3 Nisan 2019 Çarşamba

Ustam ve Ben*

- Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. Yüzyılda İstanbul... Hindisten’dan gelen beyaz bir fil ve onun sırlarla dolu bakıcısı: Çota ile Cihan. Filbaz aynı zamanda bir üstadın çırağı. Ustası ise Sinan.Bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimar.
-Elir Şafak’ın muazzam hayal gücü ve zengin diliyle Osmanlı tarihinin derinliklerine doğru şaşırtıcı bir yolculuğa çıkıyoruz. Karşılıksız bir aşk, iktidar kavgalar, yobazlığın ortasında yeşeren sanat ve beklenmedik bir ihanet...
-Bir tarafta bilime ve öğrenmeye inananlar, bir tarafta gelişmeyi durduranlar...
-Ustam ve Ben, , tarihi kişiliklerin, camilerin,kütüphanelerin, türbelerin, köprülerin resmi geöçit yaptığı, rengârenk, canlı, sürprizlerle dolu bir dönem hikâyesi...
..... ..
-... .. Böyle derdi ustam Sinan, biz dört çırağına. Başını yana eğip gözlerimizin içine bakardı, ruhumuzu görmek istercesine . Biliyorum doğru değildi böyle düşünmem;  kendim ki ben, cahil bir oğlan, ama ne vakit ustam bu hikâyeyi anlatsa, diğer üçünden ziyade bana hitap ettiği hissine kapılırdım.Sanki bir şey vardı benden, en genç çırağından beklediği. Bakışları yüzümde oyalanırdı. Gözlerimi kaçırırdım onu hayal kırıklığına uğratmaktan korkarak. Kim bilir, belkide anlamıştı huyumu. Daha başından biliyordu ne kadar azimli bir öğrenci olacağımı ama iş sevmeye gelince hep geride, hep geride acemi kalacağımı.
-Keşke geçmişe balıp diyebilsem ki, öğrenmeye sevdalandığım kadar sevmeyi de öğrendim şu hayatta. Ama yalan söylersem yarın bir gün cehennemde benim için de bir kazan kaynayabilir. Zira çok yaşlandım. Bir çınar ağacıyım burada, bir ayağım çukurda.
-Biz altı can idik: usta, dört çırak ve beyaz fil. Beraber yaptık her şeyi. Köprüler camiler, medreseler, kervansaraylar inşa ettik. O kadar uzun süre önceydi ki hafızam hatıraları eritip som bir sızıya çavirdi.
  Yüzlerini bile unuttum. Ne tuhaf, sözleri hatırlıyorum oysa; verdiğimiz ve sonra tutamadığımız tüm sözler. Etten kemikten yapılma suratları unutup, nefesten müteşekkil kelimeleri hatırlamak ne garip.
-Hepsi gittiler. Bir ben kaldım geride. Neden onlar öldü, bense bu yaşa kadar durabildim Tanrı bilir.
-Her gün düşünüyorum maziyi. Geride bıraktığım şehri. İsnalar yürüyüp geçiyordur şimdi; görmeden, düşünmeden. Zannediyorlar ki etraflarındaki binalarta Nuh Nebi’den beri orada. Halbuki biz yükselttik onları; günbegün, senebesene. İstanbul dediğin unutkanlıklarşehri. Orada her şey suya yazılmış. Ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa kazınmış. O taşlardan birine bir sır sakladık. Çok zaman geçti üzerinden, nice alametler birikti ama hâlâ orada olmalı, bıraktığımız noktada. Bilmem bulan çıkar mı? Bulsa bile anlar mı? Ustamdan geriye kalan yüzlerce eserden ve binlerce, binlerce taştan bir tanesi var ki, altında gizli Arzın Merkezi.
... ..
Nasıl yolunu bulmazdı ki Cihan! Erkenden, ilk kapıya yakın bir ağacın dallarına tırmandı.Artık eskisi gibi çevik olmadığından biraz zorlandı. Oracıkta tübeyip beklemeye başladı. İnsanı uyuşturan bir sıcak vardı; güneş, padişaha ait olduğu için kimselerin toplamadığı meyvelerin arasından parlıyordu. Nihayet uzaktan gelen bir sesle irkildi. Ağır ağır ilerleyen  bir araba zuhur etti. Cihan donmuş kalmıştı; onun dışındaki hayatsa aynen devam ediyordu. Kendini dünyanın dışına itilmiş hissetti. Herşey hem aşina hem tuhaftı. Kâinatın büyüklüğü karşısında kalp atışları işitilmez olmuştu. Bir yaprak hşıdadı, bir kelebek kanatlarını çırptı. Cihan bu anı hayatı boyunca bir daha yakalayamayacağını anladı. Zaman bir nehirdi. Suyun kıyısında durmuş, akıntıyı seyrediyordu. El, arabanın penceresinden uzanarak perdeyi çekti. Başını kaldırıp Cihan’ın olduğu yere baktı Mihrimah. Yüzü incelmiş, alnına kırışıklıklar eklenmişti. Artıl dul bir kadındı. Ama Cihan’ın hayranlık dolu bakışları altında kendini yeniden genç kız gibi hissetti. Aradan geçen onlarca yıla ve bunca mesafeye, imkânsızlığa rağmen, derinlerde hiçbirşey değişmemişti. Uzun uzun Cihan’a baktı mMhrimah. Gülümsedi. Karbeyazı bir mendil çıkardı koynunda. Kokladı, öptü, tekrar Cihan’a baktı ve gelip alması için yere düşürdü.
... ..

Cihan durdu. O an gördü ki esasında seçmediğimiz tercihler, sapmadığımızyollardı hayatlarımızı çizen. Sancha’ya olan sevgisine rağmen onunla gitmeyecekti.Hislerini yüzünden okumuştu Sanch. Gözleri doldu ama ağlamadı. ... ..

*Ustam ve Ben & Elif Şafak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder