Hatice Hanım, pek genç dul kalmış zengin bir hanımcağızdı. On üç yaşında iken altmış altı yaşında bir kocaya vardığın için “evlilik” denen şeyden nefret etmişti. İşte hemen hemen on sene vardı ki, erkeğin hayali zihnine romatizma, balgam, pamuk, vantuz, tentürdiyot yığınlarından yapılmış pis, asık çehreli lenet bir heyula şekline gelirdi. “Gençler başkadır” diyenlere:
“Aman, aman! Onlar da bir gün olup ihtiyarlamazlar mı? Sonra dertlerini kim çeker?” diye haykırırdı.
Başlıca merakı temizlikle namusluluktu. Göztepe’deki köşkünü hizmetçi Eleni ile evlatlığı Gülter’le her sabah beraber temizler, aşçısı Mehmet’i her gün traş ettirir, zavallı Bolulu oğlanı tepeden tırnağa kadar beyazlar giymeye mecbur ederdi. Eleni de, Gülter de son derece namusluydular. Kileri kilitlemezdi, paraları meydanda dururdu. Hele Mehmet’in namusuna diyecek yoktu. Konuşurken gözlerini kaldırıp insanın yüzüne bile bakmazdı. Hatice Hanım, köşkten hiç bir yere çıkmadığı için işi gücü adamlarını teftişti. Habire odaları dolaşır, tavan arasına çıkar, mutfağa inerdi. Derdi ki:
“Benim gibi olun! Ben kimse ile görüşüyor muyum? Sakın siz de komşuların hizmetçileriyle, uşaklarıyla konuşmayın! El, insanı azdırır!”
Mehmet bile bu nasihati noktası noktasına tutmuştu. Arka bahçedeki mutfağı değil misafir, hemşeri filan, hatta yabancı bir kedi bile girmiyordu. Hatice Hanım, belik günde on defa iner, onu yapayalnız tenceresinin başında bulurdu. Hatice Hanımın temizlik, namus merakından başka bir de yüksek ökçe merakı vardı. Fakat boyu çok kısa olduğu için evin içinde dahi bir karışa yakın ökçeli iskarpin giyerdi. âdeta bir cambaza dönmüştü.
Bu yüksek ökçelerle merdivenleri takır takır bir hamlede iner, ayağı burkulmadan bir aşağı, bir yukarı
koşar dururdu. Nihayet bir baş dönmesi geldi. Çağırdığı doktor ilaç falan vermedi.“Bütün rahatsızlığına sebep olan bu ökçelerdir, hanımefendi!” dedi, “Onları çıkarın! Rahat, yünden, yumuşak bir terlik giyin! Hiç bir şeyiniz kalmaz.”
Hatice Hanım doktorun tavsiye ettiği bu yünden terlikleri aldırdı. Hakikaten rahattı. İki gün içinde başının dönmesi falan geçti. Dizlerinde, baldırlarında sızı kalmadı. Fakat böyle, tam vücudu rahat ettiği sırada, ruhu bir azap duydu. Dokuz senelik adamlarının iki gün içinde birdenbire ahlakları bozulmuştu. Eleni’yi kendi diş fırçasıyla ağzını yıkarken, Gülter’i reçel kavanozunu boşaltırken görmüştü. Mehmet’i et günü olmadığı halde bol bir sahan külbastıyı yerken yakaladı.
*Yüksek Ökçeler & Ömer Seyfettin
Karbon Kitaplar
Mayıs 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder