30 Mart 2024 Cumartesi

Rönesanslar*


 

… … Doğu uygarlıklarının kültürel kazanımlarının üzerinde durmamın sebebi, alışılmış Avrupa anlatılarında bunların “geri kalmışlığının” çokça vurgulanmasıdır. Bu, sanayileşmiş Batı’nın 19. yüzyıla özgü bakışı olsa gerek. Bugün bu “geri kalmışlığın” (tıpkı ortaçağ başlarındaki Avrupa’nınn geri kalmışlığı gibi) açkıkça geçici olduğu görülüyor. İbrahimi dinlerin zaman zaman oynadıkları olumsuz rolün, Rönesans’ın ve Yahudi Özgürleşmesi’nin etkilerini olduğu kadar İslam birikimine yönelik çoğunlukla tutucu bir yaklaşımı açıklamak açısından da can alıcı olduğu kanısındayız. Ancak, bu noktaya parmak basarken birinin kazanımlarını biraz vurgulamış, diğerininkileriyse hafifsemiş olabilirim. Şayet böyle yapmışsam, yalnızca Batı sosyal biliminde değil , sosyal bilimlerin genelinde süregelen eğilim göz önünde tutulduğunda, buna ıslah edici bir tedbir gözüyle bakılabilir.

… ..

… .. figütarif temsil üzerindeki İbrahimi yasağın görsel alanahâkim olduğu bir dönemde, Abbasilerin bilimdeki ve(ve çevirideki) başarıları için de yeterli bir görsel simge bulamıyoruz. Burada İslam konusunda sergilediklerim daha çok İran ve Afganistan’a ya da Babürlülere dayanıyor. Hepsi Çin resminin büyük etkisi altında kalmıştır. Batı İslamiyeti daha anikonikti. … ..

..


Rönesans Düşüncesi

… ..

… .. Kanımca, bu rönesansın kaynağını çok  daha geniş bir alanda bulmak; yalnızca Arap birikiminde değil Hindistan ve Çin‘den gelen etkili aktarımlarda bulmak gerekirdi. Kapitalizm olarak sözünü ettiğimiz şeyin kaynağında Tunç Çağı’ndan itibaren mal ve malumat alışverişinde bulunarak hızla gelişmiş yaygın bir Avrasya okuryazar kültürü vardı. Okuryazarlık önemliydi, çünkü bilginin gelişiminin

yanı sıra bu bilgiyle üretilenleri değiş tokuş edecek ekonomileri de gelişimini olanaklı kıldı. … ..

… ..

İslam bazı muazzam kütüphanelere sahip olduğundan, kitapların korunması konusunda çok daha iyi konumdaydı. Gerçi, bu kütüphaneler çoğunlukla bir saraya bağlı olduklarından , erişim bazen sınırlıydı. İbn Sina (980-1037) Bağdat’ta, ne o güne dek ne sonrasında hiç görmediği kadar çok kitap barındırdığını söylediği büyük bir koleksiyona başvurmuştu.  Bu koleksiyonlara ulaşanlar yalnızca bireyler değildi. 10. yüzyılda Halep, Şiraz ve Kahire’de olduğu gibi, yerel saraylardaki yazın ve bilim insanlarının toplantılarının merkeziydi.

Bu kütüphaneler bazen, özellikle kendi dönemlerine göre çok büyüktüler. 10. yüzyılda Hakim’in Kurtuba’daki kütüphanesi, Makkari’ye göre 400.000 ve Lübnanlı Keşiş Kasiri’ye göre 600.000 “kitap”tan oluşuyordu.. Bu İsviçre’de Aziz Gall manastırı kütüphanesinin Hıristiyan Avrupa’daki en büyük kütüphane sayıldığı bir dönemdi ve burada ancak 800 cilt vardı. 

… ..

İslamda kitap sayısını ve bilgi dolaşımını destekleyen önemli bir etken de yalnızca kutsal dil Arapçanın ortak kullanımı değil, kâğıdın da gelişiydi. Kağıt yapımında parşömen için gerekli olan  deri ya da yurt dışından ithal edilen  papirüs yerine atıktan (paçavradan) ve her yerde bulunabilen bitkisel malzemeden yararlanılıyordu. Kâğıt başlangıçta Çin’den geldi ve Araplar tarafından elde edildi. … ..

… ..

Basımcılık da yine Çin’de icat edilmişti. Yazılı sözcüğün mekanik yollardan dağıtılması bilginin dolaşımında, dolayısıyla da bilginin birikiminde daha yaygın bir artış olanağı demekti. Çin’de ağaçbaskı basım yöntemi daha 8. yüzyılda başlamıştı. … ..

… ..

… .. Bununla birlikte, karşılaştırma bakımından sanat ve bilimi ayrı ayrı ele almak gerekir. Sanat temelde yereldir. (ya da yerleştirilmiştir); Hıristiyan Avrupa dünyası  ya da Budist Çin gibi belirli bazı kültürel bağlamların dışında kolay kolay düşünülemez. Oysa , bilim daha evrenseldir: Sayma sistemleri Hindistan’dan İslam dünyasına, Avrupa’ya yayılır; “Arap” rakamları ve Pekin’de toplanan astronomik veriler  İspanya’da kullanılır. Yazı biçimlerine ilişkin değerlendirmemizi hatırlarsak, alfabetik yazı sistemlerinin ağırlıklı olduklarını, hiyeroglif (ikonik) olanların ise ses birimlerine bağlı bulunmayıp, bundan dolayı da dilbilimsel açıdan evrensel olduklarını belirtmekte yarar vardır. 

… ..

… .. Venedik tüm bu etkinliklerde başı çeken şehirlerden biriydi ve aynı zamanda, Akdeniz ticaretiyle ve doğunun kolonileştirilmesiyle iyiden iyiye meşguldü. Aslında, ticaretin çok büyüdüğü 12. yüzyıldan itibaren Venedik, Pisa ve Cenovalı temsilciler Konstantinopolis, İskenderiye ve Akra’da koloniler kurdular. Kâr zarar hesabı artık, İtalyanların Finbonacci’nin Lber abbaci (1228) adlı yapıtı aracılığıyla öğrebdikleri birçok hesaplamayı kolaylaştıran Arap rakamlarıyla yapılıyordu. … ..

… .. 

Ticari etkinliğin, Batı’da okuryazarlığa duyulan talebi arttırdığı açıktır: Kısmen çeşitli kuruluşlar arasındaki yazışmalar nedeniyle, kısmen de daha karmaşık işlerin kaydının tutulması yoluyla . Eğitim konusundaki baskı, artık devlet ve kilise çalışanlarının yanı sıra dinle ilgisi olmayan tüccarlardan da geliyordu. Bunların hepsi okuryazar bir kadro gerektiriyordu. Örneğin, fiyat listesi ticari malumatın önemli bir parçasıydı ve çeşitli bültenlerin çıkarılmasına yol açtı. Tüccarlar oğullarının okuma yazma ve hesap öğrenmeleri için istekliydiler ve bu amaçla özel öğretmen tutuyorlardı. 1275’te Floransa’da, ruhban olmayan bir öğretmenin erkek çocuklara ders verdiğini görüyoruz. Öğretmenlik mesleği seküler düzlemde gelişti ve öğrenim, ticari işlemlerin doğasını da hesaba katacak şekilde büyüdü.

… ..

Spufford ortaçağda bu alışverişte çok önemli bir rol oynayan Avrupalı tacirlerle ilgili yararlı bilgiler verir. Spufford’un yapıtı Avrupa hakkındadır ve dolaylın olarak bu kıtanın epey ötesine uzanan ticaret ilişkilerine dair pek az şey barındırır. Oysa, özellikle 10. yüzyılda İstanbul ve İskenderiye’de ticari kolonilerin kurulmasıyla birlikte Doğu ve Batı arasında yalnızca mal aktarımı değil, bilgi aktarımı da muazzam oldu. Ticaret etkinlikleri araştırmasını Avrupa’yla sınırlandırmak bütünüyle anlaşılabilir olmakla birlikte okuyucuda Batı’nın, basımcılık ve alfabe örneğindeki gibi, her zaman öncülük yaptığı izlenimini uyandırır. Oysa hiç de öyle değildi. 

Avrupa açısından doğuyla bağlantınınbaşka bir yönü daha vardı; Avrupa ticaretinin ve diğer ilişkilerin canlanması, kültür tarihçileri Jardine ve Botton’un son kitaplarında Türkiye’yle ilgili olarak açıkladıkları gibi, Hıristiyan olmayan başka bir kültürle iç içe geçmek anlamına geliyordu ve bu da, tıpkı antikçağ yapıtlarına geri dönmek gibi, başka kültürlerin, başka dinlerin söyleyeceklerine daha büyük bir ilgi göstermek demekti. Araplar ve Yahudiler Hİndistan ve Çin’de uzun zamandır tam da bunu deneyimlemek teydiler. Diğer dinlerle ilişkiler daha genel bir kuşkuculukla birlikte bir ölçüde sekülerleşmeyi de doğurdu. Bu hem bilimin ilerlemesi hem de sanatın özgürleşmesi açısından yararlı oldu. 

… ..

… .. Yunanlar ve Romalılar döneminde Lyceum ve Akademia’da yükseköğrenim yapılıyordu elbette. Akdeniz’in doğusunda, Roma İmparatorluğu’nun çöküşü sonrasında bile bu tür okullar faaliyet göstermeye devam etti ve felsefe, paganlık olduğu gerekçesiyle 4. yüzyılda İusssstinianos tarafından (başka yerlerde olduğu gibi) yasaklanıncaya değin İskenderi’yede okutuldu. Ancak kısmen Romalılar tarafından yıkılan Büyük İskenderiye Kütüphanesi, Müslüman dönemine dek ayakta kaldı. Diğer okuryazar dinlerde olduğu gibi , bir kenti işgal eden Arapların da ilk işi bir cami inşa etmek, bir hastane kurmak ve büyük ölçüde dini bir okuryazarlık eğitimi için bir merkez, bir okul açmaktı ve bu bir kütüphane anlamına geliyordu. Cordoba’da II. Hakem’in babası III. Abdurrahman (Abderam, hük. 912-61) tüm bunları yapmakla kalmayıp belli başlı kentlerde halk kütüphaneleri de kurdu ve kendi başkentinde ise bilim insanları ve ozanlar, ya saraylarda, ya da üst kesimden kadınların da aralarında bulunduğu âlimlerin evlerinde, yani “akademilerde” bir araya geldiler. Cordoba’da tıp, matematik, tarih ve şiir akademileri vardı. Yükseköğrenim İslamla birlikte kesintiye uğramadı.ve Memnun’un Yunanca çevirmenleri okulunu da barındıran Bağdat'taki sarayı gibi yerlerde devam etti. Daha sonraları, 10. yüzyılda Kahire'de kurulan ve daha geç tarihli Avrupa ve Budist üniversitelerindekine benzer bir biçimde dini eğitim geleneğini başlatan el-Ezher gibi medreseler oldu. İran’da 11. yüzyılda ortaya çıkan medreseler camiden bağımsız, İslami bilgiye odaklanan, özel olarak vakfedilmiş okullardı. Bununla birlikte “yabancı bilimler” kurumsal olmaktan çok gayri resmi bir biçimde başka yerlerde devam etti; maristan hastanelerin bağımsız olarak var oldukları tıp alanı belki bu kurumsal olmayışa bir istisnadır. Sözgelimi, Cordoba’daki Alkazar’da, her hangi bir Kuzey Avrupa kütüphanesindekinden çok daha büyük bir kitap koleksiyonuna sahip olan bir kütüphane bulunduğunu görüyoruz. Umberto Eco’nun Gülün Adı adlı romanında düşlediği kapsamlı manastır kütüphanesi aslında Kuzey Avrupa’nın o dönemki gerçek şartlarını yansıtmaz.  Cambridge Üniversitesinin kurulduğu zamanki kütüphanesinin Cordoba’dakinin yanında sözü olamazdı. … ..

… ..

Bağdat’ın büyük kütüphanesi Moğol fatihler tarafından yerle bir edildi.

… ..

… .. Avrupa aşk şiirinin yaratıcısı olarak nam salmış Languedoc trubadurları üslup, içerik ve vezin bakımından İspanya ve başka yerlerdeki İslami eserlere kuşkusuz çok şey borçluydular.İslam uygarlığı uzmanı H.A.R. Gibbb’in “İslamın gerçek hümanistleri” dediği Abbasi şairlerince İS 750’den itibaren kaleme alınan aşk şiirleri (gazel), bu gelenekte başlı başına bir kategoriydi. 

… ..

… .. İbn Haldun’un (ö.1406) çalışmaları günümüze dek bir hayli göz ardı edilmiş v e İslam geleneği içinde bile pek dikkate alınmamıştır. Genel olarak bakıldığında, Avrupa’nın İslama ve doğuya en büyük borcu ne din ne sanat alanındadır; doğa bilimlerindedir. … ..

… ..

… .. Avrupa’nın Rönesans anlatısından çoğunlukla dışlanan yalnızca İslam değildir; Hindistan ve Çin de dışlanır. Bunlara ait kazanımlar Güney İspanya’dan Uzakdoğuya dek uzanan bir İslam yoluyla Avrupa’ya ulaşmıştır. Üstelik, bu kazanımlar dikkate değerdi. Çin’le ilgili olarak Josef Needham 16. yüzyıla değin Çin biliminin pek çok alanda Avrupa’nın ilerisinde olduğunu öne sürmüştür. … ..

… ..

… .. bu dışlamanın bilinçli olsun olmasın, dünyanın geri kalanına karşı neredeyse ırkçı bir üstünlük safsatasını körüklediğini öne süreceğim. … ..

… ..

… ..  Biz avrupalılar dışında başka hiç kimsenin bir antikçağı, başka hiç kimsenin bir demokrasisi olmamıştı (bunu Yunanistan icat etti!” Peki, durum gerçekten böyle miydi? Fenikeli’lerin Sur şehrinde demokratik bir düzenleri vardı; alfabemizi de onlar icat etti. Bir Sur kolonisi olan Kartaca’nın da öyle. Ancak, Yunanistan ve Roma’nın Akdeniz rakibi Kartaca antikçağ senaryosundanbüyük ölçüde çıkarılmıştır. … ..

… .. 


… ..  Üstelik, Avrupa’nın kendisi Levant’la ilişki kurduktan sonra ekonomik olarak canlanmıştır. Levant kentsel kültürünü, Asya’yla ticaretini ve öğrenim geleneğini hemen hemen aynı şekilde muhafaza etmiştir. …..

Bu durumda, 9. yüzyıldan itibaren yapılan Yunanca çevirileri , kâğıt imâlatını ve bugün bunca askeri çatışmalara sahne olan bir kentte kurulan büyük kütüphaneyi hesaba katarak, Avrupa Rönesansı’nı, bilgi ve kültürde İslam dünyasını da içeren daha kapsamlı bir yeniden doğuşun bir parçası olarak mı görmeliyiz? … .. bir iç deniz olan Akdeniz, Venedik’in 8. yüzyıldaki ilk canlanışıyla başlayarak, bir kez daha bir iletişimin kavşağı haline gelmiştir. Aziz Makos’un cansız bedeninden geriye kalanlar 9. yüzyılda İskenderiye’den getirilmiş, kilisesini süsleyen tunç atlar ise 1204 yılndaki Dördüncü Haçlı Seferi’nin neden olduğu yıkım sırasında Konstantinopolis’teki Hipodrom’dan alınmıştı. Ancak ticaret malların (Aziz Markos örneğindeki gibi, kimi zaman çalıntı malların) yanı sıra bilginin, “kültür”ün de değiş tokuşu anlamına geliyordu. Aziz Markos’tan geriye kalanların Venedik’e getirilmesi “bu kentin doğu ve güney Akdeniz'le ticaretini artırma, Kutsal Topraklara hac yolculuğunda önemli bir çıkış noktası olma ve …. Avrupa’yla Doğu arasında bir “menteşe” olarak yer edinme becerisinde büyük bir artışı da temsil ediyordu.

Akdeniz’i gerçekten de, tarihçi Buraudel’in minvalinde, bir göl olarak görmemiz gerekiyor. … ..

… ..   Yunanistan bugünün Türkiye’sinden kopuk değildi; İyonya kıyılarında Miletos, Efesos, Halikarnasos gibi önemli kentlere sahipti ve Pers İmparatorluğu’nda, Orta Asya’da ve Kuzey Hİndistan’da büyük güce sahipti. Yunanlar güneyde , bugün Suriye ve Lübnan’a ait olan kentlerle de iletişim içindeydiler. Ugarit’ten Sur’a, daha güneyde Kenan, İsrail ve Mısır’a, günümüzde Tunus ve İspanya’sına dek uzanan bu bölgede Sami dillerini konuşan Fenikeliler yaşıyordu. Yunanistan ve Fenike çoğunlukla birer kültürel birim olarak düşünülür. Bir anlamda öyleydiler ama kendi içine kapalı bir biçimde değil. … ..

… ..

Ancak Akdeniz, kendi içine kapalı değildi elbette. Yakındoğu’yla, Irak ve Pers topraklarıyla arasında doğal bir sınır yoktu. İslam dini Orta Asya üzerinden Çin’e uzanmış, Çin de Yakındoğu’yla ticaret yapmış ve yol üzerinde yerleşim bölgeleri kurmuştu. Aynı şekilde, sonradan İtalyan tacirlerce kullanılacak İpek Yolu üzerinde Hıristiyan (Nasturi) ve Yahudi topluluklar da bulunuyordu kuşkusuz. Böylece Çin kültürü Akdeniz üzerinde çeşitli biçimlerde etki

li oldu. Müslümanlar bu bağın , sadece ticaret açısından değil bilgi açısından da taşıdığı önemi gördüler. Şöyle bir hadis vardır: “Beşikten mezara kadar ilim öğrenin. İlim Çin’de de olsa arayın.” Çinlilerin Bağdat’ta kendi ticaret bölgeleri vardı. Bu kentin kurucusu el Mansur batıda Charlemagne’a elçiler gönderip elçiler kabul etmişti. Ayrıca, Yakındoğu’nun hem kara yoluyla İran üzerinden hem de deniz yoluyla Mısır, Etiyopya ve Arabistan üzerinden Hindistan'la başka bağlantıları da vardı. … ..

… ..




Montpellier ve Avrupa’da Tıp

… ..

… .. Hıristiyanlık bilginin diğer dallarında olduğu gibi tıbba karşı da biraz direnç gösterdi. Zira bu dinin bazı savunucuları hastalığı, günaha karşılık dağıtılan tanrısal bir ceza olarak görüyorlardı; kimilerine göre bu günümüzde bile geçerliliğini korumaktadır. Ancak diğer İbrahimi dinler bireysel ve kurumsal sağlığa yaklaşımlarında daha olumluydular. İslamda, hem tıbbi tedavinin hem de araştırmaların yapıldığı hastane (maristan) kurumu ortaya çıktı. Bu hastaneler Avrupa’dakiler içim örnek oluşturdu. Artapların ele geçirdiği ve Helenist geleneklerin sürdürüldüğü bir İran kenti olan Cündişapur’da Nasturi Hıristiyan doktorlar Galenus’’un ve daha başkalarının klasik araştırmalarından yararlandılar. Arap doktorla da onlarla iç içe yaşayan Yahudiler de uygulama yapmak için buraya geldiler. … .. … ..      

… .. Hiç kuşkusuz ortaçağda Arap bilimi, bu alanda Avrupa’nın çok daha ilerisindeydi. Araplar yalnızca Yunan kaynaklarını değil, Hint ve Çin kaynaklarını da okumuşlardı. Dahası, Müslüman doktorlar kendileri de bu alana büyük katkıda bulundular; Avrupa’da birkaç yüzyıl boyunca tıp öğreniminin temelini oluşturacak ders kitapları da bu katkılar arasındadır. Aslında tıp okullarında Arapça, Avrupa’nın başka üniversitelerindeki Latince gibi zorunlu ikinci dildi.

Arapların bilgi birikimine katkılarının görmezden gelinmesi başka hiçbir alanda tıp tarihindeki kadar belirgin değildir.

… .. 

… .. Eserlerini Arapça yazmış olan Yahudi düşünür İbn Meymun’un yanı sıra örneğin, hem çevirmenler hem de rabbiler çıkartmış ve İspanya’dan sürülmüş ünlü İbn Tibbon ailesinin bir mensubu olan Samuel 1212’de:

Aristotales’in Meteorolojisini,

Ptolemaios’un Makedonya Kralı İskender’in Hikâyesi’ni

 ve

Galenus’un Küçük Kanon’unu 

Arapça açıklamalı olarak çevirdi. 

Oğlu Moşe’nin çevirileri arasında:

İbn Rüşd’ün tıbbi eseri, 

Farabi’nin İlkeler, 

Eukleides’in Usul-ü Hendese,

Ptolemaios’ın Almagest,

Hippokrates’In Aforizmalar

 adlı yapıtları, 

El-Razi’nin bir eseri

ve

Huneyn bin İshak’ın tıbba giriş kitabı bulunuyordu.

… ..

… ..

… ..   İran’da El Razi (865-925) bir kısmı özgün, elli altı tıbbi inceleme ortaya koydu ve bunların bir bölümü 1

3. yüzyılda İbn Tibbon ailesi tarafından Lunel’de İbraniceye çevrildi. Kızamıkla Çiçek hastalığı arasında tanısal bir fark gören El-Razi bunların ayrın ayrı tedavi edilmelerini sağladı. Çiçek aşısı Arap tıbbının önemli bir özelliğiydi ve İngiltere’ye tabii ki dışarıdan, 18. yüzyılda Türkiye’den geldi. BU aşı ayrıca Sahra’yı da kat ederek Avrupa tıbbının buraya gelişinden önce Batı Afrika’da yerleşti.  Batı İslamında, İslam dünyasının en büyük cerrahı olarak tanımlanan İspanyalı Ebu’l-Kasım (Abulcasis, 936-y. 1013) da vardı. Avrupa’ya “akılcı cerrahi”yi getirmişti (zira diseksiyon uygulaması İskender döneminden beri askıya alınmıştı) ve doğu ile klasik çağ birikimini birleştirmişti. Saray hekimi olan (tıbbın baş hamisi saraydı) Ebu’l-Kasım kendi gözlemlerinin yanı sıra 7. yüzyılda yaşamış Bizanslı bilgin  Aegina’lı Paulus’un yapıtına dayanan El-Tasrif’i (Yöntem) yazdı. 12. yüzyılda bu kitap Hıristiyanlarca yeniden fethedilmiş olan Tuleytula’da, Cremonalı Gerardo tarafından çevrildi ve Avrupa’da sonraki beş yüz yıl boyunca Galenus’un yapıtına yeğ tutularak cerrahi konusunda başta gelen inceleme oldu. 

… ..

… ..   İslam diğer kitaplı dinlere karşı Hıristiyanlıktan daha hoşgörülüydü (toleranslıdır). Oysa bugün Türk yönetiminden artakalanların Balkanlar’ın dışında, Hıristiyan Avrupa’da ayrı bir geleneksel İslam topluluğu yoktur. Bununla birlikte, Müslüman ülkelerden gelmiş olan ve belirli bir hoşgörüden … ..

… ..

… .. Tüm yazılı kültürler yeniden doğuş (rönesans) ya da reform (reformasyon) evrelerinden geçerler ve süreç henüz tamamlanmamıştır. … ..

… ..

… . Nasturilerin etkisi kiliseler kurdukları, Çin’e uzanan yol boyunca (Timurlenk dönemindeki) yayıldı ve Süryanice konuştukları halde kendi klasik metinleriyle kültürlerine büyük bir katkıda bulundukları Araplar tarafından önemli ölçüde gördüler.Aslında Nasturiler, çok defa, antik Yunanistan’ın birikimini yadsımış olan Bizans Rumlarına yeğ tuttukları fatihlere kucak açtılar. 638’de Araplar Cündişapur’u işgal ettiklerinde, Galenus ve Hipokrates’in öğretilerine bağlı kalan Nasturi hekimlerin etkinlik gösterdiği bu kentte tıp ve pozitif bilimler okutulmaktaydı. Hüsrev gerçekten de hekimlerini, Masallar Kitabı (Panchatantra) ve satranç oyununun yanı sıra tıp konusundaki Hint eserlerini de getirmeleri için güneye göndermişti. 5. yüzyıldan başlayarak, Nasturiler Antakya ve Edessa okulları kanalıyla edindikleri çeşitli Yunan metinlerini çevirmeye başladılar. (8‘nci yüzyılda kendi kutsal yazılarını ve başka eserleri Arapçaya çevirmeye başladılar; çünkü bu dil, Kuran’ın kutsal dili olduğundan İslam coğrafyasında hızla yerel lehçelerden baskın çıkmıştı. Araplar Bağdat’taki Abbasi hükümdarı Memun gibi hükümdarların tedavisi için başvurulan altı kuşağı aşkın bir süre boyunca hekimlik yapmışlardı. Özellikle Memun Müslümanları bu mesleğe girmeleri ve bilhassa Yunanlardan bilgi edinmeleri için teşvik etmeye çalıştı ve 809’da bir Nasturi Hıristiyan kabilesi mensubu olarak doğan Huneyn bin İshak’ı (Latincede Johannitius olarak bilinir) ve daha başkalarını tercüme edilecek el yazmalarını toplaması için görevlendirdi. Yaşamını Galenus, Hippokrates ve Diosskourides’in yanı sıra Platon ve Arsitoteles’i de tercüme ederek geçirdi; çoğunlukla Hıristiyan olan diğerleri de öyle. Gerçekten de, Nasturiler Yahudi “akademilerinin” de bulunduğu Bağdat'ta hekim olarak etkinlikte bulunmayı sürdürdüler ve 9. yüzyılın sonlarına değin Suriye’de bile çalıştılar. … ..

…. ..





Din ve Seküler Olan


İslamda Yeniden Doğuş


Yahudilikte Özgürleşme ve Açılım


Hindistan’da Kültürel Süreklilik


Çin’de Rönesans


Rönesanslar Yalnızca Avrupa’ya mı Özgüydü?





*Rönesanslar  &  Jack Goody

Özgün  Adı: Renaissances Tha Onr or The Many?

İngilizce Özgün Metninden Çeviren : Bahar Tırnakçı

Türkiye İş Bankası Yayınları

1.Basım Haziran 2015

Ortapia




*Yahudi özgürleşmesi (mgwiki.top)

*Yahudi özgürleşmesi - Jewish emancipation

Yahudi özgürleşmesi dışıydı (ve ) çeşitli ülkelerde süreç Avrupa ortadan kaldırmak Yahudi engelleri, Örneğin. Yahudi kotaları, neye Avrupalı ​​Yahudiler daha sonra konu oldu ve Yahudilerin eşitlik hakkı olarak tanınması ve vatandaşlık Haklar.[1] Toplum içinde vatandaş olarak toplumlarına entegre olma çabalarını içeriyordu. 18. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başları arasında yavaş yavaş meydana geldi. Yahudi kurtuluşu takip etti Aydınlanma Çağı ve eşzamanlı Yahudi Aydınlanması.[2] Çeşitli ülkeler, özellikle aleyhine uygulanan önceki ayrımcı yasaları yürürlükten kaldırmış veya geçersiz kılmıştır. Yahudiler ikamet ettikleri yer. Önce özgürleşme Yahudilerin çoğu yalıtılmış toplumun geri kalanından yerleşim alanlarında; kurtuluş, o zamanın Avrupalı ​​Yahudilerinin önemli bir hedefiydi. entegrasyon çoğunluk toplumlarında ve daha geniş eğitimde. Birçoğu daha geniş Avrupa ülkelerinde politik ve kültürel olarak aktif hale geldi sivil toplum Yahudiler tam vatandaşlık kazandıkça. Daha iyi sosyal ve ekonomik fırsatlar sunan ülkelere göç ettiler. Rus imparatorluğu ve Fransa. Bazı Avrupalı ​​Yahudiler Sosyalizm,[3] ve diğerleri Yahudilere Siyonizm.[4]



*Yahudilerin Kurtuluşunu ilan eden 1791 yasası - Musée d'Art et d'Histoire du Judaïsme

Yahudiler, Avrupa tarihinin büyük bölümünde çok çeşitli kısıtlamalara maruz kaldılar. Beri Lateran'ın Dördüncü Konseyi 1215'te Hıristiyan Avrupalılar, Yahudilerin ve Müslümanların Judenhut ve sarı rozet Yahudiler için, onları Hıristiyanlardan ayırmak için. Dinlerinin pratiği genellikle kısıtlandı ve yemin etmek zorunda kaldılar. özel yeminler. Yahudilerin oy verme olduğu yerlerde oy kullanmalarına izin verilmedi ve Norveç, İsveç ve İsveç gibi bazı ülkeler girişlerini resmi olarak yasakladı. ispanya 15. yüzyılın sonlarında sınır dışı edilmesinden sonra.

Buna karşılık, 1264'te Polonya Dindar Prens Boleslaw yayınladı "Kalisz Statüsü "- Polonya'daki Yahudi Özgürlükleri Genel Şartı, Orta Çağ Avrupa tarihinde Yahudilere kişisel özgürlük, yasal özerklik ve ceza davaları için ayrı bir mahkeme ve ayrıca zorla vaftiz ve kanla iftiraya karşı koruma sağlayan benzeri görülmemiş bir belge. Şart, tarafından yeniden onaylandı. sonraki Polonya Kralları: Casimir Büyük 1334'te Polonya'nın Polonya Casimir IV 1453'te ve Sigismund I Eski Yahudilerin Batı Avrupa'dan (İngiltere, Fransa, Almanya ve İspanya) kitlesel olarak sürülmesinden sonra, Yahudilerin topraklarında bir sığınak buldular. Polonya - Litvanya Topluluğu. Esnasında Jagiellon 13. yüzyıldan itibaren Yahudi güvenliğini ve din özgürlüğünü garanti eden kraliyet fermanlarının, özellikle Batı Avrupa'daki zulüm krizleriyle tezat oluşturması nedeniyle, Polonya, Avrupa'nın en büyük Yahudi nüfusuna ev sahipliği yaptı. Kara Ölüm 1348–1349 arasında Batı'da bazıları tarafından Yahudilerin kendileri suçlandı. Polonya'nın büyük bir kısmı salgından nispeten az etkilenirken, Yahudi göçü yükselen devlete değerli insan gücü ve beceriler getirdi. Yahudi sayısındaki en büyük artış, Yahudilerin Polonya nüfusunun% 7'sini oluşturmaya başladığı 18. yüzyılda gerçekleşti.


Yahudi olmayan toplumda Yahudi katılımı, Aydınlanma Çağı. Haskalah Aydınlanma değerlerinin benimsenmesini destekleyen Yahudi hareketi, Avrupa toplumunda Yahudi haklarının genişlemesini savundu. Haskalah takipçileri, " getto ", sadece fiziksel olarak değil aynı zamanda zihinsel ve ruhsal olarak.

1790'da Amerika Birleşik Devletleri'nde Başkan George Washington, Amerika'daki Yahudilerin, dinlerini uygulama hakkı da dahil olmak üzere diğer tüm Amerikalılarla aynı tam eşit hakları paylaştıklarını belirten bir mektup yazdı.[5]

28 Eylül 1791'de, devrimci Fransa Avrupa'da 500 yıl önce Polonya'dan sonra Yahudi nüfusunu özgürleştiren ikinci ülke oldu. O zamanlar Fransa'da yaşayan 40.000 Yahudi, özgürleşmenin sunduğu fırsatlar ve zorluklarla ilk karşılaşanlardı. Fransız Yahudilerinin elde ettiği yurttaşlık eşitliği, diğer Avrupalı ​​Yahudiler için bir model haline geldi.[6] Yahudi halkına yeni keşfedilen fırsatlar sunulmaya başlandı ve bunlar yavaş yavaş dünyanın diğer bölgelerinde eşitliğe doğru itildi. 1796 ve 1834'te Hollanda Yahudilere Yahudi olmayanlarla eşit haklar tanıdı. Napolyon, Avrupa'da fethettiği bölgelerde, Fransa dışında Yahudileri serbest bıraktı (bkz. Napolyon ve Yahudiler ). Yunanistan 1830'da Yahudilere eşit haklar tanıdı. Ancak, 19. yüzyılın ortalarında yaşanan devrimlere kadar Yahudi siyasi hareketleri İngiltere, Orta ve Doğu Avrupa'daki hükümetleri Yahudilere eşit haklar vermeleri için ikna etmeye başlayacaktı.[7]




*İbrahimî dinler - Vikipedi (wikipedia.org)

*İbrahimî dinler, aynı zamanda İbrahimizm olarak da bilinir, İbrani din büyüğü ve atası İbrahim tarafından kurulan Yahudilik ile birlikte başlamış, monoteizm üzerine kurulu Semitik dinler grubudur.[1][2] İlk İbrahimî din Yahudiliktir; sonrasında sırasıyla Hristiyanlık ve İslamiyet kurulmuştur. Yahudilik ve Hristiyanlık, kökenlerini İshak (Y'ishak) ve soyuna bağlarken İslamiyet, İsmail (Y'işmael) ve soyuna bağlar.

Hollandalı teolog Cornelis Tiele [en], İbrahimî dinlerdeki Tanrı'nın atasını oluşturan YHVH'in aslen Midyanlı bir tanrı olduğunu ve İsrailoğulları'na Musa vasıtasıyla tanıtıldığını öne sürmüştür.[3]




*Anikonizm - Vikipedi (wikipedia.org)

*Anakronizm ile karıştırılmamalıdır.

Anikonizm, Tanrı ve canlı varlıkların temsillerinin, kısıtlanma nedeniyle, olmayışıdır. Daha genel olarak herhangi bir tip el yapımı temsil üretiminin olmayışıdır.

Sözcük kendisi Yunanca εικων "görüntü" sözcüğü, negatif ön eki an- ve -izm son ekinden oluşur. Genellikle düşünülenin aksine anikonizm sadece bir dini olgu olmayıp, sanatsal, siyasi veya kültürel bir olgudur da.


*Jack Goody - Wikipedia

*Sir John Rankine Goody FBA (27 July 1919 – 16 July 2015) was an English social anthropologist. He was a prominent lecturer at Cambridge University, and was William Wyse Professor of Social Anthropology from 1973 to 1984.

Among his main publications were Death, property and the ancestors (1962), Technology, Tradition, and the State in Africa (1971), The myth of the Bagre (1972) and The domestication of the savage mind (1977).[2]

Early life and education:

Military service:

Goody left university to fight in World War II.[3] Following officer training, he was commissioned into the Sherwood Foresters (Nottinghamshire and Derbyshire Regiment), British Army, on 23 March 1940 as a second lieutenant.[4] Fighting in North Africa, he was captured by the Germans and spent three years in prisoner-of-war camps.[5] At the end of the war he held the rank of lieutenant.[6] Following his release, he returned to Cambridge to continue his studies.[3]

He officially relinquished his commission on 19 January 1952


Academic career:

Inspired by James George Frazer's Golden Bough and the archaeologist V. Gordon Childe, he transferred to Archaeology and Anthropology when he resumed university study in 1946. Meyer Fortes was his first mentor in Social Anthropology. After fieldwork with the LoWiili and LoDagaa peoples in northern Ghana, Goody increasingly turned to comparative study of Europe, Africa and Asia.

Between 1954 and 1984, he taught social anthropology at Cambridge University, serving as the William Wyse Professor of Social Anthropology from 1973 until 1984.[7] He gave the Luce Lectures at Yale University—Fall 1987.

Goody has pioneered the comparative anthropology of literacy, attempting to gauge the preconditions and effects of writing as a technology. He also published about the history of the family and the anthropology of inheritance. More recently, he has written on the anthropology of flowers and food.


Later life:

Honours:

Works:

Books:

Selected articles:





*Antropoloji - Vikipedi (wikipedia.org)

*Antropoloji ya da insan bilimi, geçmiş ve günümüz topluluklarında yaşayan insanların çeşitli yönlerini inceleyen bilim dalı.[1][2][3] İnsanın kültürel ve fiziki yapısını araştıran antropoloji, insanlık tarihinin en eski dönemlerinin aydınlatılmasına yardımcı olur. Bu bilim, insanı kültürel, toplumsal ve biyolojik çeşitliliği içinde anlamaya; insanlığın başlangıcından beri toplulukların çeşitli koşullara nasıl uyarlandığını, bu uyarlanma biçimlerinin nasıl gelişip değiştiğini, çeşitli küresel olayların nasıl dönüştüğünü görmeye ve göstermeye çalışır.

… … 



*Maristan : Eski Türklerde kullanılan bir kelime olan maristan kelimesi hastane anlamında kullanılan ilk kelimeler arasında bulunmaktadır.


*French frigate Languedoc - Wikipedia

*Languedoc (D653) is an Aquitaine-class frigate of the French Navy. The Aquitaine class were developed from the FREMM multipurpose frigate program.[3]


*languedoc - ekşi sözlük (eksisozluk.com)

*adini "occitane dili" manasina gelen langue d'oc un kisaltmasindan alir..

eskiden fransa'da kuzey kısım langue d'oil, guney kisim ise langue d'oc dili ile konusurmus..

kuzey'de yer alan franklar (germanik kabileler) fransa'ya hakim olunca tum ulkede langue d'oil kullanilmaya baslanmis ve bu dil de oncelikle "le francien"e, daha sonra "le françois" ya ve en sonunda da fransizca'ya donusmustur.."langue d'oc" halen occitane bolgesinde cok kucuk bir kesim tarafindan konusulmaktadir..



*İbn Haldun - Vikipedi (wikipedia.org)

*İbn Haldun[a] (Arapça: ابن خلدون 27 Mayıs 1332, Tunus - 19 Mart 1406, Kahire), modern tarihyazımının, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden kabul edilen 14. yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve tarihçisidir. Ayrıca İslam aleminde Liberalizm ilkelerini kitaplarında bulunduran ilk Müslüman düşünür. Köklü bir aileden geldiği için iyi bir eğitim aldı. Tunus ve Fas'ta devlet görevlerinde bulunduktan sonra Gırnata ve Mısır'da çalıştı. Kuzey Afrika'nın o dönem istikrarsız ve entrikalarla dolu siyasal yaşamı 2 yıl hapiste yatmasına neden oldu. Bedevi kabilelerini çok iyi tanımasından dolayı aranan bir devlet adamı ve danışman oldu. Mısır'da 6 defa Maliki kadılığı yaptı. Şam'ı işgal eden Timur ile görüşmesi bir fatih ile bir bilginin ilginç buluşması olarak tarihe geçti.

Yaşamı:

Eğitim ve öğrenim:

Tunus, Fas ve Gırnata'da ilk yılları:

Önemli politik görevler:

Mısır yılları:

Bilim insanı kimliği üzerine söylenenler:

Politik kişiliği üzerine eleştiriler:

Etkilendiği düşünürler:

Osmanlı tarihçiliği üzerindeki etkileri:

Ümran ilmi:

Toplum biçimleri:

Göçebe toplumlar:

Asabiyye ve din:

Devlet kuramı:

Devletin aşamaları:

Siyaset biçimleri:

Akli siyaset:

Medeni siyaset: 

Dinî siyaset: 

Diğer konulardaki yaklaşımları:

İlimler sınıflandırması:

Varlıklar sınıflandırması:

İnsan aklı:

İktisat:

Eserleri:

Kitâbu'l-İber:

Mukaddime:

Lubâb'ul-Muhassal:

Şifâu's-Sâil li-Tehzîbi'l-Mesâil:

Et-Târif bi ibn Haldun:

Diğer eserleri:

Çağdaş dünyada tanınması:

Rosenthal çevirisi:

Mukaddime'nin Türkçe çevirileri:

İbn-i Haldun biyografileri:





*Galen - Vikipedi (wikipedia.org)

*Bergamalı Galen (Claude Galen; Yunanca Galenos, Latince Galenus, İslam dünyasındaki adıyla Calinus;[2] 129 - 216), tıp doktoru, bilim insanı ve filozof.

Antik Roma'nın en önemli hekimlerindendir. Deneysel fizyolojinin kurucusu ve Roma dünyasının ilk spor hekimi olarak kabul edilmiş ve Hekimlerin İmparatoru, Şeyhû’s Seyadile (hekimlerin babası) gibi ünvanlarla anılmıştır.[3] Galen’in tıbbi görüşleri “Galenizm” olarak adlandırılır ve yüzyıllar boyunca tıpta etkisini sürdürmüştür.[4] Tıbbın yanı sıra farmakoloji alanında da yeni teoriler geliştirmiştir. Öte yandan Galen'in İslam tıp dünyası üzerinde büyük etkisi olduğu bilinmektedir. Mevlana C. Rumi "Ey bizim kibir ve azametimizin ilâcı, ey bizim Eflâtun'umuz. Ey bizim Calinus'umuz." (Mesnevi 24. beyit) diye söz etmiştir.

Yaşamı:

Eğitimi:

Gladyatörlerin başhekimi:

Roma İmparatorluğu saray hekimi:

Çalışmaları:

Günümüz Bergamasında Galen:



*Cündişapur - Vikipedi (wikipedia.org)

*Cündişapur (Farsça: جنديشاپور), günümüzde İran'ın Huzistan Eyaleti sınırları içinde bulunan eski bir şehir.

Cündişapur Antik Kenti

Şehir, Sasani Devleti'nin ikinci hükümdarı I. Şapur tarafından kurulmuştur ki şehrin yerini de bizzat kendisi belirlemiştir. I. Şapur, 259 yılı sonları ya da 260 yılı başlarındaki Edessa Muharebesi'nde Roma İmparatoru Valerianus'ı bozguna uğrattı ve 70.000'e yakın Roma askerini esir aldı. I. Şapur'un emriyle bu esirler Cündişapur'a yerleştirildi. Daha sonra Suriye'de bulunan sanatçı ve bilginler, Edessa'dan (günümüzde Urfa) sürülen Nestûrîlerve Atina'dan sürülen Yeni Eflâtuncu filozofların da buraya yerleştirilmesiyle şehir bir bilim merkezi olmaya başladı.

Hükümdar I. Hüsrev şehirde tıp ve felsefe öğretimi yapan bir okul açtırdı. Aristo ve Eflâtun’un bazı eserleriyle Kelile ve Dimne bu devirde Farsçaya çevrildi ve Fars edebiyatı altın devrini yaşamaya başladı. Yine şehirde Aramice eğitim yapan tıp okulunda Yunan ve Hint doktorlar görev yapmaktaydı.

… ..


4 yorum:

  1. Tarihi sürecin gelişiminde 12. yüzyıldan itibaren Venedik, Pisa, Cenovalıların Konstantinopolis, İskenderiye ve Akra’da koloniler kurmasıyla giderek artan şekilde; deniz kıyısında yaşayan denizci milletlerin dünyanın diğer bölgelerine ulaşmadaki becerilerinin ticarete, ticaretin yaygınlaşması için karşılıklı dil ve buna bağlı olarak bilgi değişimi ve kar zarar hesaplamalarının yapılmasına; daha önceleri sadece din adamlarının ilgi alanında olan okur yazarlığa olan talebin artmasına (domino etkisi diyebileceğimiz bir şekilde) yol açtığını görüyoruz.

    YanıtlaSil
  2. Bütün bu gelişmelerin aslında sosyal yapının gelişiminde; ruhban olmayan öğretmen ihtiyacının, öğrenci kavramının ve öğretmenlik mesleğinin seküler düzlemde geliştiğini, öğrenimin ticari işlemlerin doğasını da hesaba katacak şekilde gelişmesini sağladığını anlam mümkün…

    YanıtlaSil
  3. Eseri okurken (sf. 45) “Languedoc trubadurları “ ifadesi aynen kalmış Konu uzmanı olmayanların burada ne ifade edildiğini anlaması mümkün değil. Bu nedenle çeviriyi yapanın kısa bir dip not ile açıklama yapması beklenirdi… .. iyi ki “Ekşi Sözlük” var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ekşi sözlükten bir alıntı daha: fransa'nin kuzeyindeki kabileler evet manasina "oil" (ki zamanla simdi kullanilan oui ye donusmustur), guneydekiler ise "oc" kelimesini kullanmaktadirlar...her ikisi de latince'nin dialektleridir.."oil" kelimesi de latince'deki "hoc ille" kelimesinden turemistir...evet oyle manasina gelir..

      Sil