Zihin
dünyamızı bir bütün kılan, belleğimizdir. Bizi biz yapan öğrendiklerimiz ve
hatırladıklarımızdır. Beyin anıları nasıl yaratır? Nobel ödüllü bilimci Eric R.
Kandel Beleğin Peşinde’de, zihin
biliminin tarihi ile belleği anlama konusundaki merakın öyküsünü
derinleştiriyor. Bilişsel psikolojiyi , sinirbilimi ve moleküler biyolojiyi bir
araya getiren zihin bilimi, farklı ülkelerden bilmcilerin sordukları sorular ve
attıkları adımlarla şekillenmiş yeni ve güçlü bir bilim dalı.
Beleğin
beyindeki nöçronların nasıl işlediğini ortaya koyarak zihin bilim alanında
çığır açan Kandel, çalışmalarına ilham veren incelemelerinide anlatısına
katarak, 20.yüzyılın zihin araştırmalarının geniş bir özetini sunuyor.
Kişisel Bellek ve Depolamanın Biyolojisi
Soykırım
sonrası Yahudiliğin ana konularından biri “Ala Unutma” oldu; gelecek nesiller,
Yahudi düşmanlığına , ırkçılığa, nefrete karşı ihtiyatlı olmaları için böyle
tembihlenir; çünkü Nazilerin gaddarlıklarını bu zihniyetler mümkün
kılmıştı.Bilimsel çalışmalarım, bu sloganın biyolojik temelini inceliyor;
Hatırlamamızı sağlayan beyin süreçlerini araştırıyorum. ... ..
...
..1980’lerde beyin görüntüleme teknikleri, bilişsel sinirbilimiiçin adeta
ddoping etkisi yarattı; bu teknoloji sayesinde beyin bilimcileri, insan beyninin
içine girip, üst düzey zihinsel işlevlerle meşgul olan insanların beynindki
farklı bölgelerin faaliyetlerini izleme hayallerini hayata geçirebilmişti:
görsel imge algılamak, kafa yormak, istemli bir eyleme başlamak gibiişlevler.
Beyin görüntğüleme, sinir sistemi faaaliyetlerinin belirtilerini ölçer:
pozitron emisyon tomografisi (PET) beynin enerji tüketiminiçlçerken,
fonksiyonel menyetik rezonanas görüntüleme tekniği (fMRI) beynin oksijen
kullanmını yansıtır. 1080’lerin ilk yarısında bilişsel sinirbilim bünyesine moleküler biyolojiyi kattı;
böylece düşünmek, hissetmek, örenmek, hatırlamak gibi zihinsel süreçleri
incelememizi mümkün kılan yeni zihin
bilimi doğdu: bilişsel yetilerin moleküler biyolojisi.
Viyana’da Geçen Çocukluk
...
..1938’de çok sayıda avukat, hâkimve hekim, Yahudi komşularını yağmalayarak
yaşam çıtalarını yükseltmişti. Günümüzde pey çok Avusturyalının başarısı,
altmış yıl önce çalınan paralara ve mülklere dayanır. ... ..
Öte
yandan, ırkçı Yahudi düşmanlığının kökünün, Yhudilerin öteki ırklardan genetik
bakımdan farklı bir ırk olduğu inancına dayandığı sanılıyor. Bu görüş, Tanrı’nın
Katli Öğretisi’nden türemiştir; Roma Katolik Kilisesi, söz konusu öğretiyi uzun
süre vaaz etmiştir. Yahudilerle ilgili çalışmalar yapan Katolik tarihçiisi
Frederick Schweitzer’in ileri sürdüğü üzere, bu öğreti yüzünden, İsa Mesih’i
Yahudilerin öldürdüğü inancı doğmuştur. Katolik Klisesi ise, yakın geçmişe
kadar bu görüşü yalanalamamıştı. Schweitzer’e göre bu öğreti, Tanrı’yı katleden
Yahudi failler insanlıktan yoksun öyle bir ırktr ki genetik bakımdan farklı,
bir nevi altinsan olmaları gerekir, der. Dolayısıyla bunları, hiç vicdan azabı
duymadan öbür ırklardan uzaklaştırmak mümkündür. Irkçı Yahudi düşmanlığına,
1400’lerin İspanyl Engizisyonunda rastlıyoruz; 1870’lerde Avusturya’nın ( ve
Almanya’nın) kimi aydınları da bu görüşü benimsemiştir. ... ...
...
.. Yahudi meselesinin tek çözümü, Yahudileri kovmek ya da yok etmekti..
Amerikan Eğitimi
...
..bir zihin biliminin
kurulması için gerekli bilgi birikiminin sistemli bir şekilde geliştirilmesini ne
bilgiye dayalı iç gözlem ne de yaratıcı içgörüler sağlar. Bu bilimin kurulması
içgörülerden fazlasnı gerektirir, deney yapılması şarttır. Dolayısıyla,i
astronomide, fizikte, kimyada deneysel bilimin elde ettiği çarpıcı başarılar
sayesindedir ki, zihin araştırmacıları, davranışları incelemek içindeneysel
yöntemler tasarlama yoluna girmiştir.
Bu
rayış, insan davranışlarının, hayvan atalarımızın repertuvarında evrimleştiğini
söyleyen Charles Darwin’in görüşüyle
başladı. Bu görüş, insan davranışlarını incelemek için deney hayvanlarının
kullanılabileceği görüşüyle başladı. Rus fizyolog İvan Pavlov ve Amerikalı
psikolog Edward Thorndike, önce Aristotales’in açıkladığı, sonra John Locke’un geliştirdiği, çeşitli fikirleri
bağdaştırarak öğrendiğimizi söyleyen felsefe kavramının bir uzantısını
hayvanlarda sınadılar. Pavlov, klasik koşullanmayı
keşfetmiştir; bu öğrenme biçiminde hayvana iki uyarıcıyı bağdaştırması
öğteretilir. Thorndike,
araçsal koşullanmayı keşfetmiştir; bu öğrenme biçiminde hayvana bir
davranış tepkisini, o tepkinin sonuçlarıyla bağdaştırması öğretilir. Bu iki
öğrenme süreci, sadece basit hayvanlarda değil, insanlarda da öğrenmenin ve belleğin bilimsel bir
şekilde araştırılmasının altyapısını
kurdu. Fikirlerin bağdaştırılmasından bahseden Aristotales ve Locke
düşüncesinin yerini, iki uyarıcının ya da bir uyarıcı ile bir tepkinin
gerçekleştiğini gösteren deneysel olgular almıştı. ... ..
...
..
Thorndike’ın
ve Pavlov’un keşiflerinin psikoloji üzerindeki etkisi muazzam oldu; bu keşifler
ilk deneysel öğrenme ekolü olan davranışçılığı doğurdu. Davranışçılık,
davranışların, doğal bilimler benzeri somut yaklaşımlarla incelenebileceğini
savunuyordu. ... ..
...
..
Psikanaliz,
sadece güdünün ve biliçdışı ile ilgili belleğin usçu ve mantık dışı
özelliklerini değil, aynı zamanda bilişsel gelişimin, yani algı ve düşünce
gelişiminin düzenli doğasını da ele alan üsütün bir görüş ortaya çıkarmıştı.
Hücrelere Tek Tek Bakmak
...
..
...
.. Geriye dönüp bakıyorum ve hücreden meydana geldiğini düşününce,
bilimcilerin, beyindeki hücreleri tek tek inceleyerek son elli yılda zihin
etkinlikleri hakkında ne kadar çok şey öğrendiğini görmek bana olağanüstü
geliyor.
...
..
Cajal,
1890’larda gözlemlerini toparladı ve nöron
öğretisini meydana getiren dört
ilkeyi biçimlendirdi... ..
İlk ilke,
nöronun beyinde temel yapısal ve
işlevsel unsur olduğunu söyler. Yani, beynin hem temel yapıtaşıdır hem de asıl
sinyal birimidir. Dahası Cajal, bu sinyalleşme sürecinde aksonların ve dendritlerin oldukça farklı roller oynadığı çıkarımını
yapmıştı. Nöron, başka sinir hücrelerinden
sinyal almak için dendritlerini,
başka hücerlere sinyal göndermek için kullanır.
İkincisi
Cajal, nöron aksonlarında terminallerin, başka nöronların dendritleriyle ancak
bu iş için uzmanlaşmış bölgelerde iletişim kurduğu çıkarımını yapmıştı; Sherrington
bu bölgeleri sinaps diye
adlandıracaktı. ... ..
Üçüncüsü,
Cajal bağlanma özgüllüğü ilkesini çıkarsamştı; bu ilke, bağlantı kurarken
nöronların ayrım güttüğünü söyler: ... ..
...
.. dördüncü ilkesi
olan dinamik kutuplaşma ilkesine ulaştı. Bu ilkeye göre, bir sinir devresindeki
sinyaller ancak tek doğrultuda ilerler. Bilgi, hücrenin dentrilerinden hücre
gövdesine geçer, akson boyunca ilerleyipsnaps önü terminellereulaşır, sonra
sinaps yarığını aşıp sıradakihücrenin dentrilerine varır ve bu şekilde devam
eder. ...
Sinir Hücresi Dile Geliyor
...
bu sinyal iletişimi neye benziyor ve bilgiyi nasıl şifreliyor? Biyolojik bir
doku, nasıl elektrik sinyali üretebilir? Özellikle sinyal akımını ne taşıyor?
...
.. Dolayısıyla, görsel bilgi işitsel bilgiden farklıdır, zira farklı patikaları
harekete geçirir. ... ..
Metal
iletkenlerin aksine bu sıvı, akımı taşıyacak serbest elektronlar içermez; bunu
yerine, iyon bakımından zengindir, yani sodyum, potasyum ve klorit gibi
elektirk yüklü atomlar bu sıvıda bol bol mevcuttur. ... ..
...
..Hodgking ile Huxley, ilk büyük içgörülerine 1939’da ulaştılar.; mürekkep
balığının dev aksonunda aksiyon potansiyelinin nasıl üretildiğini incelemek
için İngiltere, Plymouth’taki deniz
biyolojisi merkezine gitmişlerdi. Britanyalı sinir anatomicisi J. Z.
Young, denizin en hızlı yüzücülerinden
mürekkep balığının, çapı en az bir milimetreolan devasa aksonunu
keşfetmişti; bu aksonun eni, insan bedenindeki çoğu aksonun eninden bin kat geniştir.
Neredeyse ince bir spagetti çubuğu kadar kalındır ve çıplak gözle görülebilir. Karşılaştırmalı
biyoloji uzmanı olan Young, hayvanların, kendi çevre şartlarındahayatta
kalmalarını sağlayacak uzmanlaşmış yapılar evrimleştirdiğini
biliyordu ve mürekkep balığının, kendisine yırtıcılardan hızla kaçma imkânı
tanıyan uzmanlaşmış aksonunun , biyologlar için birv talih kuşu olabileceğini
fark etmişti.
Hodking
ve Huxley, mürekkep balığının dev aksonu
sayesinde, sinir sistemi bilimcilerinin rüyası olan, hücrenin hem dışından hem
de içinden aksiyon potansiyeli kaydetme işini başarıp aksiyon potansiyelinin nasıl yaratıldığını açıklığa kavuşturabileceklerini sezmekte
gecikmediler. Bu akson çok büyük olduğu için, elektrotlardan birini hücre plazması
içine tutturup, öteki elektrotu dışarıda bırakabilirlerdi. Yaptıkları kayıtlar
sayesinde, Bernstein durağan zar
potansiyelinin -70 milivolt olduğu ve bu potasiyelin, potasyumiyon
kanallarından geçmesiyle oluştuğu çıkarımını doğruladılar. Ancak, aksiyon
potansiyeli üretmek için, aksonu elektrikle tetiklediklerinde, aksiyon
potansiyeelinin genişliğini Bernstein’ın 70 miilivolt tahmininin aksine 110
milivolt olduğunu hayretle gördüler. Aksiyon potansiyel, hücre zarının elektrik
potansiyelin, durağan haldeki -70 milivolttan, tepe noktasına +40 milivolta
yükseltmişti, Şaşkınlık
uyandıran bu farkın, muazzam bir manası vardı. Aksiyon potansiyeli, tüm iyonlar için hücre
zarının geçirgenliğinde genel bir bozulmayı temsil eder diyen Bernstein hipotezi yanlış olmalıydı. Bunu yerine hücre
zarı, aksiyon potansiyeli sırasında hâlâ seçici bir geçirgenliğe sahip olmalı,
bazı iyonları geçirirkenbazılarını bırakmamalıydı.
Bu, sıradışı bir içgörüydü. Aksiyon
potansiyeli; duyular, düşünceler, duygular ve bellek hakkında beynin bir
bölgesinden başka bölgesine bilgi
aktarmanın kilit sinyali olduğu için , aksiyon potansiyelinin nasıl üretildiği meselesi, tüm beyin
bilimindeki en ivedi soru haline helmişti. Hodgkin ve Huxley bu mesele hakkında
derin derin düşündüler, fakat fikirlerini sınayamadan araya İkinci Dünya Savaşı girdi ve ikisi de
askere çağrıldılar.
Bu
iki adam, 1945’e dek aksiyon potansiyeli araştırmalarına geri dönemedi.
University Collage London’dan Bernard Kaltz’la kısa süreliğine çalışan Hodgkin
(o esnada evlilik hazırlıklarıyla meşguldü) , aksiyon potansiyelinin yükselip nihai tepe noktasına
ulaşmasının , hücre dışı sıvıdaki sodyum miktarına bağlı olduğunu keşfetti.
Aksiyon potansiyelinin düşüşü ise, potasyum derişiminden etkileniyordu. Bu
buluş, hücredeki kimi iyon kanallarının sodyum geçirgenliğine sahip olduğunu,
bu kanalın sadece aksiyon potansiyelinin yükselmesiyle açıldığını, oysa sırf
aksiyon potansiyeli düşerken başka aksiyon kanallarının da olduğunu
gösteriyordu.
Bu
fikri dolambaçsız bir şekilde sınamak için Hodgkin, Huxley ve Katz, mürekkep
balığının dev aksonuna voltaj kıskacı tekniğini uyguladılar; bu teknik hücre
zarındaki iyon akımlarını ölçmek için yeni geliştirilmişti. Yine Bernstein’ın
bir buluşunu doğruladılar. Durağan zar potansiyelinin , hücre zarının iki
tarafında potasyum iyonlarının eşitsiz dağılımıyla oluştuğunu gösterdiler. Dahası,
eski buluşlarını d doğruladılar.; hücre zarı yeterli oranda harekete
geçirildiğinde, sodyum iyonlarının hücre içine saniyenin binde biri kadar
sürede girdiğin, hücre içi voltajı -70 milivolttan +40 milivolta çıkardığını ve
aksiyon potansiyeli doğurduğunu
görmüşlerdi. İçeriye giren sodyum miktarının artışının heme ardından dışarıya
çıkan potasyum miktarı muazzam yükseliyordu; böylece aksiyon potansiyeli düşer
ve hücre içi voltaj başlangıç değerine döner.
Hücre
zarı,
sodyum ve potasyum iyonları için geçirgenliğindeki değişiklikleri nasıl
düzenliyor? Hodking ve Huxle, daha önce hayal bile edilememişbir iyon kanalı
türünün var olduğunu ileri sürdüler; açılır kapanır menteşeli “kapıları”1 ya da “geçitleri” olan kanallar. Aksiyon
potansiyeli akson boyunca ilerlerken, sodyum ve potasyum kanalları kapılarının
birbiri ardına hızlıca açılıp kapandığını söylediler. Aynı zamanda Hodgkin ve Huxley, kapıların açılıp kapanması çok
hızlı gerçekleştiği için, bu kapı düzeneğinin, hücre zarı üzerindeki voltaj
farkıyla düzenlenmesi gerektiğini de fark etmişlerdi. Dolayısıyla bu sodyum ve
potasyum kanallarını “voltaj kaplı
kanallar” diye nitelediler.Bunun aksine, Berndtein’ın keşfettiği, durağan
zar potansiyelinden sorumlu olan potasyum kanallarını, “kapısız potasyum kanalları” diye nitelediler; çünkü bunların kapısı
yoktur ve hücre zarı üzerindeki vltajdan etkilenmezler.
Sinir
hücresi durağan haldeyken, voltaj kapılı kanallar kapalıdır. Bu uyarıcı
hücrenin durağan zaer potansiyelini yeterince düşürdüğü zaman, diyelim k,-70
milivolttan -55 milivolta çektiğinde, voltaj kapılı sodyum kanalları açılır ve
sodyum iyonları hücrenin içinde hücum eder; böylece artı yükte kısa bir artış gerçekleşir
ve zar potansiyeli -70 milivolttan +40 milivolta çıkar. Zar potansiyelindeki
aynı değişikliğe tepki olarak, sodyum kanalları az sonra kapanır ve voltaj
kapılı potasyum kanalları kısa süreliğine açılır; böylece artı yüklü potasyum
iyonlarının hücre dışına akışı kuvvetlenir ve hücre çabucak durağan haldeki -70
milivolta döner.
Her
aksiyon potansiyeli nihayetinde, hücrenin ideal şartlarına kıyasla hücre içinde
daha fazla sodyum, dışında ise daha fazla potasyum birikmesine yol açar..
Hodgkin, bu dengesizliğin
bir protein tarafından giderildiğini buldu. ... ..
...
..
Hodgkin
ve Huxley, günümüzde iyon hipotezi olarak bilinen çalışmalarından ötürü 1963
yılında Fizyoloji-Tıp Nobel ödülüğnü paylaştılar. Daha sonra Hodgkin aslında
ödülü mürekkep balığına vermek
gerektiğini; çünkü dev aksonu sayesinde
bu deneyleri mümkün kıldığını söyledi. ... ..
Beyin
bilimi alanında moleküler biyoloji teknikleri uygulandığında, voltaj kapılı
sodyum ve potasyum kanallarının aslında protein
olduğu gün ışığına çıktı. Bu proteinler hücre zarını enlemesine kaplar, sıvı dolu bir geçit, yani
bir iyon gözeneği içeririler ve iyonlar buradan geçer. İyon kanalları, salt
nöronlarda değil, bedenin her hücresinde mevcuttur. ... ..
...
.. Sinir hücrelerinin, tüm hücreler için ortak olan fizik ilkeleri bağlamında
anlaşılabileceğine dair son kanıtı sunmuştur. En önemlisi, iyon hipotezi, sinir
hücresi sinyal mekanizmalarının, molekül düzeyinde araştırılması için sahneyi hazır hale getirmiştir.... ..
2003
yılında, iyon hipotezininortaya konulmasından elli bir sene sonra, Rockefeller
Üniversitesi’nden Roderick MacKinnon, iki iyon kanalının, yani kapısız potasyum
kanalının proteinlerini meydana getiren
atomların ilk üç boyutlu resmini elde ettiği için Nobel Ödülü’ne layık
görüldü. MacKinnon’unbu iki proteine dair son derece özgün yapısal
çözümlemesiyle açıpğa çıkarılan özellikleri Hodgkin ve Huxley tarafından
inanlımaz bir ileri görüşlülükle tahmin edilmişti. ... ..
...
.. iyon kanalı proteinlerini şifreleyen genlerdeki utasyonlarınhastalıklara yol
açması hiç şaşırtıcı değil. 1990’da insanlardaki genetik hastalıklardan sorumlu
olan molekül kusurlarını nispeten kolaylıkla belirlemek mümkün oldu. Kısa süre
içinde, kas ve beyin dokularında görülen nörolojik hastalıkların zeminini
oluşturan kimi iyon kanalı kuruları peşi sıra teşhis edildi. ... ..
... ..
Sinir Hücrelerinin Sohbeti
Harry
Grundfest’in labaratuvarına 1955’te girdim; nöronların birbirleriyle nasıl
iletişim kurduğu konusundaki biyik ihtilaf sona ermişti. Hodking ile Huxley’in
çığır açan çalışmaları, nöronlar içinde elektrik sinyallerinin nasıl
yaratıldığıyla ilgili uzun soluklu gizemi çözmüştü; fakat nöronlar arasında
sinyalleşme nasıl gerçekleşiyordu? Bir nöron’un, ardındaki nöronla “konuşması”
için, sinapsın öte tarafına, hücreler arasındaki boşluğu aşacak bir sinyal
göndermesi gerekiyordu. Bu,
nasıl bir sinyal olabilirdi?
1950’lerin
ilk yarısında fikirleri çürütülene kadar, Grundfest ve önde gelen kimi sinir
fizyologları, ikihücre arasındaki boşluğu aşan sinyalin elektriksel olduğuna, sinaps önü nöronda üretilmiş elektrik
akımının sinaps arkası nörona geçmesiyle bu sinyalin ortaya çıktığına yürekten
inanıyorlardı. 1920’lerin ikinci yarısından itibaren, belirli sinir hücreleri
arasındaki sinyalin, doğası bakımından kimyasal olabileceğine yönelik bulgular
gelmeye başlamıştı. ... ..
...
..
Popper
anlatılanlardan adeta büyülenmiş; fakat Eccles’a umutsuzluğa kapılmak içim bir sebep olmadığı yönünde güven vermiş.
Bilakis, neşelenmesi gerektiği konusunda
ısrarcıymış. Kimse Eccles’ın araştırma bulgularına karşı çıkmıyormuş ki, karşı
çıktıkları şey onu kuramı, araştırma
bulgularına getirdiği yorummuş. Eccles’ın nitelikli bilim yaptığını söylemiş.
Ancak muhalif varsayımlar çarpıştığında gerçekler açığa çıkar
ve gerçeklere dair yorumlar odak noktasına oturtulur; odaklanılan fikirler çarpıştığında
gerçekler açığa çıkar ve gerçeklere dairrakip yorumlar odak noktasına oturtulu;
odaklanılan fikirler çarpıştığında ise, bunlardan birinin yanlış olduğu
anlaşılır, demiş.
Popper, bir yorumun yanlış tarafında olmanın önemli olmadığınıeklemiş: Bir
bilimsel yönetimin en büyük gücü, bir vasayımı çürütme yetisidir. Bilim, sonsuz ve gitgide incelik
kazanan bir varsayım ve çürütülme döngüsüyle ilerler.Bir bilimci, doğa hakkında
yeni bir fikir ileri sğrer ve bi başkası, bu görüşü destekleyen ya daçürüten
gözlemler bulmak için çalışır. ... ..
...
..
Beynin
işleyişinin , yani sadece algılamanın değil, düşünmenin, öğrenmenin ve bilgi
depolamanın, elektirksel sinyaller kadar kimyasal sinyallerle de gerçekleştirildiğinin anlaşılması
Elektriksel sinyalden kimyasal sinyale geçiş ve geriye dönş.
BernardKatz aksiyon potansiyeli sinaps önü teminale girdiği zaman, kalsiyum
kanalllarının açılmasını sağladığını ve kalsiyumiyonlarının hücre içine hızla
dolduğunu keşfetmişti. Bu da sinaps yarığına nörotransmitter salgılanmasına yol
açar. Nörotranmitler, sinaps arkası
hücrenin yüzeyindeki reseptörlere bağlanır ve kimyasal sinyaller, yine
elektirksek sinyallere çevrilir.
anotomicilerden elektro
fizyologlara, biyokimyacılara varana kadar bilimciler için beyin biliminin
cazibeini artırdı. Buna ilaveten, biyokimya, biyolojinin
evrensel dili olduğu için , sinaps iletimi, biyoloji camiasının
dikkatini çekti; benim gibi davranış ve zihin araştırmacılarından behsetmeye
gerek bile yok.
Bütün
dünyada İngiltere’nin, Avustralya’nın Yeni Zelenda’nın ve Amerika Birleşik
Devletleri’nin kapılarını Avusturya’dan ve Almanya ‘dan kovulan Loewi,
Feldberg, Kuffler ve Katz gibi olağanüstü akademisyenlere açması, beyin bilimi
için çok talihli olmuştur. Sigmund Freud
hakkında anlatılan bir öyküyü anımsıyorum: İngiltere’ye geldiğinde, Londra’nın
dış mahallerinde yaşayacağı güzel evi ona göstermişler. Göçe mecbur kalıp
karşılaştığı huzuru ve medeniyeti görünce, tipik Viyanalı alaycılığıyla şu
sözleri fısıldamış: “Heil Hitler!”
Basit ve Karmaşık Sinir Hücresi Sistemleri
Farklı Bellek Türleri, Farklı Beyin Bölgeleri
Bellek Araştırmaları İçin İdeal Bir Sistem
Aramak
Öğrenme Ediminin Sinirsel Analoglar
Sinaps Bağlantılarını Güçlendirmek
Sinir Biyolojisi ve Davranış Merkezi
Basit Bir Davranış Bile Öğrenmeyle Değişebilir
Sinapslar Deneyimle Değişir
Bireyliğin Biyolojik Temeli
Moleküller ve Kısa Süreli Bellek
Uzun Süreli Bellek
Bellek Genleri
Genler ve Sinapslar Arasındaki Diyalog
*Belleğin Peşinde yeni bir zihin biliminin doğuşu & Eric R. Kandel
https://eksisozluk.com/bellegin-pesinde--5177738
YanıtlaSileric kandel'in in search of memory isimli kitabının türkçesi. yeni bir zihin bilimin doğuşu alt başlığı ile mehmet doğan tarafından türkçeleştirilip, boğaziçi üniversitesi yayınevi tarafından yayınlandı. darısı principles of neural science'ın başına diyelim
Silbeni adeta sinirbilimin peşinden sürüklenmeye iten kitap. sade üslubu ve kolay terminolojisiyle alana girmek isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir eser.
Silsadece çalışmalarından değil aynı zamanda bir yahudi olarak 2.dünya savaşında kendisinin ve ailesinin başından geçenleri de çok güzel bir anlatımla ve görsellerle de zenginleştirerek ele almış. içinde bilim de var sanat da...
Tıp ve biyoloji ile ilgilenenlerin + bilimsel gelişmelerin ne kadar emek yoğun olduğunu anlam isteyenlerin okuması gereken bir eser...
YanıtlaSilçevirisi çok güzel olan dolu dolu bir kitap. kitabın bir bölümü tabiri caizse ''the history of neuroscience'' şeklinde, diğer bölümü ise bellek ile alakalı sinir hücresi biyolojisi. tabii burada sadece bizlere ansiklopedik anlatım sunulmuyor, adeta kendi aplysiası üzerinde çalışırken bizleri de o laba ışınlıyor bir şekilde. kandel'in mükemmel bir üslubu var. ayrıca görsel zekası sivrilmiş insanlara özel olarak kitaptaki görseller de olayları şahane bir şekilde basitleştirerek, özet bir anlatım sunuyor. temel bir biyoloji, sinirbilim alt yapısı olan okuyucuların rahatlıkla, sıkılmadan anlayabileceği berraklıkta yazılmış. kandel hala hayatta iken bir an önce kitabı alıp okumaya bakın (malum, yazar ölünce baskı bitiyor; tekrar basılması bazen da sıkıntı olabiliyor) bölüm hocalarımdan bir tanesi en son gördüğünde pek de iyi görünmüyormuş.
YanıtlaSil