Geçmişten
adan hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş
bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
“Târih”i
“tekerrür” diye ta’rîf ediyorlar;
Hiç
ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Mehmed Akif Ersoy
Damat Nuri Paşa- Beşiktaş Sarayı (4 Haziran
Pazargünü, saat 12.40)
Abdülaziz
Han’ın ölüm raporunun yazılması hem uzun sürdü hem de çok münakaşaya sebebiyet
verdi.
Marko
Paşa, “Evet bileklerde bir yaralanma durumu var lakin bunun merhum tarafından
yapıldığını gösteren hiçbir işaret yok, “ deyince, Seraker Avni hırsından
delilere döndü. Ayağını yere vurdu, “Odasında yalnızmış, zaten kim böyle bir
şeye cesaret edebilir ki!” diye bağırdı.
Karakola
daha sonra gelen, Serasker’in emrindeki zabitlerden doktor Ömer de merhumun
cesedini illa elle muayene etmek isteyince, kol ağızlarındaki rütbenin bizzat
Serasker tarafından sökülüp atılamsına ve Ömer’in karakoldan kovulmasına şahit
olan diğer doktorlarda şafak attı.
...
.. Serasker’in başında beklediği merhum padişahın yatırıldığı odaya girdiler,
çıktılar, aralarında fısır fısır müzakere ettiler.
Epey
bir zaman kaybından ve defalarca yazılıp yırtılan raporlardan sonra nihayet
Serasker Avni Paşa’yı tatmin edebilecek şekilde, rapor kaleme alındı....
...
.. , Beşiktaş Sarayı’na döndüm. Sultan Murat Hazretleri yemekte idiler.
Amcasının
vefat haberini vererek başsağlığı dilediğim anda Sultan’ın yüzünden kan
çekildi, sapsarı oldu. Akabinde elindeki çatalı şiddetle duvara doğru
savurarak, “Eyvah! Millet şimdi bunu benden bilecektir, “diye bağırdı. ... ..
sonra da bayıldı.
...
..
Sultan
III. Selim’in çabalarıyla başlatılan asrileşmeyi, II. mahmut Han çok kanlı ve
ısrarlı bir mücadele vererek Vaka-ı Hayriye zaferiyle sürdürmüş, oğlu
Abdülmecid Han ise Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile taçlandırmıştı.Yerine gelen
kardeşi Abdülazizi ise bu fermann getirdiği yeniliklere sahip çıkmıştı.
Velhasıl,
II. Mahmut Han’ın peş peşe tahta geçen iki oğlu, muasır medeniyete yakışır,
adaletli bir idareyi saltanatları süresince devam ettirmişlerdi.
... ..Liyakat ve adaleti bir kere daha
rüşvete, şahsi hırslara kurban etmiş, hünkâr cinayetlerinin çoktan kapanmış
kapısını bugün yeniden aralamıştık!
Ne
yazıktır ki, hiçbirimizde şer karşısında dimdik duracak omurga yoktu! İçinde
debelenip durduğumuz devran, benim de bir halkasını oluşturduğumuz paslı bir
zincirdi, er ya da geç kopmaya mahkumdu!
Vaziyeti
benim gibi görebilenlerin içinde, atiye karşı hep bir korku ve kendimizi
emniyete almanın endişesi vardı.
Bizler...
Osmanlı’nın valide sultanları, kadınefendileri, şehzadeleri, sultanları,
damatları, sadrazamları, seraskerleri, nazırları maziden ders alabilmişsek,
başımıza gelebilecek belalara karşı her daim tedbirli olmak zorundaydık!
Sanırım
işte bu yüzden kurnaz, sinsi ve açgözlüydük hepimiz.
Ve şte
bu yüzden derin huzurlu uykulara bırakamıyorduk gece yastığa koyduğumuz
başlarımızı!
...
..
Yarının
neler getireceği ise mechuldü.
Mithat Paşa – Mithat Paşa’nın Beyazıt’taki
Konağı (15 Haziran 1876, akşam saatleri)
...
.. Niye yaptık derseniz, ne yazık ki elimiz mahkûmdu, Abdülaziz Han,
meşrutiyete direndiğinden, medeni bir idareye kavuşmak için tek çare onu hal
idi.
Osmanlı
Devleti batmıştı, giderek de daha çok batıyordu, su yüzüne ancak bu şekilde
çıkıp nefes alabilirdi.
osmanlı’yı batıran be savaşlar, ne de Abdülaziz’in son yıllardaki hürriyet kısıtlamaları, keyfi cezalar ne de lüzümsuz harcamalarıydı.
osmanlı’yı batıran be savaşlar, ne de Abdülaziz’in son yıllardaki hürriyet kısıtlamaları, keyfi cezalar ne de lüzümsuz harcamalarıydı.
Geçtiğimiz
yıl patlak veren Hersek ayaklanmasının, kısa zamanda Mostar’dan Avusturya
sınırına kadar yayılarak Sırbistan-Karadağ savaşlarına dönüşmesi ve hatta
askeri ve siyasi buhranlar dahi değildi.
Sadrazam
Mahmut Nedim Paşa’nın, borç aldığı ülkelere ilan etmiş olduğu, devletn
borçlanması ve faizlerinin yarısının ödeneceğine ilişkin “Ramazan Kararnamesi”
idi
İki
yüz milyon Osmanölı altını m,ktarındaki bu borcun faizi dahi ödenemediği,
harici ve dahili yeni borçlamma imkânı da kalmadığı için, devlet resmeniflas
etmişti.
Avrupalıların
eli armut toplamıyordu, hepsi bu fırsatı ganimet bildiler.
Önce
Bosna-Hersek ıslahatı ile geldiler üstümüze. Akabinde Bulgaristan’da ayaklanma
başladı.
Bu
tertibi kim hazırladı bilemiyorum, lakin hadise Müslüman-Hıristiyan çatışmasına
doğru meyletti ve önce tahrik edilen Müslümanların Selanik’te iki konsolosu öldürmesiyle meydana
gelen Selanik Vakası, ardından talebelerin ayaklanması... Derken efendim,
Mahmut Nedim Paşa’nın istifası.
Adım
adım üzerimize gelindi, ta ki Avrupa’nın büyük devletleri, Osmanlı devletinin
işlerine müdahale kararı alana kadar.
.....
İntikam
Kaptan-ı Derya Ateş Ahmet Paşa’nın Cibali’deki ve
Mithat Paşa’nın Beyazıt’taki Konaları
KOLAĞASI ÇERKEZ HASAN BEY
(15 Haziran 1876)
... .. sırma saçlı, ela gözlü ablamın tabutunu omuzumda taşıdım.
Henüz yirmili yaşlarını sürüyordu, iki küçük yavrusuna doyamamıştı, hiç hak
etmediği çok büyük acılar yaşamıştı ve bir hafta önce dul kalm ıştı. .... ..
Ona, “Sana acı çektireenlerin cezzasını vereceğim, “dedim! ... ..
.. ..
Onca keyifle tutmuş,onca zahmetle ta
Silivri’ye kadar taşımışız!
“Yusuf Dayı bizim
ellerimizle tuttuğumuz balıkları çöpe attın! Domuz etyi değil ki, balık! Ne
yaptın, Allah aşkına!” diye bağırdı Osman.
“Yapması gerekeni yaptı,” dedi
babaannem. Çatık kaşları, başında beline kadar inen siyah başörtüsüyle ilk defa
kara bir hayalet gibi gözükmüştü, her zaman müşfik olan babaannem bana.
“Neden ama?”
“Babanız gelince anlatır!” dedi.
... .. Bz iki kardeşÇerkezlerin neden Karadeniz’den
çıkan balığı yemediklerini, o gece Yusuf Ağa’dan öğrebdik.
Yusuf Ağa çok daha teferruatlı
anlatmıştı da, benim aklımda kalan, Rus mezaliminden ve soykırımından arta
kalan çerkezlerin Osmalı’ya 1864’teki deniz yoluyla tehciri sırasında yüzlerce
kişinin nasıl denize atıldığı veua
düştüğü, gitmemekte direnenlerin nasıl kurşunlandığı ve çoluk çocuk, kıyıda
nerdeyse bir balık adacığı oluştuğuydu.
“O kadar çok ölü varmış ki denizde,
kıyı şeridi balıktan görünmez olmuş.Tehcirin sürdüğü aylar boyunca Karadeniz’in
balığı, ölü Çerkezlerin etiyle beslenmiş. Şimdi o balıkllar geçer mi bizim
boğazımızdan?” demişti Yusuf Ağa.Bu hikâyeyi dinlediğimiz o geceden sonra,
Osman’la birlikte Karadeniz balığı yiyemediğimiz gibi, üç yüz seneye yayan
Türk-Rus çatışmalarınınteferruatına da balıklama dalmış, öğrendiklerimizin
husumeti altında adeta nefessiz kalmıştık.
Osmanlı’nın on sekizinci asırda
başlayan gerilemesi, Rusların güneye doğru yayılmasını hızlandırmakla kalmamış,
iştahlarını kabartmıştı. Ondan sonrası zaten Rusun mezalim, katliam ve
tecavüzlere, ince teferruatlarla tertiplenmiş zoraki sürgünlerle Çerkezleri
bölgeden atma icraatıydı.
Balık tutalım
derken, acılarla, haksızlıklarla örülmüş tarihimizi ve bu dünyada taşınması en
zor yükün nefret olduğunu öğrenmiştik, biz iki kardeş.
Çok çile çekmiş, mezalim görmüştü
atalarımız.
Dünya, çektiklerimize sağır
kalmıştı.
Çeerkezlere yapılan haksızlığa geç
kalmış isyanımız, yüreklerimizde nefret tortusu biriktirdi. Nefret isyan
duygumuzu, isyan duygusu nefretimizi besliyordu.
Böyle bir fasit dairenin içinde
girdik delikanlılık çağımıza.
İyi de kime isyan edeceksin? Olan olmuş! Çerkezler yurtlarından
sökülüp atılmış. Evleri, tarlaları yakılmış. Kadınlarına tecavüz edilmiş. Zaman
geçmiş, gitmiş! Kime hesap soracaksın? Neye ve kime isyan?
Herhalde, pek çok Çerkez genci gibi ben ve Osman da, verilmemiş
hesaplara, sağır olmuş vicdanlara yüreğimizde birikip dışarı taşamayan
isyanımızla büyüdük.
Bu yüzden kolay değildi Çerkez olmak!
İşte şimdi be, bu yorgun yüreğin yüküyle ezilmekteyim ve babamın
Çerkez ırkının çektiklerini çocuklarına neden nekletmek istemediğini, ilk defa
ona hak vererek anlıyorum. Zira isyan duyguları içimizdeki kıvılcımı közlüyor,
önceleri sinsi sinsi yanmaya başlayan ateş, zaman içinde yangına dönüşüyormuş meğer!
... ..
İçimdeki yangın söndürmeden, rahat
yok bana!
... .. “Hişşt! Sus! Yerin kulağı
var, oğlum, söyleme böyle şeyler... Bak başın belaya girer sonra. Askersin sen,
dikkatli ol Hasan’ım.”
Başım zaten belada hala. Avni melunu
benim tayinimi acilen Bağdat’a çıkartmadı mı? Pek çok kişiye yaptığı gibi, beni
oralarda zehirletecektir. Sultanın ölüm raporunu,cesedi incelemeden imzalamayı
reddeden Ömer binbaşının dahi rütbelerini üniformasından elleriyle söküp, aynı
gün onu Trablugarp’a tayin eden kişi, tattan indirip sonra da öldürttüğü
padişahın kayınbiraderini mi rahat bırakjacak? Hala, bitti benim askerlipğim”
... ..
Hükümet toplantısı... Mithat Paşa,
Kayserili Ahmet Paşa, Avni melununun o içten pazarlıklı tilki sadrazam Rüştü
Paşa da mutlaka oradaydı.
Mahşerin dört atlısından
dördüncüsünü, o sesinden başka her tarafı çirkin , halkı Şerullah adını taktığı
Şehülislam Hayrullah’ı da çağırmışlar mıydı acaba?
Eğer oo da davetli isiyse bu akşam,
Sulatan Aziz’i tahtından ve hayatından eden dörtlüyü, ilahi cezayı beklemeden önce
ben cezalandıracaktım. Bu dünyadaki hesapları görülsün tarafımdan, ötesini
Allah’ıma havale ediyordum.
... ..
Kapıyı sol eelimle usulca açarken,
sağ eleimle pantolonumun kemerine soktuğum tabancamı çıkarttım, içeri
girince kapıyı ayağımla itip kapatırken,
koskocaman masanın etrafında oturanlara zatlara göz attım. Paşalardan biri
ayakta açık pencerenin önünde duruyordu. Raşit Paşa, yanında eski serasker Rıza
paşa’yla sırtı bana dönük kapıya yakın oturuyorlardı.Rıza Paşa’nın yanında Mithat
Paşa vardı ki, henüz hiçbiri beni fark etmemişti.
Beni asıl avım nerede?
Nerede o
melun?
Hah! Buldum
işte, masanın tam orta yerinde, elbette kendisinden bekleneceği gibi, baş
köşeye kurulmuş. Ben ieçeri gireli bir kaç saniye olmuştu ancak, bir hamlede
karşısına geçtim, altıpatlar Amerikan malı revolverimin kurşunu vınladığı anda,
“”DAVRANMAYI, DAVRANMA SERASKER!” diye bağıdım.
... .. ilk kurşunum hedefini buldu.
Hemen bir
kurşun daha attım. Serasker Avni ilk kurşunu göğsüne, ikinciyi karnına yedi
lakin lmedi! Can ahvliyle kapıya koştu, sofaya kaçtı.
... ..
Ablam için sapladım, bilekerş kesilerek öldürülen Hünkâr eniştem
için sapladım,anasız babasız kalan yeğenlerim için sapladım, balıklara yem olan
Çerkezlerin intikamı için sapladım, Rusların tecavüzüne uğrayan Çerkez kadınları
için... ..
Irk
ve din kapışması
Aksaray’dan
kar geliyor / Ben sandım ki yar geliyor
Çıktım
baktım pencereye / Çerkez Hasan can
veriyor
Beyazıt’ın
meydan yeri/ Hanımların seyran yeri
ÇerkezHasan’ı
astılar / Sol yanıpnda ferman yeri
*Her Yerde Kan Var & Ayşe Kulin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder