15 Mart 2024 Cuma

Dünyanın En Yalnız Beyni*


 Nihayet Mavi. O kadar uzun zamandır seninle tanışmayı bekliyorum ki şu an yaşadığım heyecanı sana anlatamam. Hakkında çok fazla şey öğrendim ve bunları acilen seninle paylaşmam gerekiyor. Tüm yetişkinlerin seni basitçe “ergen” diye tanımlasa da anlatılması gereken müthiş bir hikâyen var. Öncelikle şunu bil ki benim için çok değerlisin, çünkü etrafımızdaki karanlıktan ancak senin sayende kurtulabiliriz. Konuşacağımız her şey seninle ilgili Mavi. Bizimle ilgili. Beraber başlatacağımız isyanla ilgili. Çevrene her baktığında iliklerine kadar hissettiğin o derin yalnızlığınla ilgili.

Öncelikle ısrarla sana neden Mavi dediğimi açıklamam gerek. Türkçede muhtemelen senin de çok az duymuş olduğun ilginç bir kelime var: Büluğ. Söylemeye kalktığında, seni bir anda İngilizce blue (mavi) kelimesini Fransız aksanıyla dile getirmeye çalışan bir çemçük ağızlıya dönüştüren garip bir kelime. Arapça blğ kökünden gelen büluğ ”ulaşma, yetişme, yetişkin olma” gibi anlamlara sahiptir. Günlük dilde “ergenlik” dönemini ifade eden bu kelimenin ikimiz için anlamı çok daha derin zira gerçekleştirmek yani “ulaşmak, yetişmek” istediğimiz devrimin adı “Büluğ” olacak.


Sendan bahsederken büluğ diye sürekli dudaklarımı büzüştürmek istemediğimden Mavi adını taktım. Tabi burada mavi rengin çok önemli fiziksel bir özelliği de etkili oldu. Belki bir yerlerde duymuşsundur. Işık bir objeye çarptığında bir kısmı emilir diğer kısmı ise saçılarak etraf yansır. Çevremizdeki nesnelere ait renklerin oluşmasında bu emilme-saçılma dengesi önemli rol oynar. Doğaya baktığında diğer renklere göre en fazla saçılım gösteren mavidir. Mesela uzaklardan masmavi gözüken denizi düşün. Eğer deniz suyunu avuçlarının arasına alırsan normal su gibi olduğunu görürsün. Aynı şey gökyüzü için de geçerlidir. Renksiz olmasına rağmen mavi gözükür çünkü mavi, hiçbir şeyin kolay kolay emilip hapsedemeyeceği en özgür renktir. İşte biraz da bu yüzden benim için Mavi’sin.

… ..

… ..

… .. Sorgulamak, sorular sormak, çocukken sahip olduğumuz ve sonrasında bizden çaldıkları en önemli yeteneklerimizden birisidir.

… ..

Beynin En Büyük Savaşı Limbik vs. Prefrontal Korteks

Öncelikle bir konuda anlaşalım. Şu an senin için dünyadaki en önemli şey aynada gördüklerinle ilgili olsa da ben sana baktığımda sadece tek bir şey görüyorum. Yeryüzündeki hiçbir aynanın sana gösteremeyeceği tek bir şey; Beynin Mavi , muhtemelen dünyanın en yalnız beyni. Daha önce de söylediğim gibi ergenlik döneminde yalnızlığına dahil ettiğin her şey, hayatın boyunca nöronlarında nefes almaya devam edecek. Yani beynine neler soktuğuna çok ama çok dikkat etmelisin. Bugün yetişkinlerin neden olduğu tüm karanlığın arkasında, zamanında kötülüklere maruz kalmış bir ergen beyni olduğunu unutma. O nedenle kendini koruduğunda aslında insanlığın geleceğii de korumuş olacaksın.

… ..

Risk Budur

… ..

… .. Şimdi şu cümleyi içinden tekrarlamanı ve ne zaman bir sorun yaşlasan hatırlamanı istiyorum.


Merhaba ben Mavi. Yetişkine benzemeye başlayan vücuduma aldanmayın çünkü beynimdeki tüm nöronlar, büyük bir tutkuyla limbik sistemime bağlı. O nedenle tüm davranışlarım, duygularımdan güçlü bir şekilde etkileniyor. Üstelik aradığım prefrontal kortekse de şu an ulaşılamıyor. Evet, bundan sonra çevreme karşı sergilediğim tğm mantık dışı davranışlarda, bu eksikliğimi hatırlamaya çalışacağım ama muhtemelen henüz gelişmemiş prefrontal korteksim nedeniyle yine mantıksız davranacağım.


… ..


Kontrolsüz Gücün Kontrolü

… ..

BUndan 100 yıl öncesşne gidelim. Köyde yaşayan bir ergen, bir ağacındalından başka bişr ağacın dalına atlamayı arzulayabilir. Bu meydan okuma davranışı sonucunda ya başaracak ya da zarar görecektir. Ama onu gören kimse olmadığı için yaşadığı tehlike sadece bireysel seviyede kalacaktır.. Ama günümüzdetüm sosyal medya platformlarında, en çok ilgi çeken içeriklerin başınfda “challenge” dediğimiz meydan okuma videoları gelmektedir. Risk alma konusuna inanılmaz yatkın olan  ergenleri düşündüğünde , bu içerikler neredeyse ışık hızı ile âdeta kitlesel hareketlere bile dönüşebilir. Üstelik bu çılgınlığı tekrarlayan her insanla beraber daha da normalm iş gibi algılanmaya başlar.


… ..


Ergen Beyninin Otoriteyle İmtihanı

… ..

Otorite ve Katı Disiplin

… ..

O zaman tam burada hayati derecede önemli bir konunun altını çizelim Mavi. Bir yetişkinin yapabileceği en büyük hata, kurmak istediği güçlü otorite nedeniyle tüm iletişim yollarının kapanmasına neden olmaktır. Gereksiz bir disiplin anlayışı yüzünden bu iletişimin kopması, çok derin sonuçlara neden olabilir. Hiçbir yetişkinin amacı bu olmasa da ergen beyninin vereceği reaksiyon ne yazık ki bu şekildedir. O nedenle kurallar ne olursa olsun, ergenlere en kötü koşullarda bile kullanabileceği açık bir iletişim yolu bırakmak zorundayız. … .. Bu bizim olmazsa olmaz en önemli seçeneğimiz. Birazdan bu seçenek konusunda neler yapabileceğimizi konuşuruz ama öncelikle diğer durumu da inceleyelim.


Ben Çocuğumla Arkadaş Gibiyim


Peki ebeveyn, çocuğuna bir arkadaş gibi yaklaştığında ne olur? Birçok uzmanbu yaklaşımı daha etkili bir iletişim açısından etkili bulur ama gerçek şudur ki anne ve babadan arkadaş olmaz. Evet teorik olarak çok havalı dursa da pratikte böyle bir şey mümkün değildir. Bir ergenin ilişkilerini ve alışkanlıklarını ebeveyni ile paylaşmasını beklemek, en temel haliyle oldukça saf bir beklentidir. Aslında bu konuda sana verebileceğim güzel bir örnek var. 

… ..

Kuantuma Dönüş ve Çift Yarık Deneyi


Peki bu durumda anne babalar ne yapacak? Görünen  o ki ne sağlam bir ootorite işe yarıyor ne de arkadaş olmayı denemek. O nedenle  şimdi anlatacağım kısımları ister anne ve babana açıklamayı dene istersen de kitabın bu kısımlarını okumalarını sağla. Tercih senin çünküm karşımızdaki problem klasik fizik yasalarıyla çözülemeyecek kadar karışık. Hatırlayacak olursan kuantum üzerine konuşmuş ve sana “Schrödinger’in ERgeni”kavramından bahsetmiştim. O nedenle bu olayın çözümü için de bir miktar kuantum bilgisine ihtiyaç olacak. Tahmin edeceğin üzere Sckrödinger’in Ergenini anlamak için Schrödinger’in Ebeveyni olmak gerekiyor.

… .. aslında bahsedeceğim konu çok popüler bir deneye ait. Şimdi seninle meşhur Çift Yarık Deneyi’ni en basit haliyle ele alacağız. Bu deneyin yapılmasındaki amaç , foton ya da elektronların parçacık olarak mı yoksa dalga şeklinde mi hareket ettiğini göstermektir. Aşağıdaki resimdebu meşhur deneyin nasıl yapıldığı özetlenmiş. … ..

… .. … .. Bu iki ihtimalin söz konusu olduğu bu deneyde çift yarıklı levhaya elektronlartımızı ateşlersek nasıl bir görünüm oluşur?. Parçacık mı yoksa dalga şeklinde mi? … .. 


Peki  parçacık şeklinde hareket etmesini beklediğimiz elektronlar,nasıl oluyor da dalga şeklinde hareket edebiliyorlar? … .. … .. 

… .. 

Normalde herhangi bir kamera (gözlemci) yokken yarıklardan dalga şeklinde geçen elektronlar, kamerayı gördükleri anda parçacık gibi hareket etmeye başlıyorlar. Elektronlar sanki kendilerine bakan kameraya hissediyorlarmış gibi bir anda hareket etme şekillerini değiştirirler. Gözlemci etkisi dediğimizbir çılgın durumu saatlerce tartışabiliriz ama benim asıl vurgulamak istediğim konu çok farklı. O nedenle böylesine karmaşık bir konuyu çok basit bir şekilde ifade ettiğim için tüm kuantum sevdalılarından özür dileyerek,, hızlıca ebeveynlerimize dönelim.


Schrödinger’in Ebeveyni


Schrödinger’in Ebeveyni olarak bilmeniz gereken en önemli nokta , ergenlerin de elektronlar gibi hareket ettiği gerçeğidir. Doğal olarak bir ergenin parçacık gibi mi yoksa dalga şeklinde mi hareket edeceğini belirleyen, gözlemcinin yani ebeveynin varlığıdır. O zAman bu ilişkideki en önemli dinamik gözlemin nasıl gerçekleştiği olacaktır. Genellikle anne ve babaların çoğu burada büyük bir hata yaparlar. Çocuklarının her hareketini sosyal medya hesaplarını ve whatsapp yazışmalarını gizlice takip etmeye çalışırlar. Yani modele eklenen bir kamera gibi davranırlar. Bu durumda da görebilecekleri tek şey, var olan gerçekler yerine ergenin onlara ne göstermek istediği olacaktır.

… .. 

Ufak tefek farklılıklar olsa da standart ergen-ebeveyn ilişkisini bu şekilde özetleyebiliriz sanırım. İşte burada anne ve babana iletmeni istediğim mesaj çok net v e kısa Mavi. Gerçekten başarmak istiyorlarsa ilgi göstermek ve emek harcamak zorundalar. Özel ders, kurs ya da aktivite adı altında başkalarının vakitlerini satın almakla bu iş yürümez. Elbette aktiviteler senin gelişimin için önmemlidir ama her ebeveynin, çocuğunun gelişimi için doğrudan kendi öz vaktinden zaman ayırması gerekir. Üstelik bu ihtiyaç içinden gelmelidir. çünkü zorunlu olana ”çocuğa bakmak” denir. Oysa bizim ihtiyacımız olan bakmak değil, görmektir. 


Her yetişkinin çok iyi bildiği üzere severek yaptıklarımızla zorunda kaldıklarımız arasında muazzam bir fark vardır. Eğer bir işi gerçekten severek ve içinizden geldiği için yaparsanız artık siz bir gözlemci sayılmazsınız. Aksine var olan modelin bir parçası haline dönüşürsünüz. Bir kitabı çevirip incelemekle içinde yazılanları okumak arasında büyük bir fark vardır. 

Sevgili ebeveynler, ergen çocuklarınızı dışarıdan gözlemlemeyi bırakın artık. Onları âdeta çok sevdiğiniz bir roman gibi okumaya başlayın. İşte o zaman elektronları görmeye çalışan bir kamera yerine, modelin kendisi bizzat kendisi olacaksınız. Yani gözleme ihtiyacınız kalmayacak çünkü hissedeceksiniz. … ..

… ..

Asla unutma Mavi. Başına ne gelirse gelsin hiçbir ilgi, ailenden gizlemeyi gerektirecek kadar korkunç olamaz. Mesela birisi gizlice videonu çekip bu görüntüleri sosyal medyada paylaşmakla seni tehdit etti diyelim ya da bir arkadaşının gazına gelip yasadışı bir işe kalkıştın. Bu tarz durumlarda içine düştüğün kuyu ne kadar derin gözükürse gözüksün bu olayı asla gizlemeye kalkışma. Tüm hayatını kâbusa çevirebilecek bir olay, sen görmesen de yetişkinler sayesinde çok kolay bir şekilde çözüme ulaşabilir. Yeter ki onlarla tüm gerçeği paylaş. 

… ..


Geleceği Unutan Ergen

… ..


Senin de hatırlayacağın üzere frontal korteks, ergenlik döneminde en geç oluşan bölgelerden biriydi. O nedenle 10 ila 18 yaşları arasında ileriye yönelik bellek yeteneğiyle ilgili beyin bölgeleri pek kullanışlı sayılmaz. Bu yeteneğin  gelişimi âdeta 20 yaşından itibaren başlar.

 

Öğretmenin tarafından verilen bir ödevi ya da anne ve babanın yapmanı istediği bir görevi sıklıkla unutmanın altında, bu fizyolojik gerçek yatar.Yetişkinler bu durumu senin sorumsuz olmanla ilişkilendirselerde asıl sorun, ergen beyinlerdeki hafıza merkezlerinden kaynaklanır. O nedenle bir ergene ileriye yönelik bir görev verildiğinde, bunun sıklıkla hatırlatılması oldukça elzemdir. Sonuç olarak anne ve babana seni sorumsuzlukla suçlayıp öfkelenmelerinin ne kadar anlamsız olduğunu hatırlat lütfen. … ..


Uyumak zorunda mıyız?


… ..

… .. Yaptığımız elektrofizik ölçümler, düşünülenin aksine uyku sırasında beynin fazlasıyla aktif olduğunu göstermekte.


 Şu an uyku hakkında açıklayamadığımız çok şey olsa da özellikle hafıza konusunda ne kadar kritik bir rol oynadığını biliyoruz. Gün içinde öğrendiğimiz bilgilerin pekiştirilerek uzun süreli hafızada depolanması ve gereksiz bilgilerin unutulması yine uyku sırasında olmaktadır. O nedenle az uyumak; öğrenme güçlüğüne, görme problemlerine, baş ağrısı ve beslenme sorunlarına yol açar. Bununla beraber duygusal dengesizliğin yine en büyük nedenlerinden birisi uykusuz kalmaktır. Çok kolay öfkelenir ve insanlara bağırıp durursun. Uykusuz kalan beybin neden böyle davrandığını anlamak için biraz eskilere gitmek gerekecek.


Galen’in Kutsal Suyu


Dünya tarihi boyunca tıp bilimine katkıda bulunan ünlü hekimlere baktığımızda, Galen kesinlikle özel bir köşeyi hak etmektedir. MS 129-216 yılları arasında yaşamış olan Galen İzmir’in Bergama (Pergamon) ilçesinde doğmuş olsa da zaman içinde Roma imparatorunun özel hekimi olacak kadar yükselmeyi başarmıştır. Fizyolojinin hemen her alanı ile ilgili muazzam tespitleri olan Galen’nini uykuyla da ilgili bir fikri vardı. BUna göre beynimizin içinde bir özsu vardı ve bu kutsal sıvı gün içinde diğer organlara giderek onlara hayat verip çalışmalarını sağlıyordu.  … ..

…. .. 

… .. son on yılda yapılan kapsamlı beyin görüntülemeleri çok ilginç bir gerçekle karşılaşmamızı sağlamıştır. Heyecan verici b keşif , görünen o ki kısmen de olsa Galen’i haklı çıkarmaktadır. … ..


Beynimiz tüm vücudumuzun sadece %2’sini oluştursa da aldığımız enerjinin %20’sini tek başına kullanır. Bu durum ilk bakışta büyük bir haksızlık gibi gözükse de inan bana beyin bu enerjinin tek bir ATP’sini boşa harcamaz. Çok fazla çalıştığı için çok fazla enerjiye ihtiyaç duyar. Tahmin edeceğin üzere bu kadar enerji harcayan beynimiz, çok fazla da atık üretecektir. İŞte nöronlarımız arasında biriken bu atık maddeler, beynimiz için çözülmesi gereken bir kritik sorundur. Uykusuzluğun neden bu kadar büyük bir işkence olduğunu anlayabilmen için bu atık maddelere daha yakından bakmamız gerekecek.


Vücudumuzda besinlerin taşınması ve oluşan atıkların uzaklaştırılması harika bir sistemle düzenlenir. Hemen her dokuya ulaşan muazzam damar ağı sayesinde, oksijen ve besinler en ücra köşedeki hücrelere kadar taşınabilirler. Kan damarlarının ulaştığı birçok bölgede, bunlara paralel olarak ilerleyen lenfatik damar ağını da görürsün. Lenfatik sistemin çeşitli görevleri olsa da şu an bizi ilgilendiren kısım atık maddelerin uzaklaştırılmasıdır. Normalde hücreler arasında biriken maddeler önce lenfatik damarlar aracılığıyla toplanıp, sonrasında toplardamarlara boşaltılarak uzaklaştırılır.

Lenfatik sistem kabaca bu şekilde çalışsa da söz konusu beyin olduğunda işler değişmektedir. Çünkü vücudumuzun birçok noktasında karşımız çıkan belirgin lenfatik damarlanma beynimizde bulunmamaktadır. Aslına bakarsan bu durum biraz da mecburiyetten kaynaklanır. Düşünsene 86 milyar nöronu, çok daha fazla sayıdaki glia-destek hücrelerinive yoğun bir kan damarıı ağını kafa içi gibi dar bir bölgeye sığdırmak zorundasın. Doğal olarak buraya bir de kestradan lenfatik damar ağı döşemek neredeyse imkânsızdır.


Beyni Yıkamak Şart


… ..


Peki nöronların arasını her zaman tertemiz ve pırıl pırıl tutmak için ne yapman gerekiyor? Cevap tek kelime: UYKU. Sadece ihtiyacın olan uykuyu almak, bu temizliğin tamamlanması için fazlasıyla yeterli çünkü bu temizlik yalnızca uyku sırasında gerçekleşir. Şimdi bu temizliğin nasıl yapıldığını saba anlatmadan önce aşağıdaki resme bir göz atmanı istiyorum. … ..

… ..


Ebeveynler (II)


… ..


Hani bir gün gelip çok derin bir umutsuzlukla “biz nerede hata yaptık” diye hayatı sorguluyorsunuz ya. İşte o hataların en büyüklerinden birisi, çocuğunuzun uykusuz kalmasıdır. 

… ..

O nedenle uyku problemi yaşayan bazı yetişkinler, melatonin takviyeleri ile bu sorunu çözmeye çalışırlar. Ama metamorfoz içinde olan beyne böyle bir yaklaşımda bulunmak, en hafif tabiriyle ağır bir bilinçsizlik halidir. Konuyla doğrudan ilgili gerçek bir uzman tarafından tavsiye edilmediği müddetçe lütfen bu tarz yaklaşımlardan uzak durun.

… ..


Ergenler (III)


… ..

… ..  Yapılan araştırmalara göre akıllı telefon, tablet ya da laptop gibi arkadan aydınlatmalı LED ekranlara 2 saat bakmak, melatonin salgısını %22 oranında azaltmaktatdır. Özellikle ekranlardan çıkan mavi ışığın melotonin salgısı üzerine yaptığı  bu baskı gerçekten çok ama çok kritik bir konudur. Düşünsene hem melatonin geç salgılanıyor hem de onu ekstradan baskılıyorsun. Lütfen bu alışkanlığından vazgeç.


… ..

… .. İşte yapacağımız devrimde en çok bu dört sihirli silaha güveniyorum. Dopamin, Oksitoksin, Seratonin ve Endorfin. Eğer yanlış kullanırsan hayatın boyunca esir kalırsın. Yok eğer doğru kullanırsan sonunda hakkın olan tacına kavuşursun. Kesin bilgi. 


Aydınlık mı, Karanlık mı?


Yaşamış olduğum yıllar bana çok önemli bir gerçeği öğretti. İyilik ve erdem denilen kavramlara ulaşmak zordur. … .. hayat aklını çelmek için önüne bir sürü cezbedici tuzaklar kurar. Peki sen ne yapacaksın Mavi? Zirveye tırmanıp aydınlığa mı ulaşacaksın, yoksa anlık hazların peşinden derin karanlıklara mı koşacaksın?


En baştan söyleyeyim . Zirveye ulaşmak büyük bir çaba ve özveri ister. Asla kolay değildir ama bir şekilde sabreder ve sahip olduğun gücü doğru kullanıp aydınlığa ulaşırsan göreceğin manzara vermiş olduğun tüm bu mücadeleye fazlasıyla değecektir. Tıpkı âşık olmak gibi Mavi. Bu manzarayı sana kelimelerle anlatamam. Bizzat kendi gözlerinle görmen lazım.


Diğer taraftan karanlığa giden yol üzerinde ileriye doğru tek bir adım bile atmazdın. … ..


Dopamin

… ..

… .. Dopamin demek bir iş uğruna harcanılan emek demektir. Bir inşaat işçisinin mola arasında yediği ekmek dönerden aldığı tadı, lüks restoranlarda bile kolay bulamazsın. Dopamin demek alın terinin bizzat kendisi demektir. Çaba olmadan akmaz, salgılanmaz. Doğrudan parayla satın alınan hazır dopamin kaynakları (sigara, alkol, uyuşturucu maddeler) organik dopaminin yarattığı hisse asla yaklaşamaz. 


Serotonin

… ..

… .. depresyon ile kesişen herkes, serotoninin ne demek olduğunu iyi bilir. Genel anlamda görevlerine  baktığımızda ruh halini iyileştirerek olumlu düşünmeni sağlar, iştahını düzenler, uyku kaliteni artırır ve odaklanmana yardımcı olur.


Serotonine baktığımızda %5’inin beyinde, %95’inin ise bağırsaklarda salgılandığı görülür. Sadece bu bilgiye bakarak bile beslenmeyle ne kadar ilgili bir molekül olduğunu tahmin edebilirsin. Zaten beyindeki serotonin seviyesini yükselten ilaçların iştah kesici özellikte olması bu ilişkiden kaynaklanır. O nedenle serotoninn düzenlenmesindeki farklılıklar yeme bozukluklarına neden olabilir.

… ..

Çünkü serotonin eksikliği demek karamsarlık demektir.


Endorfin

… ..

Cerrahi operasyonlarda ya da kanser tedavilerinde ya da kanser tedavilerinde kullanılan morfin adlı ilacı duymuşsundur. Oldukça güçlü bir ağrı kesici olan bu ilaç, ağrı sinyallerinin beyne iletilmesini baskılayarak etki gösterir. Endorfin ise klinikte kullanılan morfinden bile daha güçlü bir ağrı kesicidir. Üstelik endorfini dışarıdan almana gerek yok çünkü vücudumuz bu harika iksiri kendi başına salgılayabilmektedir.

… ..

… .. Güçlü bir aerobik egzersiz sonunda kendini iyi hissetmeni sağlayan da endorfindir. Bazı kişiler endorfin tarafından oluşturulan bu hissi o kadar çok severler ki âdeta spor bağımlısı olurlar. 

… ..


Karanlıktan Aydınlığa

… ..

En son ne zaman aklını kullanma cesaretini gösterdin bilmiyorum ama mevcut düzendeki okullar ve eğitim sisteminden hiçbir beklentin olmasın. Bu konuda bir işe yaramadıkları gibi bizi biz yapan en önemli fizyolojik değerimiz olan merakı da öldürürler. … ..


Nasıl ve Neden

Okulun ilk gününden tut en son nereden mezun olacaksan oraya kadar mevcut klasik eğitimin en temel kutsal sorusu ve amacı bellidir. NASIL yapıyoruz? Evet, harfleri nasıl okuyoruz, sayıları nasıl topluyoruz gibi tonlarca soruyu tek tek ele alırız. Eğitim sisteminin tam göbeğinde kocaman bir NASIL sorusu vardır. Bu soru elbette kıymetlidir ama bu sorudan daha önce dile getirilmesi gereken asıl soru NEDEN olmalıdır. Aslında konuyu daha iyi anlaman için bir örnek üzerinden gidelim.


Nasıl kalıbı sadece öğrenciler için değil, öğretmen ve okul yöneticileri için de geçerli değil, öğretmen ve okul yöneticileri için de geçerli bir kalıptır. Mesela bugünlerde hem okul yönetimi hem de ailelerin öğretmenlerle ilgili çok önemli bir beklentisi var. Nedir o?


Efendim, bir öğretmen dersine çok iyi hazırlanmalı ve o dersi öğrencilerin seveceği hale getirmek için her şeyi yapmalı.


Beklenti bu olunca öğretmen de otomatik bir şekilde şu soruya cevap bulmaya çalışıyor. Bu dersimi NASIL daha eğlenceli hale getiririm? … ..

… ..


En baştan belirtmem gerekir ki her alanda olduğu gibi işini sevmeyen ve çok kötü ders anlatan bir sürü öğretmen var. Onları bir kenara koyup iyi nitelikli, çabalayan öğretmenler üzerinden meseleyi anlamaya çalışalım. Bir  öğretmen ne yazık ki tüm enerjisini NASIL anlatırım kısmına harcasa da asıl sorulması gereken NEDEN anlatmalıyım sorusudur. … ..

… ..

… .. Herkes NASIL sorusuna öyle takmış ki bu konuları NEDEN anlattığımız hakkında hiç kimsenin fikri yok. Sırf kendinden öncekiler öyle anlattı diye bu konuları aynen anlatmaya devam ediyorlar.

… ..

Ünlü fizikçi Feynman’ın eğitime dair güzel bir tespiti vardır. DEr ki, insanlar sadece kendilerine öğretilenlere inanacak şekilde eğitilirler; oysa eğitim, öğrendikleri her şeyi sorgulama ihtiyacından geçer. Neden tanjant, neden orbitaller, neden Dandanakan Savaşı, neden , neden, neden? Tüm bu detay bilgileri öğrenmemizdeki NEDEN ne? Sevgili Mavi, insanlar genellikle dünyadaki sorunun eğitimsizlik olduğunu düşünürler, oysa asıl mesele ezbere kabullenmeye dayalı yanlış eğitimdir.

… ..

… .. İşte tam da bu nedenle aklını kullanmaya cesaret etmek zorundasın. Neden diye sormaktan asla korkma. Biliyorum sınıfta aklına ne zaman bir soru gelse sormaktan çekiniyorsun. Arkadaşlarının seninle dalga geçeceğini düşünüyorsun. Hatta belki sen bile soru soran bir arkadaşınla dalga geçmiş olabilirsin. Kendini asla bu kısır döngüye sokma ve aklını kullanma cesareti göster. Unutma sorgulamaya başladığın an Bulüğ Devrim’de çok büyük mesafe almış olacağız. … .. 

… .. Ezberlemek ihanettir…. ..

Öğrenmek Pasif Bir Eylem Değildir

… ..

… ..MÖ 400’lü yıllarda Sokrates eğitim konusunda fikirleri çok netti. Kendisi bireysel vaaz şeklindeki anlatılardan ziyade öğrencilerle diyalog kurman ın önemine inanırdı. Çünkü diyaloglar dinamik süreçti ve karşıdaki öğrenciyi bilgisel düzeyde analiz etme olanağı sunuyordu.


Burada kritik kelime diyalog. Günümüzde sınıfın ortasında vaaz anlataır gişbi tek taraflı bilgi aktarma çabasının, aslında ne kadar eksikbir yaklaşım olduğunun 2400 yıl öncesinden tespit edilmiş olması ne garip değil mi? … ..

… ..

Öğrenmek asla pasif bir eylem değildir. Sadece okuyarak ve dinleyerek bir bilgiyi öğremezsin. Oysa sınıflarımızda yapılan şey, sadece tek yönlü bilgi aktarma çabasıdır. Elbette sorduğu sorularla öğrenciyi derse çekmeye çalışan öğretmenler vardır ama benim bahsettiğim, temel uygulamanın hatalı olması. Bu durum, , piyano çalmakla ilgili bir sürü teorik ders alıp hiç piyanoya dokunmamak gibi bir şeydir. Öğrendiğini sanırsın ama beynindeki devrelerin tamamlanması için eylem şarttır.


Peki bu ne anlama geliyor? Çok basit. Öğrencilerin tıpkı öğretmen gibi bazı dersleri arkadaşlarına anlatacağı bir sınıf ders sistemi geliştirmek zorundayız. Çünkü bir bilgiyi öğrenip öğrenmediğimizi onu anlatmaya kalktığınızda anlarsınız. Emin ol birçok öğretmen, bildiğini sandığı bir konuyu ancak ders hazırlamak zorunda kaldığında gerçekten öğrenir. Doğal olarak öğretmenin gözetmenliğinde yapılacak bu dersin, anlatan öğrencilere katkısı büyük olacaktır.

… ..

… ..   Anlatan öğrenci daha iyi  öğrenecek, akran iletişiminin avantajlarını kullanacağız ve öğretmen her öğrenciyi ayrı bir şekilde değerlendirebilecek. Bu uygulamada özellikle akran etkileşiminin çok ilginç sonuçlar çıkaracağına inanıyorum.Bilgisayara format atmak ya da telefondaki bir uygulamayı kullanmak konusunda, arkadaşların birbirlerine verdikleri eğitimin pratikliğini parayla satın alamazsın. Emin ol, hiçbir öğretmenin kurmayı başaramadığı ortak dil söz konusudur.


Oturmak Çok Tehlikelidir


 Sokrates’in diyalog yaklaşımında olduğu gibi geçmişten çıkaracağımız ilginç bir detay daha var. Bazı filozoflar derslerini doğada yürüyüş halinde yaparlarmış. Eğitimin sadece dört duvar arasında tahtaya karşı yapılacağına o kadar ikna olduk ki hiçbir alternatifi düşünmüyoruz bile. Oysa sadece 40 dakika boyunca oturmak zorunda olmak bile tek başına dersin performansına büyük bir darbe vurmaktır.


Gereksiz detaylarla uğraşmak yerine, öğrencilerin uzun süreli oturmak zorunda kalmayacağı yeni bir sistem geliştirmek zorundayız. Çünkü fazla oturmak fizyolojimize geri dönüşü olmayan büyük hasarlar verömektedir. Üstelik öğrenme performansını bile doğrudan etkiler. Düzenli egzersizin hafıza üzerine pozitif  etkilerini gösteren çalışmalardan san bahsetmiştim. Bir grup b

ilim insanı, bunun tersi neler olacağını merak etmiş. Yani uzun süre hareketsiz kalmak beyne zarar verir mi?


… ..

… .. Bir kişi ne kadar uzun süreli oturursa öğrenme ve hafızayla ilgili beyin  bölgeleri o dara küçülmektedir. Daha da önemlisi , hareketsizliğin öğrenme üzerine olan negatif etkisi, düzenli egzersizin pozitif etkisinden daha güçlü çıkmıştır. Bunun ne anlama geldiğini anlıyorsun değil mi?


Hipokampüs. Sınavla ilgili ezberlediğin tüm formülleri doğrudan ilgilendiren beyin bölgesi. Düşünsene  bilgi öğrenmek amacıyla gittiğin okulların  seni dakikalarca sıralarda oturmaya zorlayarak beyninde öğrenmeden sorumlu bölgeleri küçültme ye çalışması nasıl absürt bir paradokstur. Üstelik vücudundaki  tüm organların hareket  için delirdiği bir yaş aralığında bunu yapmak, eminim yüce bir öngörü ister.  Ah Mavi, ne zaman günümüzün eğitim anlayışına baksam, kendimi buzdolabının bir köşesinde unutulmuş , yarı sıkılmış bir limon kadar işe yaramaz hissediyorum.  O yüzden sen olmazsan olmaz. Yetişkinler bunu görmez. Üstelik bu konuda yapılan yüzlerce araştırma olmasına rağmen.


Uzmanlar son dönemde artış gösteren dikkat problemlerinin altında yatan nedenlerden biri olarak, uzun süreli oturmayı göstermektedir. Özellikle İngiltere, Avustralya ve Yeni Zelanda'da bu konuyla ilgili çok fazxla syıda araştırma yapılmıştır. Çalışanların çoğu ilkokul öğrencileri üzerine odaklanmış olsa da sonuçlar çok nettir. (38, 39, 40) Öyle ki yeni nesil sınıflar geliştirmeye bile başladılar. DErsi ayakta dinleme imkânı sağlayan yüksek ayaklı masalar ya da altında pedal düzeneği bulunan ve çocukların oturma anında pedal çevirmesine olanak tanıyan sıralar tasarlanmış. İnternette yapacağın basit brkaç aramada bu sınıfları görebilirsin.


Görünen o ki sınıf kavramını dört duvar arasından kurtarmak zorundayız. … ..

… ..

… .. Burada önemli olan, uzun süreli oturmanın öğrenme performansını azalttığı gerçeğinin farkında olmak ve bu konuda çözümler üretmeye kafa yormak. … ..

… ..


Kutsal Bilgi Kaynağı

… ..

… .. Günümüzde bilgiye ulaşabilmenin tek kaynağı öğretmenler mi? İnternet ve bilgisayar teknolojilerinin bize verdiği güç sayesinde, insanlık tarihinin belki de en büyük devrimi gerçekleştirdik. Uzun yıllar boyunca sadece krallık, kilise ya da ayrıcalıklı kişilerin ulaşabildiği kaynaklar, artık herkesin sadece birkaç saniye uzaklığında. Bir öğrenci sadece birkaç saatlik araştırma sonrasında, öğretmenin bile bilmediği bir sürü yeni bilgiye rahatlıkla ulaşabilir.


Böylesine büyük bir devrimin ardından öğretmenin pozisyonunda hiçbir değişiklik olmaması gerçekten akıl almaz bir durumdur.

… ..

… .. yeni sistemin en güzel özelliği etkileşime açık olması. Bizi diğerlerinden ayıracak olan bu farkındalık çünkü bu sayede değişimin en önemli mimarları biz olacağız. sen, ben ve bir grup öğretmen.

 


İnanıyorum Öyleyse Doğruyum


… .. Antik Mısır’daki İskenderiye Kütüphanesi 

….. .. MÖ 250’li yıllarda kurulduğu düşünülen bu kütüphane, şehrin yöneticileri sayesinde yıllar içinde dönemin en büyük bilim merkezi haline gelmişti. … ..

.. ..


Düşünüyorum Öyleyse Varım

Karanlık çok uzun sürmüş olsa da kendisine sızacak bir aralık bulmuştu ve Rönesans hareketiyle birlikte yeni bir aydınlanmanın eşiğine gelmiştik. Tohumları yeni atılan bilimsel düşünce kavramı sayesinde körü körüne inanma geleneği yerini şüphe etme ve sorgulamaya bırakmıştı. Rene Descarttes’in (1596-1650) aslında  bu değişimi özetleyen güzel bir cümlesi vardır: “Düşünüyorum, öyleyse varım.” İnsanlar artık karşılaştıkları bilgileri, herhangi bir önyargı gözetmeksizin mantık sınırları çerçevesinde değerlendirmeye başlamışlardı. Buradaki temel motivasyon şüphe ve sorgulama becerisiydi.

… ..


Sansürü Aşmak ve Beklenmedik Zarar


Post-truth meselesini anlamak için önce bu noktaya nasıl geldiğimizi anlamak gerekiyor. Bilgi muazzam bir güçtür ve insanlık tarihi boyunca bilgiyi elinde tutmayı başaranlar, hep ayrıcalıklı imtiyaz sahibi olmuşlardır. Yakın geçmişte gazete, radyo, TV gibi iletişim cihazlarının ortaya çıkması, bilginin yayılma hızını inanılmaz artırmıştı. Fakat bazı bilgilerin yayılmaması gerekiyordu. Devlet kurumları ya da çok güçlü şirketler, bu durumu kontrol altında tutmak için sansür denen bir mekanizma geliştirmişlerdi. Bu mekanizma çok uzun süre işe yaramıştı.


İnternetin gelişmesiyle birlikte büyük bir devrim yaşadık ve bilgi artık herkesin ulaşabileceği kadar yakındı. Üstelik bu yeni teknoloji sayesinde muazzam bir özgürlük alanı oluşmuştu çünkü ne yapılırsa yapılsın teknik olarak bir bilginin yayılmasını engelleme ihtimali yoktu. Yani yıllardır çok etkili bir silah olarak kullanılan sansür, bu yeni ortamda çalışmıyordu. … ..

…. ..

… .. Peki, buldukları çözüm neydi? Çok basit, bir bilgiyi engelleme şansın yok mu? Hiç sorun değil, bilgiyi ve kaynağını kirleterek ondan kurtulabilirsin.


Peki bir bilgiyi ve kaynağı kirletmek nasıl olur? Öncelikle duyulmasını istemediğin bilgiyi alıp içine yanlış  ve yalan bir takım detayların eklendiği benzer içerikler oluşturursun. Böylece insanlar karşılarına çıkan haberin çeşitliliği konusunda kafa karışıklığı yaşarlar ve hangisinin tam doğru olduğundan emin olamazlar. Yani asıl bilgi başka benzer bilgileri kirletmiş olur. Diğer taraftan kaynağı kirleeetmek daha olaydır. Doğru bilgiyi paylaşmış kişi hakkında çok farklı sçsöylentiler üretmek her zaman işe yarar. Çünkü insanlar bu bilgileri kolayca kabul eder ve odak, bilginin kendisinden ziyade kişiye döner.


Gerçek-ötesi


Son dönemde gerek siyasi gerekse de toplumsal olaylarda yaşadığımız dezenformasyon, tümüyle bu yeni yöntemden kaynaklanır. İşe yaradığından şüphe yok ama bu yaklaşım arka planda geri dönüşü olmayan büyük bir reaksiyonu tetikledi. Artık Post-truth kavramının ne olduğunu ve bizi nasıl büyük bir tehlikeyle baş başa bıraktığını konuşmak için hazırız Mavi.


Oxford sözlüğü tarafından 2016’da yılın kelimesi olarak seçilen post-truth, Türkçeyegerçek- ötesi ya dahakikat -sonrası şeklinde çevrilmiştir. Tam olarak,bir bilginin doğruluğunu değerlendirirken bilimsel gerçeklerden ziyade kişisel inanç ve duyguların kullanılması” durumunu ifade eder. Yani “post-truth dönem” demek, doğru ve gerçeğin anlamını yirtirdiği dönem demektir. Ne garip değil mi, “düşünüyorum, öyleyse varım” aydınlanmasını yaşayıp 400 yıl sonra “inanıyorum, öyleyse doğruyum “ karanlığına şahit olmak gerçekten inanılmaz. 


Post-truth kavramı özellikle siyasiler tarafından toplumsal hareketleri yönlendirmede aktif biçimde kullanılmaktadır. Eminim sosyal medyada birçok örneğe şahit olmuşsundur.  Ne yazık ki insanların çok büyük bir kısmı ortaya atılan iddiaların, ses ya da görüntü içeriklerinin doğru olup olmaması ile zerre kadar ilgilenmiyorlar artık. Asıl mesele, bu bilgiyi söyleyen kim? Bizden mi yoksa onlardan mı? Bizden ise elbette çok doğru ve haklı bir bilgi, yok onlardansa kahrolsun bazı şeyler.


İşin ironik tarafı, Post-truth kavramı şu sıra siyaset içinde inanılmaz aktif olsa da hemen her alanda karşımıza çıkmaktadır. İnsanların hayat görüşü, içinde bulunduğu ortam ve hayalleri, olayları değerlendirmede temel kriter olarak rol oynar. O nedenle söz konusu bazı olaylar olduğunda, gerçeğe değil de hayal gücümüzün yarattığı senaryoya inanma eğilimi gösteririz. Hatta yeterince hayal kurulursa o olaylara, hiç alakası olmayan anlamları kolayca yükleyebiliriz. İşte bu yaklaşım doğruyu âdeta uzay zaman içerisinde sağlam bir şekilde bükmektedir. 



Pia Mater’in Gizli Anlamı

… ..


Doğru Bilgiyi Yanlış Bilgiden Ayırma Yeteneği

… ..

… .. Şu an acilen öğrencilere post-truth gerçeği ve doğru bilgiye-kaynağa nasıl ulaşılacağı becerisini aktarılmak zorundadır. Eminim ki bu yaklaşım, makaraların sürtünme kuvvetinden, Zigetvar Savaşı’nın hangi yılda olduğundan, açıprtay teoreminden ve polinomlardan çok daha kritik bir mesele olsa gerek.

… ..


Google’ın Sessiz ama Bir O kadar da Gürültülü Devrimi


Go çok bilinen bir oyun olmadığı için kısa bnir özet yapmak isterim. Satrançta taşlar arasında bir hiyerarşi söz konusu olsa da go oyununda tüm taşlar birbirleriyle eşittir. Bununla beraber go tahtasının düzeni de çok farklıdır. Örneğin satranç tahtasındaki bir taşın pozisyonu olası hamle sayısı 20 iken, go oyununda bu sayı 200 hamle olarak karşımıza çıkar. Yani seevgili Mavi , go tahtası demek, hesaplanması imkânsız bir olasılık demekti. Aslında DeepMind şirketinin başındaki Demis Hassabis’in sözleri, nasıl bir matematiksel imkânsızlıktan bahsettiğimizi gayet güzel özetler 


Şu an dünya üzerindeki tüm bilgisayarları bir araya getirip bir milyon yıl çalıştırsak bile go oyunu ile ilgili olası tüm varyasyonları hesaplayacak bir işlem gücüne ulaşmak imkânsızdır.


Aslında insan beyni bile go tahtası üzerindeki olasılıkları hesaplayabilecek kapasiteye sahip değildir. Fakat ilginç bir  şekilde bu tarz durumlarda “sezgi” olarak adlandırabileceğimizi garip bir fizyolojik fonomenn devreye girer. Go oyununda ustalığa ulaşmış birçok oyuncu, başarıya giden yolun olasılık hesaplarından ziyade sezgilerden geçtiğini öne sürmektedir. Bu önemli farklılık nedeniyle yapay zekânın organik zekâya meydan okuyabileceği, yeryüzündeki en zor strateji oyunu go gibi gözükmektedir.  Üzerindeki siyah ve beyaz taşların birbirini nefessiz bırakmaya çalıştığı, ihtimaller açısından sonsuzluğu içine sığdırmayı başarmış bu tahta, makineler ve insanoğlu arasındaki savaşın gerçekleşeceği meydan olmuştu.



AlphaGo ve İnsanlığın Kesilen Damarları


DeepMind mühendisleri, Breakout oyunundaki mantığın aynısını kullanarak geliştirdikleri yazılıma AlphaGo adını vermişlerdi. Makine öğrenmesinin temelini oluşturan bu yazılımda  Derin Nöral Ağlar (Deep Neural Networks) adlı bir sistem kullanılarak âdeta insan nöronlarını taklit eden bir algoritma oluşturulmuştu. Bu algoritma, makinenin kendi kendine öğrenmesini sağlayan altyapıyı meydana getiriyordu. Doğal olarak mühendislerin tek yapması gereken, AlphaGo’nun kendi kendine öğrenmesini sağlayacak veriyi makineye sunmak olacaktı.


Bu kapsamda ilk olarak iyi düzeydeki amatör oyuncular arasında gerçekleşen 100.00 adet oyunun kayıtları AlhaGo’ya izlettirildi. Bu noktada gözünden kaçabilecek önemli bir ayrıntının altını çizelim. AlphaGo’nun bu eylemi bir insan yapmaya kalksaydı, tahta başından bir saniye bile ayrılmadan en az 12 yılını maçları izlemeye ayırmak zorunda kalırdı.


100.000 maç sonunda oyunun kurallarını ve mantığını kendi kendine kavrayan AlphaGo, daha sonra kendi içinde bir takım sanal oyuncular oluşturarak farklı stratejiler deneyeceği binlerce maç yaptı.  Zafere ulaşan sanal oyuncuları yine kendi içinde eleştirerek darmadağın edecek stratejileri tek tek deneyerek özenle geliştirdi.


DeepMind ekibi AlphaGo’ya son halini verdikten sonra, ilk ciddi denemesini yapmak üzere iki tane Avrupa şampiyonluğu bulunan Fan Hui adlı oyuncu ile iletişime geçti. Bir makinenin , go gibi bir oyunda insanı yenebileceğine inanmayan Fan Hui, sırf ilgili teknolojiyi  merak ettiği için hem de ilginç bir anı olacağını düşünerek daveti kabul etti. DeepMind’ın Londra’daki ofisinde gerçekleşen maçta Fan Hui tam anlamıyla şok olmuştu çünkü AlphaGo 5 maçın beşini de çok rahat bir şekilde kazanmıştı. Ogün, yapay zekânın bir oda içerisinde gerçekleştirdği mucizeye çok az kişi tanıl olsa da yakından tüm dünya Alphag’dan haberdar olacaktı.



İlk büyük sınavını başarılı bir şekilde tamamlayan AlphaGo, ikinci denemesinde hiç uzatmadan çıtayı en üst seviyeye koydu. Bu sefer hedef çok büyüktü çünkü karşısında go oyunu açısından son 10 yılın en büyük dâhisi olan Lee Sedol vardı. Bu kişi go için âdeta sembolik bir isimdi. Çok erken yaşlardan itibaren inanılmaz başarılara imza atan bu genç, birçok dünya şampiyonluğuna sahip, hızlıca ustalık sevişyesini yükseltmiş çok önemli bir oyuncudur.


Go oyunundaher oyuncu açısından bir ustalık seviyesi vardır. Mesela AlphaGo’nun yenmiş olduğu Fan Hui, ustalık seviyesi açısından sadece ikinci seviyede yer alırken, Koreli dâhi Lee Sedol, go’daki en yüksek seviye olan 9. seviyede bulunuyordu. Yani arada muazzam bir uçurum vardı ve AlphaGo denen yapay zeka sadece ikinci denemesinde, hedefini en yüksek noktaya koymaktan zerre çekinmemişti.


1996 yılındaki Deep Blue ve Kasparov kapışmasından tam 20 yıl sonra Mart ayında AlphaGo ve Lee Sedol karşı karşıya gelmişti. Go ile yakından ilgili olan hemen hemen herkes, Lee Sedol’un tek bir oyun bile kaybetmeyeceğinden emindi ve bu karşılaşmayı daha çok, ilginç bir gösteri olarak görüyorlardı. Sonuçta yapay zekânın go gibi oldukça karmaşık ve zor bir oyunu oynayabilmesi bile mükemmel bir gelişme sayılırdı. Fakat ortaya çıkan sonuç hiç bekledikleri gibi olmadı. Toplam 5 maç üzerinden planlanan karşılaşmanın ilk 4 oyununu AlphaGo’nun açık bir şekilde kazanması, izleyenler üzerinde büyük bir şok etkisi yaratmıştı. Üstelik orada olan herkesin doğrudan şahit olduğu çok önemli bir gerçek daha vardı. İlk oyun sırasında AlphaGo’nun aslında ne kadar güçlü bir rakip olduğunu anlayan Lee Sedol, kazanmak için elinden gelen her şeyi yapmıştı ama başaramamıştı. Herkesin gözleri önünde yapay zekâ insana dair en önemli damarlardan birini âdeta kesip atmıştı.


Hangimiz Yapay Zekâ


… ..

… .. ChatGPT ve MidJourney başta olmak üzere hem bilim hem de sanat alanında muazzam işler sözkonusu. Unutma Mavi, bu şimdilik bnize gösterilen kısmı. … ..

.. ..


Makine öğrenmesi (Derin Öğrenme) ve AlphaGo projesi, okullar ve eğitim anlayışı üzerine bize muazzam bir mesaj varmektedir. Günümüzdeki yapay zekâ uygulamaları, Deep Blue’da denenen ezber algoritmalar üzerinden öğrenmeyi bırakalı çok oldu. Çünkü bu yöntemin kullanışsız olduğu çok açık ortadaydı. Ama makinelere zekâyı hediye eden biz insanlar, kendi eğitimimişzi ne yazık ki makinelerin bile terk ettiği o ezberci yaklaşımla sürdüürmeye devam ediyoruz. 


Bu arada yapay zekânın eğitim anlayışından öğreneceğimizi çok ilginç bir gerçek daha var. Hatırlayacak olursan Breakout yazılımı kendisini tasarlayanların bile aklına gelmeyen stratejiler geliştirmişti. Benzer bir durum AlphaGo projesinde de karşımıza çıktı. Mesela karşılaşma sırasında AlphaGo’nun yaptığı bazı hamleler, birçok profesyonel go oyuncusu tarafından hâlâ daha anlaşılmış değil. Onlara göre hiçbir insan bu tarz hamleler yapmayı düşünemez. Hatta bu hamlelerin iyi mi, kötü mü olduğunu bile ayırt edemiyorlar.


… .. Görünen o ki Derin Nöral Ağ teknolojisi sayesinde makineler sadece öğrenmekle kalmıyor, organik beyinlerin en önemli özelliği olan yeni kavramlar ve yöntemler de keşfedebiliyorlar.


.. .. Oysa kendi kendine öğrenme algoritması sayesinde yapay zekâlar, kendilerini tasarlayan mühendislerin bile üstüne çıktı. Yani mühendislerin yetenekleri onları sınırlamadı.


… .. yapay zekânın şu an sahip olduğu kendi kendine öğrenme algoritmasına biz zaten doğuştan sahibiz. O yüzden bebekler müthiş bir öğrenme yeteneği sergilerler. Mesela hiç bir bebek konuşmayı öğrenmek için dil kursuna gitmeye gerek duymaz. Bir dili âdeta sıfırdan kendi çabasıyla öğrenir.


İşte en acı gerçek bu. Öğrenmeye meraklı müthiş organik  beyinlerle doğmamıza rağmen, var olan eğitim sistemi bilgi ezberlemek üzere inşa ettiği saçma bir yaklaşımla beyinlerimizi âdeta yapay beyinlere dönüştürüyor. Bu gerçek bizi çok ciddi bir soruyla baş başa bırakıyor. Bu durumda hangimizin zekâsı yapay. Tümüyle belirli bilgi kalıplarını ezberlemek zorunda kalan organik beyinlerimiz mi, yoksa tıpkı beyin gibi öğrenmeye başlamış olan makineler mi?


Pandeminin Açığa Çıkarttığı Gizem

.. ..


Sen Anafaz Profaz Anlatırsan

Onlar da Gider Red Pill’den Öğrenir

… ..


Nankör Kimyacı Mendeleyev’in Sızlayan Kemikleri

… ..

… .. Ben hücreye ve hücresel boyutta gerçekleşen mucizevi olaylara hayranlık duyan bir insanım. Elbette biyoloji dersinde öğrenmemiz gençlere hücreyi öğretmemiz gerekecek. Düşünsene vücudumuzdaki en küçük canlı biriminden bahsediyoruz. Mesela bir hücreye canlılığını katan nedir?Sonuçta hücrenin içindeki çeşitli organellerden tut tüm moleküllere kadar her şey cansızdır. Ama tüm bu cansız meteryaller bir araya gelerek canlılığı oluşturular. Bir düşün lütfen, cansızlıkla canlılık arasındaki bu gizemli ilişkiyi içinde saklayan hücre kavramı, gereksiz bir konu olabilir mi?


Eğer gençlere hücreyle ilgili belirli kalıp bilgileri ezberletmek yerine bir hücrenin varoluş felsefesi üzerine bir eğitim kursaydık, işte o zaman görürdün biyolojinin ne kadar mükemmel bir şey olduğunu. Bu arada madem o kadar hücre ve mitoz bölümnmeden bahsettik, Mater serisinde hücre ve insanlığın varoluşu üzerine yadığım o kısa cümle ile bitirelim.


Kim bilir, belki de yeryüzündeki ilk hücre kendisini o kadar yalnız hissetti ki bölünerek çoğalmak zorunda kaldı ve böyle başladı bütün hikâyemiz.


Nankör Kimyacı Mendeleyev’in Sızlayan Kemikleri


… ..


Ve Şeytan Dedi ki Matematiğin İçine Harfleri Koyun


Nasıl ki yeryüzünde Türkçe, İngilizce, Korece gibi insanların konuştuğu çeşitli diller varsa bilimin ve doğanın dili kesinlikle matematiktir. O nedenle bilimle konuşmak için matematiği çok iyi bilmen , sayısal düşünme becerini geliştirmen gerekir. Emin ol, bu fikri ölümüne savunacak kadar matematiğe saygı duyan biriyim. Ama lise matematiğinden sağlam nefret ediyorum. Kahrolsyun tanjant, türev ve diğer polinomlar.


… ..


Süksinat Gitsin


… ..

Bir insana hiçbir şey öğretmek istemiyorsan ona her şeyi öğreretmeye çalış. Her zaman işe yarar


Birkaç Minik Öneri

,

… ..

1- Yapay zekâdan ne öğrendik? Öğrencilere ezber bilgi vermektense kendi kendine öğrenme algoritmasını öğretmek zorundayız. Bu sayede kalıpları ezberleyen bir Deep Blue yerine, kendi kendine yeni yöntemler geliştiren bir AlphaGo elde ederiz. Yaratıcılık ve eleştirel düşünceye ezber kalıplar üzerinden değil ancak bilgileri kendi çabalarımızla keşfederek ulaşabiliriz. Üstelik bu yeteneğe doğuştan sahibiz. Eğitim sadece bizleri köreltmesin yeter.


2- Post-Truth bizi her an dipsiz bir karanlığa yuvarlayacak kadar tehlikeli bir dönemdir. O nedenle eğitim sisteminin ilk iş olarak acilen; doğru bilgi nedir, yanlış bilgi nasıl anlaşılır, kaynak nedir ve ne işe yarar gibi en temel bilim okur-yazarlığı yeteneğini öğrencilere kazandırması lazım  Düşünsene, dünyanın düz olduğuna inan birçok hekim, mühendis ya da avukat insan var. Baktığın zaman eğitim açısından çok başarılı yerlere ulaşmışlar ama en temel bilimsel bakış açısından yoksunlar.


3- Okulların en büyük avantajı sosyal ortamların oluşmasına imkân sağlamasıdır. Doğal olarak sosyalleşme girişimi sadece öğrencilerin inisiyatifine bırakılmayıp sosyal becerileri geliştirecek uygulamalar olmalıdır. İletişim nedir, nasıl kurulur, işbirliğinin önemi nedir gibi yaşamın doğrudan içinde olan değerlere öncelik verilmelidir.


4- Ara sıra bahsettiğim üzere, günümüzün en büyük problemlerinden birisi, toplum içindeki sıkıntılı insanlarla bir arada yaşamak zorunda kalkmamızdır. … ..

… .. 

… .. Şaka bir tarafa, okulların toplum hayatı ve ilişkilerimiz üzerine çok daha işlevsel bir içeriğe sahip olması gerekmektedir.


5- … ..

… .. Ama sen asla bununla yetinme. Enstrüman çalmaya çalış, sporla ilgilen, yeni bir dil öğren ve bol bol kitap oku. Bu arada hata yapmaktan asla korkma. Çünkü öğrenmenin ve keşfetmenin temelinde hata yapmak vardır. 


ARKADAŞLAR ve Öbür Meseleler



*Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi,





*Dünyanın En Yalnız Beyni  &  Serkan Karaismailoğlu

Elma yayınevi

1.Basım Temmuz 2023

Ottapia





*Galen - Vikipedi (wikipedia.org)

*Bergamalı Galen (Claude Galen; Yunanca Galenos, Latince Galenus, İslam dünyasındaki adıyla Calinus;[2] 129 - 216), tıp doktoru, bilim insanı ve filozof.

Antik Roma'nın en önemli hekimlerindendir. Deneysel fizyolojinin kurucusu ve Roma dünyasının ilk spor hekimi olarak kabul edilmiş ve Hekimlerin İmparatoru, Şeyhû’s Seyadile (hekimlerin babası) gibi ünvanlarla anılmıştır.[3] Galen’in tıbbi görüşleri “Galenizm” olarak adlandırılır ve yüzyıllar boyunca tıpta etkisini sürdürmüştür.[4] Tıbbın yanı sıra farmakoloji alanında da yeni teoriler geliştirmiştir. Öte yandan Galen'in İslam tıp dünyası üzerinde büyük etkisi olduğu bilinmektedir. Mevlana C. Rumi "Ey bizim kibir ve azametimizin ilâcı, ey bizim Eflâtun'umuz. Ey bizim Calinus'umuz." (Mesnevi 24. beyit) diye söz etmiştir.

… ..




*Lenfatik sistem - Vikipedi (wikipedia.org)

*Lenfatik sistem veya lenfoid sistem, omurgalılarda dolaşım sistemi ve bağışıklık sistemi'nin bir parçası olan bir organ sistemi'dir. Geniş bir lenf ağından, lenfatik damarlardan, lenf düğümlerinden, lenfatik veya lenfoid organlardan ve lenfoid dokulardan oluşur.[1][2] Damarlar lenf (Latince "lenfa" kelimesi tatlı su tanrısı "Lenfa")[3] adlı berrak bir sıvıyı kalbe doğru taşır.

Kardiyovasküler sistemden farklı olarak, lenfatik sistem kapalı sistem değildir. İnsan dolaşım sistemi, kan'dan plazma'yı çıkaran kılcal filtrasyon yoluyla günde ortalama 20 litre kan işler. Kabaca 17 litre filtrelenmiş plazma doğrudan kan damarı'na geri emilirken kalan üç litre interstisyel sıvı içinde bırakılır. Lenfatik sistemin ana işlevlerinden biri, fazla üç litre için kana yardımcı bir dönüş yolu sağlamaktır.[4]

Diğer ana işlev, bağışıklık savunmasıdır. Lenf, atık ürünler ve bakteri ve proteinlerle birlikte hücresel artıklar içermesi bakımından kan plazmasına çok benzer. Lenf hücreleri çoğunlukla lenfositlerdir. İlişkili lenfoid organlar lenfoid dokudan oluşur ve lenfosit üretiminin veya lenfosit aktivasyonunun gerçekleştirildiği yerlerdir. Bunlara lenf düğümleri (en yüksek lenfosit konsantrasyonunun bulunduğu yer), dalak, timus ve bademcikler dahildir. Lenfositler başlangıçta kemik iliğinde üretilir. Lenfoid organlar ayrıca destek için stromal hücre gibi diğer hücre türlerini de içerir.[5] Lenfoid doku ayrıca mukoza ile ilişkili lenfoid doku (MALT) gibi mukozalar ile de ilişkilidir.[6]

Vücut savunmasında önemli bir rol oynayan lenfositler lenf sisteminde üretilir ve olgunlaştırılır.[7]

Dolaşımdaki kandan gelen sıvı, kılcal hareketle vücudun dokularına sızar ve hücrelere besin taşır. Sıvı, dokuları interstisyel sıvı olarak yıkar, atık ürünleri, bakterileri ve hasarlı hücreleri toplar ve daha sonra lenf olarak lenfatik kılcal damarlara ve lenf damarlarına akar. Bu damarlar, bakteri ve hasarlı hücreler gibi istenmeyen maddeleri filtreleyen çok sayıda lenf düğümünden geçerek lenfi vücudun her yerine taşır. Lenf daha sonra lenf kanalı olarak bilinen çok daha büyük lenf damarlarına geçer. Sağ lenf kanalı vücudun sağ tarafını boşaltır ve torasik kanal olarak bilinen çok daha büyük sol lenf kanalı vücudun sol tarafını boşaltır. Kanallar kan dolaşımına geri dönmek için subklavyen venlere boşalır. Lenf, kas kasılmaları ile sistem içinde hareket ettirilir.[8] Bazı omurgalılarda, lenfleri damarlara pompalayan bir lenf kalbi bulunur.[8][9]

Lenfatik sistem ilk olarak 17. yüzyılda bağımsız olarak Olaus Rudbeck ve Thomas Bartholin tarafından tanımlanmıştır.[10]

Lenf düğümlerinin yangısına lenfadenitis, lenf damarlarının yangısına ise lenfanjitis denir.

… ..



*Richard Feynman - Vikipedi (wikipedia.org)

*Richard Phillips Feynman (d. 11 Mayıs 1918 - ö. 15 Şubat 1988),[2] kuantum mekaniğinin ayrılmaz formülasyonu, kuantum elektrodinamiği teorisi, aşırı soğutulmuş sıvı helyumun süper-akışkan fiziği ve partonu önerdiği parçacık fiziğindeki çalışmaları ile 1965'te, Julian Schwinger ve Sin-Itiro Tomonaga ile birlikte Nobel Fizik Ödülü'ne layık görülmüş Amerikalı teorik fizikçidir.[3][4][1][5][6][7][8]

1918'de ABD'nin New York eyaletinde Queens'teki Far Rockway adlı küçük bir kasabada dünyaya geldi. Henüz 16 yaşındayken türev ve integral hesabını tüm yönleriyle kavradı. 17 yaşında Rockway'den ayrılıp, lisans derecesini yapacağı MIT (Massachusetts Institute of Technology)'e girdi. Lisans derecesinden sonra ünlü Princeton Üniversitesi'ne kabul edildi. Doktorasını Princeton'dan aldıktan sonra, dekorsal sanatlar öğretmeni Arline Greenbaum ile ailesinin itirazlarına aldırış etmeyerek evlendi. 1942'de ABD'nin savaşa katılmasıyla birlikte, Manhattan Projesi (atom bombası projesi) için çağrıldı.

Burada Nazi Almanyası'ndan kaçıp ABD'ye sığınan, yarı Yahudi yarı Alman olan fizikçi Hans Bethe tarafından kuramsal bölümün önderi olarak atandı. Bu görevi aldığında henüz 24 yaşındaydı. Manhattan Projesi'nde Feynman, kritik kütle için gerekli olan uranyum miktarını tespit etmek için çalıştı. Hipotezini denemek için Los Alamos'u havaya uçurmadan birçok deney araçları geliştirdi. Oak Ridge uranyumun parçalanması sırasında güvenlik sorunuyla uğraşırken, Feynman çalışanların ışıma zehirlenmesinden korunması için prosedürler geliştirdi. Savaş sonrası Bethe'yi takip ederek, Cornell Üniversitesi'ne gitti. Feynman burada atomaltı parçacıkların karmaşık yapısı için basit bir gösterim geliştirdi. Onun bu gösterimi Feynman Çizelgeleri olarak bilinir.[9]

Savaş bittikten sonra, 1965'te Kuantum elektrodinamiğine yaptığı katkılardan dolayı Itiro Tomonaga ve Julian Schwinger ile birlikte Nobel Ödülüne layık görüldü. 1986'daki Challenger felaketini araştıran Rogers komisyonunda yer aldı.

Gençliği:

Eğitimi:

Manhattan Projesi'ndeki misyonu:

Akademik Kariyerinin İlk Yılları:

… ..

Feynman’ın çok iyi bir anlatıcı olduğu söylenir. Öğrencilerine yaptığı makul açıklamaları ve onlara önem vermesi nedeniyle büyük bir itibar kazanmıştır. Ayrıca açıklamaların yaparken, karşı tarafın da anlayabileceği bir dil kullanırdı. Onun esas prensibi, eğer bir konu ilk yıldaki bir öğrenciye anlatılacak kadar basit anlatılamıyorsa, o konu henüz tam öğrenilmemiş demektir. Örneğin spin ve statik arasındaki ilişkiler. ½ spine sahip parçacıklar birirlerini iterken, tam sayılı parçacıklar birbirlerini çekiyordu. Bu, Fermi-Dirac statiği ve Einstein- Bose statiğinin 360 derece altında bozonların nasıl hareket ettiğini açıklayan harika bir örneklemeydi. Daha ileri kurslarında tartışmakta olduğu bir soruydu bu aynı zamanda, ve 1986’da Dirac anısına verdiği bir derste de sonucu açıklamıştır. Ayrıca aynı derste, anti parçacıkların var olması gerektiğini ve eğer parçacıklar sadece pozitif enerjilere sahip olsalardı, herhangi bir sınılandırma olamazdı.

Düşünmeden ezberlemeye ya da ezberleyerek öğrenmeye ve diğer kalıplaşmış ifadelere dayanan öğretim metotlarına karşıydı. Dikkatini çeken temel şeyler temiz düşünmek ve anlatabilmekti. Ona hazırlıksızken yakalanmak vahim bir şeydi ve o aptalları unutmazdı.

… ..


Caltech Yılları:

Challenger faciası:

Kültürel Kimliği:

Kişisel hayatı:

Ölümü:

Kültürel Miras:

Bazı Bilimsel Çalışmaları:

Kitapları ve Ders Notları:

Ünlü Çalışmaları:

Ses ve Video Kayıtları:



*Sokrates - Vikipedi (wikipedia.org)

*Sokrates (Grekçe: Σωκράτης, Grekçe telaffuz: [soˈkra.tis]; MÖ 469; Atina - MÖ 399, Atina), Antik Yunan filozofudur. Heykeltıraş Sophroniskos'un ve Ebe Fenarete'nin oğludur. Yunan felsefesinin kurucularındandır.


Sokrates'in felsefi yaşamı:

… ..

… ..Böylece söz konusu kehanetin, çözülmesi gereken bir bilmece olduğunu düşünerek araştırmaya koyulur. Önce adı bilgeye çıkan politikacıya, sonra ozanlara, daha sonra da sahip oldukları Sophia ile ünlü olan ustaların ve zanaatkârların yanına gider. Onlara sorduğu sorularla, onların bilge olmadıklarını kavrar. Sokrates bunların cehaletin pençesinde kıvrandıklarını fark eder. Bu kişiler, hem bilmedikleri şeyleri bildiklerini sanmaktadırlar hem de neleri bilmediklerinin farkında değillerdir. Oysa cehaletten daha büyük bir kötülük yoktur. Sokrates bu kişilerden farklı olarak, bilmediğini bilir; tam da bu noktada o kişilerden daha bilge olmaktadır. Yani Sokrates kendi cehaletinin farkında olmak gibi insani bilgeliğe sahiptir. Yani Sokrates kendini bilmekte ve kendini tanımaktadır.

… ..


Sokrates’in diyalektik uslamlama yöntemi:

Sokratesçi okullar:



*İskenderiye Kütüphanesi - Vikipedi (wikipedia.org)

*İskenderiye Kütüphanesi, MÖ 3. yüzyılın başlarında Mısır'ın İskenderiye kentinde Ptolemaios hanedanı tarafından kurulmuş olan antik kütüphanedir. İskenderiye Müzesi olarak bilinen araştırma enstitüsünün bir bölümü olarak inşa edildi.[10] İnsanlık tarihinde meydana getirilmiş önemli eserlerden biridir. Eski kaynaklar, burada 150 bin cilt el yazması eserin toplandığını kaydeder.

Tarihçe:

Kütüphanenin yakılışı:

Yeni kütüphane:

Popüler kültürde İskenderiye Kütüphanesi:


*René Descartes - Vikipedi (wikipedia.org)

*René Descartes (/deɪˈkɑːrt/ veya UK /ˈdeɪkɑːrt/; Fransızca telaffuz: [ʁəne dekaʁt]; Latinceleştirilmiş: Renatus Cartesius;[a][15] 31 Mart 1596 – 11 Şubat 1650[16][17][18]:58), bir Fransız filozof, matematikçi ve bilim insanıydı. Daha önce birbirinden ayrı olan geometri ve cebir alanlarını birleştirerek analitik geometriyi icat etti. İlk olarak Nassaulu Maurice'in Hollanda Devlet Ordusu'nda ve bir Stadhouder olarak Birleşik Hollanda Cumhuriyeti'nde hizmet veren Descartes, çalışma hayatının büyük bir bölümünü Hollanda Cumhuriyeti'nde geçirdi. Hollanda Altın Çağı'nın en dikkate değer entelektüel şahsiyetlerinden biri[19] olan Descartes ayrıca modern felsefenin kurucularından biri olarak kabul edilir.

… ..

Hayatı:

İlk yılları:

Rüyalar:

Fransa:

İsveç:

Ölümü:

Felsefe çalışmaları:

Zihin–Beden Düalizmi

Fizyoloji ve psikoloji:

Ahlak felsefesi:

Din:

Doğa bilimi:

Hayvanlar üzerine:

Tarihsel etki:

Kilise doktrininden kurtuluş:

Matematiksel mirası:

Newton'un matematiğine etkisi:

Çağdaş kabulü:

Sözde Gül Haçlık



*Demis Hassabis - Wikipedia

*Sir Demis Hassabis CBE FRS FREng FRSA[2][3] (born 27 July 1976) is a British computer scientist, artificial intelligence researcher and entrepreneur. In his early career he was a video game AI programmer and designer, and an expert board games player.[4][5][6] He is the chief executive officer and co-founder of DeepMind[7] and Isomorphic Labs,[8][9][10] and a UK Government AI Advisor.[11] He is a Fellow of the Royal Society, and has won many prestigious awards for his work on AlphaFold including the Breakthrough Prize, the Canada Gairdner International Award, and the Lasker Award. In 2017 he was appointed a CBE and listed in the Time 100 most influential people list. In 2024 he was knighted for services to AI.[12]

… ..



*https://www.youtube.com/watch?v=WXuK6gekU1Y

*AlphaGo - The Movie | Full award-winning documentary

*With more board configurations than there are atoms in the universe, the ancient Chinese game of Go has long been considered a grand challenge for artificial intelligence. 


On March 9, 2016, the worlds of Go and artificial intelligence collided in South Korea for an extraordinary best-of-five-game competition, coined The DeepMind Challenge Match. Hundreds of millions of people around the world watched as a legendary Go master took on an unproven AI challenger for the first time in history.


Directed by Greg Kohs and with an original score by Academy Award nominee Hauschka, AlphaGo had its premiere at the Tribeca Film Festival. It has since gone on to win countless awards and near universal praise for a story that chronicles a journey from the halls of Oxford, through the backstreets of Bordeaux, past the coding terminals of DeepMind in London, and ultimately, to the seven-day tournament in Seoul. As the drama unfolds, more questions emerge: What can artificial intelligence reveal about a 3000-year-old game? What can it teach us about humanity?


Best documentary winner: Denver International Film Festival (2017), Warsaw International Film Festival (2017), and Traverse City Film Festival (2017).


Official selection at Tribeca Film Festival (2017), BFI London Film Festival (2017), and Critics' Choice Documentary Awards (2017).


Find out more: https://www.alphagomovie.com/


--


"I want my style of Go to be something different, something new, my own thing, something that no one has thought of before." Lee Sedol, Go Champion (18 World Titles).


"We think of DeepMind as kind of an Apollo program effort for AI. Our mission is to fundamentally understand intelligence and recreate it artificially." Demis Hassabis, Co-Founder & CEO, DeepMind.


"The Game of Go is the holy grail of artificial intelligence. Everything we've ever tried in AI, it just falls over when you try the game of Go." Dave Silver, Lead Researcher for AlphaGo.




*Maslow teorisi - Vikipedi (wikipedia.org)

*Maslow teorisi veya Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi, Amerikalı psikolog Abraham Maslow tarafından 1943 yılında yayınlanmış bir çalışmada ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisidir.

Maslow teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha 'üst ihtiyaçlar'ı tatmin etme arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini söz konusu etmektedir. Maslow'un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez.


Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir.

  1. Fizyolojik gereksinimler (nefes alma, besin, yemek, su, cinsellik, uyku, sağlıklı metabolizma, boşaltım)

  2. Güvenlik gereksinimi (beden, iş, kaynak, ahlak, aile, sağlık ve mülkiyet güvenliği)

  3. Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel mahremiyet)

  4. Saygınlık gereksinimi (özsaygı, özgüven, başarı, başkalarına saygı duymak, başkaları tarafından saygı duyulmak)

  5. Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erdemli, yaratıcı, içten, problem çözücü, önyargısız ve hakikatleri kabul eder olmak)

… …


Belirli bir kategorideki gereksinimler tam olarak karşılanmadan kişi bir üst düzeydeki kategorinin gereksinimlerini algılamaz, böyle gereksinimleri yoktur. Örnek olarak günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olarak olası bir tehdit altında algılayan bir insanın, dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinimi yoktur.


7 yorum:

  1. Yazarın ebeveyn-ergen ilişkilerini anlatırken;
    Kitabında yer verdiği “Schrödinger’in Ebeveyni” başlığı altında anlattığı “Çift Yarık Deneyi” ve devamındaki bilgilerin değerli olduğunu düşünüyorum.
    Yazarın bu bölümde kullandığı, “Sevgili ebeveynler, ergen çocuklarınızı dışarıdan gözlemlemeyi bırakın artık. Onları âdeta çok sevdiğiniz bir roman gibi okumaya başlayın. İşte o zaman elektronları görmeye çalışan bir kamera yerine, modelin kendisi bizzat kendisi olacaksınız.
    Yani gözleme ihtiyacınız kalmayacak çünkü hissedeceksiniz. … .. “ ifadelerinin öncesi ve sonrasını ebeveynlerin kendilerine mal etmeleri gerekiyor.

    YanıtlaSil
  2. Burada “sevdiğiniz bir roman gibi okuyun” benzetmesi yapılırken, yazarın;
    Çocuğunuzla (torunlarınızla) nitelikli zaman geçirmeye çalışın,
    Bir başka ifadeyle “göz-kulak olmak” anlamında, uzaktan refakat etmek yerine, onlarla birlikte geçirilen zaman süresince:
    “Siz de çocukların iç dünyalarının bir parçası olun”,
    “Onların duygularını, coşkularını siz de hissederek birlikte zaman geçirin” tavsiyesi olarak algılıyorum.
    Bu kavramları düşünürken, dört torunum ve onlarla birlikte zaman geçirirken kendi çocukluğumu yaşamanın yanında;
    Yaşamanın, var olmanın, doğanın her bir ayrıntısında yer alan ve o an çocukların ilgi duyduğu gelişmeleri ciddiye alarak; ama aynı zamanda oyunlarımızın bir parçası olmasına da özen göstermek gerektiğine inanıyorum.
    Biz yetişkinlere basit gelse bile, onların ilgi alanlarını birlikte yaşamanın, ortaklaşa geçirilen bu zamanın; giderek birbirini anlama yeteneklerimizi de geliştirdiğini, bazen de kelimeler gerek kalmadan, karşılıklı bakışlarla birbirimizi anlama seviyesini artırdığını fark ediyoruz.
    Süreç içinde giderek büyüyen ve hâlâ daha çocuk ama, aynı zamanda ergen de sayılanların, kendi seviyeleriyle uyumlu davranışlar geliştirebilmenin inceliklerini de yakalamak durumundayız.
    Yeni doğan seviyesinden, yetişkin olmalarına kadar; insan yetiştirmenin bir sanatçı duyarlılığı gerektiğini kabul etmek gerekiyor.
    Leonardo da Vinci’nin, Mona Lisa eserini yaparken verdiği emek, ve duyarlılığı çocuklarımız da hak ediyor.
    Bu durum, aynı zamanda yetişkinlerin ruhuna da iyi geliyor.
    Bütün bunlar en azından bana "şanslı dedeyim " dedirtiyor.

    YanıtlaSil
  3. Gelecek nesillerin sağlıklı ve donanımlı yetişmesine katkı sağlamak üzere; bu kitabı özellikle ebeveynler, eğitim konularındaki karar vericiler ve öğretmenler okumalı….

    YanıtlaSil
  4. Aşağıdaki sözlere itiraz edebilir miyiz (sf.224) "Ünlü fizikçi Feynman’ın eğitime dair güzel bir tespiti vardır. DEr ki, insanlar sadece kendilerine öğretilenlere inanacak şekilde eğitilirler; oysa eğitim, öğrendikleri her şeyi sorgulama ihtiyacından geçer. Neden tanjant, neden orbitaller, neden Dandanakan Savaşı, neden , neden, neden? Tüm bu detay bilgileri öğrenmemizdeki NEDEN ne? Sevgili Mavi, insanlar genellikle dünyadaki sorunun eğitimsizlik olduğunu düşünürler, oysa asıl mesele ezbere kabullenmeye dayalı yanlış eğitimdir. "

    YanıtlaSil
  5. Yazar kitabın sonlarına doğru “gerçek ve ötesi başlığı altında vurgu yaptığı açıklamalarını anlamakta yarar olacağını düşünüyorum. Şöyle diyor:

    “... .. Post-truth kavramının ne olduğunu ve bizi nasıl büyük bir tehlikeyle baş başa bıraktığını konuşmak … ..”

    “Son dönemde gerek siyasi gerekse de toplumsal olaylarda yaşadığımız dezenformasyon, tümüyle bu yeni yöntemden kaynaklanır. İşe yaradığından şüphe yok ama bu yaklaşım arka planda geri dönüşü olmayan büyük bir reaksiyonu tetikledi. Artık Post-truth kavramının ne olduğunu ve bizi nasıl büyük bir tehlikeyle baş başa bıraktığını konuşmak... ..”

    “Oxford sözlüğü tarafından 2016’da yılın kelimesi olarak seçilen post-truth, Türkçeye “gerçek- ötesi” ya da “hakikat -sonrası” şeklinde çevrilmiştir. Tam olarak, “bir bilginin doğruluğunu değerlendirirken bilimsel gerçeklerden ziyade kişisel inanç ve duyguların kullanılması” durumunu ifade eder.”

    Daha açık ifade ile “Toplum Mühendisliği” ya da “Algı Yönetimi” diyebileceğimiz kavrama gönderme yapıyor, Serkan Karaismailoğlu.

    Bilginin doğruluğu değil, kişilerin inanç ve duygularını hedef alarak; gerçekleri arka plana atmak ve insanları yönlendirmek için onların “akıl” yerine hassas oldukları “değer yargılarıyla” oynamak ve hedef aldığını davranış modeline yönlendirmek…. ..”

    Günümüz dünyasında çoklarının kullandığı bir yöntem.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ve arkasından, yazar nasıl hayıflanmakta onun da farketmek gerekiyor:

      “... .. doğru ve gerçeğin anlamını yirtirdiği dönem demektir. Ne garip değil mi, “düşünüyorum, öyleyse varım” aydınlanmasını yaşayıp 400 yıl sonra “inanıyorum, öyleyse doğruyum “ karanlığına şahit olmak gerçekten inanılmaz. “

      Sil
    2. Serkan Karaismailoğlu, yukarıdaki sözlerinin devamını da getiriyor. Okumak iyi gelir...

      Sil