...
Bayan Henriette’in yalnız değil, tahmin edileceği gibi genç Fransızla kaçmış
olduğu haberini herkes hızla öğrendi. (böylece çok kişinin Fransız gence
beslediği sempati süratle azalmaya başladı). Oysa bu küçük Madam Bovary’nin,
zengin ve taşralı kocasına şık vegenç bir yakışıklıyı yeğlemesi ilk anda anlaşılır
bir şeydi. Ama oteldekiherkesi bu kadar kızdıran mesele şuydu ki, ne fabrikatör
kızları ne de Bayan Henriette bu Lovelace’ı (*Samule Richardson’ın Clarissa
adlıromanındaki karakterlerden Clarissa Harlow’u baştan çıkaran Lovelace) önceden tanıyordu; yani terastaki o iki saatlik akşam
sohbeti, bahçedeki bir saatlik sade kahve içme seansı, kocasını ve iki çocuğunu
aniden terk etmesine ve hiç tanımaduğı stil sahibi genç bir adamın öylesine
paşina takılmasına yetmişti. Dışarıdan bakılınca gayet açık olan bu olayı,
birlikte yemek yediğimiz kişiler, âşık çiftin hain bir aldaması, kurnaz bir
manevrası olarak değerlendirip topluca onaylamadıklarını ifade ettiler: Doğal
olarakBayan Henriette’nin geenç adamla uzun zamana dayalı gizli bir ilişkisi
olduğunbu, kadın avcısınınburaya sırf kaçışın son ayrıntılarını belirlemek için
geldiğini söylediler, zira –vardıkları sonuca göre- sadece iki saatlik
tanışmanın ardından saygın bir kadının hemenilk ıslığın peşine takılması
tamamen olanaksızmış. Oysa olaya farklıbir açıdan bakmak benim için daha
eğlenceliydi, böyle bir şey mümkün değil diye ısrarla savunmaya geçtim, hatta
yıllar yılıhayal kırıklığına yol açmış can sıkıcı bir evlilik yüzünden bir
kadınınaşırı her maceraya atılmak için içsel olarak hazır olma olasılığından da
söz ettim. Benim bu beklenmeyen karşı çıkışımlaherkes tartışmaya katıldı, gerek
Alman gerekse İtalyan çiftin cup de foure(*Yıldırım
aşkı) gerçeğini hem aptallık hem de saçma
sapan bir roman fantezisi olarak doğrudan gönül kırıcı bir aşağılamayla
reddetmeleriyle, tartışma iyiden iyiye alevlendi.
...
..
“Eğer
doğru anladıysam, siz, Bayan Henriiette’in bir kadının, masumca ani bir serüvene
itilebileceğini, böyle bir kadının bir saat önce imkân ve ihtimal vermediği
olayları eyleme dökebileceğini, bu oalylar nedeniyle asla suçlanmaması
gerektiğini düşünüyorsunuz, değilmi?
“Kesinlikle
böyle düşünüyorum hanımefendi.”
“O
zaman her etik yargı tamamen anlamsız, her etik kuralın da hiçe sayılmasının
bir mazereti var demek ki.
Gerçekten Fransızların dediği gibi crime passionnel (*tutku suçu) suç değildir diyorsanız, devlet hukuku niçin var? ... ..
Gerçekten Fransızların dediği gibi crime passionnel (*tutku suçu) suç değildir diyorsanız, devlet hukuku niçin var? ... ..
...
..
“Henüz
aşkına değer olup olmadığını hiç
bilemeyeceği herhangi bir adamın peşine takılmak için kocası ve iki çocuğunu
terk eden bir kadını küçük görmüyor musunuz, kötü bulmuyor musunuz? Artık çok
genç sayılmayan ve çocukları için onuruna sahip çıkması gereken bir kadının bu
kadar düşüncesizce ve akılsız davranışını gerçekten bağışlayabilir misiniz?”
...
..
...
.. Nihayetinde bu dalgınlığa bizzat kendisi son verdi, zira aniden beliren
suskunluğu sonunda beklenmedik şekilde elini bana uzattı:
“Aslında
size söylemek istediklerimi açıkca konuşamadığımı görğüyorum. En iyisi size
mektup yazayım,” dedikten sonra onda görmeye alışkın olduğumdan daha hızlı
adımlarla otele doğru yürüdü.
Gerçekten
de akşamüzeri, yemekten hemen önce odamda bir mektup buldum, ... ...
...
..
...
..yanıt vermem çok kolay olmadı...
“Bana
bu kadar güven duymanızbenim için bir onur, eğer istediğiniz buysa, dürüstçe
yanıt vereceğime dair size söz veriyorum. Sizin içinizden geldiği kadarından
fazlasını bana anlatmanızı elbette sizden isteyemem. Ancak ne anlatacaksanız,
hem kendinize hem bana tamamen gerçeği anlatmalısınız. Lütfen bana duyduğunuz
güveni özel bir onur olarak algıladığıma inanınız.”
“Size
tümüyle hak veriyorum: Değerli olan her zaman gerçeğin yarısı değil, tamamıdır.
... ..
...
..Akşam sözleştiğimiz saatte kapısını çaldım.... .. Bu hareketlerin her birine içten
içe hazırlanmış olduğunu hissettim, ama arkasından bir sessizlik oldu.aldığı
zor kararın sessizliği gittikçe uzadı, ancak o an güçlü bir iradenin büyük bir
dirençle mücadele ettiğini hissedince, bu sessizliği konuşarak kesintiye
uğratmaya kalkışmadım.... ..
...
.. hızla toparlanıp konuşmaya başladı:
“...
.. size, bir yabancıya, bütün her şeyi anlatacak olmama
şimdilik belki bir anlam veremeyeceksiniz, ama başımdan geçen olayı düşünmeden
geçirdiğim tek bir gün, tek bir saat bile yok, yaşlı bir kadın olarak bana
inanın
Kartlanılmaz bir şey bu; insanın yaşadığı
müddetçe hayatındaki tek bir olaya, tek bir güne kilitlenip kalması. Çünkü size
anlatmak istediğim her şeyi altmış yedi yıllık hayatımın sadece yirmi dört
saatlik bir zaman dilimini kapsıyor; aklımı oynatmak pahasın, kedime defalarca
telkinde bulundum, insan bir kez olsun, bir an olsun aptalca davransa ne olur
sanki diye; ama fazlasıyla belirsiz bir sözcük olan vicdan denen şeyden kaçamıyorsunuz,
sizin Henriette olayıyla ilgili olarak çok tarafsız konuşmanuz dinlediğimde,
birine olsun yaşamımın o gününü özgürce anlatmaya karar verebilirsem, belki bu
anlamsız geçmişi düşünme ve sürekli kendimi suçlama durumumun sonu gelir diye düşündüm....
..
...
.. masamdaki o insanın bir hırsız olmasına kızmam gerektiği düşüncesine bir an
olsun kapılmadım. Dün birisi bana, çevresşnde çok sıkı geleneksel değerler
arayanbenim gibi kusursuz bir yaşam sürmüş bir kadına, neredeyse oğlım yaşınd,
inci küpe çalmış, hiç tanımadığım genç bir insanla bu denli samimi bir şekilde
oturacağıma dair en ufak bir imada bulunulmuş olsa, o insanın aklını
kaçırdığını düşünürdüm. Ama ben onun hikâyesini dinlerken, bir an olsun dehşete
kapılmadım ... ..
...
.. ayrıca sizi dinleyici olarak utanç veren bir duyguyu gizlememi ve korkakça susmamı
hoş görmeyeceğinizi bildiğim için, bugün net olarak söyleyeceğim şu: O zaman içimiş acıtan şey hayal kırıklığıydı
... o genç adamın o denli itaatle gitmesinin verdiği hayal kırıklığı... beni durdurmak, yanımda kalmak
için hiçbir girişimde bulunmaması... oradan ayrılıp gitmesi konusundaki
ilk arzuma minnet ve saygıyla boyun eğmesi... beni kendine çekmek için bir şey yapmak yerine ...
beni yoluna çıkan bir azize gibi görmesi sadece... ve beni görmemesi... bir kadın olarak hissetmemesi.
Bu
benim için bir hayal kırıklığıydı... kendime ne o zaman ne de sonra itiraf
edebildiğim bir hayal kırıklığı: oysa bir kadının duyguları, söze dökmeden ve bilincinde
olmadan da her şeyi bilir. Zira ... artık kendimi daha uzun süre
kandırmayacağım; o adam
bana o zaman sarılsa, beni o zaman istese, onunla dünyanın öbür ucuna
giderdim, hem kendi adımı... hem çocuklarımınkini lekelerdim... insanların
dedikodularına aldırmaz, mantığımın sesini dinlemez, Madam Herriette’in daha
bir gün öncesinde tanımadığı Fransız genciyle yaptığı gibi, onunla kaçardım...
nereye, ne zamana kadar diye sormaz, önceki yaşamıma bir an bile bakmazdım...
..
...
.. İnsanları ayıp dediği, saygın gördüğü her şeyi görmezden gelirdim, şayet
ağzından bir sözcük olsa çıksa, bana doğru bir adım atsa, beni anlamayı denese,
o an ona tüm kalbimi verirdim. Ama... size söyledim ya, bu garip tavırlı adam bana ve içimdeki kadına göz ucuyla bile bakmıyordu... ben ona teslim
olmaya öyle hazırdım, onun aşkıyla öyle
yanıp tutuşuyordum ki bunu ilk olarak kendimle baş başa kaldığımda anladım,
onun aydınlı, deyim yerindeyse ... .. içimin karanlık
dehlizine düşüp bir kalbin boşluğunda fırtına yaratınca anladım. ...
..
... .. Ve birden ne yapmak istediğimi anladım: Onu
bırakmamak için her şeyi yapmaya hazırdım! ...
... .. hayatımda biriktirdiğim, yığdığım, bir
araya getirdiğim nevarsa her şeyi bir anda sokağa atmaya
hazırdım, ama birden önüme bir saçmalık
duvarı, tutkumun kendimden geçmiş halde tosladığı bir duvar buldum. ... ..
... .. işte vermiş olduğunuz para’ , dedi ve
önüme her biriyüz franklık birkaç bankonort attı... ‘Şimdi derhal beni rahat
bırakın!’
... .. etrafımızdaki yüz kadar kişiyi
umursanadan. Herkes sabit gözlerle bize bakıyor, birbirleriyle fısıldayarak
konuşuyor, yorum yapıyor, gülüyordu, bitişik salondan bile meraklı insanlar
bulunduğumuz salona doluşmuştu. Sani üstümdeki giysileri çekip çıkarmışlar ve
ben bütün o insanların karşısında çırılçıplak kalmıştım... .. Uyarılan kişi
bendim o alçak söylüyordu bunu, Aşağılanmış, utançtan yerin dibine girmiş
halde, hırıltı ve fısıltı yayan meraklı bakılar karşısında önüne para atılmış bir fahişe gibi
duruyordum.
... ..Siz Madam Herriette’i savunup, yirmi
dört saatin bir kadının yaşamını kökten değiştirebileceğini söylediğinizde,
bana sanki benden söz ediyormuşsunuz
gibi geldi: İlk kez kendimi,
deyim yerindeyse onaylanmış hissettiğim
için size minnettardım. O zaman şöyle düşündüm: Sizin empati kurduğunuz bir
konuyu, bir kez olsun size anlatırsam,
üzerimdeki lanet belki kalkar ve geçmişe takılıp kalmaktan kurtulurum; sonra
yarın belki oraya gidip yazgımı değiştiren o salona girebilirim, elbette ne ona
ne kendime karşı bir nefret duygusuyla yaparım bunu . ... ..
* Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat* & Stefan Zweig
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder