16 Şubat 2020 Pazar

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat*


... Bayan Henriette’in yalnız değil, tahmin edileceği gibi genç Fransızla kaçmış olduğu haberini herkes hızla öğrendi. (böylece çok kişinin Fransız gence beslediği sempati süratle azalmaya başladı). Oysa bu küçük Madam Bovary’nin, zengin ve taşralı kocasına şık vegenç bir yakışıklıyı yeğlemesi ilk anda anlaşılır bir şeydi. Ama oteldekiherkesi bu kadar kızdıran mesele şuydu ki, ne fabrikatör kızları ne de Bayan Henriette bu Lovelace’ı (*Samule Richardson’ın Clarissa adlıromanındaki karakterlerden Clarissa Harlow’u baştan çıkaran Lovelace) önceden tanıyordu; yani terastaki o iki saatlik akşam sohbeti, bahçedeki bir saatlik sade kahve içme seansı, kocasını ve iki çocuğunu aniden terk etmesine ve hiç tanımaduğı stil sahibi genç bir adamın öylesine paşina takılmasına yetmişti. Dışarıdan bakılınca gayet açık olan bu olayı, birlikte yemek yediğimiz kişiler, âşık çiftin hain bir aldaması, kurnaz bir manevrası olarak değerlendirip topluca onaylamadıklarını ifade ettiler: Doğal olarakBayan Henriette’nin geenç adamla uzun zamana dayalı gizli bir ilişkisi olduğunbu, kadın avcısınınburaya sırf kaçışın son ayrıntılarını belirlemek için geldiğini söylediler, zira –vardıkları sonuca göre- sadece iki saatlik tanışmanın ardından saygın bir kadının hemenilk ıslığın peşine takılması tamamen olanaksızmış. Oysa olaya farklıbir açıdan bakmak benim için daha eğlenceliydi, böyle bir şey mümkün değil diye ısrarla savunmaya geçtim, hatta yıllar yılıhayal kırıklığına yol açmış can sıkıcı bir evlilik yüzünden bir kadınınaşırı her maceraya atılmak için içsel olarak hazır olma olasılığından da söz ettim. Benim bu beklenmeyen karşı çıkışımlaherkes tartışmaya katıldı, gerek Alman gerekse İtalyan çiftin cup de foure(*Yıldırım aşkı) gerçeğini hem aptallık hem de saçma sapan bir roman fantezisi olarak doğrudan gönül kırıcı bir aşağılamayla reddetmeleriyle, tartışma iyiden iyiye alevlendi.
... ..
“Eğer doğru anladıysam, siz, Bayan Henriiette’in bir kadının, masumca ani bir serüvene itilebileceğini, böyle bir kadının bir saat önce imkân ve ihtimal vermediği olayları eyleme dökebileceğini, bu oalylar nedeniyle asla suçlanmaması gerektiğini düşünüyorsunuz, değilmi?
“Kesinlikle böyle düşünüyorum hanımefendi.”
“O zaman her etik yargı tamamen anlamsız, her etik kuralın da hiçe sayılmasının bir mazereti var demek ki.
Gerçekten Fransızların dediği gibi crime passionnel (*tutku suçu) suç değildir diyorsanız, devlet hukuku niçin var? ... ..
... ..
“Henüz aşkına  değer olup olmadığını hiç bilemeyeceği herhangi bir adamın peşine takılmak için kocası ve iki çocuğunu terk eden bir kadını küçük görmüyor musunuz, kötü bulmuyor musunuz? Artık çok genç sayılmayan ve çocukları için onuruna sahip çıkması gereken bir kadının bu kadar düşüncesizce ve akılsız davranışını gerçekten bağışlayabilir misiniz?”
... ..
... .. Nihayetinde bu dalgınlığa bizzat kendisi son verdi, zira aniden beliren suskunluğu sonunda beklenmedik şekilde elini bana uzattı:
“Aslında size söylemek istediklerimi açıkca konuşamadığımı görğüyorum. En iyisi size mektup yazayım,” dedikten sonra onda görmeye alışkın olduğumdan daha hızlı adımlarla otele doğru yürüdü.
Gerçekten de akşamüzeri, yemekten hemen önce odamda bir mektup buldum, ... ...
... ..
... ..yanıt vermem çok kolay olmadı...
“Bana bu kadar güven duymanızbenim için bir onur, eğer istediğiniz buysa, dürüstçe yanıt vereceğime dair size söz veriyorum. Sizin içinizden geldiği kadarından fazlasını bana anlatmanızı elbette sizden isteyemem. Ancak ne anlatacaksanız, hem kendinize hem bana tamamen gerçeği anlatmalısınız. Lütfen bana duyduğunuz güveni özel bir onur olarak algıladığıma inanınız.”
“Size tümüyle hak veriyorum: Değerli olan her zaman gerçeğin yarısı değil, tamamıdır. ... ..
... ..Akşam sözleştiğimiz saatte kapısını çaldım.... .. Bu hareketlerin her birine içten içe hazırlanmış olduğunu hissettim, ama arkasından bir sessizlik oldu.aldığı zor kararın sessizliği gittikçe uzadı, ancak o an güçlü bir iradenin büyük bir dirençle mücadele ettiğini hissedince, bu sessizliği konuşarak kesintiye uğratmaya kalkışmadım.... ..
... .. hızla toparlanıp konuşmaya başladı:
“... .. size, bir yabancıya, bütün her şeyi anlatacak olmama şimdilik belki bir anlam veremeyeceksiniz, ama başımdan geçen olayı düşünmeden geçirdiğim tek bir gün, tek bir saat bile yok, yaşlı bir kadın olarak bana inanın
 Kartlanılmaz bir şey bu; insanın yaşadığı müddetçe hayatındaki tek bir olaya, tek bir güne kilitlenip kalması. Çünkü size anlatmak istediğim her şeyi altmış yedi yıllık hayatımın sadece yirmi dört saatlik bir zaman dilimini kapsıyor; aklımı oynatmak pahasın, kedime defalarca telkinde bulundum, insan bir kez olsun, bir an olsun aptalca davransa ne olur sanki diye; ama fazlasıyla belirsiz bir sözcük olan vicdan denen şeyden kaçamıyorsunuz, sizin Henriette olayıyla ilgili olarak çok tarafsız konuşmanuz dinlediğimde, birine olsun yaşamımın o gününü özgürce anlatmaya karar verebilirsem, belki bu anlamsız geçmişi düşünme ve sürekli kendimi suçlama durumumun sonu gelir diye düşündüm.... ..
... .. masamdaki o insanın bir hırsız olmasına kızmam gerektiği düşüncesine bir an olsun kapılmadım. Dün birisi bana, çevresşnde çok sıkı geleneksel değerler arayanbenim gibi kusursuz bir yaşam sürmüş bir kadına, neredeyse oğlım yaşınd, inci küpe çalmış, hiç tanımadığım genç bir insanla bu denli samimi bir şekilde oturacağıma dair en ufak bir imada bulunulmuş olsa, o insanın aklını kaçırdığını düşünürdüm. Ama ben onun hikâyesini dinlerken, bir an olsun dehşete kapılmadım ... ..
... .. ayrıca sizi dinleyici olarak utanç veren bir duyguyu gizlememi ve korkakça susmamı hoş görmeyeceğinizi bildiğim için, bugün net olarak söyleyeceğim şu: O zaman içimiş acıtan şey hayal kırıklığıydı ... o genç adamın o denli itaatle gitmesinin verdiği hayal kırıklığı... beni durdurmak, yanımda kalmak için hiçbir girişimde bulunmaması... oradan ayrılıp gitmesi konusundaki ilk arzuma minnet ve saygıyla boyun eğmesi... beni kendine çekmek için bir şey yapmak yerine ... beni yoluna çıkan bir azize gibi görmesi sadece... ve beni görmemesi... bir kadın olarak hissetmemesi.
Bu benim için bir hayal kırıklığıydı... kendime ne o zaman ne de sonra itiraf edebildiğim bir hayal kırıklığı: oysa bir kadının duyguları, söze dökmeden ve bilincinde olmadan da her şeyi bilir. Zira ... artık kendimi daha uzun süre kandırmayacağım; o adam bana o zaman sarılsa, beni o zaman istese, onunla dünyanın öbür ucuna giderdim, hem kendi adımı... hem çocuklarımınkini lekelerdim... insanların dedikodularına aldırmaz, mantığımın sesini dinlemez, Madam Herriette’in daha bir gün öncesinde tanımadığı Fransız genciyle yaptığı gibi, onunla kaçardım... nereye, ne zamana kadar diye sormaz, önceki yaşamıma bir an bile bakmazdım... ..
... .. İnsanları ayıp dediği, saygın gördüğü her şeyi görmezden gelirdim, şayet ağzından bir sözcük olsa çıksa, bana doğru bir adım atsa, beni anlamayı denese, o an ona tüm kalbimi verirdim. Ama... size söyledim ya, bu garip tavırlı adam bana ve içimdeki kadına  göz ucuyla bile bakmıyordu... ben ona teslim olmaya öyle hazırdım, onun aşkıyla öyle yanıp tutuşuyordum ki bunu ilk olarak kendimle baş başa kaldığımda anladım, onun aydınlı, deyim yerindeyse ... .. içimin karanlık dehlizine düşüp bir kalbin boşluğunda fırtına yaratınca anladım. ... ..
... .. Ve birden ne yapmak istediğimi anladım: Onu bırakmamak için her şeyi yapmaya hazırdım! ... 
... .. hayatımda biriktirdiğim, yığdığım, bir araya getirdiğim nevarsa her şeyi bir anda sokağa atmaya hazırdım, ama birden önüme  bir saçmalık duvarı, tutkumun kendimden geçmiş halde tosladığı bir duvar buldum. ... ..

... .. işte vermiş olduğunuz para’ , dedi ve önüme her biriyüz franklık birkaç bankonort attı... ‘Şimdi derhal beni rahat bırakın!’
... .. etrafımızdaki yüz kadar kişiyi umursanadan. Herkes sabit gözlerle bize bakıyor, birbirleriyle fısıldayarak konuşuyor, yorum yapıyor, gülüyordu, bitişik salondan bile meraklı insanlar bulunduğumuz salona doluşmuştu. Sani üstümdeki giysileri çekip çıkarmışlar ve ben bütün o insanların karşısında çırılçıplak kalmıştım... .. Uyarılan kişi bendim o alçak söylüyordu bunu, Aşağılanmış, utançtan yerin dibine girmiş halde, hırıltı ve fısıltı yayan meraklı bakılar  karşısında önüne para atılmış bir fahişe gibi duruyordum.
... ..Siz Madam Herriette’i savunup, yirmi dört saatin bir kadının yaşamını kökten değiştirebileceğini söylediğinizde, bana sanki benden söz ediyormuşsunuz  gibi geldi: İlk kez kendimi, deyim yerindeyse onaylanmış hissettiğim için size minnettardım. O zaman şöyle düşündüm: Sizin empati kurduğunuz bir konuyu, bir kez olsun  size anlatırsam, üzerimdeki lanet belki kalkar ve geçmişe takılıp kalmaktan kurtulurum; sonra yarın belki oraya gidip yazgımı değiştiren o salona girebilirim, elbette ne ona ne kendime karşı bir nefret duygusuyla yaparım bunu .  ... .. 

* Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat* & Stefan Zweig

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder