5 Ocak 2016 Salı

Osmanlı’da ve İran’da Mezhep ve Devlet *

-Taha Akyol’un bu itabı için kaleme aldığı “önsöz”ündeki Ocak 1999 tarihi var. Taha Akyol geçmişteki mezhep kökenleri anlamamızı kolaylaştırdığ kadar, aynı zamanda günümüz için de geçerli sosyolojik anlayışlara ışık tutuyor. Ortadoğu coğrafyasında yaşanmakta olan Irak ve Suriye’deki iç savaş bölgeyi derinden etkilerken son olarak Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerginliği de anlamamıza katkı sağlayacak birikimlerini okuytucu ile paylaşıyor. Kitap 26ı sayfa. Kısa alıntıları paylaşalım.
Bektaşilik ve Osmanlı Şemsiyesi
-İstanbul’da toplanan Uluslararası 2. Ehl-i Beyt Kurulyayı’nda, eski Osmanlı coğrafyasından ve çeşitli ülkelerden, özellikle de Balkanlar’dan gelen Alevi ve Bektaşi cemeat liderleri sırtlarında cübbeleri, başlarında Bektaşi kavuklarıyla sadece gönülere değil, gözlere de bir kültür ziyafeti çektiler.
-İzzettin Doğan liderliğindeki Cem Vakfı ile, bu kurultayı düzenliyen Fermani Altun liderliğindeki Ehl-i Beyt Vakfı’nın çalışmaları ... ..
-Kökü Orta Asya’daki Hoca Ahmed Yesevi’ye kadar uzanan bu ‘derviş’ ya da ‘Horasan Erenleri’ geleneği Anadolu’da başta Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre olmak üzere, Sarı Saltuk, Hacı Bayram, Somuncu Baba, Geyikli Baba, Kılıç Baba gibi tasavvuf erlerini yetiştirdi ve Balkanlar’a uzandı.
-Nitekim Ehl-i Beyt Kurultayı’na katılan Balkanlı temsilcinin adının Seyyid Naki Horasani (Horasanlı) olması da bu ‘silsile’yi ortaya koymaktadır.
-Ömer Lütfi Berkan’ın anlattığı gibi, Bektaşi olan bu şeyh ve dervişler, Balkan fetihlerinde askeri harekattan önce veya ssonra buralara yerleşerek zaviye ve tekkeler açmışlar, buraları kültürel ve sosyal merkezler haline getirmişlerdir.
-“Bu merkezlerde Türk dili ve dinini yaymaya başlayacak bu misyonerlere ve gönüllü muhacirlere malik olmak, yeni kurulmakta olan Türk (Osmanlı) devletinin en büyük kuvvetini temsil eetmiştir.”
-Bu şeyh ve Dervişler, dünya ekonomik  dengesi Atlantik’e kayıp da Osmanlı timar sistemi bozuluncaya kadar, Balkanlar’da Osmanlı sosyal nizamının önemli unsurlardan birini oluşturmuşlardır.
... ..
-Derviş gazi, alp, eren, abdalân-ı Rum gibi adlarla anılan ve ilk Osmanlı padişahlarının gaza ve yol arkadaşları olan sufi (mistik) gazi – evliyalar ve müridler arasında “baciyan-ı Rum” (Anadolu bacıları) olarak adlandırılan kadın zümreler de vardır. ... ..
-Osmanlı kayıtlarında bu kadın tekke şeyhleri “saliha ve mütedeyyine, ehl-i vilayet” (yani avliya) gibi saygılı ifadelerle anılmaktadır.
-Bunlardan  Hatun Ana, Hacı Bektaş Veli’nin mürididir ... ..
-Şeyh edebalı’nın kızı Mâl Hatun’u Osman Gazi’yle evlendirmesi, o devrin kültür anlayışında manevi bir ‘beşarer’ (müjde) olarak yorumlanmıştır. ... ..
-... .. Prof. Halaçoğlu’nun belirttiği gibi XIV. yüzyılın sonu ile XV. yüzyılda bu tarikatların kuvvetlenerek Anadolu’nun siyasi tarihinde söz sahibi olmalrı beyliklerin, özellikle de Osman Gazi ve çocuklarıbaba ve dervişlere, âlim ve mutasavvıflara son derece saygılıdır.
-Bu aşamada, Türkmen devrvişleriyle Osmanlıların “yol arkadaşlığı” apaçık bellidir; birlikte “gazi”dirler, tekkede, zaviyede, dergâhta, tarikatta “yoldaş”tırlar.
-Osmanlılar bu dervişlerin, şeyhlerin, tarikatların öneminitekdir etmiş, bunlara topraklar tahsis ederek tekke ve zaviyeler açmalarını desteklemiştir. ... ..
-Ahmed Yesevi ve Hacı Bektaş Veli Hazretleri’nin Anadolu ve Balknlar’daki ‘çerağ’ları olan şeyh ve dervişlerin temsil ettiği bu möanevi ve sosyal değerler sayesinde Bektaşilik, Türk kiltürünün yayılmasında önemli bir rol oynamış, Omanlı tarafından da korunup desteklenmiştir. .....
-Alevi ya da Sünni denilsin, bu tarikatlarda aslonan tasavvuftur, sufiliktir, mistisizmdir. Bu “dervişgaziler” ve “bacı”lar suf-î – İslam’ın insanlaruıdır, sufî Müslümanlardır.
-Birtakım ‘marjnal’ gruplara da sufî denilmektedir.
-Kentli, rafine bir ‘irfan’ ve ‘edeb’ geliştirmiş, entelektüel düzeyi yüksek, kültürümüz ve sosyal dokumuz için büyük katkılarda bulunmuş sufî tarikatlar da vardır ki, bunların hemen tamamının kökeni Türkistanlı Hoca Ahmet Yesevi’dir.
-Sünni nitelikli Mevlevilikle, Alevi nitelikli Bektaşilik hem entelektüel ve moral bakımından, hem tarihi etkileri bakımından tarikatların en önemlileridir.
Bektaşiliğin etkileri
-Bektaşilik, hoşgörülü ve yumuşak hayat anlayışı ile gayrımüslimleri en çok etkileyen İslam tarikatlarından biri, belki birincisi olmuştur. Sadece Balkanlar’da değil, Anadolu’da da Türk kültürünün Hristiyan toplulukları etkilemesinde Bektaşilik de büyük bir rol oynamıştır. ... ..
-Devletin din kurallarıyla idare edildiği o çağlarda, İslam’ın Sünni akidesine ve esnek Hanefi fıkhına dayanan Osmanlı devleti, Bektaşiliğe saygı göstermiş, pek çok Alevi ve Bektaşi şeyhine toprak tahsis ederek buralarda dergâh ve zaviyelerin oluşmasını sağlamıştır.
Tarihin anlamı
-... .. Cumhuriyet tarihçliğinde de aynı normatif tavır devam etmiş, sadece ‘norm’ değişmiştir.; yeni resmi ideolojinin “zındık”, mülhid ve eşirra”sı “irtica”dır.
-1932’de toplanan “Birinci Türk Tarih Kongresi” tarihin nasıl ideolojik –zzihni bir kurgu gibi algılandığını, tarihteki süreçlere analitik bir zihniyetle bakılmadığını gösterir.
-Mamafih, milli tarihlerin doğuşunda romantik dönemler vardır.  Yeni milli devleti kuranlar, kuruluştaki amaçlarına  göre romantik bir tarih düşünmüşlerdir. Bundan başka, modern ideolojiler, özellikle devrimci hareketler de tarihi alet olarak kullanmışlardır. ... ..
-toplumsal olgular olarak ortaya çıkan mezhepler, tarikatlar, etnisite, bölge ve her türden ‘partiküler’ alt –kültür konularının tarihî köklerini incelerken, önümüzde  zihni bir tuzak vardır: Ayrı “millet” tarihlerini inceliyormuş gibi ‘inşacı’ bir mantıkla düşünme tehlişkesi!
-Halbuki, ... .. “aradaki bağlantılar” ortak millî tarihimizi oluşturan iç içe süreçlerdir ... .. Aksi halde tarih mezheplerin, etnisitelerin, bölgelerin, devletlerin, kurumların “kabile hikâyes”ne dönüşür ve tananmaz hale gelir.
Ortodoks, heteredoks
-... .. Tarihçi Cemal Kafadar’ın yeni bir yaklaşımını örnek vermek istiyorum. Yakın zamana kadar tarihdeki dini hareketler “ortodoksi” ve “heteredoksi” diye ki başlık altında incelenmiştir. “Doksi” (doxy), Latince “görüş, doktrin, inanış” anlamına geliyor.
-“Ortodoksi” ile kastedilen, bir camiadaki ana akımdır, büyük çoğunluğun doğru kabul ettiği, kuralları, kurumlarıi kitabıyatı belirlenmiş, işlenmiş akımlardır ki, Sünnilik böyledir.
-“Ortodoks iktisat” denildiği zaman da iktisat ilminde iktisatçıların çoğunluğunca doğru kabul edilmiş, iktisadın ‘klasik’ kurallarına bağlı görüşler kastedilmiş olur.
-“Heteredoks” ise “kabul edilmiş ve kurumlaşmış doktrin ve görüşlerle uyum halinde olmayan anlamına gelir.
-Alevilik bu anlamda ‘heteredoks’ bir mezheptir.
-Cemal Kafadar incelediğimiz dönemdeki tarikatları ve dini hareketleri “ortodoks” ve “heteredoks” diye ikiye ayırmanın kolay olmadığını belirtiyor, “metedoksi” diye yeni bir kavram geliştiriyor.
-Gerçekten, Osmanlı’da Osman ve Orhan Gazi’lerin Türkmen gelenekleriyle karışmışSünniliği ile, sonraki dönemlerde işlenmiş mederese kültürüyle oluşmuş Sünnilik aynı değildir.
-... .. saygın tarihçilerimizin “heteredoks” olarak nitelediği Baba İlyas’la onun müridleri olan Hacı Bektaş Veli ve Şeyh Edebalı da birbirlerinin aynı değiller. Anadolu Selçukluları’na karşı çok büyük ve tahripkâr bir isyana liderlik eden Türkmen Şeyhi Baba İlyas’la onun müürüdleri olarak yola çıkıp, kendi yollarını oluşturmuş oalan Şeyh Edebalı ve Hacı Bektaş, ondan farklıdırlar. Şeyh Edebalı ve Hacı Bektaş, devletin kuruluşuna büyük katkılarda bulu muşlardır. ... ..
-Hangisi “ortodoks”, hangisi “heteredoks” tur? ... ..
-Metadoxy, yani “doxy –ötesi” bir Müslümanlık...
-Bu, tarihe yeni bir yorumdur ve ufkumuzu açmaktadır. ... ..
-Alevi araştırmacı Reha Çamuroğlu’da bu dönemdeki Osmanlı toplumu için benzer bir tespit yapmaktadır: “... .. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi sırasında yanında bulundurduğu iki akıl hocasına tanık oluruz; Molla Gürani ve Akşemseddin. Bir din bürokratı ve bir halk önderi.”
-Bu iç içe tablo, Alevi-Sünni kavramlarının keskinleştiği sonraki devirlerde yapılmış tariflere uymuyor! Demek ki, tarihin bir döneminde karşılklı propagandalarla zihinlerde oluşturulmuş Alevi ve Sünni kavramlarıyla tarihlerin bütün dönemlerini izah edemeyiz. Tarihi süreçler zihnimizdeki kategoriler kadar net, berrak, ayrışmış ve düz değildir!
-Tarihçinin, hatta analitik  düşünbceli bir aydının görevi bu uzun dönemli ve mğlak süreçleri anlamaya çalışmaktır; “ak – kara” kavgasına kalkışmak değil!...
-Tarihe uzun dönemler ve sreçlerin iç – ilişkileri açısından baktığımızda görülmektedir ki, Alevi ve Bektaşi kültürü ile genel Osmanlı – Türk – İslam kültür ve tarihi “çoklukta birlik” şeklinde, bir bütünün parçalarıdır. ... ..
Türkmenlik’ten ‘Devlet’e
-... .. “âşıkpaşazade Tarihi”nde... .. Oğuz-Türkmen geleneğine dayalı Osmanlı Beyliği’nin kurumsallaşmış ve merkeziyetçi bir Sünni devlet yapısına doğru evrimleşmesini yansıtır. .... ..
-... .. Ortaylı’nın deyimiyle “yerleşik toplumun devlet sistemi” ister istemez Türkmen-göçebe gelenekleriyle ve kitleleriyle çelişmiştir.
-Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemi gibi yerleşik ‘nizami’ bir geleneğe dayanmak Osmanlı’nın işini kolaylaştırmıştır.Ama zorlaştıran unsur, 13. asırdaki Moğol isitilası yüzünden Orta Asya, Azerbaycan ve İran’daki göçebe Türkmenlerin büyük kitleler halinde yeniden Anadolu’ya gelmeleriydi. Anadolu’da Müslüman ve Türk nüfusunun daha da yoğunlaşmasını sağlayan bu kitlevi göçler, aynı zamanda göçebe ve ‘heteredoks’ Türkmen nüfusunu da arttırdı.
-Henüz merkeziyetçi ve kurumsallaşmış bir imparatorluk aşamasına gelmemiş olan Osmanlı Beyliği’nde, âşıkpaşazade’nin anlattığı gibi , Fatih ‘Sultan’ Mehmet’e kadarki padişahlar Türkmen-Oğuz geleneklerini kuvvetle koruyan “Beğ”lerdi... Hatta bu ilk padişahlar mutlakiyetçi otoriteye sahip birer ‘Sultan’ değil, öteki gazilerin yol arkadaşı, “eşitler arasında birinci” idiler.
-Henüz “padişah-ı cihan” veya “padişah-ı âlempenah” değildiler. Bu sebeple göçer Türkmenlerle çok iyi anlaşıyorlardı.
Moğal istilasının Anadol’ya sevkettiği yeni göçebe, yarı göçebe, gezgin, savaşçı ve mistik heteredoks Türkmen –Oğuz kitlelerinin manevi liderleri olan “baba”lar, “abdal”lar, “Horasan erenleri”, “gazi dervişler” Anadolu’nun  batısında “kâfir” Bizans’a karşı “gaza” yapan Osmanlı’nın “gazi” padişahlarıyla çok iyi anlaşmışlardır.
-Henüz, Sünnilik ve Alevilik arasında bir çelişme değil, aksine, birlik vardır. ... ..
-... .. Ve bu Orhan Gazi, ilk Osmanlı mimarı eseri olan Bursa’daki camiini ve ilk Osmanlı medresesini kuran Sünni bir hükümdardır.
-Alevi kültürünün kökenindeki çok önemli isimlerden Edebil’deki Safevi tarikatı Şeyhi Cüneyt’le Edirne’deki Murat arasındaki ilişkiler de önemli ve ilginçtir.
-Erdebil Güney Azerbaycan’da bugünkü İran sınırları içinde, sufîliğin en önemli kentlerinden biridir. Safevi devletine adını verecek olan olan Şeyh Safiyeddin (kısaca safi) burada Sünni Halveti tarikatıyla heteredoks Türkmen Müslümanlığını birleştirerek “Safevi” adlı yeni bir sufî tarikatı kurmuştur. Şah İsmail bu tarikatten gelecektir.
-... .. İstanbul’un fethiyle Osmanlı’nın imparatorluk kurumsallaşmasına geçişine kadar süren ‘kuruluş devri’nde Sünni, Alevi farkı netleşmemiştir, Türkmenler geleneklerini, Türkmen kültürü son derece etkilidir. ... ..

Yerleşik düzen ve medrese
-... .. Devlet artık yalın bir “beylik” lmanın ötesine geçmekte, hukuk yapılanmasına vec “bürokrasi”ye ihttiyaç duyulmaktadır.
-Bu elemenlerı yetiştirmek için medrese lazımdır!
-Yani “beylik”ten “devlet”e geçöiş dönemi...
-... .. Genişleyen, kentlere sahip olan, ticaretin giderek önem kazandığı bir toplumda  artık Türkmen gelenekleri yetersiz kalıyordu. Vergi, maliye, tapu, ticaret gibi alanlarda yeni düzenlemeler yapan Orhan Gazi, ... ..
-İlk Osmanlı medresesi”nin hemen Orhan Bey zamanında kurulması tesadüf değildir. O çağlarda hukukun en önemli kaynaklarından biri medrese idi. Medreseyle birlikte , Osmanlı’nın baştan beri varolan “Sünni” karakteri giderek daha  dominant ve “merkezi” hale geliyordu.
-... .. I. Murat zamanında “devşirme”lerden oluşan, çok sıkı disiplinli Yeniçeri ordusunun kurulması disiplin ve hiyerarşi tanımayan Türkmen aşiretlerinin, süvarilerinin, derviş gazilerin etkisizleşek olmalarının bir işaretiydi.
-Zaten “devşirme” Yeniçeriliğin kurulmasındaki amaç aşireti, işi, dükkânı olmayan, mutlak olarak Padişah’a bağlı (kul) bir ordu oluşturmaktı. ... ..
-Böyle bir profesyonel ordununbüyük bir önem ve işlev kazanacağı bellidir. Kurumlaşmalar yoluyla Sünni “merkez”in gücü artıkça, Türkmen aşiretleri ve hetereoks – İslam “kenar”da kalıyordu.
Merkez – kenar çelişkisi
-Toplumdaki aşiret, kabile, sülale, aile çekişmelerinin devlete yansımasını önlemek için kuurulmuş bulunan devşirme – kapıkulu teşkilatını  devletin temel askeri bürokrasisi haline getiren, Fatih’dir. Hatta devşirmelerin rakibi olan Türk sadrazam ailesi Çandarlıları bile tasfiye etmiştir.
-Eski Oğuz – Türkmen geleneğie göre devletin şehzadeler arasında paylaşılarak paylaşılmasını önlemek için Fatih, “kardeş katli”ni bile yasallaştırmıştır. Böylece Osmanlı’nın daha önceki Türkmen devletleri gibi parçalanmasını önlemiştir.
-Muhakkak ki fatih, Timur’dan sonra şehzadeler savaşı olarak yaşanan korkunç “Fetret devri”ni unutmamıştı.: 1402’de Yıldırım Beyazid Timur’a yenilip esir düşünce Anadolu’da eski beylikler yeniden kurulmuş, şehzadelerin kavgaları sebebiyle Anadolu onyıl süreyle bir iç savaş felaketini yaşamıştı. ... ..
-Fakat madalyonun bir de öteki yüzü vardır. Osmanlı devleti kurumlaştıkça ve padişah artık “eşitler arasında birinci” değil, kardeşini bile idam ettirme yetkisine ve gücüne sahip mutlakiyetçi bir “Sultan”  haline geldikçe, göçebe ve yarı göçebe Türkmen geleneklerinden kopuyordu.
-Bu aynı zamanda dini bakımından Osmanlı’nın ‘heteredoksi’ ile de yol arkadaşlığının sona ermesi demekti. ... ..
-“Özellikle göçebe ve yarı göçebe kesimi için, XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan Osmanlı yönetimindeki hızlı merkezileşme eğilimleri, bu tarihe kadar, yaşadıkları hayata alışmış, bir yerde devamlı oturmayan ve vergi kavramını, disiplinli bir yerleşik hayatı tanımayan Türkmen zümrelerini derinden rahatsız etmişti. Merkezi yönetimin bu zümreleri yerleşik hayata geçmeye zorlayarak daha çok vergi tahsili yoluna gitmesi, bu maksatla tayin edilen kısmen devşirme kökenli mahalli yöneticilerin tavizsiz tutumları, onlarla devletin arasını açmaya kâfi gelmiş görünüyor. ... ..
-Sosyolog Şerif Mardin’interimleriyle, “kenar”da (periferi) kalan Türkmen geleneklerine bağlı göçebe ve kısmen köylü kitlelerle, “merkez”deki bürokrasi ve kentler birbirine yabancılaşmıştı!
-İşte bu sosyolojik ortamda Şah İsmail “kenar”da kalmış Anadolu Türkmenlerine seslendi!
-Tarihin eski çağlarından beri Anadolu yarımadası ile İran platosu çarpışmıştı... Şimdi aynı jeopolitik , Türkmen – Oğuz boylarından iki hükümdarın şahsında iki ayrı devleti karşı karşıya getirmişti.
-Kan gövdeyi götürecekti...
‘Yezid zulmü’
-Yumuşak huylu II: Bayezid zamanında Safevi tehdidi artarken, Anadolu’da buna paralel  olarak Şah Kulu isyanı ile büyük bir huzursuzluk patlak vermişti. Bu durumda Şehzade (Yavuz) Selim, babasını devirip tahta geçti.
-İran seferine hazırlanan Yavuz, beylerbeyi ve sancakbeylerine emir vererek “Şah İsmail’e taraftar olan ve ayaklanma ihtimalleri bulunan 40 bin kişiyi” deftere yazdırarak bunları hapis ve idam ettirdi.... .. Tarihçi Akdağ ise, 40 bin sayısını mübağlağalı bulmaktadır.
-... ..  İkinci şiddet fırtınası Kanuni Süleyman zamanında yaşanmıştır. Mohaç seferi sırasında Anadolu’da isyanlar yüzünden, Doğu Anadolu’da Safevi akınları yüzünden kan gövdeyi götürüyordu.
-Kanuni, Mohaç’tan sonra İran seferine çıkmış, Yavzu zamanındaki kadar olmasa da, Anadolu Alevileri üzerinde yine şiddet uygulanmıştır.
-Heteredoks Türkmenlerin İran’a, Sünni Kürtlerin Osmanlı’ya yönelmesi bölgenin etnik yapısını da etkilemiştir.
-Şah İsmail olayına kadar heteredoks Türkmen ‘baba’larla iç içe yaşayan, ordusunu Hacı Bektaş ruhaniyetiyle takdis edenbirçok heteredoks tarikatlara arazi tahsis eden Osmanlı hem şiddet politikasıyla hem şeyhülislam fetvalarındaki aşağılayıcı ifadelerle Alevilerin karşısındadır artık.
-... ..  Böylece şeriata vekent toplumunun adetlerine uyum gösteremeyen dervişler, üstelik çoğunun Şii olmamasına karşın, acımasız bir baskının hedefi haline geldiler. Zaman içinde sadece kabul gören bir tarikata  sığınanlar takibattan kurtulabildi; bir çoğu için bu sığınak Bektaşi tarikatıydı. ... ..
-Osmanlı’da Aleviler, İran’da Sünniler ağır mağduriyetlere uğramışlardır. Artık o çağların önyargıları, hatta dışlama duyguları tarihe bırakılmalıdır.
-Fakat,  bugün “ özellikle “Alevi ızdırabı”nı anlamalıyız.
-Şii – İslamdan alınan “Kerbela” ve “matem” kült’leriyle birlikte, Anadolu’da yaşanan bu vahim olaylar Alevilerde “Yezid zulmü” olarak algılanmış, derin bir ızdırap ve tepki kültürü oluşmuştur. ... ..
‘Kızılbaş – Şii, zulmü’
-Mezhep savaşları ve baskıları, bir mezhebin ‘iyi’, ötekinin ‘kötü’ olmasından değil, sosyolojik ve özellikle siyasi şartlardan kaynaklanır. Anadolu Alevilerine yapılan zulümden bir mezhep olarak Sünniliği sorumlu tutmak, ‘tarih dışı’ bir önyarı olur. Çünkü, mezheplerin siyasi tavırları, felsefi ilkelerinden çok siyasi ve sosyolojik konumlarıyla ilgilidir.
-Nitekim aynı zulüm, hatta daha şiddetli olarak, Şah İsmail ve devleti tarafından İran’daki Sünnilere ve heteredoks sufî tarikatlara uygulanmıştır. ... ..
-... .. Safevi İran’ında müthiş bir Sünni düşmanlığı motifi egemendir. ... ..
-Bu husumetle, Şah İsmail’in torunlarından Tahmasp ve ‘Büyük Abbas’ (I. Abbas) zamanlarında da İran’daki Sünnilere karşı şiddet ve tasfiye (eradication) uygulamaları zirveye çıkmış ve neticede İran neredeyse tümüyle Şiileşmiştir. ... ..
Osmanlı’da İsyanlar ve Mezhep
-.. .. göçebeler devletin onları toprağa yerleştirme (iskân) ve tarımsal üretici haline getirme politikasına karşı direnç göstermektedir. ... ..
-16. yüzyıl bizde olduğu gibi Avrupa’da da kitle (özellikle köylü) isyanlarının sık sık görüldüğü ve sosyal gerilimin ifadesi olarak mezhep ve tarikat çalışmalarının yoğun olduğu, Protestanlığın ortaya çıktığı bir dönemdir.
-... .. kurulu düzenin “kenarın”da kalıp mağdur olan göçer ve köylü kitlelere Safevi propagandası seslendi! ... .. devlet eliyle yerleşik hayata geçmeye zorlanan yarı göçebe Türkmenler, “kendilerini Osmanlı yönetiminin zulmünden kurtaracak bir “Mehdi” bekliyorlardı. Bu ‘Mehdi’, Şah ismail şeklinde zuhur etti.”
-... ..  Osmanlı ... .. “merkezi”leştikçe, ... .. devletin bir zarar görüp öfkeye kapılanlar, ... ..
-İsyanlarda asıl sebepler böyle sosyal ve siyasi niteliktedir; sırf mezhep farkından dolayı çıkan isyan ve çatışma yoktur. Mezhep farkı sosyal ve siyasi sebeplerle oluşan isyan potansiyelini hızlandırmak, belirginleştirmek, ‘ifade’ etmek gibi roller oynamış görünüyor.
Şeyh Bedreddin İsyanı
Otman Baba örneği
-... .. İsyanlarda, mezhep ve inanç farklılıklarından çok, temeldeki en önemli sebeplerden biri bu ‘dünyevî’ üst ve yönetici katmanlara duyulan tepkidir. ... ..
-... .. Sosyal ve siyasi tepkinin böyle mezhep ve tarikat formlarıyla kendini göstermesi ve kurulu düzene karşı tepkilerin dinin farklı ve daha eşitlikçi yorumuyla ifade edilmesi o çağda çok yaygındır...
Avrupa’da ve bizde
Sosyal ve ekonomik faktörler
İnanç faktörü
Şah İsmail ve Yavuz Selim
-İkisi de Türkmen Türkçesiyle konuşuyorlardı. ... ..
-Tarihin o dönemi bizde de Avrupa’da da siyasi aidiyetlerin “millt”, hatta”ülke” kavramlarına göre değil, mezhep, aşiret, feodalite ve hanedan kavramlarına göre oluştuğu devirlerdir. ... ..
-Şah ismail ve Yavuz bu iki farklı toplumsal yapının temsilcileri gibi çarpışmışlardır.
-Yavuz Selim artık ordu ve bürokrasiyle ‘devletleşmiş’ bir yapının ‘sultanı’dır.
-Şah İsmail ise Oğuz – Türkmen aşiret geleneklerine dayanan bir sufî tarikat reisliğinden İran tahtının hükümdarlığına tırmanmıştır, hem ruhani, hem de mistik siyasi liderdir...
Safevi tarikatı
Şah İsmail’in müthiş kudreti
Şah’ın Türkmen devleti
-... .. Safevilerin Sünni mezhebine mensup Osmanlı, Özbek ve İran’ın milliyetçiliğine zemin hazırlamıştır. ... ..
Osmanlı’ya tehdit
-... .. İsmail siyasi amaçları için Safevi tarikatını bir milis teşkilatı gibi kullanmış ve Doğu’da Özbekleri yenerek Ceyhun’a, Batı’da ise Diyarbakır’ı alarak Fırat’a dayanmıştır. ... ..

-... Şehzade Selim... .. basının üzerine yürüdü; II: Bayezid tahttan çekild, yerine Selim geçti. Yıl 1512’dir. Selim 42 yaşındadır. ... ..
-Ve Şah İsmail’in üzerine yürüdü...
-Yavuz Selim’le Şah İsmail’in çarpıştığı Çaldıran savaşı, tarihin en önemli ve sonraki yüzyıllara da yön vermiş savaşlardan biridir. ... ..
-... tarihçi İsmail Hami Danişmend’in yazdıkları ... ..; “Hakikatte bu iki Türk hükümdarını çarpıştıran en mühim sebep, çok büyümüş olan bu iki devletin fütühat (fetih) siyasetlerinde en şiddetli devirlerine girmiş ve artık birbirinin toprağına göz dikmiş olmalarında gösterilebilir...
-Afganistan’dan Doğu Anadolu’ya kadar yayılan Safevi imparatorluğunun eelinde mezhep bir siyasi kuvvet şeklidir: Şah İsmail’in bütün hedefi, bu mezhebi Batı Anadolu Türkleri arasında da yayarak Anadolu’nun Osmanlı idaresinde bulunan ikinci yarısını da  kolaylıkla ele geçirmekti...
-Halbuki, Yavuz devrine gelene kadar Osmanlı padişahları Anadolu’nun birliğini temini için uğraşmışlardır; mesela Fatih, uzun Hasan’la işte bu gaye için çarpışmıştır. Onun için Yavuz’un elinde Sünnilik davası demek Doğu – Anadolu davası demek olduğu gibi, Şah İsmail’in elinde de Şiilik davası demek Batı – Anadolu davası demektir. İşte bundan dolayı Yavuz Çaldıran seferine Osmanlı ulemasının fetvalarını alarak çıkmıştır.”
-23 Ağustos 1514’de Çaldıran’da Yavuz Sultan Selim’le Şah İsmail Safevi karşılaştığında sadece askerler değil, aynı zamanda iki farklı sosyolojik yapı savaşacaktı.
Dönüm Noktası: Çaldıran
-... .. Göçerlikle yerleşiklik ya da kurumlaşma arasındaki fark! Teknloji kullanan nizami ordu ile göçer süvari arasındaki fark!
-Savaşlarda kullanılan teknoloji toplumların siyasi örgütlenme biçimi ve zihniyetleriyle yakından ilgilidir. Çaldıran’daki iki ordu arasındaki teknoloji farkı da iki toplumun gelişmişlik farkının yansımasıdır. ... ..
-... .. Bütün bunlar aşiret askerleriyle ordu kurup savaşmanın çoktan, hatta 13. yüzyılın sonlarından başlayarak çağ dışı kaldığını gösterir. ... ..
Türkmen ‘civanmertlik’ duygusu
-... .. Bu anlayış aynı şekilde (Safevi ordusundaki) Kızılbaşlar için de geçerliydi; Kızılbaşların sahip oldukları ‘civanmertlik’ kavramı, süvarinin at sırtından inerek basit birer piyade düzeyine tenezzül etmesini gerektiren ateşli silahlı kullanmaya uygun değildi.” ... ..
-Fakat, dünya 14. yüzyıl sonlarından itibaren artık ateşli silahların ve nizami orduların etkin olmaya başladığı bir çağa girmişti. Hiyerarşik disiplin, strateji, taktik, teknoloji gibi profesyonel askerlik kavramlarıyla çelişen bu ‘civanmertlik’ anlayışına sahip ve başına buyruk göçebe aşiretlerinden oluşan bir orduyla artık devam etmek mümkün müydü?
-... .. Şah, Çaldıran’a kadar çekilerek yorduğu, bıktırdığı Osmanlı ordusunu daha da fazla sarsmak için İran içlerine çekilmek, İstanbul’dan yürüyüp gelmekte olan Osmanlı’yı iyice bitap düşürdükten sonra savaşmak istiyordu. Bu o kadar önemlidir ki, Osmanlı ordusundaki bıkkınlık, zaman zaman isyan işaretleri verecek düzeye çıkıyordu.
-Şah’ın bu taktiğini sezen Yavuz Selim ... ..
-.. .. Bunun üzerine Şah da Yavuz’u, bugün İran sınırları içinde kalan Çaldıran ovasında beklemiş, orada çarpışmışlardır. ... ..
‘Nizamî’ ordu faktörü
Aşiretlerin ‘nizam’sızlığı
Kapıkulu – gulam ordusu
‘Türkmen’ yerine ‘gulam’
Kurumlaşma farkı
Osmanlı’da ve İran’da ‘Devlet’
-... .. Büyük sosyolog İbn Haldun’u hatırlatan bu sosyoloji kuralı, Safeviler için de geçerlidir. Askeri bakımdan Türkmen aşiretleri tarafından kurulan Safevi devleti kurumlaştıkça Farslaşmıştır: ... ..
-.. .. İşte, Moğollar ve Timur idarî, mali, ilmî (ulema) ve askeri kurumlar oluşturamadığı için, fırtına gibi gelip geçmişlerdir. ... ..
Fars bürokrasisi
Bürokrasinin zirvesi
Kızılbaşlara Şii zulmü
Türklerin iki devleti
-Neden Osmanlı devleti Türkmen aşiret geleneklerinden uzaklaştıktan sonra da Türk kültürünü yeni formlarla devam ettirdiği halde, Safevi devleti Farslaştı?
-Büyük tarihçi Bernard Lewis, iki devletin tarihindeki ilginç paradoksa dikkat çeker. Sultan Selim ve Şah İsmail’in birbirlerine yazdıkları öfkeli mektuplarda kullanılan diller: Sultan Selim... .. Farsçayla yazarken, ... .. Şah, kendi kırsal ve aşiret kökeninin dili olan Türkçe’yi kullanmıştır. ... ..
Halk İslamı’ndan ‘Fıkıh İslamı’na
“Oğuz Han neslindendür”
“İmam Musa Kâzım neslindendür”
Şeyh’likten ‘kisra’lığa
Beylikten sultanlığa
“Padişah – ı cihan”
Adalet kavramı

Mezhepler ve Medreseler
‘Nizami’ din
-Osmanlılarda da Safevilerde de, ulemanın din anlayışı savaşçı gazilerdende mistik, cerbezeli, çoşkulu sufî tarikartlardan da farklıdır. Ulema ‘düzen’ yanlısıdır, din anlayışı da ‘nizami’dir. Bu fark, ulema ile savaşçı gaziler ve sufî tarikatlar arasında çelikiler yaratmıştır.
-... .. Tepkiler merkeziyetçi kurumlaşmaya ve sosyo – ekonomik hayata getirilen kurallaradır. Bürokrasiyle birlikte ulema da bu tepkilerden payını almıştır.
-Türk kökenli ulema – veziriazam ailesi Çandarlılar eleştirilerin ilk hedefidir. Derviş ve gazi gözüyle yazılmış anonim “Tevarih-i Âl-i Osman”da bu tepkiler dile getirilir.
-“I. Murat’a kadar padişahlar hazine biriktirmek için açgözlü değillerdi. Fakat ne zaman ki Çandarlı Hayrettin Paşa vezir oldu, açgözlü ulemalar padişahların arkadaşı oldular. Dindarlık gösterisiyle başladılar, kurallar çıkardılar; ‘kim ki hükümdardır, hazinesi olmalıdır’ dediler...”
-... .. Vergisiz, hazinesiz devlet olur mu? Osmanlı da “aşiret”ten “devlet”e yönelirken vergi toplayıp hazine oluşturmaktadır. ... ..
-Artık hayat tarzları da farklılaşmaktadır. Göçebenin serbest, başına buyruk hayatıyla, kentlinin kayıt ve kurallara bağlı hayatı gittikçe farklılaşmakta, medrese kentlerde kültürün en önemli kaynağı haline gelmektedir.
-Din anlayışı da farklılaşmaktadır.
-Üstelik, Anadolu’da da İran’da da, Moğol istilasının yol açtığı büyük göçlerden ve ekonomik çöküntüden kaynaklanan sorunların hâlâ giderilemediği bunalımlı bir dönem yaşanmaktadır. Selçuklular, İlhanlılar, Beylikler, Kara Koyunlular, Ak Koyunlular gibi devletler çökmüştür.
-Osmanlı ve Safevi devletleri ise kuruluş aşamasında olduğu için siyasi istikrarsızlıklarda yaşanmaktadır... Bu toplumsal ve siyasi kargaşa döneminde, Anadolu’da da İran’da da “düzen” ihtiyacı kuvvetlidir. Bunun inanç ve hukuk alanındaki temsilcisi medresedir.
-Herhalde meseleyi bütün yönleriyle görmek gerekir. Yozlaşma dönemine kadar sufî – tasavvufî tarikatlar toplumsal ilişkilere yumuşaklık ve insanlara bir iç aydınlığı kazandırmıştır. Medrese ve ulema ise, aşırı bürokratlaşıp bağnazlaşıncaya kadar hem devlete hukuk üretmede hem de toplumsal bir düzenlilik kültürü yaratmada kesinlikle olumlu rol oynamıştır.
-... .. Tarihçi David Morgan’ın yazdıklarını hatırlamlıyı: “Eğer Safevi devleti salt bir Türkmen devleti olarak kalsaydı, Tahmasp yönetiminin başlarında ve onun ölümünden sonra karşılaşacağı sıkıntıların üstesinden gelemezdi. Safevi devleti varlığını sürdürdü, çünkü iki ayrı temele sahipti: Yeni ‘devlet dini’ olarak Oniki İmam Şiiliği ve Fars bürokrasisinin desteği.”

-Osmanlı için de İran için de son derece önemli iki temel: “Devlet dini” yani, inanca dayalı bir meşruiyet ve bir hukuk (fıkıh) sistemi oluşturmak üzere ulema... Ve devlet işlerini yürütmek üzere eğitimli bir bürokrasi, devlet kurumları...
Safeviler ve ulema
-Safeviler karşı karlıya oldukları bürokrat ihtiyacını İranlı / Fars unsurlardan sağlamışlardı. Hukuka duyulan ihtiyacın gerektirdiği ulemayı ise, önce Arap ülkelerinden Şii ulema davet ederek karşıladılar.
-Başk türlü yapamazlardı; çünkü İran’da Ak Koyunlulardan kaln hazır Sünni ulema ile çalışmaları itikadi bakımdan değil, politik bakımdan mümkün değildi.
-Dahası, Şiilik İran jeopolitiğine denk düşüyordu.Sünni Osmanlı’ya ve Özbeklere karşı savaşan İranlı Safevile, ‘fıkıh’ yani ‘hukuk’u olan, ama ‘düşman’ınkinden farklı bir mezhep olarak Şiiliğe yönelmişlerdir.
-M. Fischer, Safevilerin “Sünni Osmanlı’ya karşı duracak ve içeride de devleti birleştirecek politik araç” olarak Şiiliği tercih ettiklerine dikkat çeker.
-... .. “teokratik bir Şii devleti kuran Safevilerin”, Şiilik vasıtasıyla İran’da milli birliği sağlamlaştırdıklarını belirtir.
- ... .. ‘farklılık’ duygusu, Sünni komşularından ayrı bir itikadi vehukuki (fıkhi) mezhep olan On iki İmam Şiiliği’ni kevvetle benimsenmesine yol açmıştır.Yoksa sırf baskı ve şiddetle Sünnilik Şiiliğe geçiş mümkün olmazdı.
-Merkezi ve yerleşik bir Şii devletine yönelen Safeviler devlet kurumları için gerekli olan yetişmiş personeli, bu arada ‘ulema’yı göçer Türkmen aşiretlerinden bulamazlardı. ... ..

-... .. Süreç Osmanlı’nınkine benziyor. Ama çok önemli farklılıklar vardır, bunlar iki milletin geleceğini de farklılaştıracaktır. Biri, Şiilikle Sünnilik arasındaki fark... Öteki, Osmanlı’da siyasi kurumlaşmanın, devletin; İran’da ise dini kurumlaşmanın, ulemanın daha güçlü olması...
On iki İmam şiiliği
-... .. Sünni – Şii ihtilafı basit bir iktidar kavgası sonucu değildir. Bundan daha önemlisi; siyaset ve meşruiyet konularında iki mezhep arasındaki derin anlayış farklılığıdır. iki mezhep arasındaki fark, “devlet meşru mudur?” sorusuna kadar uzanır.
-Evet, sorun, Hz. Peygamber’den sonra kimin “halife” ya da “imam” olacağı tartışmasından çıkmıştır.
-Tabii burada söz konusu olan cami imamı değildir. “İmam” zaten “lider, başkan” demektir. kastedilen, Peygamberimiz’den sonra onun yerine, tabii Peygamberlik makamına değil, toplumun manevi ve siyasi liderliğine (imamlığına) kimin geçeceği, kimin onun ‘halife’si olacağıdır.
-İranlı akademisyen Moojan Momen, bu sorun hakkında Sünnilein ve Şiilerin görüşlerini tam bir bilimsel objektiflikle ortaya koymuştur:
-“Sünni anlayışında, Hz. Peygamber’den sonraki Müslüman cemaatinin liderlği, yani halifelik, özünde geçici –dünyevi (temporal) bir liderliktir. Halife olan kişi, eşitler arasında birincidir; ideal olarak uzlaşmayla seçilmiştir, bununla birlikte, sonradan irsiyet (babadan oğula) prensibi bir kural haline gelmiştir. Dini konuları yorumlama görevi ise, başkalarına, ilahiyatçılara ve ulemaya verilmiştir.”
-Evet, Sünnilikte siyasi liderlik anlamındaki İmamet yahut halifelik dinî değil siyasi bir konudur. ... ..
-Şiilik ise bu iki işlevi ayrılmaz görmekle kalmıyor, “İmam”ın yani toplumu yönetecek “lider”in seçimle ya da irsiyetle belirlenebileceğini de kabul etmiyor.
-Momen’in belirttiği gibi:
-“Şiilere göre, Hz. Peygamber’in halefinin belirlenmesi, bizzat peygamber’in kendisinin kimseyi –yani Ali’yi –imam tayin etmesiyle olur. Her İmam, kendisinden önceki İmam hayattayken onun tarafından halef olarak tayin edilmek suretiyle  belirlenir. ... ..
-... .. İhtilafın başlangıcı burasıdır. Sünnilere göre Hz. Peygamber ve Kur’an bir ‘halef’ tayin etmemiştir; halife; İmam ya da devlet başkanının nasıl seçileceğini topluma bırakmıştır.
-Şiilere göre Hz. Peygamber, yerine imam olacak Hz. Ali’yi tayin etmiştir.
-Dahası, Şiiler bazı Kur’an ayetlerine getirdiklei özel yorumlarla, Hz. Peygamber’den sonra ilk İmam olarak Hz. Ali’nin Allah tarafından tayin edildiğini söylemişlerdir. Bu yorumlara göre, öteki on bir İmam’a da Kur’anda işaretler bulunmaktadır. ... ..
-... .. Şiilerin gözünde Oniki İmam’ın sözleri ve fiilleri Peygamber’inki gibi değerlidir. Hatta bu İmam’lar Allah tarafından (ilham (vahiy değil) alırlar, günah işlemezler, yanılmazlar. ... ..
-... .. Şiilikte ‘İmamet’ sadece ruhani veya sadece dünyevi bir makam değil, uyulması Allah’ın emri olan “din ve dünya işleriyle ilgili olarak Peygamber’e niyabetle (vekaleten) umumi başkanlıktır...
-... .. Şiilikte din adamları çok büyük bir karizma ve kudret kazanmıştır. Buna karşılık, “devlet” kurumu, yani siyasî iktidar, geçici, gayrı meşru ve İmam’lardan “gasp edilmiş” olarak görülmüştür...
-Sünnilikte ise, ilmî ve manevi faziletlerinden dolayı Oniki İmam’a büyük saygı gösterilir ama siyasî iktidarın, Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ali’nin elinden “gasp edildiği” kabul edilmez. Çünkü Sünnilikte siyasi iktidarı Allah ve Peygambe “tayin” etmez, ilk halifeler gibi seçimle veya geleneklere, toplumsal şartlara göre oluşur.
Din, Hukuk ve Devlet
Şiilik ve siyasi otorite
-Halbuki Ehl-i Beyt ve Hz. Ali anlıları (Şia) Emevileri ve Abbasiler zamanında baskılara ve zulümlere maruz kalmıştır. Bu durumda Şiilikten “ülül-emre itaat” kavramını devlete itaat olarak anlamasını beklemek gerçekçi olmazdı. ... ..
Hukuk ve iki mezhep
-... .. Osmanlı devleti kendisinden önceki bütün İslam devletlerinden ve Safevilerden daha geniş, daha kurumlaşmış ve daha geniş bir coğrafyada daha uzun bir zamanın sosyal şartlarıyla karşılaşmış olduğu için, şeriattan ayrı örfi hukuk son derece gelişmiştir.
-Devletin kurumsal olarak gülü olmaması da son derece önemli bir etkendir. Osmanlı’nın üçte biri kadar ömre sahip Safevilerde devlet kurumları kökleşmemiş, zayıf ve istikrarsız olmuştur. ... ..
... ..
Osmanlı’da din ve hukuk
Hükümlerin değişmesi
Hukukilik kültürü
Hanefi fıkhının rolü
-... .. Osmanlı kanunnameleriyle ortaya çıkan “eli görülmedik düzeyde” yasama faaliyetinin bir kaynağı da Findley’in dediği gibi, “Osmanlıların dört Sünni mezhepten birisi ve en esneği olan Hanefî mezhebini” kabul etmiş olmalarıydı.
-Kökten olarak da ‘kentli’ olan HanefÎ fıkhı, ‘içtihat’ denilen yaratıcı düşünceye büyük yer vererek, teşkilatlı bir devletin hukuk üremesini kolaylaştırmıştır. ... ..
Devlet ve Ulema
-... ..Şii inancında Peygamber’in bütün otoritesi Ali’ye ve “Oniki İmam”a geçmekte, onlardan da ulemaya intikal etmektedir. Böylece ulema, Allah’tan vahiy alma dışında, Peygamber’in otoritesini devralmış olmaktadır. ... ..  İmam Humeyni ... .. ulemanın “veliyy-ül emr” olduğunu, yani Peygamber’in “tüm dünyevi yetkisine” sahip bulunduğunu savunmuştur. ... ..
Ulemanın gücü
-... .. Sünnilikle Şiilik arasındaki doktrin farkıdır.
-İki mezhebin ulemaya ve siyasi otoriteye bakışındaki bu farklılıklar, mesala, zekât meselesinde somut bir şekilde görülebilir. Sünnilikte zekâtı bir kamu vergisi sayarak siyasi otorite /devlet) toplayabilir, ya da kişisel ibadet sayarak müminlerin kandileri de dağıtabilir. Halbuki Şiilikte zekât ulemaya verilir, dağıtımı ulema yapar. Zekât toplayıp dağıtmanın büyük bir sosyal güç olduğuna ... ..
-Şiilikte zekâtı hükümetin (vergi gibi) hiçbir şekilde toplayamaması ve sadece ulemanın toplamsı, siyasi otoriteyi zayıflatan, ulema otoritesini yükselten bir faktör olmuştur.
-İran’da Şii ulemanın en önemli ekonomik güç kaynağı vakıflardır. ... ..
-İran’da ulemanın diğer bir gelir kaynağı da şer’îye mahkemelerinin adlî ve idarî işlemler için aldığı harçlardı. ... ..
Gerileme sürecinde ulema
-Geri kalmışlığın asıl sebebi dünya ticaret yollarının Akdeniz’den  okyanuslara kaymasıdır. Yeni kıtaların keşfi ve okyanus ticaretinde sömürgeciliğe açılan Batı Avrupa artık dünyanın ekonumik güç merkezidir. Bu o kadar belirleyici bir faktördür ki, Rönesans’ın beşiği olan İtalya bile Batı Avrupa’nın gerisine düşmüştür.
-Akdeniz’e bağlı olarak Osmanlı’nın ve İran’ın çökmesinin sebebi şeriat değildir. Sünnilik, Şiilik, padişahlık, şahlık değildir. Fakat bütün bunlar, ekonomik ve siyasî geri kalma sürecinden olumsuz etkilenmiştir. Dışarıda Avrupa’nın üstünlüğü ile içeride patlak veren bunalımlar karşısında Osmanlı resmî ideolojisi ve kurumları büzülmüş, içine kapanmış, sertleşmiş, daralmıştır. ... ..
-... .. Rejimler (ve resmi ideolojiler) güçlü oldukları zaman değil, kendilerini zayıf hissettikleri zaman sertleşir, katılaşır. ... ..
Osmanlı uleması
Devlet ve Ulema
Ulemanın gücü
Gerileme sürecinde ulema
Osmanlı ulema
İran uleması
İran uleması
-... .. İran’da iki çeşit devlet oluşmuştu. ... ..
-... .. ulemanın ürettiği yenilikler klasik Şii doktrinlerinin siyaseti de içine alacak  ekilde genişletilmesi niteliğindedir.
... ..
-Develet yanlısı Sünni ulema farklı görüşlerin çatışmasından sosyal kargaşa çıkar korkusuyla “içtihat kapısını kapatmıştı.” Böylece entellektüel inisiyatif de devletin eline geçecekti.
-Şii uleması ise, “siyasi otorite”ye hep soğuk baktığı için “içtihat kapısı”nı  açık ve kendi elinde tutmuştur! Dinin temel kurallarından  yeni anlamlar çıkaran din bilgini demek olan “müçtehit” (içtehat yapan), Şiilikte fevkalade bir ruhani ve sosyal bir otoritedir. ... ..
Şii ulemanın politizasyonu
Bürokrasi, Ulema ve Modernleşme
İran’da ulema ve devlet
Ulema ve bürokrasi
Bürokrasi sorunu
Bürokrasinin evrimi
“Devlet” geleneği
Modernist bürokrasi
Osmanlı Modernleşmesi ve İran Devrimi
-... .. İran daha göçebe ve aşiretsidir. Osmanlı’da ise göçebelik epey gerilemiştir.
-Osmanlı’da merkezileşme ve kurumlaşma, yani ‘devlet’ daha güçlüdür, İşran’da zayıftır.
-Osmanlı baştan beri uluslararası ticarete açıktır. Avrupa ile derin ve yakın ilişki içindedir. İran ise bisbeten kapalıdır.
-19. yüzyılın başına gelindiğinde bile İran’da nüfusun yüzde 30’u göçebelerden, göçer aşiretlerden oluşuyordu. ... ..
Hukuki modenleşme
Eğitimde Osmanlı ve İran
İki Meşrutiyet tecrübesi
İran – Türkiye farkı
-... .. Şiiliğin siysi otoriteyi gayrı meşru görme şeklindeki kuvvetli eğilimi vardır. Osmanlı’da iseSünnilikteki “ülül-emre iteaat” ilkesi siyası otoritenin üstünlüğü yönünde güçlü bir kültür oluşturmuştur.
... ..
-Osmanlı’da ise, Sünniliğin “ülül-emre iteaat” anlayışına dayanan son derece otoriter bir siyasi kültür gelişmiştir: devlet tartışılmaz, hatta eleştirilemez üsütn otoritedir. ... ..
-... .. İki siyasi kültür arasındaki bu derin farklar sebebiyle, Türkiye’de “İran’da olduğu gibi genel ya da yer yer halk ayaklanmaları olmamıştır, olmayacaktır. “28 Şubat” askeri müdahale sürecinde Batı Çalışma Grubu adlı yasal dayanaktan yoksun ötgütü savunurken, Sayın Amiral Güven Erkaya’nın böyle bir “İran türü ayaklanma” tehlikesini TV ekranlarından dünyaya ilan etmesi, hiçbir sosyolojik ve siyasi gerçeğe dayanmıyordu, bir vehmin ifadesi idi; zaten boş çıkmıştır. ... ..
-... .. Bizde “irticai kalkışma” kavramı sosyolojik temelden yoksun bir paranoyadır. ... ..
İran’da ‘İslam devrimi’
Göçebelikten Bürokratik Modernizme
Osmanlı, Rusya ve İran
Türk modelinin başarısı
Türk modelinnin etkisi
Türkiye’de bürokratik modernizm
Toplumsal dinamiklerin yetersizliğiTarihten geleceğe
Milli tarih ve dinler
‘Devlet’ten bakmak
Toplumsal dinamikler
-... .. Toplumsal dinamikleri güçlendiren en önemli etken ekonomik kalkınma ve kentleşmedir. İnsanlar üretip kazandıkça, okyup öğrendikçe, dünyadan haberdar oldukça “talep”ler oluşturuyorlar, bunları ifade ediyorlar, dünyada gördüklerini istiyorlar! İslami kesimler Batı’da gördükleri dini hurriyetleri “talep” ediyorlar. Başörtüsüyle laik üniversitede okuma mücadelesi veren genç kız; suskun köylülükten kurtulmuş, “talep”lerini seslendiren ‘özgür yuttaş’ın dindar versiyonudur! Bunu “irticai kalkışma “ sanan ‘devlet’ ise “dağda odun toplayan bacımız’ı uysal köylülüğü özlemektedir.
-Aleviler artık çekingen, içine kapanık, suskun bir topluluk değildir. Protestalarını ‘sol’ etiketlerin örtüsü altında ifade etmesinin ötesine geçerek ‘Alevi kimliği’ ile ortaya koyuyorlar. Dergah, tekke, zaviye gibi kurumlar İnkılap Kanunları ile yasaklanmıştır ama Alevi irfanının bu kültürel  kurumları şimdi Cemevleri adıyla yeniden oluşuyor; bir kısmı politize, bir kısmı gerçek Alevi-İslam kurumları olarak...
-Sünni tarikatlardaki gelişme de aynı sürecin dışa vurumudur...
-Aynı şey Kürt vatandaşlarımız için de geçerlidir. ... ..  PKK’nın vahşi terörizmi ayrı bir bahistir. Kürt vatandaşlarımızdemokratik dünyada gördükleri etnik nitelikli liberal hurriyetleri “talep” ediyorlar...
-Bu ‘hassas’ konulardan başka, ekonomik ve toplumsal dinamizm de artık “mekez”in denetimini aşmıştır. Anadolu’da büyük bir ekonomik mucizeyi yürüten KOBİ’ler, asırların yılgın ve suskun köylü kültüründen ‘girişimci insan’ kuşağı çıkarıyor. Bunlar sadece para kazanmıyor, “talep”lerini de gündeme getiriyorlar, siyasete ağırlık koyuyorlar.
Modernleşme ufku
-... .. Cereyan ettiği şartlara göre tarihimiz ‘başarılı’ yaşanmıştır, çünkü aynı şartları yaşayan diğr toplumların hepsinden daha gelişmiş bir ülkeyiz.
-Ancak başarılarımız eksiktir ve o da toplumsal dinamiklerdir. ... ..
-Sorun, tarihimizin zihinlerimize işlediği ‘yukarıdan aşağıya’ veya “devletçi”  ya da ‘bürokratik’  modernleşmenin dar kalıplarından zihinlerimizi kurtarmak, dünyanın tecrübelerine bakmaktır.
-Laikliğin tek modeli devlet eliyle ‘yukarıdan aşağıya’ uygulanan bizimki ve Jakobenlerinki midir? ‘Sekülerleşme’nin toplumsal dinamiklerle geliştiği ve dine baskı uygulanmadan bu sürecin başarıya ulaştığı liberal – muhafazakar İngiliz ve Amerikan tecrübesinden öğreneceklerimiz yok mudur?
-Devletin ister din adına, ister laiklik adına toplumu ‘hizaya’ getirmesi aynı “devletçi” madalyonun iki yüzü değil midir?
Çoğunluğı Protestan olan Almanya’da katolikler de vardır; kiliselerin okulları, hayır kurumları vardır ama Alman devleti Protestan da değildir Katolik de ... Din ve laiklik savaşlarının en kanlı beşiği olan Fransa’da devlet artık Katolisizm adına da lailik adına da ‘hizaya getirme’ tasarrufları yapmıyor, ... ..
-Din – laiklik savaşları ... ..
-Dar kafalılık ise ... ..
Liberalleşme ve ulus devlet

* Osmanlı’da ve İran’da Mezhep ve Devlet – Taha Akyol

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder