5 Mayıs 2022 Perşembe

Panislâmizm'den Büyük Asyacılığa *

Osmanlı İmparatorluğunun Orta Asya Politikaları

*1876 Öncesi Orta Asya ve Osmanlılar

Köklerini,temel kültürel özelliklerini Orta Asya’dan (Türkistan) alan Osmanlı İmparatorluğu, bir dünya imparatorluğu hâline geldikten sonra, özellikle Kanunî Sultan Süleyman Dönemi’nde yönünü daha çok Batı’ya çevirmiş, Doğu’ya yönelik olarak plânlı, sürekliliği olan bir politika takip etmemiştir. Doğu’daki muayyen askeri hedeflerin ele geçirilmesi ve sınırların kısmen güvence altına alınmasıyla Osmanlılar, çoğu zaman dikkatlerini Avrupalı rakiplerine yöneltmişler, bu durum Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Asya’ya yönelik pasif bir dış politika izlemesine sebep olmuştur. 18. yüzyılda Rusya ve Çin’in Türk topluluklarının yaşadığı toprakları işgal etmeye başlamasıyla, Osmanlı İmparatorluğu'nun Orta Asya  politikalarında da değişiklik olmuştur. Bu iki işgalci güçten ayrı olarak, İngiltere’nin de Hindistan’daki ve diğer Güney Asya topraklarındaki çıkarlarını korumak amacıyla-Afganistan örneğinde olduğu gibi- Müslümanların topraklarını işgal ederek tehditkâr bir politika izlemesi, Osmanlı İmparatorluğu ile Orta Asya’daki Türk Hanlıkları arasında ilişkilerin artmasına neden olmuştur.

Başlangıçta, Osmanlı İmparatorluğuyla Orta Asya arasındaki ilişkilerin niteliğini ve niceliğini belirleyen en önemli faktörlerden biri de hiç kuşkusuz İran, bir başka deyişle Safevi Devleti olmuştur. Safevi Devleti’nin kurulmasıyla başlayan süreçte Sünnî çizgideki Osmanlı İmparatorluğu ve Şiîliğe karşı tavır alan Orta Asya’lı Türk yöneticiler-özellikle Türkistan uleması-, birbirlerini desteklemişlerdir. Şiîliğin bölgede kendine yayılma alanı bulması ve nüfuzunu artırmaya başlamasına karşı Türkistanlı sünnîlerle (Özbekler ve Şirvanşahlar gibi) dünya Müslümanlarının lideri konumundaki Osmanlı İmparatorluğu arasında doğal bir ittifak meydana gelmiş, Osmanlılar batıdan; Şiîlere karşı savaşmayı neredeyse bir gelenek haline getirmiş olan Özbekler ise doğudan, Safevîlere karşı mücadele etmişlerdir. … ..  24 Ağustos 1514’de Çaldıran Savaşı’nın Osmanlılar tarafından kazanılması üzerine Özbek Hanı Ubeyd Han harekete geçerek, Şah İsmail tarafından ele geçirilen Horasan ve Herat’ı işgal etmiştir. … ..

… ..

*Osmanlı İmparatorluğu ve  Orta Asya Hanlıkları

Timurlularun Özbekler tarafından ortadan kaldırılması, Türkistan'da üç büyük siyası yapıyı ortaya çıkarmış, 1500’de Buhâra Hanlığı(*25) , 1511’de Hîve Hanlığı(*26)  ve 170’de Hokand Hanlığı(*27)  kurulmuştur.


(*25) Buhâra Hanlığı (1500 - 1868), Buhâra şehri merkez olmak üzere Zarafşan Vadisi, Semerkant, Düşenbe, Hisar, Şirâbâd, Karşı şehirlerine hakimdi. Güney sınırları Afganişstan’a, Kuzey sınırı Aral Gölü’nün kuzeyine uzanıyordu. 1868 yılına kadar bağımsız, o tarihten 1920’ye kadar Rusya’ya bağlı olarak yarı bağımsız bir Orta Asya hanlığı olan Buhâra, ayakta kaldığı dönemde, üç Türk sülale tarfından yönetilmiştir.1868’de Zire-Bulak savaşını Rusların kazanmasıyla hanlık Rus denetimine girmiştir. 1920 yılında Kızıl Ordu Buhâra’ya girmiş, Ekim ayında da Buhâra Halk Cumhuriyeti kurulmuştur. 1924 yılında ise bu cyumhuriyet kaldırılarak toprakları Özbekistan ve Tacikistan arasında paylaşılmıştır…. ..


(*26) Hîve Hanlığı (Harezm Hanlığı) (1512 - 1873), başkenti Hîve şehriydi. Aral Gölü’nü güneyden saran hanlık Kongrat, Ürgenç şehirleri gibi yerleri kaplamaktaydı ve güneybatısnda Türkmen, kuzeyinde ise Kazak toprakları bulunuyordu. 1505’de Şeybanî Han tarafından ele geçirilen Harezm, onun ölümünden sonra İranlılar tarafından işgal edilmiştir. Ancak Özbekler 1511 yılında İran’a karşı ayaklanmış ve İlbars Han olarak seçilmiştir. 1615 yılında Hîve Harez’in başkenti olmuştur. Hîve, ağır bir bombardımanın ardından 9 Haziran 1873’de Ruslar tarafından işgal edilmiş, Şubat 1920’de Bolşevşklerin yardımıyla Yaş Hîveliler  tarafından sona erdirilmiştir. … ..


(*27) Hokand Hanlığı ( Fergana) (1710 - 1865), Buhâra Hanlığı’nın doğusunda Çin sınırına kadar olan bölgede bulunuyordu. Fergana Vadisi, Taşkent, Çimkent, Türkistan, Akmescid, Bişkek hanlığın sınırları içindeki belli başlı şehirlerdi. 1760’dan sonra Hıkand, Çin nüfuzu altına girmiş, daha sonra ise Buhâra Hanlığı ve diğer Türk gruplarıyla uzun yıllar süren savaşlara girmiştir. 1865 yılından başlayarak hanlık kaosa sürüklenmiş, 19 Şubat 1876 yılında da, Rus Çarı’nın emriyle Fergana Bölgesi adı altında Türkistan genel valiliğine bağlanmıştır.


Anadolu ile Türkistan arasında kalan topraklar üzerinde yaşayan halklar ve yönetimlerle olan ilişkiler, Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Asya ile olan temasını da şekillendirmiştir. Özellikle Anadolu’nun Türkistan’a açılan kapısı durumundaki İran, Osmanlı ile Türkistan arasındaki ilişkilerde uzun süre belirleyici rol oynamıştır.

16. yüzyılın yarısından itibaren topraklarını Asya’da genişletmeye başlayan Rusya, İran’a göre daha büyük bir tehlike hâlini alarak, hem Orta Asya Hanlıklarını hem de Osmanlı İmparatorluğunu sıkıştırmaya başlamıştır. 17. yüzyıldan itibaren Batı sınırlarını Osmanlı İmparatorluğu’nun aleyhinde genişleten Rusya, Kırım Savaşı’nın Osmanlı ve müttefiklerinin lehine sonuçlanmasıyla(*28), Boğazları ele geçirip Akdeniz’e ulaşma plânlarını ertelemiş ve yüzünü tekrar Asya topraklarına çevirmiştir. Orta Asya’da ayakta kalmayı başarmış olan Bûhara, Hîve, Hokand ve daha geç dönem bir dönemde kurulan Kâşgar Hanlıkları(*29)  gerek zayıflıkları, gerek kendi aralarındaki rekabet sebebiyle 1877’ye gelindiğinde Rusya ve Çin’e tâbi olmuşlardır.





(*28) Rus orduları Kırım Savaşı’nı kaybetmiş olmalarına rağmen, bu yenilgi Rusya’yı dönemin büyük güçleri arasından silmeye yetmemiştir. Joan Haslip Bilinmeyen Sultan II. Abdülhamid adlı eserinde bu durumu şu şekilde belirtmiştir: “... Fransız elçisinin Viyana’da Von Beust’e dediği gibi ‘Andlaşmanın maddeleri okunduğu zaman kimin mağlup, kimin galip geelmiş olduğu üzerinde terddüt hasıl oluyor’du. VE bu sebeple Çar Nicolas’ın eski düşmanı olan Lord Stratford’un Lord Clarendon’a İstanbul’dan gönderdiği bir mektupta: ‘Nicolas’ın Rusyası görünüşe göre tamamen dize gelmişti. Fakat Rusya’nın nüfuzu gittikçe artmaktadır. Bugün her ne kadar Rusların fazla uzayan kolları kesilmiş ise de , çok kısa bir zaman içinde hızlı hareket edip kuvvetlenmesi ihtimali tamamen ortadan kalkmış değildir.’ demektedir


(*29)Kâşgar Hanlığı (1867 - 1877), Hokand’dan gelerek kısa sürede gücü elinde toplayan, Yakup Bey'in kurduğu Hakanlıktır. Hanlığın sınırları batıda Pamir, Altay yaylaları, Isık Göl ve Alma Ata, kuzeyde Balkaş Gölü ve Altayb Dağlarının güneyindeki yaylalar, doğuda Barköl, Urumçi ve Kumul (Hami), güneyde Karanlık Dağ ve Karakurum silsilelerine kadar olan bölgedir. Hanlık, 1877’de Yakup Bey’in ölmesini takiben, Çinliler tarafından işgal edilmiştir.


**Buhara Hanlığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkileri

**Hive (Harezm) Hanlığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkiler

**Hokand Hanlığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkiler

**Kâşgar Hanlığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki İlişkiler


*II. Abdülhamid Dönemi Osmanlı İmparatorluğu

Osmanlı İmparatorluğu’nun 34.Sultanı II. Abdülhamid, Osmanlı Hanedanı içinde yönetim anlayışı, siyasi tavırları ve yaşantısıyla en çok tartışılan kişi olmuştur. Özellikle, Batılı siyasetçiler ve bilim adamları tarafından, Pan-İslâmizm fikrinin yaratıcısı, uygulayıcısı olarak tanımlanan II: Abdülhamid, karşıtlarına göre Kızıl Sultan, taraftarlarına göre Ulu Hakan’dır.. 1876 - 1909 yılları arasında 33 yıl ülkeyi yöneten II: Abdülhamid’in, Osmanlı İmparatorluğunu Büyük Güçlerin saldırılarından koruyabilmek ve ülke sınırları içinde baş gösteren etnik kökenli ayrılıkçı hareketleri etkisiz kılmak için uyguladığı siyasette başarılı olduğunu, böylece kendi hükümdarlığı süresince devletin dağılmasını engelleyebildiğini söylemek mümkündür. Onun uyguladığı siyâseti incelemeden önce, tahta çıktığı dönemi ve şartları, yani ona kalan mirasın ne olduğunu iyi anlamak gerekir.

… .. Viyana yenilgisini takip eden süreçte, sürekli toprak kaybeden, parçalanmaya karşı koyamayan Osmanlı İmparatorluğu, güçlü Batılı devletler arasında rekabet yaratarak tüm Avrupa diplomasisini Şark Meselesi adı altında meşgul edecekti.(*66) Bu mesele aynı zamanda iki siyasetin birbiriyle çarpışması, yani Osmanlı İmparatorluğunu, Rusya’nın saldırı ve baskılarından korumak için yapılan Kırım Savaşı’nın(*67) sonunda, 30 Mart 1856’da imzalanan Paris Antlaşmasıyla, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupalılığı -sözde- tasdiklenmiş ve 15 Nisan’da imzalanan ilâve bir antlaşmayla da garanti altına alınmıştır.







(*66) İlk olarak 1815 Viyana Kongresi’nde, Osmanlı İmparatorluğu idaresinde yaşayan Hristiyan halkın durumu için kullanılan bu politik terim, 19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün korunması, aynı asrın ikinci yarsında Türklerin Avrupa’daki topraklarının paylaşılması ve 20. yüzyılda da İmparatorluğun tüm topraklarının bölüşülmesi anlamında kullanılmıştır.


(*67) Kırım Savaşı’nın başlaması, Rus ordularının 23 Temmuz'da Prut nehrini aşarak Tuna Prensliklerine saldırıp, Bükreş’e girmeleri üzerine olmuştur. İngiltere ve Fransa diplomatik girişimleri  sonuç vermeyince, kendi Doğu politikaları doğrultusunda hareket ederek, 4 Ekim 1853’de Rusya’ya savaş ilân eden Osmanlı İmparatorluğu’nun müttefiki olarak 27 - 28 Mart 1854’de Rusya’ya savaş açtılar. 14 Eylül 1854’de, savaşa adını verecek olan Kırım yarımadasındaki Sivastopol yakınlarına 50.000 asker çıkarılmasıyla savaş başlamış oldu. Fransa ve İngiltere’nin, Rusya’nın Güney’e inmesini engellemek için katıldığı savaş, 30 Mart 1856’da imzalanan Paris Antlaşması ile son bulmuştur. 




**Pan-İslâmizm meselesi

**Yeni Welt politik’in önemli silahı; Panislâmizm ve büyük güçler

**Abdülhamid dönemi Osmanlı İmparatorluğunun Orta ASsya’ya bakışı: Siyasi birlik mi? 


*Müslüman dayanışması mı?

**Osmanlı-Alman yakınlaşması

Avrupalı büyük güçlerin Osmanlıya karşı olan saldırgan tavırları özellikle İngilizlerin beklenen ilgi ve yardımdan kaçınmaları Osmanlı yöneticilerini yeni dostlar aramaya itmiştir. 1877 - 1878 Osmanlı-Rus savaşı sonucunda imzalanan Ayastefenos Antlaşmasının ağır şartlarını kaldıran ve göreceli olarak daha makul şartlar getiren Berlin Kongresi, son dönem Osmanlı-Alman yakınlaşmasının da milâdı olmuş, İngiltere’nin Mısır ve Kıbrıs’a yerleşmesi, Fransa’nın ise Tunus’u ele geçirmesi Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya’ya daha da yakınlaşmasını sağlamıştır.  Milli birliğini sağlamış ve ekonomik atılım yapmış Almanya, Osmanlı yöneticileri için can simidi olarak görülmüş, diğer Avrupalı devletlere karşı denge unsuru olarak seçilmiştir.

Avusturya ile yapılan Sadowa (Königgraetz) savaşından sonra 23 Ağustos 1866’da imzalanan Prag Antlaşması ile güçlenen Prusya, Bismark önderliğinde adım adım Alman birliğine doğru ilerlemiştir. Alman devletleri, Prusya yönetimi altında, kendi bağımsızlıklarını ve anayasalarını korumakla birlikte dış politika ve askerî konularda federal hükûmete bağlı olacakları bir yapıyı kabul ederek, 1867’de Kuzey Almanya Konfederasyonunu kurdular.Buu takiben Konfederasyon temsilcilerinden oluşan bir federal meclis (Reichstag) kurulmuş, ardından da Kuzey Almanya için bir anayasa hazırlanmıştır.

Alman haklarının yavaş yavaş Prusya önderliğinde güçlenmeye başlaması Fransa’yı endişelendirmiştir. Fransız yönetimi Prusya’ya karşı diğer devletleri yanına çekmeye çalışmış, ancak bunda başarılı olamamıştır. Oysa Prusya diğer devletlerden -en azından- tarafsız davranmaları yönünde garanti alarak stratejisini oluşturmuştur. Kaçınılmaz olan Fransa-Prusya savaşı 18 Temmuz 1870’de başlamış ve Almanların Paris’i kuşatmaya başlamasıyla 28 Ocak 1871’de Versailles sarayında Fransızlar ateşkes imzalamaya mecbur kalmışlardır. Sedan savaşı ile Bismarc önderliğindeki Prusya Alman birliğinin önündeki en büyük engel olan Fransa’yı safdışı etmiş ve aynı zamanda Avrupa’daki üstünlüğüne son vermiştir. 18 Ocak 1871’de Versailles sarayında Bavyera Kralı II: Ludwig büyük bir törenle Alman İmparatorluk tacını Prusya Kralı I. Wilhelm’e sunmuş, böylece Alman ulusal birliği resmen kurulmuştur.(*108) 



(*66) Almanya’nın birleşmesi üç aşamada gerçekleşmiştir. 1. aşamada Schleswig, Holstein ve Hannover, 1867’de Mecklenburg, Saksonya, Darmstadt, 2. aşamada 1870-1871’de Bavyera, Baden, Württemberg ve diğer güney Alman devletlerinin yanında Fransa’dan Alsace, Loraine bölgesi Prusya topraklarıan katılmış, 3. aşamada da Avusturya Alman İmparatorluğundan dışlanarak birlik sağlanmıştır.



Almanya siyasî-coğrafi büyümesinin yanında, ekonomik ve askeri açıdan da gelişmeye başlayınca, gerek sanayisini, gerek nüfusunu doyurabilmek için daha çok hammaddeye ihtiyaç duymaya başlamıştır. Bunu sonucunda Alman yöneticiler gözlerini yeni topraklara dikmeye başlamışlar ve böylece Almanlar da geç kaldıkları sömürge siyasetine geçiş yapmışlardır.(*109) 

Özellikle 29 yaşındaki II.  Wilhelm’in 1888 yazında babasının yerine Alman İmparatoru olmasıyla, ülkesinin dış politikasında önemli değişiklikler olmaya başlamıştır.(*110)  20 Mart 1890’da Şansölye Otto von Bismarck’ın istifasıyla(*111)  ülkenin yönetimi tamamen II: Wilhelm’in eline geçmiş ve Yakın Doğu’ya karışmama ilkesi bir kenara bırakılarak Osmanlı sarayında İngiliz etkinliğinin sona ermesiyle ortaya çıkan boşluk, Almanya tarafından doldurulmaya başlanmıştır. Bu durum Osmanlı yönetimi tarafından da kabul görmüştür. Almanya’nın Avrupa’daki dengeleri etkileyebilecek yapıdaki askeri-ekonomik gücü ve bu gücün Osmanlı dış politikasında da yeni bir seçenek olarak algılanması, iki tarafın yakınlaşmasında etkili olmuştur. Ayrıca İngiltere, Fransa, Rusya’nın aksine Almanya’nın Müslüman toprakları sömürgeleştirilmemiş olması, İslâm Dünyası’nda emperyalist bir devlet olmadığı ve Alman İmparatoru’nun, Müslümanların koruyucusu olabileceği şeklinde bir kanaat da doğurmuştu.



(*109) Özellikle 1880-1890 yılları Almanya’nın Afrika’da ve Pasifik’de sömürgeler edinmeye başladığı dönemdir. Kamerun, Güney-Batı Afrika’nın bir kısmı ile Yeni Gine ve Samoda da kısa sürede Alman sömürgeleri arasına katılmışlardır.Ancak bu topraklar, beklentilere cevap verecek nitelikte yerler olmadığından hatta kimilerine göre fyasko ile sonuçlandığından, Almanlar bu defa Anadolu ve Mezopotamya'ya, yani Osmanlı topraklarına çevirmişlerdir.


(*110) II. Wilhelm’in Bismarc’ı emekliye ayırmasıyla Alma dış politikası, imparatorun yönetimine geçerek, daha değişken ve el yordamıyla yapılır hâle gelmişti. Bu durum, II: Abdülhamid dönemi Osmanlı dış politikasının şekillenme sürecine benzetilebilir. Bismarc’ın aradan çekilmesiyle II. Wilhelm, Weltpolitik olarak adlandırılan ve Almanya’yı bir dünya imparatorluğu yapmayı hedefleyen plânını uygulamaya koymuştur.


(*111)Almanya’nın Avrupa kıtası dışında da etkin olması gerektiğine inanan II.Wilhelm, Bismarck’ın Rusya ile olan ittifakın yenilenme meselesi yüzünden tartışmış ve onu emekli olmaya mecbur bırakmıştır.



Osmanlılar ile Almanlar arasındaki ilişki, askeri konuları kapsayan bir yapıda daha öncelere uzanmaktadır.Osmanlı yöneticilerinin, özellikle orduyu yeniden yapılandırma çalışmalarında Prusya örnek teşkil etmiş ve Alman subaylar, bu dönemde Osmanlı ordusunda eğitmen olarak görev yapmıştır.(*112) II. Abdülhamid Dönemi’nde de gerek bürokraside, gerek askeri konularda yenileşme ihtiyacı ortaya çıktığında, Alman uzmanlar ön plana çıkmıştır.(*113) 14 Temmuz 1880’de iki tarafın yaptıkları anlaşma sonucunda Osmanlı ordusunda görev yapmak üzere Alman subaylar tekrar İstanbul’a gelmişlerdir(*114). Almanya ile yakınlaşmaların sadece Osmanlı yöneticilerin isteği ve talebi ile gerçekleştiğini düşünmek çok doğru değildir. …..  Almanya da olası ekonomik ve siyasi kazançları için yakınlaşma konusunda istekli olmuştur. Özellikle demiryolu imtiyazlarının, inşa haklarının Almanlara verilmesi (1888) bundan bir yıl sonra da II: Wilhelm’in Padişahı ziyareti, iki ülke arasındaki ilişkileri en üst seviyeye çıkarmış ve 26 Ağustos 1890’da Almanya ile ticaret anlaşması imzalanmıştır. … .. Almanya kendi nüfuzunu Osmanlı İmparatorluğu üzerinde kurarken, İslâm Dünyası’ndaki çıkarlarını da Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfuzunu kullanarak sağlama almaya çalışmıştır. 

1898’de Kayzer II: Wilhelm’in Osmanlı Padişahı II: Abdülhamid’i ikinci defa ziyareti ve bu ziyaret esnasındaki tavrı, Almanya’nın Doğu Politikası’nı artık ne şekilde devam ettireceğini göstermesi bakımından önemlidir. … .. (*119) Almanların çok önem verdiği ve stratejik planlarının gerçekleşmesinde temel adım olarak gördükleri Bağdat Demiryolu(*120) Projesi de, Almanya ile kurulan  yakın askerî, siyasî ve ekonomik ilişkiler II: Abdülhamid döneminden sonraki İttihad ve Terakki döneminde artarak sürmüş, Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki Alman etkisi I. Dünya Savaşı’nda da iki devletin müttefik olması durumunu doğurmuştur.




(*112) 1835’de Osmanlı padişahı II:Mahmud, orduyu yeniden şekillendirmek içinFransa’dan uzman subay talebinde bulunmuş, ancak olumsuz cevap üzerine Prusya’dan yardım istenmiştir. Prusya’nın olumlu ytavrı ile Ekim 1836’da dört Alman subay Osmanlı ordusunun yapılandırma sürecinde danışman olarak çalışmak üzere İstanbul’a gelmişlerdir. Bu subaylardan bir tanesi sonraları Alman İmparatorluğu ordusunun başına geçecek olan General Hellmuth Von Moltke’dir.


.(*113) Avrupa’da yeni büyük güç olarak ortaya çıkmış olan Almanya, gerek ekonomisi ve gerek askeri gücü ile 1870’lerden başlayarak Osmanlı asker- sivil yöneticileri arasında hayranlık uyandırmaya başlamıştı.


.(*114)Alman subayların Osmanlı topraklarına gelişleri   Ayrıca Osmanlı ordusundan da çok sayıda subay eğitim almak üzere Almanya’ya gönderilmiştir. 


(*120)1902’de Bağdat Demiryolu’nun imtiyazları bir Alman şirketine verilmiş, böylece Almanya kendi kontrolu altında, Orta Avrupa’nın Doğuya bağlanması projesini hayata geçirme şansını yakalamıştı. Aynı zamanda projenin Basra körfezine kadar tamamlanması sağlanabilirse, İngiltere sömürge avantajını kaybetmiş olacak ve Almanya gerektiğinde askerlerini Orta Doğu’ya kadar sev edebilecekti.Bağdat Demiryolu projesinin, Almanya için ne ifade ettiğinin en güzel tanımını K. Von Winterstetten 1913 yılında yazdığı Berlin-Bagdat Neue Ziele Mitteleuropaischer adlı eserinin önsözünde belirtmiştir:   “... Sömürgecilik siyasetinde yetenekli İngiliz Johan Stone demiştir ki: Eğer ben Alman olsaydım gelecek için tek hayalim bir büyük Alman- Avusturya- Türk hükümetin, düşünmek olurdu. Bu büyük imparatorluğun en büyük limanları Hamburg ve İstanbul olurdu. Kuzey Denizinde, Adalar Denizinde ve Adriyatik’te limanlar yapardım. Egemenlik sahası Küçük Asya ve Mezopotamya’dan Bağdat’a kadar varırdı. Elbe Nehrinin ağzından Fırat ve Dicle'nin döküldüğü yerlere kadar uzanacak olan bu imparatorluğu kurmak öyle bir şanslı bir hedeftir ki ona milletlerin en büyüğü layıktır. ….” Bağdat Demiryolu,  Uzak Doğu’ya açılacak koridorun en önemli aşamalarından birini oluşturmaktaydı. Alman emperyalist siyaseti, Alman lokomotifinin Anadolu’ya ve Orta Doğu’ya girmesini sağlamış, aynı zamanda bu tren yolunun geçtiği yerler, Alman sanayisinin bir ihraç pazarı haline gelmesine de hazırlanmıştı.


*İttihat ve Terakki Dönemi


*I. Dünya Savaşı ve Türkçülük

**Orta Asya’ya yönelik Türk operasyonları

**Siyasi Operasyonlar ve amaç

** Siyasi ve silahlı Propaganda

**Pan-İslâm’dan Pan-Asya’cılığa: Türk-Japo ittifakı


Japonya’nın Orta Asya Politikaları

*Ada devletinden imparatorluğa

**Meiji dönemi öncesi Japonya

**Sömürgeciler Sarı Deniz’de

**Meiji döneminde Japonya

**Çin-Japon Savaşı (1894-1895)

**Rus-Japon Savaşı (1904-1905)


… .. 1900 yılında Çin’de patlayan Bokser (boxer)(*20)  ayaklanması.sorasında, Mançurya bölgesinin ve Kore’nin kuzey-batısındaki Yongampo’nun Ruslarca işgali, 1904-1905 Rus-Japon Savaşı’nın en önemli sebebini oluşturmaktadırq


(*20) Bokser ayaklanması: “1889 yılında başlayan, 1900 yılında Shan-tung eyaletinde yerel ve Hristiyanlara ve daha sonra tüm yabancılara yönelen, yabancı diplomatların, din yayıcıların katline kadar uzanarak daha sonra Batılı ve Japon askerlerinin Çin topraklarına girmelerine sebep olan ayaklanmalardır. Rusya Bokser ayaklanması sırasında ticarî haklarını, özellikle demir yollarını korumak için Ağustos 1900 yılından itibaren askerlerini Çin toprakların Mançurya’ya sokmuş, 30 Eylül’e gelindiğinde hemen hemen tüm bölge Rusların eline geçmiştir. 8 Nisan  1902’de Rusya ve Çin arasında Mançurya’nın Rus askerlerinden arındırılması konusunda bir anlaşmaya varılmış       ve Rusla altı ay sonra Mukden’in Güney Batı kısmını boşaltmışlardır. Ancak, daha sonra Pekin'de bulunan Rus büyükelçisi, bir açıklamada bulunarak, Çin devletinden Mançurya ile ilgili yedi yeni talepte bulunmuştur. Bu talep, Batılı devletlerce kabul edilemez bulunmuş ve Çin tarafından da reddedilmiştir.


(*21) 1896 yılınan itibaren Rus tüccarlar 25 yıllığına Ya-lu ve Tumen nehirlerinde kerestelik ağaç kesme hakkını almışlardı. Uzak Doğu’da Mançurya ile yetinmeyen Rusya, Nisan 1903’de Kore’nin Kuzey-batısında, Ya-lu nehri’nin ağzında bulunan Yongampo’yu işgal ederek kereste kesim haklarında da önemli bir kazanım sağlamıştır. Mançurya'nın ve Yongampo’nun işgali, Japonya’nın artık kaçamayacağı bir durum ortaya çıkarmıştır.12 Ağustos 1903’de St. Petersburg’da Japonya’nın konu işle ilgili hazırladığı bir plân, Rusya'ya sunulmuştur. 3 Ekim’de bu defa Rusya’nın hazırladığı karşı plân, Tokyo’da masaya konmuştur.Her iki taraf, defalarca yeni anlaşma taslaklarını hazırlayıp ortaya koyarak, karşı tarafı ikna etmeye çalışıyorsa da, 4 Şubat 1904’de Japon hükümeti görüşmeleri kesmeye karar vermiştir. 6 Şubat’ta, Japonya’nın Rusya Büyükelçisi diplomatik ilişkilerin kesildiğini ve Rusya’dan ayrılacağını açıklmaış, 10 Şubat'ta İki ülke resmen birbirlerine savaş ilân etmişledir.


Bu savaş sonunda Japonya, sınırlı bir zafer elde etmesine rağmen Kore, Shalin’in yarısı ve Güney Mançurya’yı ele geçirmiş, Sibirya’nın Pasifik kıyılarında, balıkçılık yapma hakkını kazanmıştır. Bu olayları Rus-Japon uzlaşma dönemi takip etmiş, süreç 1917 Rus ihtilâl’nin başlaması ile Japonya’nın, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere ile beraber Sibirya'yı işgal ederek anti-Bolşevikleri şiddetli bir şekilde desteklemesi ile sona ermiştir. Yaklaşık otuz beş sene önce Asya’nın en zayıf, en geri ülkelerinden biri olan Japonya’nın, Çin'den sonra Rusya gibi dönemin sayılı devletlerinden birini yenmesi, tüm dünyada özellikle Rusya mağduru halklar ve Müslümanlar üzerinde büyük etki yapmıştır. Asya’nın yükselen yeni güneşi hâline gelen Japonya’nın zaferi, Avrupalı Hıristiyan devletler karşısında sürekli toprak kaybeden, kapitülasyonlar altında ezilen, Osmanlı yönetimi ve halkı arasında da büyük sevinç ve memnuniyet yaratmıştır. Yüzyıllar boyunca ilk defa -Osmanlı İmparatorluğu hariç- Hristiyan olmayan Asyalı bir devletin Batılı bir gücü savaşarak yenmesi, sömürge durumundaki halkların yüzlerini doğuya çevirmesine sebep olmuştur. Bu durum, Japonya’nın Asya’yı kendi siyasî çatısı altına birleştirme fikri, yani Büyük Asyacılık idealini gerçekleştirmek için beklediği fırsatı doğurmuştur.


**Büyük Asyacılık

Türkçe konuşan halklar arasında kabul ve destek gören Pan-Türkçülüğe benzer yönleri olan Büyük Asyacılık,(*22)  tüm Asya halklarının, Japonya’nın önderliğinde bir federasyon şeklinde birleşmesini öngörüyordu. Japon Turancılığı olarak da nitelendirebileceğimiz bu akım, 1920’lerden başlayarak II: Dünya Savaşı’nın sonuna kadar, Avrupalı sömürgeci devletler için bir kâbus olmuştur. … .. Asya’yı ele geçirme amacı taşıyan Japonya için de nüfusu, yeraltı kaynakları ve insan potansiyeli ileİslâm Dünyası bulunmaz bir müttefikti. Bu sebeple Japonya’nın Asya politikası ile İslâm politikası örtüşmektedir. Bir başka deyişle dönemin Japon yönetimi, Asya’yı ele geçirmek için öncelikle İslâm âlemini elde etmek gerektiğini anlamıştır. Japonya'ya en yakın Müslüman topluluklar ise Çin’de yaşayan Tunganlar (Çinli Müslümanlar) ile Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur, Kazak, Kırgız gibi Türk halkarıydı.

Orta Asya ve Hindistan’a açılan kapı olarak, stratejik önemi olan Doğu Türkistan, yeraltı ve üstü kaynaklarının zenginliği ile de Japonya için çok değerliydi. Bu bölge aynı zamanda, dinî ve demografik yapısı itibariyle, Büyük Asya propagandası için elverişli olduğundan, Meiji dönemiyle birlikte Japonya için önemli bir siyasî hedef hâline gelmiştir. Çin’deki Müslüman grupların potansiyel müttefiki olarak görülmeye başlamasıyla Japonya, öncelikle bu din hakkında bilgi eksikliğini gidermeye çalışmış, ardından ülkede kontrol edilebilecek düzeyde bir Müslüman topluluğu yaratmıştır. Son adım da da dünya Müslümanlarına, özellikle de Orta Asya’nın Türk dilli Müslümanlarına nüfuz ederek, ada devletinden bir Dünya İmparatorluğu kurmaya çalışmıştır. Amerikan İstihbarat Birimi(*23) hazırladığı raporda Japonya’nın İslâma yönelmesinin sebeplerini şu şekilde açıklıyor:

“Japonya’nın Müslümanlarına olan ilgisini oluşturan temel nedenler: Bu dine inananların sayısının çokluğu, muazzam bir coğrafyada yaygın olması, farklı soy, dil ve kültürdeki insanları kardeşlik ve duyguları içinde bir arada tutabilmesi, İslâmın sadece bir din olmayıp, sosyal ve siyasî dünyevî konularla ilgili olarak amaç ve etkisinin bulunmasıdır.

Müslümanların sayısı: 1930’lu yıllarda tüm dünyada 32.000.000’dan fazladır.

Coğrafi yaygınlık: Afrika’dan Asya’ya, Avrupa ve Balkanlar da dâhil olmak üzere çok geniş bir sahada Müslümanlar bulunmaktadır. Batı Avrupa, Amerika ve Avustralya dışında dünyanın geri kalanında İslâm inancı yaygındır. Asya’nın nüfus olarak kalabalık ülkelerinde -Hindistan, Rusya, Çin- ciddi bir Müslüman nüfus vardır. 

İslâmın birleştirici etkisi: Geniş bir coğrafyada, çok sayıda inananı bulunan din, Arapları, Arnavutları, Sırpları, Türkleri, İranlıları, Hintlileri, Çinlileri, Siyahları, Moğolları, kısaca farklı ırk ve kültüre sahip insanları dayanışma duygusu içinde bir arada tutmaktadır. Öyle ki, Filistin’de Müslümanların karşılaştığı olumsuz bir durum, Sibirya’dan Filipinler’e tüm Müslümanlar arasında rahatsızlık yaratacaktır. İnançlarına göre tüm Müslümanlar dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar kardeştirler.

Jeopolitk önem: Dünyadaki pek çok kritik noktada İslâm toplulukları bulunmaktadır. Dakar’dan Süveyş’e Aden’den Madagaskar’ kadar Afrika sahillerinin üçte ikisinde Müslümanlar yaşamaktadır. Arap ve Türkler ise Akdeniz sahillerinin büyük kısmını, Ege ve Karadeniz’in yarısında yerleşiktirler. Rusya’nın Türkiye’den Çin’e kadar olan sınırları içinde büyük bir kısmı Müslümanlara ait topraklardır. Müslüman ülkeler dünya deniz rotalarının büyük bir kısmına hükmetmektedirler. Müslümanlar kendi kaynaklarının farkında olmasalar da dünya petrolünün yüzde sekseni Müslüman topraklarında çıkarılmaktadır.

İslâmiyetteki Ana Eğilimler: İslâm felsefesi, içinde barındırdığı etnik farklılıkları, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının çokluğu, ekonomik-siyasî önemi ve dinamizmi ile dünyaya yayılmayı başarmıştır. Sadece bir din olmayıp sosyal ve siyasî bir yapıya da sahip olan İslâm, Yahudî ya da Budist dayanışmasına göre daha etkili bir ruha sahiptir. Bunun birçok sebebi olmakla beraber, hiyerarşik herhangi bir dinî sınıfın etkisi altında olmaması, ırkî ve sosyal sınıflara göre bir ayrımı olmaması önemlidir. Mekke’ye gidildiğinde orada Beyaz, Sarı, Siyah birçok ırktan zengin, fakir ama hepsi eşit insanlar bir arada görülebilir. Bu insanlar ülkelerine döndüklerinde orada gördükleri eşitliği ve kardeşliği aktaracaklardır.

Ancak, Allah’a inananların başka dinden insanlar tarafından yönetilmemesi, idarenin gayrimüslimlere verilmemesi  gerektiği inancı İslâma politik bir anlam da yükleyerek, Müslüman olmayan kişiler tarafından yönetilen topraklarda milliyetçi duyguların doğmasına neden olmaktadır. Bu milliyetçilik ise sömürgeci Batılılara yönelmektedir. Milliyetçilik ve Pan-İslâm ortak bir soruna yönelik olarak birleşmekte, hedef ise Batı emperyalizmi ve dinsiz Komünist ideolojidir.” (R&A 1943: 2,3) 

  



(*22) Batı’ya ve Rusya’ya karşı bişr tepki olarak şekillenmeye başlayan bu işseoloji, aynı zamanda Japonya’nın ticari kazanımları ve yayılımı için de bir kılıf olmuştur. Fikirlerini sistemli olarak yaymak için ilk olarak 1915’te Tokyo’da Pan Asiatic Society kurulmuş , Great Asiatic Society bunu takip etmiştir. 


(*23) 1939-1939.SIJ.  1.Reports On Conditions In Japan, February 1934. sç21, 22, 23. Office of Strategic Reaerch and Analysis Branch (O.S.S.)

**Büyük Asyacılık


*İslâm, Panislâmizm ve Japonya

**Japonya’nın İslâmla tanışması

**Japonya’da Türk-Tatarlar ve İslâmiyet

**Orta Asya’ya gönderilen Araştırmacılar, heyetler, ajanlar ve kurumlar


*Japonya’nın Orta Asya’ya sızma yöntemleri

**Milliyetçi dernekler

**Ordu

**Dışişleri Bakanlığı (Gaimusho)

**Yazılı propaganda


*Japonya’nın İslâm dünyasına yönelik propagandaları

**Japonya için önemli operasyon sahaları

**Japonya’nın Rusya Müslümanlarına yönelik propaganda faaliyetleri

**Japonya’nın Çin Müslümanlarına nüfuz etme metotları

**Japonya’nın Doğu Türkistan’a gönderdiği ajanlar


*Japonya’nın Orta Asya politikaları ve Osmanlı hanedan mensupları

**Osmanoğulları ve Japonya

**Türkistan İmparatoru Osmanlı Şehzadesi Abdülkerim

**Şehzade’nin ve hayallerin sonu







*Panislâmizimden Büyük Asyacılığa Osmanlı İmparatorluğu. Japonya ve Orta Asya  & DR. Ali Merthan DÜNDAR

Ötüken Neşriyat

Birinci Basım : 2006


 

1 yorum: