18 Ocak 2020 Cumartesi

II. Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset

Osmanlılar’da Siyasî Yönetim ve Ordu İlişkileri
16. Asrın ortalarında bir dünya devleti büyüklüğüne erişmiş olan Osmanlı Devleti, çağının gereklerine cevap verebilen, iyi düzenlenmiş bir orduya sahipti. Genişleyen sınırlar gerçeğine göre biçimlendirilmiş yönetim mekanizması içinde ordu, fonksiyonuna uygun ve ağırlıklı bir yer tutuyordu. I. Murat zamanında Acemi Ocağı’nın kurulmasıyla teşkilâtlanan ordu, fütuhat devrinde hacim itibariyle artmış, yeni ihtiyaçlara göre düzenlenmişti. 15. Asırda organizasyon itibariyle nen olgun biçimine kavuşan Osmanlı ordusu, maaşlı kapıkulu askerlei, eyalet askerlei şeklinde tertip edilerek  etkili bir silah gücü haline gelmmiş bulunuyordu. Barış zamanlarındadevlet merkezinde üstlenen kapıkulu askerleri, ordu içinde yönetime müdahil olabilecek bir zümre teşkil ediyordu. Eyalet askerleri ise savaş zamanındamuhtelif eyaletlerden derlendiği için, merkezi yönetim üzerinde kapıkulları kadar etkili olmak imkanuından uzaktı.
Osmanlı Devleti, Osmanlı Hanedanı tarafından yönetilmiştir. Hanedan içinde, kimin saltana geçeçeği, II. Mehmed devrine kadar bir tertbe tâbi olmaksızın, devlet işlerinde mühim rolleri olan Ahi’lerle, devlet adamlarının ellerinde idi ve devlet reisliğine hanedan içinde muktedir ve liyakatli olanın getirilmesi, teamül olarak kabul edilmişti. İlk defa II. Mehmed (Fatih) devrinde bir kararnâme ile, “her kimse evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı âlem için katletmek münâsiptir” hükmü getirilerek Fetret devrinde yaşanmış olan hanedan kavgalarının önlenmesi hedef alınmıştı. Saltanatın aile içinde en büyük evlâda verilmesi ise, I. Ahmed zamanında başlayarak devam etmişti.
Oğuz geleneğinden başlayarak, memleketin, hükümdar hanedanının müşterek malı addedilmesi, devletin en yetkili yöneticisi padişahı, hanedan dışındaki iktidar heveslileri için bir hedef olmaktan çıkarıyordu. Ancak, iktidar kavgası bu defa hanedan içinde cereyan ediyor ve çok defa trajik bir şekilde sonuçlanıyordu. Hanedan içindeki hesaplaşmalar, tabiîdir ki hanedan dışındaki güç odaklarıyla kurulan ittifaklarla desteklenmekteydi. Devlet merkezinde bu açıdan etkili olabilecek iki güçten ilkini ‘ilmiye’ sınıfı, diğerini ise dar anlamda Yeniçeri Ocağı’nın oluşturduğu ordu meydana getirir.
İlmiye teşkilâtıi hiyerarşide makamı teşkile eden ‘şeyhülislâm’dan başlayarak, adlî veidari yetki ve sorumluluklarla donatılmış ‘kadı’lara kadar genişleyen büyük bir organişzasyon halinde, devletin en önemli kurumlarından birini teşkil etmektedir. Osmanlı devletinde din asıl ve devlet onun fer’i olarak görüldüğünden şeyhülislâm zahiren vezr-i âzam ile aynı derecede sayılmış ise de derecesi mânen ondan yüksekti.Bir isyan vukuunda padişah aleyhine fetva vereceği için, bilhassa idarenin zayıf zamanlarında kendisinden çekinilirdi. Şeyhülislâm, padişah tasarruflarının “şer-i şerif”e uygunluğunu denetlemesi bakımından olduğu kadar, icabında padişahın hal’ine lüzûm gösterebilecek  ve bu hususta kesin karar verebilecek tek makam olması baımından da siyasi nüfuza sahipti. Bu açıdan meşrû zeminde kalabilmek için, isyancılar kadar isyanı bastırmaya çalışanlar da “ulemâ” ile ittifak etmek zorundaydı. Osmanlı tarihinde hal’ vakalarının çokluğu şeyhülislâmın ve ona bağlı olarak ‘ulem’â’nın fonksiyonunu gösterir.
... ..
Osmanlı Ordusunda Aşırı Siyasîleşmenin Yakın Sonuçları
Osmanlı siyasî ve sosyal hayatından şok etkisi yapan Meşrutiyet ilanı, başta devlaet kurumlar olmak üzere; basınhayatından işçi hareketlerine , sosyal ilişkilerden siyasete katılma anlayışına kadar birçok noktada hızlı değişimlere yol açmış, eski dengeleri sarsmış ve ^deta yeni bir hayat ratrzı ortaya koumuştu.... ..
... .. Merutiyet’i ilân ettiren güç olarak Osmanlı Ordusu’nun,, siyasileşme cereyanından uzaklaşabilmesi oldukça zordu. Nitekim gelişen hadiseler orduda yüksek rütbelillerden (Ümerâ) başlayarak, sıra neferlerine kadar siyasîbeklenti ve ümitlerin hızla yayıldığını göstermektedir. Halaskârân-ı Zabitân Hareketi’nin en üst düzeyde odaklaşarak, orduda birbirine muhalif iki grubun çatışmasına dönüşen gelişmelerin Osmanı ordusunu nasıl etkilediğini izlemek, bu bakımdan önem kazanmaktadır.
1911 yılınan Eylül sonlarında İtalya’nın Trablusgarb’e saldırmasıyla başlayan Osmanlı topraklarının parçalanma sürec, bu defa 13 Ekim 1912’de Balkan müttefiklerinin Bâbıâli’ye verdikleri bir nota ile yeni bir safhaya giriyordu.17 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ’dan meydana gelen koalisyona karşı harp ilân etti.  Bu esnada Trablusgarp’da karşılaştığı açmazı çözmek için Ege Adaları ve Çanakkale Boğazı üzerine askeri baskıda bulunan İtalya ile anlaşma imzalanarak, bazı tavizler karşılığında Trablusgarp elden çıkarılmış bulunuyordu.
Balkan müttefiklerinin ültimatomu Bâbıâli’ye ulaştığında Osmanlı Devleti, siyasi ve askeri açıdan oldukça hazırlıksız bir durumda bulunuyordu. İstikrarsızlığın, müttefiklere savaşa bir an önce başlamak yolunda cesaret verdiğini de kaydetmek gerekir. Buna rağmen, müttefiklerden gelen tehdidin iç politikada malzeme olarak kullanılmas bir takım menfi sonuçlaar doğurmuştur: O esnada iş baında bulunan Gazi Ahmed Muhtar Paşa Hükümeti’ne karşı tavır almak ihtiyacı içinde olan İttihad ve Terakki Frkası, yüksek tahsil gençliğini de harekete geçirerek hemen harbe girilmesi yolunda telkinde bulunmaya başlamıştı. ... .. Hürriyet ve İtilaf Fırkası da harp taraftarlığında İttihat ve Terakki ile aynı safta görünüyordu. ... ..

... .. hiç bir esaslı zemini olmadığı halde harp arzusunun kamçılanması birçok tenkidlere uğramıştır. (*Süleyman Nazif, İttihatçıların hadiseleri uzaaktan izlemek yerinbe “velveleli nümayişler icra ettirmelerine akıl erdiremediğini yazarak, “Ordunun muhakkak mağlup olacağını bilmiyorlar mıydı? Demektedir.:SüleymanNazif, ıkılam Müesseses.19)

Balkan Harbi Öncesinde Ordunun Durumu

Kara Ordusunun Durumu


*II.Meşrutiyet devri,nde Ordu ve Siyaset & Ahmet Turan Alkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder