Bolognini Kontesi Vimercati Hanımefendi’ye
Konuşmalarınızla Milano’da Paris’i yaşattığınız bir yolcuya verdiğiniz zevki hatırlarsınız madam, onun, yanı başınızda geçen zevkli akşamlara duyduğu minnettarlığının ifadesi olarak , eserlerinden birini ayaklarınızın dibine serdiğini ve Milano’da aziz olan isminizle, onu daha önce eski yazar dostlarınızdan birinin hikâyeleri için yaptığınız gibi, himaye etmenizi dilediğini görerek şaşırmayacaksınız.
Sizin de, daha bu çağda güzel, kadınlığın o bütün değerli niteliklerini annesinden kapacağı ince gülümseyişinden okunan ve eminim ki, bedbaht bir nanaın benim Eugenie’me çok gördüğü çocuk mutluluğunu sonuna kadar yaşayacak bir Eugenie’niz var. Fransızları şıpsevdilik ve vefasızlıkla suçlarlar. Bu konuda ben, kararlılığım ve hatıralara bağlılığımla, daha çok bir İtalyana benzerim. Eugenie adını karalarken aklım çok kere Vicccolo dei Capppucini sokağındaki evde, sohbetlerimize ve bu sevgili çocuğun gülmelerine şahit olan geniş mermer salona ve küçük bahçeye gitti.
Corso’dan TreiMonasteri’ye gitmek üzere ayrılmıştınız. Kim bilir şu anda orada nelerle meşgulsünüz? Zaten artık sizi, muhakkak çevrenizi almış olan o güzel şeylerin arasında değil, varlıklarını Carlo Dolci, Raffaello, Tiziano ve Allori’ye borçlu olduğumuz, kendimizden uzaklaştıkça bir bilmeceye dönüşen o güzel tablolardan biri olarak görebileceğim.
Bu kitap, Alpler’i aşıp elinize ulaşabilirse, ize duyduğum içten minnettarlığın ve derin dostluğun bir ispatı olacaktır.
Mütevazı bendeniz
De Balzac
Neuve-des-Mathurins sokağının en güzel konaklarından biri. Gecenin saat bir buçuğu. Fransız sanayisinin ancak bu son yıllarda imal edebildiği, o göz okşayan, hareli, mavi kadifeyle kaplı, evin hanımına ait özel dairede, şöminenin önünde iki genç kadın oturmakta. Kapılarda, pencerelerde, gerçek sanatkârlar olan
döşemecilerden birinin elinden çıkma, duvar kaplamalarının rengine uyan mavilikte, yumuşacık kaşmir perdeler. İşlemeli üç zincirle tavanın ortasındaki zarif gül kabartmasına asılan, firuze kakmalı gümüş bir lamba. En küçük ayrıntıda bile bu dekora uygunluk aranmıştı. Üstüne beyaz kaşmirden yıldız düşürülmüş, mavi ipekten tavan kaplamasına kadar. Bu kaplamanın inciler tutturulmuş,kıvrımlı, uzun şeritleri, eşit aralıklarla duvarlara dökülüyordu. Yere bastığınızda, üzerine mavi çiçek demetleri serpilmiş, yünden, açık kül rengi bir Belçika halısının sık bir çimenlikte yürür gibi sıcacık temasını hissederdiniz. Eski çağların en güzel örneklerinden ilham alınarak pelesenk ağacından yapılmış mobilya, zengin tonlarıyla bu bütünlüğün donuk, yahut da bir ressamın kullanacağı bir ifadeyle, biraz fazla flu manzarasını bir kat daha ortaya çıkarmaktaydı. Kenarları yaprak yaprak tahtadan oyulmuş, ortalarında beyaz, nadir bir ipekli üzerine mavi çiçek nakışları bulunan koltuk ve kanepe sırtları bulunan iki etajer, el sanatlarının düşüncenin ateşinde pişmiş ürünlerini, yani pahada ağır bir sürü ıvır zıvırı sergilemekteydi. ... ..... ..
… ..
… .. Erkekler ısrar etmekten bıkabililer ama, kadınlar asla. … ..
… ..
Karısı, kocasının bu kusursuz irem bağında (Cennet bahçesi), sonunda bir tür tekdüzelik buldu. İlk kadının yeryüzü cennetinde erdiği o kusursuz mutluluk ona uzun süre tadılan güzelliklerin verdiği bulantıyı … .. verdi. … .. Bu duygu hep Havva’nın muhtemelen can sıkıntısından yanına vardığı, yılan kılığına girmiş şeytana karşı hissettiği duyguya benzemiştir. … ..
… ..
… .. Felix kendi kendine verdiği zahmetlerin karşılığını istemek gibi bir aşağılığa hiçbir zaman düşmemişti. Karısına, yaşadığı bu zevkler, bu lüks doğalmış gibi geliyordu. Kocasına, gururundan fedakârlık ederek duyacağı hiçbir minnet borcu yoktu. Bu her şeyde böyledir. İyiliğin her zaman değeri bilinmez, bir huy olarak görülür. Kötü bilinen insanlar kötü davranmadıkları zaman ödüllendirilir de, iyi kalpli birinin kimseye sezdirmeden gösterdiği gayretler seyrek olarak farkedilir. .. ..
… ...
Kadınlar mucizeler yaratmayı, kayaları parçalamayı, tunç sağlamlığında görünen mizaçları eritmeyi severler. … .. sokağındaki cennetinde can sıkıntısı çeken Havva için o, renkli, parıltılı, tatlı dilli, büyülü bakışları ve uyumlu davranışlarıyla kadınların ilkini baştan çıkaran yılan olabilirdi ve oldu. Kontes Marie, Raoul’lü fark eder etmez içindeki şiddetinden kalbini hop ettiren bir kıpırtı duydu. … ..
… ..
Kontes Marie de Vandenesse’in hikâyesini bir bir anlattılar. Dondurucu sözler neşterini ve blâgatin sivri ucu kadının saflık içinde geçmiş gençliğine, sonra da şimdi yaşadığı mutlu evliliğe daldırıp daldırıp çıkardılar... .. on sekizine kadar anasının dizinin dibinden ayrılmamış, dinî gerekliliklerin iliklerine kadar işlediği, Vandenesse’nin yetiştirdiği ve aşka tadılmak için, evlilikte yeteri kadar pişmiş bir kadına rastlamamış olmasından dolayı Raoul’ü tebrik etti. … ..
… ..
Böylece, Rocher sokağındaki zavallı Havva, utanç çarşaflarına bürünüp yatarken, bu sözüm ona büyük şairi dinlerken duyduğu zevkin ürküntüsü içindeyken ve vicdanı Vendenesse’e duyduğu minnettarlığın ciddi sesiyle yılanın süslü sözleri arasında bocalarken, bu üç kafadar kafa kafaya vermiş, onun doğmakta olan aşkının beyaz ve sevecen çiçeklerini çiğneyip geçmekteydi. Ah! Kadınlar, yanlarındayken böylesine sabırlı, böylesine yüze gülücü olan erkeklerin, uzaktayken takındıkları hince hince tavrı bilebilseler! Yanlarındayken tapındıklarını uzaktan nasıl tefe koyduklarını bir anlasalar! Taze, zarif, namuslu yaratık… Adice şakalar onu nasıl soyuyor, içini dışını nasıl bir bir elden geçiriyordu! Ama aynı zamanda ne büyük zafer! Tüller üzerinden kalktıkça, güzelliği bir kat daha ortaya çıkıyordu.
O anda Marie , bu tip benzeştirmelerin gönlünde yaratacağı tehlikeden habersiz, Raoul’ü Felix ile kıyaslamaktaydı. … ..
… ..
… ..Gözünden hiçbir şey kaçmayan Leydi Dudley, Kont de Vandenesse’i Madam de Manerville’e teslim ederek bu kaçamak köşe sohbetini korumasına aldı. Madam de Manerville, köklü bir soydan gelmenin verdiği cazibeyle Felix’i işbazlıklar, yüzünün al al olmasıyla bir kat daha güzelleşen itiraflar, ayaklarının önüne incelikle serilmiş çiçek demetleri gibi içli pişmanlıklar, karşısındakini haksız duruma düşürecek kadar kendini haklı gösteren acı acı yakınmalar dolu bir tartışmanın tuzağına düşürdü. Bu iki dargın âşık, baş başa konuşuyorlardı. Kocasının eski metresi, onunla geçmişte yaşanmış zevklerin küllerini, birkaç kıvılcım bulabilmek için eşelerken, Madam Felix de Vandenesse, yanlış yaptığına ve yasak bir yolda yürüdüğüne inanan bir kadının yürek çarpıntılarını hissetmekteydi: Bütün bunlar insana hiç de hoş gelmiyor diyemeyeceğimiz, içimizde bir yerlerde bugüne kadar gizli kalmış güçleri harekete geçiren heyecanlardı. … ..
… ..
… .. Sürüngenlik rolünü iyi becerdi, meşum elmayı en çarpıcı renkleriyle kontesin gözünde patlattı. Marie baloyu, gururunu okşayan iltifatlardan etkilenmiş, başkasının kötü bahtının, üstün nitelikleriyle bezediği kalbinin derinliklerinde uyandırdığı merhametle acıma duygularına kapılmış halde, gerisinde umutları barındıran vicdan azapları ile yüzleşerek terk etti.
… ..
Florine … .. Çinli bir ressam çizmiş dense şaşılmayacak ince kara kaşları, üstlerinde kılcal damarların ağı örülmüş dogun göz kapakları çevrelemekteydi. Canlı bir ışığın parladığı, ama kahverengi çizgilerle kafeslenen göz bebekleri bakışına yaban hayvanlarının o vahşi donukluğunu ve yosmaların soğuk melanetini veriyordu. İnsanda hayranlık uyandıran ceylan gözleri çok hoş bir kül rengiydi ve uzun siyah kirpiklerle bezenmişti. Bu zarif zıtlık onlardaki dikkatli, sakin şehevî ifadeyi daha hissedilir hale getiriyordu. Kendiliğinden bir şeye çevrildiğinde bu gözlerde yorgun bir ifade vardı. Ama sanatçılara has bir tarzda, çevresini incelemek veya derin derin düşünüyormuş havasını vermek için gözbebeklerini bir kenara, bir yukarı kaydırabiliyor ya da onların bütün çarpıcılığını, sahnede ustalıkla , başının şeklini bozmadan, yüzünün sükûn ifadesinden bir şey kaybetmeden gözlerini tek bir noktaya dikerek dile getirebiliyordu. … ..
… ..
*Bir Havva Kızı & Honore De Balzac
Türkiye İş Bankası Yayınları
Özgün adı: Une Fille D’eve
Fransızca aslından çeviren: Babür Kuzucuoğlu
1.Baskı Mart 2009 İstanbul
*Kitabın çevirisini yapan Babür Kuzucuoğlu’nun önsözü en az romanın kendisi kadar güzel. Önsözde özellik arz eden alıntılar yapılması gerekirse; “ … .. Balzac, yazarlık hayatının neredeyse ta başından beri, yazmış olduğu ve yazmayı tasarladığı romanları belli başlık veya başlıklar altında bir araya getirmeyi hep tasarlamıştı. Özel Hayattan Sahneler başlığını 1830 yılından 1832 yılına kadar yazdığı romanlar için kullanmış, 1834 yılında Toplum Ahlak ve Görenekler Üzerine İncelemeler başlığını ortaya atmıştı. 1837 yılında ise bu sonuncusunun yanı sıra , Felsefi İncelemeler ile Tahlilî İncelemeler’i de, Sosyal İncelemeler genel başlığı altında, üç grup olarak toplamayı düşünmüştü. Nihayet 1842 yılında zihnindeki şemaya son şeklini verdi ve genel başlık olarak da İnsanlık Komedyası (La Comeddie humanite) adını, o yıl yeniden yayınlanan romanları için kaleme aldığı çok uzun bir giriş yazısıyla takdis etti. Yazdığı ve yazacağı bütün romanlar, diğer alt başlıklarla, on dokuzuncu yüzyıl Fransız toplumunun dokusunu, her coğrafyadan, her sosyal tabakadan, tek tek insanlarla yansıtmayı amaçlayan bu devasa çatı altında yer alacaktı … ..
… ..
… .. Eskiden bhükümdarlık devri kurumları her şeyi basitleştirmişti. Karakterler belliydi: Tüccar ve zanaatkâr bir burjuva, başına buyruk bir asil, köle bir köylü. İşte eski Avrupa toplumu. .. ..
XV. Louis’in hükümdarlığına kadar roman işte böyle bir şeydi. Şimdi Fransa’da Eşitlik, irili ufaklı sonsuz farklılıklar yarattı. Bir zamanlar kast dünyası her ferde bir çehre kazandırıyordu. Şimdi fert çehresini kendi yapıyor. Toplumları bir kalemde tasvir edecek bir şey kalmadı: Ne kılık kıyafet, ne senyör bayrakları. (...) Toplum mekânı herkese ait. Özgün olan sadece mesleklerde, güldürücü olan alışkanlıklarda. Şekil ortadan yok olunca , edebiyatın tasvirine atılması ve insan gönlünün en nazik coşkularını araması gerekti. Yazar işte bunun için eserine konu olarak Fransız toplumunu aldı. Tarihi yazan Fransız toplumunun kendisi, bense zabıt kâtibiyim. … ..
Balzac büyütecini, o toplumdaki coğrafyanın, bir sosyal tabakanın, siyasi mekanizmanın, kısaca hayatın üstünde ustaca gezdiriyor, seçtiği, yarattığı kahramanlarını sahici bir bedene ve ruha büründürme yolunu keşfediyordu…. ..
… ..
… .. Fransız İhtilali’nin kendi kendini yiyip tükettiği, iktidarını Napolyon’un hırslı ve güçlü ellerine teslim ettiği günlerin hemen ardından doğdu. Çocukluğu, İmparator'un bütün kadim Avrupa’yı kana ve Fransız İhtilali’nin fikriyatına boğduğu, sonra da bu eski dünya önünde boyun eğdiği, şaşaalı vr ıstıraplı yıllarda geçti. Onun gençliğinde Fransa, Bourbon hanedanından iki kralın idaresi altında yeniden kendini bulmaya çalışıyordu. Kan kaybede kaybede ihtilalden, cumhuriyetin en acımasızından, imparatorluktan, ağır yenilgiden, onur kırıklığından geçmiş böyle bir toplumda bütün değer sistemleri, bütün kurumlaşmalar altüst vaziyetteydi. Başta birçok aydın gibi o da devrimci, sol düşünceye yakındı. Öte yandan, bir edebiyatçı gözüyle, yaşadığı bu çalkantılı dünyayı daha derinden tahlil edebileceği olgun yaşa gelmişti. 1830 yılı Temmuz ayında patlak veren olaylar, ona göre, türedi bir burjuvaziyle eyyamcı bir kralın ittifakıyla sona erince, devrime olan bütün inancını yitirdi. “Temmuz İhtilali yollara yeni baştan döşenen kaldırım taşlarının altında” ezilip kalmıştı. … ..
… .. Balzac’ın bir toplum eleştirmeni olarak kaleme aldığı, düşündürücü birkaç satırı buraya aktarmak istiyorum: “Ailenin bütün bireyleri dağınık halde , birbirini unutmuş, aile gururunun söz konusu olduğu, çıkarların hepsini bir araya getirdiği veya gerçekte olduğu gibi kalben de birbirinden kopardığı ana kadar, sadece hatıraların zayıf bağlarıyla avunarak yaşar giderler. Aileleri parçalayıp aile sayısını çoğaltırken, çağdaş hukuk düzeni kötülüklerin en korkuncunu yarattı: Bireycilik.” Bu dosdoğru tespit o günden bugüne, Batı toplumunun başta gelen gerçeklerinden biri sayılmakta. Güzel de, aynı gerçek, yani “toplumun giderek fertlere ayrışıyor” olması , bir yandan da, Balzac’ın en önemli temsilcilerinden biri olduğu, on dokuzuncu yüzyıl romanına sosyal malzeme hazırlayan temelli unsur da değil mi?
*Bourbon Hanedanı - Vikipedi (wikipedia.org)
*Bourbon Hanedanı, Avrupa'nın önemli kraliyet ailelerinden biri ve Capetlerin bir alt koludur. Bourbon kralları ilk olarak Navarra krallığına ve Fransa'ya onaltıncı yüzyılda hükmettiler. On sekizinci yüzyılla beraber Bourbon hanedanı üyeleri İspanya, Napoli, Sicilya ve Parma'da da saltanatı ele geçirmiş bulunmaktaydı. İspanya ve Lüksemburg hala bu ailenin alt kollarının üyelerinin yönetici olduğu monarşilerle yönetilmektedir.
Bourbon monarşisi Navarra'da 1555'te ve Fransa'da 1589'da başladı. İki krallıktaki hakimiyetleri 1792'de Fransız İhtilali arkasından sekteye uğradı. 1814'te saltanatlarını tekrar tesis ettiler ve 1815'te ilk Fransa İmparatoru'nun düşmesinin ardından saltanatı tekrar ele geçirdiler. Nihayet, 1830'da Temmuz Devrimi ile tahttan uzaklaştırıldılar. Ailenin bir dalı olan Orléans Hanedanı 1830 - 1848 arasında yönetimi ele aldı. Daha sonra onlar da tahttan indirildiler. Fransa da cumhuriyet ilan edilmiştir.
*Temmuz Devrimi - Vikipedi (wikipedia.org)
*Temmuz Devrimi, Fransa'da 27 Temmuz 1830'da başlayan ve Bourbon Hanedanının kesin olarak yıkılarak liberal bir monarşinin kurulmasına ve Restorasyon döneminin kapanmasına yol açan devrimdir.
Devrimin Kaynakları: … ..
Devrimin Doğrudan ve Dolaylı Sonuçları: Devrimin bütün Avrupa'da önemli sonuçları oldu. Restorasyon döneminin bitip Bourbonların tahttan inmesinden sonra bütün Avrupa'da liberaller güç kazandı. Bunun sonunda İspanya'da ve Portekiz'de liberal anayasal yürürlüğe kondu, Belçika Hollanda'dan bağımsızlığını kazandı, Polonya'da Rusya ve Avusturya tarafından bastırılan milliyetçi ayaklanmalar patladı, İtalya'da yine Avusturya'nın şiddetle bastırdığı liberal ayaklanmalar patladı, Almanya'da liberal ve devrimci hareketler gelişti, ancak Metternich'in baskısıyla Prusya tarafından bastırıldılar ve İngiltere'de de çartist hareket gelişti.
*Azize Cecilia - Vikipedi (wikipedia.org)
*Azize Cecilia (Latince: Sancta Caecillia) Katolik, Ortodoks, Anglikan ve İsveç Kilisesi gibi bazı Lutheran kiliselerinde saygı duyulan bir Roma şehidiydi.[1] Müziğin ve müzisyenlerin koruyucu azizesi oldu, düğününde müzisyenlerin çaldığı gibi, Cecilia'nın "kalbinde tanrıya şarkı söylediği" yazılıyor. [2] [3] Müzik besteleri ona ithaf edilmiştir ve 22 Kasım'daki yortusunda konserler ve müzik festivalleri yapılmaktadır.
*
"Bir Havva Kızı"nı okumaya karar verenlerin yine yazarın, "Vadideki Zambak" isimli romanının okumasında yarar var... birbirinin devamı olmuş...
YanıtlaSil"Vadideki Zambak" romanındaki kahramanlardan Kont Felix'in gençlik dönemindeki hızlı yaşamı sonrasına "Bir Havva Kızı"nda şahit oluyoruz. ... Bu sefer iyi ve anlayışlı olan bir koca olan Felix'in gözleri önünde karısının hızlı yaşamı insanı çok da şaşırtmıyor...
SilSahnenin bu bölümünde, Felix'in eski rolünü Şair Raul Nathan almış görünüyor...
SilBu ortamın alt yapısını kurgulayan ise "Vadideki Zambak"tan tanıdığımız; Felix'in eski sevgililerinden biri olan Lady Dadley... intikam kokuyor ....
SilLeydi Dudley
SilTuzağa düşen Felix eski sevgililerinden bir diğeri ile baş başa görüşürken karısı da benzer bir ruh halinde, benzer bir sahnenin oyucusu gibiydi....
SilKocasının eski metresi, onunla geçmişte yaşanmış zevklerin küllerini, birkaç kıvılcım bulabilmek için eşelerken, Madam Felix de Vandenesse, yanlış yaptığına ve yasak bir yolda yürüdüğüne inanan bir kadının yürek çarpıntılarını hissetmekteydi: Bütün bunlar insana hiç de hoş gelmiyor diyemiyeceğimiz, içimizde bir yerlerde bugüne kadar gizli kalmış güçleri harekete geçiren heyecanlardı
SilOn dokuz yaşına kadar kapalı bir manastır ortamına benzer şekilde annelerinin oluşturduğu dinî tarbiye ile büyüyen iki soylu (seçkin) aile kızının sonraki dönem Fransa’sının sosyal ortamında kabak çiçeği gibi açılmaları, kendi kocalarının bulunduğu ortamda bile ve bir adım sonrası umursamadan karşılaştıkları tablo anlatılmakta….
YanıtlaSilMarie kardeşler:
YanıtlaSilBüyük kız: Marie Angelique de Granville , Kontes Vandenesse ( kocası: Felix de Vandenesse ‘eski ayan meclisi üyesi’ , Kont Felix, kKontde Vandenesse, )
Küçük kız: Marie Eugenie, Madam du Tillet (kocası sonradan görme despot banker, Ferdinant de Tillet, Du Tillet)
Anneleri : Madam de Tillet
Babaları: Banker Ferdinant de Tillet… .. 1831’de evlendiler
iki kız iki erkek çocukları … oğlanlar sorgu hakimi ve gezici hakim.. ..
"Gönül çok kere hiç derecesindeki şeylere özlemle bağlanıverir." diyor Balzac.
YanıtlaSil