. Ben tarihçi değilim… Memleketiyle birlikte bedenen ve ruhen bahtsız bir hükümdarın kızıyım…
Bana dinimin İslâm olduğunu, ecdâdımın kurduğu vatanın sevgisiyle beraber telkin ettiler… Bu iki akideyi kanımın içinde duyarak büyüdüm ve ihtiyarladım…
Gönlüm ister ki Türk Milleti tarihine karşı hürmetkâr olsun, geçmiştekilerin hizmetlerini, Osmanlı Devleti’nin tarihte kazandığı azametli, vekarlı yeri küçümsemesin… Maziye karışan bedbaht hükümdarlara şimdiye kadar yüklenen ithamların yerinde olup olmadığını tam bir müsamaha ve titizlikle tedkik etsin…
Bugün Cumhuriyet kurulmuş, ailemiz vazifesini yapıp geçmiştir… Türk Milleti’nin bizleri artık dedikodu mevzuu etmesi ayıptır, çünki milletimiz için Osmanlı Tarihi iftihar edilecek bir mirastır…İmparatorluk ayrı bir devirdi, fakat o da Türk’ün idi, bugünkü Cumhuriyet de Türk’ün malıdır…
Taşıdığım kandan içimdeki imana kadar kendisine her şeyimle bağlı olduğum babamın kuvvetli varlığını o dünyayı terk etmiş, ben bu yaşa gelmişken halâ duyarım…
Babamın yolunu şaşırtmaya uğraştılar… Bir kısmı kasden hareket ediyordu, bir kısmı ise gizli ellerle idare edilen zavallı ve zayıf ahlâklı insanlardı…
Kanaatini ve sözünü bütün hayatında tutmasını bilen babam kendisine verilen söze de tam bir emniyetle inanmıştı…
Yazdıklarım sırf şahsi kanaatlerimdir… Hakikate nisbetleri hakkında iddiada bulunamam… Ama tarih için bu gibi tahliller elzemdir. ve tarihe intikal etmiş kimseler hakkında umumî efkârı yanlış hükümlere sahip olmaktan korumak bir insanlık borcudur…
*
,Saltanat ve hilâfetin ilgasından sonra Osmanlı hanedanı hakkında muhtelif risaleler, kitaplar neşredildi; gazete sütunlarında kanı ve tarihiyle birtakım yazılar görüldü… Fakat bunların hiçbiri kanı ve tarihiyle Türk yurdunun ve Türk milleti’nin bir cüz’ü olan son Osmanoğulları’nın hayat ve hüviyetlerini tedkik etmemiş, çekdiklerini bilememiş ve haklarında doğru bir fikir edinmeye lüzum bile görmemiştir…
Bu bir serencamdır… Türk saltanat ve hilâfet tarihinin son devirlerinin, saray hayatının son günlerinin ve nihayet son padişahın kızı olarak içinde geçirdiğim hayatın hikâyesidir…
Ben, aileme kanımla olduğu kadar ızdırabımla da bağlıyım.
Sultan Vahiddin’in kızı Sabiha Osmanoğlu’nun (1894-1971) bir mektup zarfının arkasına yazdığı mektuplardan…
… ..
… .. Ama tasarruf tedbirlerinden ilk vazgeçen bu defa hükümdarın kendisi oldu. Abdülmecid sadrazamı çağırıp… ..
Aynı günlerde Babıali'de ve resmi dairelerde tensikata gidildi. Ağa ve kavasların bazısı işten çıkarıldı ama bazıları sadrazama yahut öteki paşalara yakınlıkları sayesinde yerlerinde kaldılar. Kalınca da dedikodular başladı: … ..
… .. Ve bütün bunlar olup biterken Abdülmecid haremde başka türlü dertler çekiyor, … .. Ama beşinci kadın Bezm Hanım’ı bed-huyluluğu sebebiyle boşuyor ve o zamana kadar hiç görülmemiş bir şey yapıp eski karısını bir başkasına, Ressam Tevfîk Paşa’ya nikâhlıyordu.
… ..
O sırada paşalar birbirini yemede, her biri bir sefareti arkasına almadaydı.
Meselâ Alî Paşa sadaretteyken İstanbul’daki İngiliz sefiri Redcliffe Babıâlî’den Fransız dostu bilinen Paşa’nın azledilmesini, yerine Reşid Paşa’nın getirilmesini isteyebiliyordu. İşin garibi istediği oluyor ve Reşid Paşa sadrazam yapılıyordu. Sarayın borçlu olduğu olduğu tüccarlar alacaklarını tahsil edemeyip Babıali'den de ümidi kesince soluğu İngiliz, Fransız ve Rus sefaretlerinde alıyor, sefirlere dilekçeler verip tahsilâtı onların sağlamasını istiyorlardı.
*Babam Sultan Abdülhamid & Murat Bardakçı
Timaş Yayınları
Ankara 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder