Tüketmeden
sevmek ve sevilirken tükenmemek için
-Arka kapak tanıtımında; “Bir çocuğun hemen yanı başına
oturup , kan ter içinde oyununu nasıl aşkla oynadığına bakmalı...
-Yaşı geçgince bir sanatkârın atölyesine gidip, aşkla
dokunduğu bir ağacın nasıl bir esera döndüğünü seyretmeli...
-Yaşadığımız zamanın, yüreğimizdeki aşkı söküp atma
hesaplarına inat, bu kitabın kaleme alınış sürecinin her anına şahit olan biri
olarak, rahatlıkla diyebilirim ki; bir türlü kapanmayan yaralara şifa olan
reçeteler, tecrübe laboratuvarlarında kelimelere döküldü. Her yeniden ayağa
kalkışın, yola devam edişin çekirdeği oldu aşk.
-Yorulduğunuzda bu tatlı reçeteler yetişti imdadımıza.
Sevdiklerimizle birlikte büyümenin heyecan dolu dünyasında öğrendik ki, “Ne
zaman ki biter aşk, insan o zaman yorulurmuş...!” deniliyor.
Kitaptan kısa alıntıları paylaşalım: ... insanın yaşama
sevincini, devam etme aşkını elinden alan esas suçlu çoğu zaman yine
kendisidir. En büyük yalanı insan kendine söyler, buna en çok inanan da yine
kendisidir. ... ..
-Kendini mağdur ve haksızlığa uğramış olma durumuna sokmanın
en patolojik zevklerini yaşar. Hayatın ve yaşadıklarının sorumluluğunu almamak
uğruna, mağdur ve haksizlığa uğramış olmayı bir yan kazanç olarak görür. Tekrar
deneme ve çabalama cesareti gösteremediğinden dolayı sorumluluktan ve kendine
düşen değişme ihtiyacından da vazgeçer. Dertlenmek, şikâyet etmek daha kolay
gelir.
-Mutlu olmak ise, kendinle tanışmayı gerektirir. ... ..
Yeter ki sen mutlu olmayı, kadere ve yaşayacaklarına dair
iyi niyetli olmayı seç...
-Seni özel kılan, sana has olanı sevmeye çalış, onu
küçümseme, kendinden büyük yükler de yükleme
sırtına...
sırtına...
1500
parçalık yapboz
-... .. yaşımız ilerledikçe yaptığımız yapbozların parça
sayısı da artar. 500’lük, 1000’lik hatta 1500, 2000’lik olanları tercih etmeye başlarız.
İlk başta çok zorlayıcıdır. O kadar çok birbirine benzeyen renk ve şekilde
parçalar vardır ki, nereden başlayacağımızı bilemeyiz. İlk bakışta karmaşık ve
içinden çıkılmaz görünür, bu yüzden pes etmemize bile yol açabilir. ... ..
-Hayatta böyle değil miydi? Onda da parçaları birleştirmeye
çalışmıyor muyduk? Seçim yapmak, karar
vermek, doğru olanları, birbirine uyanları birleştirmekte zorlanmıyor muyduk
aslında...
-Nice kararlar arasında gidip geldiğimiz, bir sürü seçenek
arasında seçimsiz kaldığımız, çaresiz olduğumuzu hissettiğimiz zamanlar...
-Tamamlanmış hali önceden bilinen ve insanın önüne parçalar
halinde sunulan bir yapbozu yapmak gibidir, hayatı yaşamak...
-O seni bilir, nasıl hareket edeceğini, nereden ve hangi
parçalardan başlayacağını da bilir, sana çizdiği resmi ve sana yazdığı
hikâyeyi senin okumanı, senin boyamanı ister. Benzer renkler ve şekillerle -aynı
yapbozdaki gibi-sana ipuçları sunar.
-Önemli olan hangi duyguyla ve hangi niyetle yöneldiğindir.
Sıkıntı ve sızlanmaya başlamak işi zorlaştırır. Aynı hayata şikâyet
penceresinden bakmak gibi... Onun sana eziyet ve sıkıntı çıkarmak gibi bir
niyeti de yok aslında.... Sadece öğrenmen, büyümen ve özgürleşmen için önüne
koyar parçaları... Sana yük etmek için değil.
-Hayatın yapboz setinde eksik parça çıkmaz. Her parça yerini
bilir, yerini arar, doğru yeri bulduğunda da kolayca oturur ona ait boşluğa...
Hiçbir şey boş ve anlamsız değildir.... ..
-Hepsi yerini bulmanı bekler, onlar sabırlıdır, sen bulan
kadar, sessizce beklerler.
-İnsan sabırsızdır, hemen olsun, hemen gelsin ister. ... ..
zahmetsiz olsun ister. ... ..
-Oysa ararken öğrenir insan, doğru parçaları bulmaya
çalışırken hayatı, kendini ve resmin bütününü fark eder. ... ..
-Onun istediği sonuç değildir., senden beklediği süreçteki
halindir. İyi niyetin, gayretin ve cesaretin iyi bir başlangış olur. Olumlu
başlayan olumlu bitirir. İyi düşünen, iyi yollar, iyi yürekler keşfeder. Bütünü
bulmak daha da kolaylaşır.Aynı yapbozun parçaları gibi, birkaçını bulduktan
sonra diğerleri de peşi sıra gelir. Başlangıçta zor gelen, zor görünen her şey
yaptıkça, çözdükçe kolaylaşır. Anlamsız gibi görünen parçalar, koca bir resmin
tamamlayıcısı olurlar. ... ..
Affetmek,
öfkeden vazgeçmektir
-... ..Hayallerimiz var, arzularımız ve isteklerimiz var. ...
..İnsan nefsi olumsuzlukları biriktirmek ve birleştirmek de oldukça mahirdir.
... ..
-Affetmek ise onun alışkanlıklarından ağır gelir. ... ..
Ağlayabilmenin
inanılmaz hafifliği
-... ..Büyürken ve öğrenirken yorulan, örselenen ve kirlenen
duyguların gözyaşı ile temizlenir.... ..
-Duygularını konuşamadan, korktuğunu söyleyemeden ve doyasıya
ağlamadan büyüyen erkek çocukları için, svemek, sevdiğini söyleyebilmek ne
kadar mümkün olur. ... ..
-Erkeği davranışlarından çözmeye çalışan bir geleneğin
çocuklarıyız biz. Onları biz kadınlar yetiştirdik. ... ..
Bir
damda iki iklim
-Bir yaz gecesi aile üyeleri damda uyumaktadır. Anne, oğlu ve
hiç sevmediği gelini yakın bir şekilde uyurken görünce, bu manzaraya daha fazla
dayanamaz, onları uyandırıp, bağırır;
-“Bu sıcakta nasıl bu kadar yakın uyuyabiliyorsunuz? Bu çok
sağlıksız ve tehlikeli..” diye söylenir.
-Az sonra damın öbür ucunda kızı ve damadını, birbirine
sırtını dönmüş olarak uyuduklarını görür. Onları usulca uyandırıp: “Canlarım,
hava soğuk, bu serin havada böyle uzak uyumayın, üşürsünüz” der.
-Bu sırada olup bitene şahit olan gelin, ellerini havaya
kaldırır ve şöyle seslenir... ‘Allah’ım Sen ne büyüksün, ne yücesin... Bir
damda bile, iki iklim yaratabiliyorsun’ der...
-Bu hikâyedeki gibi, bazen bakış açımız o kadar tarafgir
olabiliyor ki, sıcak ve soğuğu algılayışımız bile değişebiliyor. ... ..
-Doğrudan söylenen sözlere muhatap olmak ve cevap vermek daha
kolayken, bu şekilde dolaylı olarak, başka sebepler bahne edilerek yapılan
iletişim çoğu zaman karşılıklı atışmalara dönüşür. Açıkça ifade edilmediği için
kişiler akıl okumaya
başlar. Yani diğerinin sözlerinin altına yatan niyete ve sebebe dair akıl
yürütür. Bu ise, öfkeyi ve huzursuzluğu doğurur.
-Bizim toplumumuzda özellikle hanımlar arasında yaşanan
dolaylı anlatım tarzı, iki taraf için de yıprtıcı olmaktadır. Karşılılklı söz
savaşları sorunları büyütür ve içinden çıkılmaz bir hale getirir, Hikâyedeki
gibi genellikle gelin kaynana ilişkilerinde en dramatik örnekleri yaşanır. Açığını bulma, eleştirme,
beğenmeme, kusurlu ve yetersiz görme alışkanlığı tamamen nefisten kaynaklanan
rekabet ve üstün olma tutkusunun sonuçları olarak ortaya çıkar. Kimin
kimden daha becerikli, daha yetenekli ve kuvvetli olduğunun yarışları yapılır. Can acıtmak için söylenen bu
sözler yüzünden ilişkiler, evlilikler ve insanlar zarar görür.
Evlilikler biter, eşler psikolojik rahatsızlıklar yaşar, ailenin düzeni ve
huzuru bozulur. ... ..
-... ..insan öncelikle kendini ve kendi zaaflarını keşfetmelidir.
Tutkularını ve hırslarını tanımalıdır. Çünkü insan olumsuz duygularını hep karşısındakine yansıtır.
... .. Nefsini ve onun
olumsuz hallerini bilmeyen insan, kibri ve şişmiş benliğini farkedemez. Hep
kendini yüceltmeye ve yükseltmeye çalışır. Çevresindeki benliğini
besleyen insanlara karşı tarafgir ve dolaylı bir şekilde davranır. Öfkesini
masum olmayan, can acıtan kelimeler seçerek ifade eder. Sürekli kontrol edip, bir eksik ve kusur arayarak
baktığı için zamanla içindeki hırs da arta, huzursuzluğu da...
Her
erkek eşinin kahramanı olmak ister
-... .. Evlilik ilşkilerinde kadın ve erkeğin farklı
fıtratlarda yaratıldığı unutulmamalıdır.Birçok sorun da bu farklılıkları doğru
anlayamamaktan ortaya çıkar.
-Aynı zamanda evlilik birlikte büyüme sürecidir. Hata yaparak ve yavaş yavaş
öğreniriz...
-Kadınlar fıtrat
itibarı ile olayların ve sözlerin üzerinde çok daha fazla dururlar.
Yaşanmışlıkları da kolay kolay unutmazlar. Bazen bunu da abartabilirler.
Zamanında ifade etmediklerini, edemediklerini sonraki yıllarda söylemeye
çalışırlar. Bu sefer de öfkeyle ifade edildiği için kötü sonuçlar doğurur...
-Erkek ise
yaşadıklarını fazla didiklemeden yaşamayı tercih eder. Derinlemesine duygu
tahlilleri yapmak üzere bir fıtratı olmadığı gibi, duygularını ifade etmek
üzere yetiştirilmediği için sıkıntılarını nasıl söyleyeceğini de bilmez. ... ..
-.. her erkek
eşinin gözünde onun kahramanı olmak ister.
-Saygı görmek, takdir edilmekten çok hoşlanır ve daha çok
değişmek için çaba sarf eder. Kadın
ise, erkeğin yaptığı hataları zamanında ifade edemediği için zamanla
hırçınlaşır ve bunları sürekli söylemeye başlar. İlişki ise burada sıkıntı
oluşturmaya başlar. Eşimizi suçlamadan ve kişiliğine saldırmadan, kendi
duygularımızı ve sıkıntılarımızı ifade etmeyi öğrenemedikçe, evlilik otuz sene
de sürse, kronik bir hastalık gibi sürekli didişmeyle geçer. ... ..
-Karşımızdakinin iyi niyetli yaklaşımlarına, takdir ederek
karşılık verirsek, daha çok olumlu davranmasına teşvik etmiş oluruz. ... ..
Kabul
etmek onaylamak değildir
-Çevremizdekileri ve tüm sevdiklerimizi farklı olduklarını
bildiğimiz halde, yine de eskisi kadar sevebilsek... Keşke, tam da istediğimiz
gibi olmadıkları halde, ilişkimizin daha da renklenebileceğini hissedebilsek ve
bunun özgürlüğünü, rahatlığını yaşayabilsek... Keşke karşımızdakini asıl
değiştirmenin yolunun, onu önce olduğu gibi kabul etmek olduğunu fark
edebilsek...
-Keşke kabul etmenin aslında onaylamak olmadığını da görebilsek...
*Aşk
biter insan yorulu & Psikolog Banu Yaşar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder