- Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan
16. Yüzyılda İstanbul... Hindisten’dan gelen beyaz bir fil ve onun sırlarla
dolu bakıcısı: Çota ile Cihan. Filbaz aynı zamanda bir üstadın çırağı. Ustası
ise Sinan.Bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimar.
-Elir Şafak’ın muazzam hayal gücü ve zengin diliyle Osmanlı
tarihinin derinliklerine doğru şaşırtıcı bir yolculuğa çıkıyoruz. Karşılıksız bir
aşk, iktidar kavgalar, yobazlığın ortasında yeşeren sanat ve beklenmedik bir
ihanet...
-Bir tarafta bilime ve öğrenmeye inananlar, bir tarafta
gelişmeyi durduranlar...
-Ustam ve Ben, , tarihi kişiliklerin,
camilerin,kütüphanelerin, türbelerin, köprülerin resmi geöçit yaptığı, rengârenk,
canlı, sürprizlerle dolu bir dönem hikâyesi...
..... ..
-... .. Böyle derdi ustam Sinan, biz dört çırağına. Başını
yana eğip gözlerimizin içine bakardı, ruhumuzu görmek istercesine . Biliyorum
doğru değildi böyle düşünmem; kendim ki
ben, cahil bir oğlan, ama ne vakit ustam bu hikâyeyi anlatsa, diğer üçünden
ziyade bana hitap ettiği hissine kapılırdım.Sanki bir şey vardı benden, en genç
çırağından beklediği. Bakışları yüzümde oyalanırdı. Gözlerimi kaçırırdım onu
hayal kırıklığına uğratmaktan korkarak. Kim bilir, belkide anlamıştı huyumu.
Daha başından biliyordu ne kadar azimli bir öğrenci olacağımı ama iş sevmeye
gelince hep geride, hep geride acemi kalacağımı.
-Keşke geçmişe balıp diyebilsem ki, öğrenmeye sevdalandığım
kadar sevmeyi de öğrendim şu hayatta. Ama yalan söylersem yarın bir gün
cehennemde benim için de bir kazan kaynayabilir. Zira çok yaşlandım. Bir çınar
ağacıyım burada, bir ayağım çukurda.
-Biz altı can idik: usta, dört çırak ve beyaz fil. Beraber
yaptık her şeyi. Köprüler camiler, medreseler, kervansaraylar inşa ettik. O
kadar uzun süre önceydi ki hafızam hatıraları eritip som bir sızıya
çavirdi.
Yüzlerini bile unuttum. Ne tuhaf, sözleri hatırlıyorum oysa; verdiğimiz ve sonra tutamadığımız tüm sözler. Etten kemikten yapılma suratları unutup, nefesten müteşekkil kelimeleri hatırlamak ne garip.
Yüzlerini bile unuttum. Ne tuhaf, sözleri hatırlıyorum oysa; verdiğimiz ve sonra tutamadığımız tüm sözler. Etten kemikten yapılma suratları unutup, nefesten müteşekkil kelimeleri hatırlamak ne garip.
-Hepsi gittiler. Bir ben kaldım geride. Neden onlar öldü,
bense bu yaşa kadar durabildim Tanrı bilir.
-Her gün düşünüyorum maziyi. Geride bıraktığım şehri. İsnalar
yürüyüp geçiyordur şimdi; görmeden, düşünmeden. Zannediyorlar ki etraflarındaki
binalarta Nuh Nebi’den beri orada. Halbuki biz yükselttik onları; günbegün,
senebesene. İstanbul dediğin unutkanlıklarşehri. Orada her şey suya yazılmış.
Ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa kazınmış. O taşlardan birine bir sır
sakladık. Çok zaman geçti üzerinden, nice alametler birikti ama hâlâ orada
olmalı, bıraktığımız noktada. Bilmem bulan çıkar mı? Bulsa bile anlar mı? Ustamdan
geriye kalan yüzlerce eserden ve binlerce, binlerce taştan bir tanesi var ki,
altında gizli Arzın Merkezi.
... ..
Nasıl yolunu bulmazdı ki Cihan! Erkenden, ilk kapıya
yakın bir ağacın dallarına tırmandı.Artık eskisi gibi çevik olmadığından biraz
zorlandı. Oracıkta tübeyip beklemeye başladı. İnsanı uyuşturan bir sıcak vardı;
güneş, padişaha ait olduğu için kimselerin toplamadığı meyvelerin arasından
parlıyordu. Nihayet uzaktan gelen bir sesle irkildi. Ağır ağır ilerleyen bir araba zuhur etti. Cihan donmuş kalmıştı;
onun dışındaki hayatsa aynen devam ediyordu. Kendini dünyanın dışına itilmiş
hissetti. Herşey hem aşina hem tuhaftı. Kâinatın büyüklüğü karşısında kalp
atışları işitilmez olmuştu. Bir yaprak hşıdadı, bir kelebek kanatlarını çırptı.
Cihan bu anı hayatı boyunca bir daha yakalayamayacağını anladı. Zaman bir
nehirdi. Suyun kıyısında durmuş, akıntıyı seyrediyordu. El, arabanın
penceresinden uzanarak perdeyi çekti. Başını kaldırıp Cihan’ın olduğu yere
baktı Mihrimah. Yüzü incelmiş, alnına kırışıklıklar eklenmişti. Artıl dul bir
kadındı. Ama Cihan’ın hayranlık dolu bakışları altında kendini yeniden genç kız
gibi hissetti. Aradan
geçen onlarca yıla ve bunca mesafeye, imkânsızlığa rağmen, derinlerde hiçbirşey
değişmemişti. Uzun uzun Cihan’a baktı mMhrimah. Gülümsedi. Karbeyazı bir
mendil çıkardı koynunda. Kokladı, öptü, tekrar Cihan’a baktı ve gelip alması
için yere düşürdü.
... ..
Cihan durdu. O an gördü ki esasında seçmediğimiz
tercihler, sapmadığımızyollardı hayatlarımızı çizen. Sancha’ya olan sevgisine
rağmen onunla gitmeyecekti.Hislerini yüzünden okumuştu Sanch. Gözleri doldu ama
ağlamadı. ... ..
*Ustam
ve Ben & Elif Şafak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder