeklerin iç içe geçtiği
olaylarla sürükleyicilik sağlanmış. Kısa alıntılarla romanda geçenleri
paylaşalım:
-... .. bana çoşkuyla anlattığı başka konuları da Padişah’a
açıyordu: Boğaz’daki akıntıların nedeni neydi? Karıncaların düzenli hayatlarında
öğrenip anlamaya değer ne vardı? Mıknatıs gücünü Allah’tan başka neden
alıyordu? Yıldızların şöyle ya da böyle dönmesinin önemi neydi?
Gâvurların hayatında gâvurluklarından başka bilinmeye değer bir şey bulunabilir
miydi? Onları önümüze katıp kovalayacak bir silah yapmak mümkün müydü? ... ..
-Venedik’e dönmsem ne olacaktı? Bu onbeş yılda annemin
öldüğüne , nişanlaımın da evlenip çoluk çocuğa karıştığına aklım çoktan
yatmıştı,... ..
-Kösem Sultan denen cadolozun kendisi ve annesini boğmak için
dirilip çırılçıplak üzerine geldiğini, At Meydanı’ndaki çınar ağaçlarının
yerine biten incir ağaçlarının yerine kanlı cesetler sarktığını; yüzü kendi
yüzüne benzeyen kötü adamların onu ellerindeki çuvallara sokup boğmak için
kovaladığını, ya da
Üsküdar’dan denize giren bir kaplumbağa ordusunun sırtlarındaki mumların rüzgârdan bir türlü sönmeyen alevleriyle saraya doğru yürüdüğünü, Padişah düşlediğinde, biz, onun devlet işlerini bıraktığını, avdan ve hayvanlardan başka kafasında bir şey olmadığını söyleyenlerin ne kadar haksız olduğunu düşünür, benim sabır ve keyifle bir deftere yazarak sınıflandırdığım bu rüyaları da, bilimin ve yapılması gereken inanılmaz bir silahın yararlarına yormaya çalışırdık. ... ..
Üsküdar’dan denize giren bir kaplumbağa ordusunun sırtlarındaki mumların rüzgârdan bir türlü sönmeyen alevleriyle saraya doğru yürüdüğünü, Padişah düşlediğinde, biz, onun devlet işlerini bıraktığını, avdan ve hayvanlardan başka kafasında bir şey olmadığını söyleyenlerin ne kadar haksız olduğunu düşünür, benim sabır ve keyifle bir deftere yazarak sınıflandırdığım bu rüyaları da, bilimin ve yapılması gereken inanılmaz bir silahın yararlarına yormaya çalışırdık. ... ..
-Vebadan bir yıl sonra, Köprülü ölünce , Hoca umutlanmak için
bir bahane daha buldu... ..
-Padişah şimdi bir şey yapamıyordu, çünkü, ordu Macaristan’a
sefere çıkmıştı; ertesi yıl da Almanlar’a karşı bir saldırıya geçtikleri için
bekliyorduk; sonra bitirilmesi için büyük paralar harcanan ve Turhan Sultan ve
Padişah’la birlikte Hoca’nın da sık sık gittiği, Haliç kıyısındaki o yeni
Valide Camii’nin inşası vardı daha, benim katılmadığım o bitmez tükenmez av
seferleri vardı sonra. Ben, Hoca’nın avdan dönüşünü evde beklerken öğüdünü
tutmaya çalışır, “büyük tasarı”, ya da “bilim” dediği o şey için parlak
düşünceler arar , tembel tembel pinekleyerek sayfalar çevirirdim. ... ..
*Beyaz
Kale & Orhan Pamuk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder